24 Ağustos 2017 Perşembe

Kuyudan Çıkan Dev

(Değerli arkadaşlar, sizlere başlangıç olarak, içinde mitolojik motiflerin de bulunduğu bir masal gönderiyorum. Bu masalı, Çanakkale’nin değişik yerleşimlerinde, varyant/benzeşler halinde, yaklaşık yirmi beş kez derlemiş bulunmaktayım. Sizlerle bu derlemelerden üç varyant/benzeş ve bir bağlantılı benzeşini paylaşmaktayım. Umarım sizlerin, üzerine söyleyeceğiniz sözleri olan bir masal seçmişimdir. Olabildiğince çok disiplinden, olabildiğince çok arkadaşımız düşüncelerini ifade edebilirlerse, bu hepimiz için bir kazanç olacaktır. (Kazancımız, bilgi edinme üzerine tabii ki.) Eylül ayındaki ilk buluşmamızda görüşmek dileğiyle, masal araştırmalarına girişecek olan arkadaşlarımıza selamlarımı yolluyorum. Rastgele!)







Ezine-Kemallı Köyü
27 Mart 2001
(Erkek) /Yaş 73/Ezine-Pınarbaşı Köyü/İlkokul 3/Evli/6 Çocuklu/Hayvancılık

            Köyün altında, herifin bi ufacık bahçesi varmış. İçinde ayva varmış. Ayva, ekmek gibi ayva yaparmış. Bunu her sene gelir bi dev, alır gidermiş ayvaları.
            Şimdi goca oğlan… (Üç tane oğlanı varmış herifin.) Goca oğlan gitmiş beklemeğe. (Ayvalar oluncaya gadar bekliycek.) Devi görünce oğlan gaçıyo, geliyo. Ertesi ağşem, ortanca oğlan gidiyo. Silah elinde devi bekliyomuş. Dev gene çıkmış, gēmiş. Ayvaları alıcak ama olmamış daha, hammış. O da gorkuyo. O da gaçıyo. Küçük oğlan: Ben onu öldürürüm diyo. O alıyı silahı, gidiyi bekliyo. Ayvalar da olmağa başlamış. Dev gēmiş. Birini alır almaz, küçük oğlan silahı çekiyo. Bi patladıyo: Devi yaralıyo. Dev, ayvayı da bırakıyo; ha bakam gidiyo.  Ganı akarak gidiyomuş. Gitmiş gitmiş bi guyuya inmiş; guyunun içine.
            İndikten sonra bu geliyo, bakıyo: Çok derin! Abilerine söylüyo: Ben diyo devi vurdum. Yaralı gitdi, bi guyuya indi. Urgan alalım beş-altı tane. Derin çok, guyu demiş. Tamam.
Urganları alıyolar, gidiyolar guyunun başına üç gardeş. Bu sefer gocaman: Ben inicem diyo. Acık saldiynen gorkmuş: Çekin! demiş. Çekmişlē yokarı onu. Ortanca: Ben incem. O daha -iki kat daha- iniyo. O da gorkuyo: Çekin, çekin, çekin! O da çıkıyo. (Yedi katmış derinliği) Küçük oğlan… bağlıyolā: Gorktum dedikçe salın. Ni dersem, aşara goyverin demiş. Bağlarlar bağlarlar, sarkarlarmış. Tam indiğim vakit, ben size haber veririm demiş. İpi böyle dartarım; o zaman bırakırsınız. Tekrar guyunun başına geldiğim vakit, ipe bağlarım kendimi; çekersiniz demiş. (Bunlar şimdi, undan haz etmiyolarmış.) Bu sefē indikten sonra bu, ipi çekiyolā yokarı.
            Bu, devi bulmuş; yaralı devi. Uyuyomuş. Yalnız bi odayı açıyo: Bi gız! Çok gözelmiş gız. Sen ne arıyon burda? Dev görmesin, seni yir demişler. Ötekini açıyo: Urda da bi gız. Ötekini açıyo: Urda da bi gız. (Üç tane gız.) Bu küçük gız diyu ku –çok gözelmiş küçük gız- : Bak diyo, bu dev seni yir. Yimemesi için, sana bi saçımdan iki tane tüy çıkarıcam, vericem. Başın sıkıldiyi yerde, çırt tüyleri; yeryüzüne çıkarsın demiş. Goymuş cebine. He! Bak sana söyleyim demiş. Devin kapısını açtiyin vakit: Gözleri açıksa, uyuyo demiş; kapalısa, uyumuyo demiş.
Bi de hançarı vāmış. Açmış, bi de bakmış: Gözler lokma gibi devde; uzanıb yatıyomuş. Hemen bu, hançarlan: Bir, iki, üç… öldürüyo devi.
            Ondan sona gidiyi guyunun başına. Bi bakıyo: İp yok. Hay anasını! Nere gitti? Nere gidiyim?
            Gidiyo bu. (Bi dünyamış ora.) Gidiyo, gidiyo… Bi garaağac ağacı vāmış; böyük. Unun altına yatıyo. Bi de bakıyo… Yokarda kartal yuvası varmış. Yavrular vāmış içinde. Uyumuş. Gartal geliyo. (Her sene, gartalın yavrularını yılan yirmiş.) Bu sefē gartal bi daliyi buna; oğlana. Oğlan uyanıyo: Yav ben bişey yapmadım sana diyo. Sen bana niden saldırıyon? diyo. Ondan sonra: Benim yavrularımı diyo, bi yılan yiyo diyo. Seni yılan sandım da saldırdım diyo. U yılan diyo, filan çeşmenin başındamış. Köye su goyvēmiyomuş; köylüye su goyvēmiyomuş yılan. Ben onu gidib öldürcen diyo. Undan acık burda uyuyon diyo oğlan.
            Gidiyo çeşmenin başına. (Her hefte bi gız; gelin yapıp oturduyolāmış çeşmenin başına.) Bu sefē yılan gelirmiş; yedi kafalımış. Gızı yudāmış. Bir hafta içinde suyu goyverirmiş. Su gene akā; herkez suyunu alırmış. Bu sefē yene bakmış: Bi gız! Gelin yapmışlā, goymuşlā orıyı. Bu varıyo, arkasına sinleniyo; hançer elinde. Gız diyo ku: Beni yiycek diyo. Seni bari yimesin; sen git diyo. Beni de yisin; ne olur diyo. Otururken yılan geliyo. Oooh! diyo yılan. Nasip biiken, iki oldu diyo. Tam geliyo uzanıyo. Uzandığı vakit, bi çırpıyı şöyle hançarı: Yedi kafa; yedisi de… Hemen sular gür gür akmağa başlamış.
            Gız urdan, hemen goşalak eve. (Padişahın gızımıştı o da.) Bu sefē padişah diyo ku: Kim bu oğlan kim? Ben diyo buba, yılanın ganına elimi basdım; arkasına sıvazladım diyo. Bi ilan ediyo padişah. Ne gıdā fert varsa, hepsi kapımın önünden geçicek diyo.
Bu sefē geçerken, gız bulıyi; tanımış oğlanı. Yakalıyolā. Yakaladinen, padişah diyo ki: Oğlum, ni dilersin dile benden diyo. Benim gızımı kurtardın, bizi suya gark ettin. Dile benden ne dilersin! Ne diliyim diyo; sağlığını dilerim. Peki gızımı veriyim. Yok! Padişah abi diyo, sana bişiy söylüycem; olur-olmaz… Yaparsan bu iş olur; yapmazsan olmaz. Nese… Bana diyi kırk tane goyun –yüzücen-, kırk tulum da su.
Gidiyi gartala: Senin yılanı öldürdüm diye, yavrularını kurtardım. Beni, dünya yüzüne çıkarır mısın? diyo. Çıkarım diyo. Yalnız kırk goyun olucak, kırk tulum da su olucek diyo. “hak” dedim mi diyo eti atcan, “huk” dedim mi suyu dökcen ağzıma. Böyle böyle, ben seni dünya yüzüne çıkarım demiş. Undan sona döner gelirim yavrularımın başına demiş. Peki. Olur mu? Olur.
            Padişaha söylüyo; hazırlıyo. Filan yere getir! Getiriyo.
            Urda üç tane gız gördüdü ye, u üç gızı… (Abileri sona urganı salmış aşarı.) Guyunun başına varıyo gene, urgan vā mı? diye. Vā. Bu sefē: Bu, büyüg ağbimin diyo; goca gızı çıkarıyolā. Ortancayı da çıkarıyolā: Bu da ortanca ağbimin. Unu da çıkarıyolar guyudan. En küçüciği… Küçük gız diyo ku: Beni paylaşamazlā. Şurdan iki tüy veriyim de sana, gene başın sıkıldığı vakit, tüyleri çırptımın, dünya yüzüne çıkarsın diyo. Tamam. Küçük gızı da veriyo. Çıkıyo. O: Sen alcan, ben alcan –ötekinler- ; gavga. Bu sefē unuduyolā gardeşini, bırakıyılā aşağıda.
            Bu sefē u hazırladı ya kırk goyun, kırk tulum su. Unları uruya getittiriyo padişaha.
            Undan sonra guş: Bi ganadına kırk goyun, bi ganadına da kırk tulum su. (Masal ya bu!)  Çıkmağa başlamış guyudan yokara. Çıkıyo yeryüzüne. Hadi bana alasmarladık diyo gartal; aşara. Oğlan galıyo.
            N’apsın şimdi? Gitse köye; tanıycaklā. Gidiyo birinin yanına, çoban giriyi. Çoban girdiği vakit, bi guzu kesiyo. Ağa! Bi guzu kes de yiyem diyo, yorgunum diyo. Yalnız işkembesini ben alıyım diy. Tamam! Kesiyo ağası bi guzu. İşkembeyi kafaya geçiriyo: Oluyo bi Keloğlan.
            Hindi vāmış… (Padişahın oğlanlarımıştı unlā; üçü de.) Bu sefē goca oğlana düğün yapmış. Küçüciği de yapmış… (şey!) Ortancaya da yapmış. Küçük gız: Ben demiş –dünya yüzüne çıkmadıktan sona benim sevgilim- ben kimselen evlenmem demiş. E ne bilcez? Ben bilirim demiş. Söyle bakam gızım sen. Bağa demiş, makas kesmedik, terzi dikmedik bi gelinlik olcak. Fındık gabuyina da sığıcak demiş. Eyē bunu yaparsanız, ben o zaman evlenirim.
            Bi ilan ediyo: Terzi dikmedik, makas kesmedik bi gelinlik; fındıg gabığına sığıcak. Bunu duyuyo oğlan. Hemen çırtıyo tüyleri. Bi goca arab geliyo ama dev gibi: Emret ağam! diyo. Emre falan bakma diyo. Makas kesmedik, terzi dikmedik bi gelinlig; fındıg gabuğuna sığıcak diyo.  Tamam diyo, bundan golay ne vā? Gidip getireyim. Yolluyo oğlan. Hah! Anlamış o zaman, dünya yüzüne çıktıyini. Ha! Ben bunlan evlenirim diyo.
            Bi at yarışı yapıcağınız diyo. Kim geçerse, ona varcam diyo. (Ata binicek ya çocuk. U zaman, çocuyi görücek gız.) Bi ilan ediyo padişah. Ne gıdā goşucu atlı vāsa, toplanıyolā. Şindi bu gene çırtıyo tüyleri. Arab geliyo: Emir ed! Bi hayvan getiricen bana, at ama diyo, guşu kapıcak diyo. Tamam, tamam diyo. Hemen getiriyo geliyo bi yağız, siyah bi at. Oğlan biniyi üstüne. Ötekinlē ha bire yörümüşlē. U daa dikiliyomuş; u hayvan. Had! demiş; o gudā. Hepsini geçiyo, hepsinden evel gene geliyo. Tamam diyo gız. Ben, buna varıcam. Başka imkân yokmuş daa o işi yapıcak.
Bu sefē alıyolā oğlanı. Gızım! Kel bu herif. Kel olsun diyo. Benim nasibim umuştu diyo. Bu sefē şey… padişah bi davullu düğün: Kırk gün, kırk gece.
            Ben de ordadım. Bağa dediler: Keşkek götürür mün? Götürürüm tabi yav dedim. Bu gadar seyire baktık; buruya geldik. Keşkek almadan gider miyim ben? dedim. Yalnız, bana bi eşek. Padişah bana bi eşek vēdi. Bi de baktım: Ayakları mumdan, semeri camdan, guyruyi süpürgeden, gulakları terlikten. Buyrun dediler, al! Ben yükledim una keşkeğe. Bindim üstüne geliyom.
Şurda köyün kenarına geldim; Kemallı köyü’nün. Şerife Teyze kül atmış. Kül de gıvılcımlımıştı. Eşek doğru uruya gitti. ülen yapma-mapma derkene… Hadi! Bacakları mumdan de mi? Eridi. Düştük uruyı. Keşkekler de döküldü. Ben de galktım geldim sağ selamet.

***


Ayvacık-Nusratlı Köyü-Hasan Obası
7 Mayıs 2001
(Kadın) /Yaş 21/Ayvacık İlçe Merkezi/İlkokul Mezunu/Evli/1 Çocuklu/Çiftçi


            (Küçüklüğümden beri aklımda olan bi masal. Herhalde nenemden, anaannemden; onlardan duymuşumdur.)
            Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde; pireler berber iken, develer tellel iken bir kıral varmış. Kıralın üç tane oğlu varmış.
            A bunların armut tarlasında, hiç armut yiyemiyorlarmış. Canavar, büyük bi canavar armutları yiyomuş.
Babası demiş ki bir gün oğlanlarına: Bunu yakalamanız gerek. Yayla bunu vurucaksınız. En büyük oğlan demiş: Ben giderim baba; vururum hemen.
Gitmiş tarlaya. Derken bi gürültü çıkmış… Çok hızlı bi gürültü, gökyüzünü inleterek geliyomuş. Çok korkmuş. Hemen okunu ve yayını aldığı gibi kaçmış. Eve gelmiş: Baba demiş, çok büyük bi canavar. Ben bunu vuramadım, öldüremedim demiş; gaçmış. Ortanca oğlan demiş: Sen demiş bi şey beceremezsin zaten. Ben gider, vururum şimdi demiş. Gitmiş tarlaya; armut ağaçlarının dibine oturmuş, beklemiş. Sabah olmuş, akşam olmuş; gelmemiş. Bu gelmiycek herhalde; korktu benden diye düşünüyomuş oğlan. Sonra derken, yine çok gürültülü bi şekilde, canavar gökyüzünü gürüldederek, uçarak geliyomuş. Oğlan bunu görür görmez, çok gorkmuş. Hemen okunu yayını aldığı gibi, koşarak eve gaçmış.
            En küçük oğlan demiş ki (Yarımgöt’müş adı da), Yarımgöt demiş ki: Ben giderim baba. Yarımgöte demişler –herkez alay etmiş- :  Sen bunu, nerden becereceksin? Senin zaten yarım bi başın var! Herkez bunlan alay etmiş. Ben yaparım. Yarımgöt gitmiş. Ben demiş, bunu vurmadan geri dönmüycem. Aklına koymuş.
            Beklemiş, beklemiş… Sabah olmuş, akşam olmuş: Hâlâ gelmemiş. Yarımgöt tam uykuye dalarken, bi gürültü çıkmış; çok şiddetli bi gürültü. Hemen pusmuş ağacın dibine. Yayını hazırlamış; kesin vurucak. Derken canavar uçarak –çok büyük bi canavar- tam armutdan koparırken –armutları topluyacakken- hemen bi yayını atmış; vurmuş. Kanlar içinde, canavar geri dönmüş. O da koşarak eve, babasına. Kırala demiş ki: Baba demiş, ben vurdum. Kanlar içinde geri döndü, geri döndü demiş. Yalan! demiş; hiç kimse inanmamış Yarımgöt’e.
            Herkes, hep beraber gene gitmişler tarlaya. Kanına, kanına… Bi kuyuya girmiş canavar; çok büyük bi kuyuya. Demiş ki babası: Kim bu guyuya girip de, yani bu canavarı yakalayabilir?
En büyük oğlan demiş gene: Ben demiş giriyim baba. Salın dediğim zaman salarsınız, çekin dediğim zaman çekersiniz. İnemiycek olursam: Çekin diye bağırırım demiş.
Salın beni, salın beni, salın beni… Kuyunun yarısına geldiği zaman, çok gorkmuş. Aşşağıdan çünkü, bi korlama sesi geliyomuş çok büyük: Kkhha! (Kaynak kişi horlama taklidi yapmaktadır. Ö.G) diye geliyomuş, çok yüksek bi şekilde. Çok korkmuş. Hemen: Çekin beni diye bağırmaya çığırmaya başlamış. En yukarı çekmişler.
Ortanca oğlana demiş ki: Sen gidcek misin, yoksa Yarımgöt girsin mi? Düşünmüş, düşünmüş; bi türlü karar verememiş. Giricem baba demiş. Yarımgöt yapar da, ben yapamam mı! demiş.
Neyse bu, salmışlā bunu, salmışlā, salmışlā… Ağbisinden daha derine inmiş ….… bu şekilde: Korkmuyorum, korkmuyorum, korkmuyorum… İniyomuş. Daha sonra, ordaki korlama sesini duyunca, o da korkmuş. Daha fazla cesaret edemeyip: Çekin beni! diye bağırıp çığırmaya başlamış, guyunun içinde. Çekmişlē, çıkarmışlā.
Yarımgöt’e demiş babası: Hadi oğlum demiş, bu görev de gene sana kaldı. İnip şu canavarı öldürelim. Sen in. Tamam baba demiş.
Salın beni, salın beni… Yarımgöt’ü başlamışlar salmıya. Salın beni, salın beni… Korlama sesini duyunca, Yarımgöt demiş: Baba demiş, bu uyuyo. Ben iniyom evine demiş.
            İnmiş guyunun dibine. Gözleri açıkmış canavarın. İki tane yumurta varmış başında ama gözleri açıkmış. Uyanık diye, Yarımgöt çok korkmuş. Daha sonra iki tane yumurtanın, ikisini de patlatmış başında. Canavar… gözleri kapanmış, ölmüş yani orda.
            Orda üç tane kapı varmış. Birincisini açmış: Dünyalar güzeli bi kız! Birini bağlıyom demiş. Bunu çekin yukarı. Bu, büyük ağbimin kısmeti demiş. Daha sonra ikinci kapıyı açmış. Bunu da çekin yukarı demiş. Bu da, ortanca ağbimin, ağbimin yani; küçük ağbime münasip demiş. Üçüncüyü açmış: Dünya güzeli! Görür görmez aşık olmuş. Bu benim kısmetim. Bunu da çekin yukarı demiş. Onu da çekmişler. Yarımgöt’ü çekiceklermiş ama bi türlü ip aşağıya inmiyomuş. Artık son kişinin çıkmasına imkân vermiyomuş toprak altı.
            Daha sonra, çaydan karşıya geçmek için, iki tane koç varmış. Biri siyahmış, biri beyazmış. Beyaza atlarsa, yer üstüne çıkıcak ve kurtulacakmış Yarımgöt. Ama siyaha atlarsa, yedi kat yerin dibine gidip, yani daha çok derine inecekmiş. Kurtulmasına imkan yokmuş. Tam beyaza atlarken, siyahın üstüne atlamış. Tam yedi kat yerin dibine gitmiş. İnmiş şeyin dibine.
            Her taraf garanlıg. Gidiyomuş. Işık doğmuş, bi yerden ışık doğmuş; sabah olur gibi. Ama toprağın altındaymış. Orda bi pencereden, bi ninecik görmüş. Ninecik, tükürükleriyle hamur yoğurmaya çalışıyomuş. Nine, nine! demiş, niye tükürüklerinle hamur yoğuruyosun? Ben gelirken, çeşmeden su içtim ya demiş. Oğlum! O çeşmenin başında, bi kuyu var… yılan var. O yılan, bize su aldırmaz. Yani biz ordan su alamıyoruz demiş. Ordan tabi o zaman Yarımgöt: Ben yılanı öldüreyim pekâlâ. Siz suyunuzu alın. Bu, tükürükle hamur yoğurmaktan kurtulun demiş nineye. Çok iyi yaparsın oğlum. Allah razı olsun demiş nine.
            Dua ederek gitmiş Yarımgöt; ordan ayrılmış. Ordan Yarımgöt gelmiş. Bekliyomuş gene oku ve yayı yanında; öldürücekmiş yılanı.
Yılan o gün, kavağın başındaki kuş yavrularını yiycekmiş. O kavağa çıkıyomuş. Tam yavruları yuvadan alıcekken… (Leylek yuvasıymış yani. Bu leylek yokmuş yuvada. Yavruları yiycekmiş yılan.) Daha sonra şey tabi, yılanı, tam yavruları alırken vuruyo; yılanı öldürüyo. Hem çeşme kurtulmuş, hem yavrular kurtulmuş. Leylek bunu uçarak, yani hızla gelirken, öldürüldüğünü görünce çok sevinmiş. Keloğlan’a, o da yani: Dile benden ne dilersen! demiş leylek. Ben demiş, böyle böyle… Yedi kat yerin altına indim. Yani çıkma imkanı arıyom. Ben demiş, seni çıkarırım. Bi kazan su, bi kazan et bağlıycaksın benim kanatlarıma. “Gak!” dedikçe et, “gık!” dedikçe su vericeksin demiş. Tabi, ne isterse yapıyo.
            Bi kazan et, bi kazan su bağlamış. Kendi de üstüne binmiş. “Gak!” dedikçe et veriyomuş, “gık!” dedikçe su veriyomuş. Böylelikle yani o gücünü, o etten ve sudan alarak uçuyomuş yani; toprağın üstüne doğru uçuyomuş leylek.
Tam böyle toprağın üstüne çıkarken, et bitmiş. O zaman, “gık!” demiş gene; et yani. Et kalmıyınca, bacağından bi fasıla kesiyo; onu veriyo leyleğin ağzına. Leylek anlamış hemen. Çıkmış da toprağın üstüne; tabi topallıyarak… Sen yoluna, ben yoluma. Kuyudan gene, aynı şekilde kuyudan çıkmış. Geri dönüyomuş. Al demiş; bu senin, bacağından kestiğin et. Niye yimedin pekâlâ? Onu ben, senin için kendimden kopardım. O demiş: Sen benim yavrularımı kurtardın. Ben de senin, etini yemeğe kıyamadım demiş. Helâlaşmışlar. Leylek inmiş. Geri vermiş Yarımgöt’e; bacağından kestiği eti. O da yapıştırıyo. O kaynamış uruya yeniden.
            Daha sonra tabi Yarımgöt eve geliyo: Düğün-dernek kurulmuş. O üçüncü kısmeti, artık başkasına vermeye karar vermişler. Diyo ki: Ağbimlerin kısmetleri? Onlar, onları aldı diyo babası. Senin kısmetini de artık biz, seni gelmiycek diye başkasına veriyoduk. Hayır! Yarımgöt engellemiş. O kendi kısmetiyle Yarımgöt evlenmiş.
            Kırk gün, kırk gece düğün yapmışlar. Herkez mutlu bi şekilde evliliklerine devam etmiş.
            (Burda da masal bitmiş.)
D- Bu masalı kimseye anlattın mı?
K- Yavruma anlatıyom, oğluma.
D- Bir tek ona mı anlattın?
K- Evet.

***


Lapseki-Taştepe Köyü
18 Haziran 2002
(Erkek) /Yaş 88/Taştepe/Okur-yazar değil/7 çocuklu


K- Bi adamın, üç oğlu varımış.
D- Öyle: “Bir varmış” diye başlamaz mıydı?
K- Başlar emme işte gali demedik işte.
D-  Baştan başla.
K-
            Bir var ımış, bir yok umuş.  Bir adamın, üç oğlu var ımış. Oğlanlara, ölürke vasiyet ediyo: Oğlum diyor, benim başımda Guran okun diyoru.
            Niyse gidiyo bunlā; en böyük oğlan… Bağda da bi elma ağacı var ımış. Zamanı geldi mi, yiyemezler imiş. En böyük oğlan diyo guna: Ben, şunu gidip bekliyecem diyoru. Gidiyoru. Bi inilti, bi zırıltı çıkıyoru. Gaçıyo o oğlan.
            Ortancıl oğlan gidiyo ertesi ağşam. Gene bi inilti, bi zırıltı. O da gaçıyoru.
            En küçük oğlan diyoru: Ben gidicem bu ağşam diyoru. Bi inilti, bi zırıltı çıkıyor emme dev geliyoru. Deve bi ok oynuyoru oğlan. Yedi kafalı imiş. Altısını kopardıyo. Bi kafası galıyoru. Oğlana diyoru guna: Haml’et diyoru. Hamla senin diyo deve. (Bi daa hamle etse, yedi kafa bütünlencek.) Hamla senin diyoru. Dev, yaralı gaçıp gidiyoru. Bi guyudan iniyoru.
            Eve geliyoru şimdi bu; agalarını da alıyoru. Gidiyolā. Guyudan iniyo bunlā, iniyoru. Böyük oğlanı salıyolā. Yandım diyoru. Unu çekiyolā yokarı. Ortancıl? U da: Yandım diyo. Unu da çekiyolar. En küçük oğlan diyor: Yandım dedim mi, goyvēn diyoru; öff dedim mi, goyvēn diyoru. Goyveriyolā. İniyoru en küçük.
            Üç dene gız, gergef işleyip duru. Dev de, bi odada yatarmış. Unun u sıcağa, böyle yakar ımış uruları. Gızlara soruyoru: Nerde bu dev? diyoru. Filan yerde yatıyoru.
            Bi goca şişi gızdırıyo, gızdırıyo, gızdırıyo… Varıyo, kakıyo burnundan. Gözlēni bi açıyoru dev: Ya beni âdem diyor, burda da mı geldin, buldun beni? diyoru. Öldürüyo devi.
            Alıyor üç gızı. Geliyo guyunun başına. En böyük agasına diyoru: Bu senin diyoru. Unu çekiyolā. Ortancıla da, ortancıl gızı.
            En küçük gız da gayet gözel imiş böyle. Gız diyoru una: Sen çık evvela diyoru. Ben çıkāsam diyor, seni çıkarmazlā diyoru. Yok diyoru. Evvela diyoru, sen çıkcaksın diyoru. Sen gelmesin sonra diyoru. Gızı çekiyorlā. En küçük oğlanı da, agaları bırakmā mı! Guyunun dibinde bırakıyolā.
            Gız u zaman, buna bi tüv veriyoru. Tüvü çattın mı diyoru, biri gelir diyoru. Ne dersen, yaparsın diyoru. Bu ağşam diyoru –seni çıkmiyeceksin, biliyom ben diyoru- ak goçunan, gara koç gelip dövüşücek. Ak goça tüvēsen, çıkıceksin yukarı diyoru. Gara koça tüvēsen diyoru, yedi kat daa yerin altına gitcen diyoru.
            Oğlan ne’apsın? Aka tüvüyon derke, garaya tüvmē mi! hadi gidiyoru aşşağaya.
            Neyse, orda gezerke, burada gezerke: Susamış. Ninenin birine demiş: Nine demiş, su vēsene demiş. Suyum da yok oğlanım emme demiş. Hemen dönüyo da iğşiyo da, sidiği getiriyoru. İçmiyor oğlan emme. Oğlum diyor, yarın diyor -biz diyor, suyu diyor, vesikeylen alıyoz burda diyoru- dev geliyo. Deve her sene diyoru, bi gelin getiriyoz; gız da diyoru. Akıveriyo suyu diyoru. Bi senelik su alıyoz biz diyor. Yarın gene alacaz diyoru. U diyoru, padişahın diyoru gızı gitcek diyoru, gelin diyoru. Nerde u çeşme? diyoru. Filan yerde diyoru.
            U gızı götürüyolā: Padişahın gızını, beyin gızını; o köyün. Oğlan da gidiyo; oturuyo şinci. Gız diyoru: Beni diyo, dev alıp gitcek diyoru. Sen diyor ne geldin? diyor. Git diyoru. Gelsin diyoru.
            Öteden dev gelirmiş: Bizim her sene nasib bir idi emme demiş, bu sene çift gelmiş be diyor dev şimci. Gelene gadā, deve bi tene ok oynuyor oğlan. Şappadan düşürüyo onu. Gan akmıya gaynıyo ura. Hemen gız, gana bandırıyo elini; arkasına basıyo oğlanın.
            Eve doğru yörüyor u gız şinci. Öteki-beriki diyo: Ya! Biz diyolā, her sene birē gız verelim. Su alalım da, beyin gızı, bak eve gidiyor.
            Eve varıyor: Buba diyor, bi oğlan diyoru, öldürdü devi diyoru. Bilir misin sen unu? diyoru. Bilirim diyoru. (Bant değişikliği nedeniyle, derlemeye kısa bir süre ara veriliyor. Ö.G.)
            (He!) Toplanın diyoru. Bütün ‘haaliyi topluyolā orayı. Bakıyoru gız: Yok! Yok buba burda diyoru. E ule diyolā, ninenin evinde vā bi oğlan diyorlā. Çığırıp geliyorlā. Gız hemen dönüyor arkasını: Bak diyoru, şu beş parmağımın beşi de, işte diyoru bak arkasında. Bu oğlan öldürdü diyoru.
            Hemen bey diyoru: Benim güvēmdir u, bundan sonra diyoru. Gızımı vericem una diyoru. Yok diyoru oğlan. Ben, gızını almam diyoru. E oğlum diyor, neden almıycen? Al işte benim gızımı diyoru. Almam diyoru. Dile diyoru, benden ne dilēsen dile diyoru. Ne dileyim ben senden? diyoru. Götürün şunu diyoru bahçeye de diyoru, acık göğnü, gözü açılsın bakam diyoru.
            Gidiyoru bahçeye; bi ağacın dibine yatıyoru. Bicir bicir, bicir bicir, bicir bicir, bicir bicir… Ağacın tepesinde bicilē, boyuna bıcırdaşırmış emme bi de yılan sarmış böyle eğece. (Bicileri yiyicek.) Hemen oğlan, bunu alttan bi ok oynuyoru. Yılanı geberdiyo oreyi.
            Öteden bi guş geliyoru. Nerdeyse, oğlanı hemen paralıyecek, paralıyecek. Bicilē hemen: Bicir bicir, bicir bicir, bicir anladıyo. Ana diyolā, bizi u kurtardı diyolā. Yılan yiyceğdi. Bak! Yılanı öldürdü diyolā. Oğlan da uyumuş; güneşte galmış. Ganadını yayıveriyo şöyle. Oğlana kölgelik ediyoru.
            Eh! Guş diyor: Dile benden diyor, ne dilersen dile diyoru. E sen bi guşsun diyoru. Ne dileyim ben senden? diyoru. Dile diyoru. Beni diyor bu dünyadan –burdan diyoru- yokarkı kata diyoru, çıkarmanı diliyyom diyoru. Ah evletcığım diyor, ben seni çıkarırdım diyoru. Bak bicilerim vā diyoru; yavrularım diyoru. Zayıfım birez diyoru. Bene diyor, kırk tulum gavurmaynan, kırk tulum su yapabilirsen diyoru, ben seni çıkarırım diyoru.
            Padişah gene –bey- çağırıyoru; aklı başına geldi mi? diye oğlanı. Oğlana diyoru: Oğlum diyor, dile benden diyor madem, ne dilersen diyoru. Bene diyoru, kırk tulum gavurmaynan, kırk tulum su verirsen diyoru, eyi olur diyoru. Hemen bi izin veriyoru: Kırk tulum su, kırk tulum gavurma geliyo.
            Goca guş, yükleniyo gavurmaları. Oğlanı da alıyo sırtına. “Gump” dedini gavurma, “cump” dediniğen su! “Gump” dediniğen gavurma, “cump” dediniğen su…
            Guyuya gali çıkıceklē. Şöyle bi urgan boyu galmamış bile. “Gump” dedini: Gavurma bitiyoru. Hemen baldırından kesiyoru. Sokuyor emme guş yimiyoru. Çıkarıyo.
            Çıkıyolā meydana: Hadi git diyor oğlana. Ben giderim diyor; sen git hadi diyoru. Yok yok diyor; git bagam diyo. (Biliyo u guş.) Hemen ağzından çıkarıyo, yapıştırıyo oreye; yalıya, yalıyı veriyo. Gene eskisi gibi eyi ediyoru. Guş, dönüp geliyor. Oğlan galıyor gali urda. Çıktı emme.
            Eh! Gızınen de… Hep büyük oğlan: Unu alıcağım dermiş. Gız da vāmaz ımış. İlle vāmazmış. (Bakam çıktı mı, çıkmadı mı? diye, şey ediyor.
            Neyse, bi gün gız diyoru kuna –bakam çıktiğini, çıkmadiğini öğrenicek-: Bi kat elbise yaptırırsın bene diyoru. Ceviz gabiğinin içinde olucek diyoru.
            Gidiyoru terzilere: Bi kat diyoru elbise yapceksiniz diyoru, ceviz gabiğinin içinde diyoru.
Duyuyoru şinci oğlan; oğlan duyuyoru. Varıyoru terzilēn yanına: Beni de diyor, çırak alsanıza diyoru. Lan diyor, biz diyoru, başımızdan aşkın is diyoru. Bak! Bey –padişah-, bi cevizin içinde elbise istiyo. Onu düşünüyoz biz diyolā. Bire de diyor terzinin. Ule diyoru, ben diyoru ekmek bile… Boğazı tokliğine çalışıcan size diyoru. Eh!
Bunlā ediyoru: Bi türlü yapamıyolā. Bi tüvleri çakıyoru oğlan. Geliyo arap ordan. Bi kat diyoru, ceviz gabiğinin içinde diyoru, elbise isterin senden diyoru. Hemen veriyorlā oğlana.
Ule! Bizi, bey –padişah- kesmiyceğse de kesē. Bunun içinde –cevizin içinde- urba olur mu? diyorlā. Gırıyolā; çıkıyo içinden. Aman! (Oğlana:) Bunu gene yapvē bize. Yapıvariyo gene, veriyoru. (Hee! Gız u zaman anlıyur eme: Bureye çıkmış u, dünya yüzüne çıkmış.)
Bi de diyoru: Altın tabağan içinde diyoru: Gurk gurk, gurk gurk diyecek diyor. Bicileri de viç viç viç diyecek diyoru. Bunu isterin diyoru. U zaman olur diyoru.
O zaman gidiyoru zarraflān yanına oğlan. Ben diyoru, boğzı tokluğine diyoru, çırak alın diyoru. Para bile istemem ben diyoru. Gene onlar: Nası yapıcek? Altın tabağan içinde –gurk gurk; bicilē vic vic- nası denilicek? Uğraşıyoru zarraflā. Oğlan diyoru: Ben yaparım unu diyoru. Aman deme!
Hemen bi siliyor yüzüğün daşını; gene geliyoru. Tabağan içinde, altın gurk: Gurk gurk deyecek. Bicilē de vic vic deyecek diyoru. Al diyor; onu da veriyoru.
Haa! Tamam. Bu, dünya yüzüne çıkmış gali. (Geldiğini öğreniyo gız, gız öğreniyo.) Yarın diyoru at goşusu olucek diyoru, at goşusu diyoru. (Mesela Alpat’tan –denizin yanından- buraya çıkıcek.) Kim evel gelir de diyoru, padişahın kapısını kakarsa diyoru, ben una varıcan diyoru gız şinci.
Şinci padişah diyoru: Benim atlādan hızlı at yok. Benim oğlanlādan, hızlı oğlan yok. Tamam diyoru.
Uraya gidiyoru koşuya. U da bi at getittiriyo emme oğlan: O gadā hırslı.

D- Nerden getirtiyor?
K-
            İşte mühürün şeyi. Bastı mı… U gız getittiriyoru, gız getittiriyoru. Oğlan da biniyoru. Oğlanı amma tanımıyor: Ne bubasıgil, ne agaları tanımıyoru.
            Varıyorlā denizin gıyına. Urdan buruya gali koşuya.
            Unlā önünde gider imiş. U da unlān peşinde gelir. Tam gali burdan işte cami gadā galıyolā; eve yakınlıyolā. Hemen agasının birini tutup atıyor atın dırnağa dibine. Birini de tutup, unu da atıyoru.
            Varıp kapıya da bi gılıç çekiyoru. Bi baştan, bi başa ayırıyoru. U zaman diyor bubasına: Bu naletlē diyoru, beni guyunun dibinde bıraktı da, çıktı geldi. Burda da diyolā, garı başında gavga idēlē ha diyoru.
            (Urada bitiriyolā işi.)


***

(Gönderme 183)

Gelibolu-Bolayır Beldesi
26 Şubat 2003
(Kadın)/Yaş 75/Bolayır/İlkokul/Evli/6 çocuklu/Çiftçilik

D- Kaynak kişimize,”Kuyudan Çıkan Dev” masalını anlatmaya başladım. Masalın bir yerinde: “Hah! Bu kısmı var ama benim anlatacağım masal daha değişik” dedi. Şimdi, onun masalını dinliyoruz.

            Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, bir padişah varmış. Bu padişahın, ‘er köyden –mesela- cariyeleri varmış. Ama o cariyeler de, bir çeşme başında su alırlarmış.
            O çeşmenin başında su alırken, dev gelirmiş. Beğendiği kızı yermiş; suyu salarmış. (Çeşme akmazmış yani.) Kim o kızı yiyene kadar akarsa su, alırmış. Akmazsa, almazmış suyu. Bu: Yedi başlı devmiş. ‘Er gün, ‘er gün… Artık köylerde kız kalmamış. Padişahın kızına sıra gelmiş.
Padişahın kızını getirmişlē oreyi. Padişahın kızını getirirken, başka köyden de bir padişahın çocukları geziye çıkmış; mesela atlarlan geziye çıkmışlar. Gele gele, çeşmenin başına gelmişler. Atlara su verecekler. Çeşme akmaz! (Bütün halk beklēmişlē: Dev gelcek te, kızı yiyecek diye.) Ne bu? demişler. Burda demişlē, yedi başlı bi dev var. Bu dev, köyde bir kız bırakmadı. ‘Er gün, bi kız yer; iki saat-üç saat çeşme akar. Yemezse akmaz; sular kapalı. Tamam demiş o çocuk; delikanlı. Siz demiş, buna hiç bi çare bulamadınız mı? Onu demiş, kimse öldüremez demiş. O demiş, yedi tane başı var onun demişlē. Olsun demiş çocuk. Siz hepiniz çekilin.
Gitmiş kıza. Kıza demiş ki: Ne ağlarsın? E bu gün sıra benim demiş. Ben, padişah kızıyım. Babamın bi tanesiyim. E beni yemezse demiş, sular akmıycak. İlle beni yiyecek bu dev. (Giyinmiş guşanmış gız. Bekliyomuş çeşmenin başında; dev gelecek.) Tamam demiş oğlan, sen hiç merak etme demiş. O dev gelirken demiş, sen bana haber ver demiş. Çocuk yatmış gızın dizine, yatmış. Arkadaşlar da –herkez- bakıyomuş şimdi. Çocuk…
Dev geliyu ya: Ooh! demiş; birken, iki buldum avı demiş. Şimdi dev seviniyo. Gene durup durup dermiş: Ooh! Bir avken, iki av buldum dēmij dev.
Kız, çocuğu uyandıramamış; ağlamağa başlamış. Ağlayınca, gözlerinden yaşlar, çocuğun üstüne damlayınca, çocuk fırlamış. Ne oldu? demiş. Bak! Karşıdan geliyo dev demiş. Hiç sen korkma demiş gıza. Sakın korkma demiş. (Kız korkmaz olur mu? Yiyecek beni diye korkmuş kıscaaz.) Korkma! Ben demiş, şimdi onu demiş vuracam demiş. Vuramazsın demiş. Onun, yedi tane başı vā. Nası vurucan sen? demiş. Sen hiç gorkma demiş.
Şimdi üc baş bu tarafta, üc baş da o tarafta. Bi baş orta yerdemiş yani. Orta yerdeki başı vurursan, dev ölüyomuş. Bi kerette vuramazsan, dev ölmüyomuş.
Çocuk oturmuş. Arkadaşları filan toplanmışlar. Gene bakıyolāmış. Çocuk almış silâyi. Dev gelirken, tam alnının ortasına atmış. Dev düşmüş. Dev düşünce, başlamış kanları akmağa. Adem oğlusan demiş –erkeksen- bi daa ‘ur demiş. Ben bi daa ‘uramam. Beni annem bi kere dünyaya getirdi demiş. Anca sana öteki kardeşlerim vurabilir demiş çocuk. Dev orda ölmüş. Çeşme başlamış akmağa. Akınca, millet üşüşmüşler.
Hemen kız gitmiş, sarılmış çociye: Sen kimsin? Sen, beni sorma demiş, kim olduğumu demiş çocuk. Bana allasmarladık demiş. Çocuk gitmiş. Gız, orda ona aşık olmuş. Eve gelmij. Babasına demiş ki: Baba, böyle böyle böyle demiş.
Padişah, köy köy geziyo, şehir şehir geziyo; çocuğu arıyo. Kız demiş ki… Çocuğu tanır mısın? demiş gıza. Tanırım baba demiş. Alnında demiş, iki tane beni var çocuğun demiş. ‘Er yere gezmişlē gezmişlē: Çocuk yok, yok, yok, yok, yok çocuk. Demişler ki: Filan vezirde, bir çocug var. O hiç çıkmıyo. Ona gidelim.
Padişah gitmiş vezire. Padişahı görünce vezir korkmuş.: Ay bu padişā geldi. Beni kesecek mi? (Eskiden padişālā kesermiş, asarmış ya!) Korkmuş. Hemen vezir çıkmıj. Hemen eteklerini öpmeğe başlamış. Öpme eteklerimi demiş. Beni mısafir al demiş. Almış.
O gece kalmış. Hiç çocuk çıkmamış. (Kız da yanında.) Cariyeleri yemek vermiş. İşte itibar etmişler, doyurmuşlar, sulamışlar. İki tane de kardeşi varmış. Onlar gelmişler. Çocuk çıkmıyomuş. Demiş ki: Senin başka çocuğun yok mu? demiş. Var padişahım ama demiş, benim çocuğum demiş, hiç demiş öyle gezmez, çıkmaz. ‘Ep içerde oturur demiş. Kitap okur demiş. (Çocuk ta kıza aşık olmuş ama babasına söylemiyomuş hiç.)
Neyse sabah olmuş. Ben demiş, bu çocuğu göreyim, ne olur! Tamam padişahım demiş vezir; korkuyo. (Boynu kılıçtan keskin. Ne’apcak?) Gidiyo çocuğuna. Yalvarıyo, yakarıyo: Ne olur çocuğum! Bir haftadır padişah bizde duruyo. Gel! Seni de görücek. Yok be baba diyo. Ne yapıcak benim gibi sümüklüyü o padişā? diyo. Bırak beni rahatıma diyo. Olmaz çocuğum diyo, çıkıcaksın ille diyo.
Neyse getiriyolar çocuğu. Padişahın elini öpmek istiyo; öptürmüyo. Bi görüyo kız. Kız hemen düşüb bayılıyo, kız. Ay! Kıza ne oldu, ne oldu, ne oldu? Derken, neyse kızı ayıltıyolar. (Eh! Padişā ne yapcak şimdi?) Neden bayıldın kızım? demiş. İşte baba, beni kurtaran çocuk bu demiş. İyi! Ama şimdi demij, vezirden nası isteycez bu çocuğu_ ‘Erkez kız istē; ben çocuk mu isteycem? demiş. ‘Adi bakalım! Sen isteme baba demiş, ben istiycem demiş kız. Gitmiş. (Bant değişikliği nedeniyle, derlemeye kısa bir süre ara veriliyor. Ö.G.)
            Kız gitmiş, vezirin kapısını tak tak çalmış. Hemen vezir kalkmış. ‘Emen: Buyrun demiş, almış içeri kızı. Kız oturmuş vezirin önüne; diz çökmüş: Vezirim demiş, senden bir isteğim var. Emret kızım demiş. Canımı iste, canımı veririm sana demiş. (Kız da güzelmiş mi güzel! Öteki çocuklar da, hep kıza bakıyomuş.) Senden demiş, en küçük oğlunu demiş, ben istiyom. Yani, ben onunlan evlenmek istiyorum. Bana verir misin? Tamam kızım, veririm demiş.
Ordan, öteki çocuklar da demişler ki kendi kendilerine: Babam bunu, buna vericek. Bu kız çok güzel. Alıcak kız bunu; gidicek. Biz bunu öldürelim. Nası yapalım? Nas’olsa, odadan çıkmaz çocuk. Biz bunu öldürelim. Öldürür müyüz, öldüremez miyiz? (İki kardeş şimdi konuşuyolar.)
Vezir tabi verince, bunlar –padişā- hazırlıya başlamış. Gidelim evimize. Çocuğu da alalım; sizi de götürelim evcek. Düğünümüzü orda yapalım. Tamam demiş vezir.
Bunlar toplanırken, kardeşleri şimdi pilan kuruyolar: Nası yapıcaz bunu, nası öldürücez bu kardeşimizi? Ordan kız, onlar konuşurken duymuş. Kız hemen gidiyo çocuğun odasına. Hemen atına çocuğu. Alıyo çocuğu. Hadi bakam! Gidiyolar doğru saraya.
Babası diyo: Kızım ne oldu,  kızım ne oldu? (Baba şaşırıyo.) Orda olan, onun tabi veziri: Kız demiş, aldı gitti çocuğu. Nereye gitti bilmem padişahım demiş. Nası olur? demiş. Ee olur demiş. ‘Emen padişah ordan toparlanıyo. ‘İc babalarına filan bakmadan, çocuğun kardeşlerine: ‘Adi bakalım! Biniyolā paytona, gidiyolā.
Bi de gitseler: Çocuk evde, kız da evde, kızın annesi de evde. Hepsi evde oturuyolar. Ne oldu kızım? diyo. Baba diyo, onun diyo sülalesini istemem buraya diyo. Kardeşleri diyo, öldürmek istiyolar bunu diyo. Tamam diyo padişah. Bi annesinlen babası gelsin bari diyo. E annesinlen babası gelirse gelsin ama oğlanlar gelmesin diyo. Oğlanlar, beni kıskandılar diyo. Onlar konuşurken, ben duydum. (Kız duymuş.) Tamam.
Neyse bi güvercinin (Eskiden güvercinler şeymiş yani: ‘Abercimiş.) güvercin kanadına bi mektup yazıyolā. Salıyolar.
Gidiyo vezirin evine güvercin. Okuyo: Anne, baba gelicek. Sakın oğlanlar gelmesin; istemiyo kız. Tamam. Hadi! Vezir ordan hazırlanıyo; gidiyo düğüne.
Gidiyolar ama şimdi bunlar: Ne yapalım, ne yapalım, ne yapalım? Bi karı buluyolar ordan, iki kardeş. Bi kemik koyuyolar yatağa, sivri bi kemik; oğlanın yatıcağı yatağa. Koyuyolar. Kim bilcek, orda kemik var da çociye batcak, ölecek deye. Neyse gidiyolar.
Düğün oluyo, işte ‘azırlıklar oluyo. Düğüne başlıyolar. Düğün bitmiş o gün. Çocuk gitmiş, yorgunum deye yatmış karyolaya. Yatınca, batıyo çocuya kemik, batıyo. Çocuk, ölüyo çocuk. Ay kız: Çocuk öldü, damat öldü, damat öldü… Kalkıyolar, çocuğu gömüyolar. Sandiye koyuyolar, gömüyolar sandıkla çocuğu. Vezirin damatı ölmüş… Padişahın damatı ölmüş. Götürüyolar.
Bir köpek geliyo ureye, mezara. Sandığı açıyo köpek. Yalaya yalaya yalaya o kemiğin yerini, yalaya yalaya yalaya, o kemiği çıkarıyo ordan. Çıkarınca, çocuk canlanıyo, diriliyo. Kalkıyo çocuk. Kız da, her gün o mezarın başına gidiyomuş ama, gidiyomuş ama, ‘ep sandık kapalı. Köpek te içindemiş onun; küçük bi köpek. ‘Ep yalarmış orasını.
Allah Allah! Bi gün bi tıkırtı tıkırtı… (Bi şey var.) Çocuk canlanmış orda. Köpek demiş ki ona –dile gelmiş-: Hiç sen bi şey deme demiş. Kız gelince demiş, ben açıcam sandığı. O, seni görcek. Sonra diril demiş çocuya. (Yani: Gene ölü gibi yat demiş.)
Gelmiş gız. Tıkırtı var ya. Çocuk… Bi fırlamış köpek. Aa! Yedi damatı köpek deye kız delirmiş. Korkma, korkma demiş çocuk. Hemen kalkmış, oturmuş. Korkma, korkma demiş. Git bana bi kat elbise getir demiş. Ben dirildim demiş, bu köpek sayesinde demiş. (Bu gadan bir kemik.) Kemiği almışlar.

D- Yani: Otuz santimlik bir kemik.
K- Bi kemik. Batmış çocuya. Ölmüş çocuk orda; neresine battısa? Ciğerine mi geldi artık? (Masal işte!)
            Neyse, kız gidiyo koşa koşa babasına: Baba! Böyle böyle. Nasıl olur kızım? Ölü dirilir mi? Gel babacım. Mezarda dirildi.
            Hemen bi kat elbise damata götürüyolar; çamaşırını, mamaşırını. Getiriyolar.
            Tekrar kırk gün, kırk gece düğün yapıyolar. Onlar ermiş muradına, biz de çıkalım kirevetine.
            Düğünden gelirken de, bi tava helve verdiler bana. Allahım! N’aapayım bu helvayı, n’aapayım bu helvayı?
            Gelirken, sardı köpeklē beni; yiycek. Ordan bizim bi Topal Recep var. O da gelir. Al be Recep bu helvayı sen dedim. Bi attım: Kırdım bacağanı. Çocuk ta topal kaldı benim yüzümden. (Kaynak kişi ve derleyici gülüyorlar. Ö.G.)

            (Tamam, bende masal bitti artık.)


4 Ekim 2017 tarihinde gerçekleştirilen sohbette masalla ilgili yapılan yorumlar... 

Ömer Gözükızıl: Bu ilk toplantı olduğu için elde ettiğimiz sonuçları diğer toplantılara taşıyacağız. Ben halk edebiyatı derlemecisiyim, onun içinde de masal derlemecisiyim. Bu alanda kendimi yetişmiş olarak görürüm ama derlemecilik dışında yorumculuk daha farklı bir şey, biraz daha okumayı gerektiriyor. Açıkçası ben kurşun atmaktan nişan almaya fazla vakit bulamadım. Saha çalışmalarımdan dolayı teorik bilgimin çok yeterli olduğunu söyleyemem. Çanakkale’de derlediğimiz hayvan masalları çocuklar üzerinden yürüyor. Diğer masallar için de mitolojik motifler ve diğer yorumlama biçimleri üzerine çalışmalar yapma düşüncemiz vardı. Çok uzun bir çalışma olacağı için ondan vazgeçip fırsat buldukça masalları yayınlamaya çalıştım. Masal anlatımı nasıl körelmeye başladı bunun üzerine çalışmayı deniyorum. Birazdan inceleyeceğimiz masal normal bir dağılım, ilçeler bazında yirminin üzerinde derlendi. Yorum yapmak isteyen arkadaş lütfen yorumlarını bizlerle paylaşsınlar.

Şeref Uluocak: Aslında masala geçebiliriz. Sonrasında ise üzerinde konuşabiliriz.

Masal okunuyor…


Ömer Gözükızıl: Masal anlatıcısı olan öykü dediğimiz kişinin ağzıyla bizim konuşmamız birbirine yakın. Bakarsak kişinin 21 yaşında olduğunu ve bir ilçe merkezinde yaşadığını ve İlkokul mezunu olduğunu biliyoruz. Yaşlı kişilerde o ağız daha belirgin olacak.

Mümtaz Fırat: Masal okunduğunda mitolojik sembollerle dolu görünüyor ve sanırım doğru bir yorumlama için mitolojik okumalar yapmak gerekiyor. Kahramanın “Yarım Göt” olarak adlandırılması tipik masallarda çok karşılaşmadığımız bir durum, küçültme niteliğindeki bir sıfatın kullanılması bu anlamda ilginç geldi. Bunun bir örnekten çıkarak adlandırılması da olası tabii. Devin kafasında iki yumurta olması ve bu yumurtaların kırılarak devin öldürülmesi, burada Freud’u çağırmakta fayda var. Özellikle Yunan mitolojisi açısından bakarsak oradaki yeraltı üç aşağı beş yukarı yaşadığımıza benzerdir. Cennet ve cehennemin bir arada olduğu iyi ve kötü yaşam alanları var, görüyoruz ki bu masalda da benzer bir akış var. Kullanılan semboller arasında yine ak koç, kara koç var, yeraltı ve yerüstü dünyasına benzerlikler var bu tabii anlatıcının kendi katkısı da olabilir, günlük yaşama çok benzeyen örnekler veriyor. Bir de masal sonu bağlamaları çok ilginç, anlatıcı çoğunlukla masalın sonunu bağlarken olabildiğince kendisine yaklaştırarak bitiriyor. Bu da çok ilginç, şimdilik söyleyeceklerim bu kadar.

Şeref Uluocak: Benim en çok ilgimi çeken “tükürük ile hamur yoğurmak” kavramı oldu. Sanki kültürel olarak daha farklı olanaklara sahipken tükürükle hamur yoğurduğumuz bir takım kısıtlamaların altındayız. Bu kısıtlamalar o kadar eşitsizlik yaratan kalıplar üzerinden oluşturulmuş ki ancak Yarım Göt gibi kahramanlar tarafından aşılabilir. Aslında elimizde Distopyalardaki gibi daha rahat bir yaşam imkanı varken olana kadermişçesine boyun eğdiğimiz ve kahramanları beklediğimiz bir atmosfer var. Kısmet dediğimiz şeyin kültürel olarak inşa ettiğimiz şeyin ne kadar doğal göründüğünü ifade etti. Aslında zaman da beklediğimiz kahramanlar da insan yaratısı.

Elif Kanca: Adım Elif, Sosyal Antropoloğum. Doktora çalışmamı masalların sosyal analizleri üzerine yapmıştım. Biraz önce masal kahramanı hakkında konuşurken aslında Kel Oğlan da aslında öyledir. Aslında masal geleneğinin bir özetini anlatıyor. Masal örülerek izleyicisine sunulur. İşte koçlar, ırmak vs burada iç içe geçmiş bir çok motiften örülü bir masal olduğunu görüyoruz. Kurgu örülüyor ve Kel Oğlan ile Yarım Göt aynı kişi. Kel Oğlan zaten babasızdır, bir annesi vardır ve yoksuldur, bir iktidar sahibi değildir. Masal bittiğinde ancak iktidar sahibi olur. O da aldığı kızla olacaktır. Yarım Göt de aynı şekilde kahraman olmak üzere olan bir üçüncü kahramandır.

Ömer Gözükızıl: Yarım Göt küçültme amacıyla mı kullanıldı. Baldırı çıplakların hep bir adı olur ya kördür, ya topaldır ya da padişahtır. Az önce bahsettiğimiz Kel Oğlan’ın yerinin bir çok masalda Nasreddin Hoca olduğunu da göreceğiz. Masal kahramanları coğrafyaya göre kendilerini değiştirirler. Anlatının merkezi ile ilgili bir tartışmadır bu. Genel olarak Halk edebiyatı anlamında biz masal menşeini araştırmaktan vaz geçeli uzun zaman oldu. Topluluklar içinde benimsenmişse o anlatı oraya aittir. Burada dördüncü anlatıda kadın kaynak kişimiz kahramanı alnındaki iki tane benden tanıyor. Burada masal birden kaydı denildi. Tam yirmi iki kez derlediğimiz bu masalda en az üç dört kez masal yarım kalıyor. Bu kaynak kişi başka anlatıları da iyi bildiği için masalı tamamladı. Bunu geçiş yaparak yaptı. Üç oda varsa ikiyi açmadan üçe geçti, sarkma oradan oluştu. Gergef ise sabrı çağrıştırıyor.

Didem Gürdoğan:  Gergef işi Yunan kültüründe de vardır. İlyada’da savaş bitene kadar gergef örülüyordu. Bir de ak ve kara koyun Mezotopamya ve diğer coğrafyalarda da var. Ak koyun nefes almadır, kara koyun ise içe dönmedir. Masalın bir de bu açıdan incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Şeref Uluocak: Anlatıcı karanlıkta mı? Aydınlıkta mı? Ak ve kara ayrımında anlatıcı nerede?

Ömer Gözükızıl: Mutlu bir insandı. Bunun ile ilgili bir örnek vereyim. Çok işlevi olan bir üvey ana anlatısıydı ve ben sonunda anlatıcıya “bunu niye anlatıyorsun” diye sordum. “Çocukları korkutmak için anlatıyoruz” dedi eğer yaramazlık yaparsanız üvey ana gelir. Burada çok fazla karanlığa girmedi. Anlatıcılar anlatıyı dinleyicinin yaşına, cinsiyetine, eğitimine veya etnisitesine varıncaya kadar biçimlendiriyor. Muhtemeldir ki çocuğuna anlattığında bize anlattığı bazı şeyleri kullanmayacak.

Şeref Uluocak: Peki acı çekmedikçe iyi bir evlilik yapmak mümkün değildir gibi bir anlam yok mu sizce?

Ömer Gözükızıl: Benim düşünceme göre masallar bizim gibi sıradan insanların kazanımlarıyla bitiyor. Masal sıradan insana “Yapabiliriz” diyor.  Başımızda bu kadar bela varken bile o kadar umutsuz olmayalım. Bir çıkış yolu bulabiliyoruz. Bu da onlardan birisi.

İsmail Tumay: Benim dikkatimi çekenlerden bir tanesi Padişahın üç tane kızı değil de oğlu var. Her iktidar sahibi çocuğuna parlak isimler verir ama burada parlak olmayan bir isim konulmuş.

Şeref Uluocak: Acaba konulmuş mu yoksa kültürün tanımladığı isim mi o?

İsmail Tumay: Adı Yarımgöt üçüncü çocuk, en beceriksiz görülen ve burada umulmayan taş baş yarıyor. Armut ağacını kurtaran o oluyor. Diğerleri, veliaht olması beklenen çocuk en korkakları çıkıyor.

Şeref Uluocak: Canavarı öldürmek gerekli miydi acaba? En umulmadık kişi bunu başarıyor.

İsmail Tumay: Buradan kişinin dış görünüşüne göre değil de niteliklerine göre değerlendirilmesinin gerekliliği çıkıyor mu acaba? Burada bu mesaj veriliyor diyebilir miyiz? Öte yandan kurtarılması gereken üç güzel kız var. Orada üç tane oğlan veya üç tane sıradan görünen kız kurtarılmıyor.

Şeref Uluocak: Fethedilmeyi bekliyorlar.

İsmail Tumay: Yarımgöt’ ün kısmeti çok güzel ve ona ulaşmak için çok çaba sarf ediyor. Yine bir kahramanlık serüveni ve en sonunda gidip kısmetini alıyor. Burada dinleyiciye elde etmek istediğin için uğraşmalısın mesajı veriliyor.

Ömer Gözükızıl: Bütün üç şahıslı anlatılarda sonuncusu başarılıdır.

İsmail Tumay: Neden?

Elif Kanca: Tez, anti-tez, sentez işte üç kere denensin ki orada verilen sınav dinleyicinin tam anlayacağı gibi olsun hem de üç cevapta denenmiş olsun. Aslında tipik bir inisiyasyon ritüeli.

Ömer Gözükızıl:  Dikkat edersek burada diğer varyantlarda olmayan bir şey var. Erkek kardeşler kadın yüzünden bir mücadeleye girmiyorlar. Diğer kardeşler en küçüğü aşağıda bırakıyorlar. Neden diye sorduğumda genç kadın anlatıcı tarafından dillendirildiği için o mücadelenin geçiştirildiğini düşünüyorum. Yaşlı kadın anlatıcılarda yine o özellik çıkıyor ama bu anlatıcıda olmadı.

Şeref Uluocak: Aslında burada Sıfır ve Bir kardeşler kaybediyor böylece kahraman dağıtma hakkına sahip oluyor. Daha vahşi bir strateji var.

Elif Kanca: Orada bir iktidar uyguladı diğerlerinin üzerinde çünkü kuyudan suyu getirip canavarı öldüren o aslında dolayısıyla toprağa hakim olan da o ve tarım toplumunda metalaşacak olan kadınları da dağıtma hakkına sahip.

Ömer Gözükızıl: Bazı varyantlarda ağabeyler buna da sahip olmuyorlar. En küçük kardeş tarafından ortadan kaldırılıyorlar.

Cumhur Aslan: Ben masalı ilk dinlediğimde aklıma Kemal Sunal filmleri geldi. Kahramanın Yarım Göt adında olması filmlerde Kemal Sunal’ın en şapşal karakter olması ama kahramanlıkları da başarabilmesini hatırlattı. İkinci olarak bu arkadaş oldukça gelenekçi, toplumun gözünde bir mağdurluk yaratıyor üstelik değerlere ve geleneklere bağlı bir insan, üçüncü bir seçenek böyle olursanız ancak mucizeler ile bir şey başarabilirsiniz mesajını algılıyorum. Örtük olarak gerçekte böyle şeylerin olamayacağı mesajını alıyorum.

Şeref Uluocak: Burada doğrudan kültürün kodlarını onaylama var. Buradaki kişinin psikolojisi kitle psikolojisine çok yakın, kahraman olabilmek için kültürün bütün standartlarını ele geçirip hem toprağı hem suyu dağıtma hem kadın üzerinde mülkiyet hakkına sahip olma açısından ortada üzerine düşünülmesi gereken bir şey var. Uzlaşım stratejilerini düşünecek olursak en beklenmedik, en güçsüz hatta sanatçı olmak isteyip olamayan bir kişinin geldiği nokta aslında kültürün yeterli olanaklar sağlandığında ne kadar çekici olabileceğini gösteriyor. Oysa Kemal Sunal bence her filmde bunu bir yapı bozumu yaratıyordu, var olanı kahkaha ile alt üst eden bir niteliğe sahiptir. Oysa buradaki hocamın dediği gibi daha muhafazakar bir tip.

Elif Kanca: Çünkü o tamda muhafazakar bir toplumun iktidarına tabi ve sonunda o iktidarı ele geçirecek.

İsmail Tumay: Şimdi leylek Yarımgöt’ün bacağından kopan eti yemedi ve kardeşleri ise kısmetlerini ona değil de başkalarına veriyorlar. Tam burada bir tezat var mı? Veya insanlar hayvanlar gibi bile değildir, birbirlerinin gözünü oyarlar gibi bir mesaj var mı orada?

Elif Kanca: Ben burada şunu görüyorum, az önce bahsettiğimiz inisiyasyon ritüelleri Türkiye’de organ parçalamaya kadar gider mesela; sünnet. Bunlar eski insan kurban etme törenlerinin daha sembolik ve yumuşamış halleridir. Burada da aynı şey oluyor, öldürmüyor çünkü ayağı topallamıştır. Bunun en iyi örneği de Oedipus, topal ayak veya şiş ayak demek. Orada da bir sakatlık var. Erkeğin toprağa bağlanıp toplumunu muhafaza etmesi için bir sakatlanma töreninden geçmesi gerekir. Bu özellikle erkeklerde yorumlanır. Burada onu anlatıyor. Kardeşler arası iktidar kavgası da toplumsal yapını ne kadar kritik ve kaotik olduğunu anlatıyor. Daha kuyudan çıkmadan kazandığı bir savaş var ama bir şey daha var ki yoluna devam etmesi gerekiyor. Orada da iki kadın sanatına değiniliyor; ekmek yapma ve dokuma sanatı, bu soruların cevaplanması gerekiyor. Tükürükle yoğurulma bana gerçekten ilginç geldi. İki yerden gelen mayalanma türü var biri vajinal sıvılardan diğeri ise tükürükle yapıldığına dair çalışmalar var. Dokuma zaten çok kritik çalışmalardan biri Eski Ahit anlatılarında bile var. Kardeş kavgası ise tarım toplumundaki kritik yapının ne olduğunu anlatıyor. Bir iktidar kavgası olacaktı ki üçüncü anca onu elde edebilsin.



Ömer Gözükızıl: Peki Su başına bırakılan kızla ilgili ne yorum yapmak istersiniz?

Elif Kanca: Tarım için iki önemli öğe vardır birincisi su ikincisi ise toprak. Burada o iki kez geçiyor. Birinde ejderha toprağı verimsizleştirerek bahçeyi yok ediyor. Diğerinde ise ejderha kuyuyu kontrol ediyordu. Zaten Orta Çağ’da ejderha suyu kontrol eden anlamındadır. Masal bunu anlatıyordu. Yani ejderhayı yenen iki üretim nesnesini toprağı ve kadını ele geçiriyor. Freud’a gitmeye hiç gerek yok yumurtaları kırdığınızda yani iki kardeşi yok ettiğinizde artık iktidar toprak, su ve kadın kontrolü hepsi sizin oluyor.


Ömer Gözükızıl: Sağ olun çok teşekkür ederim. 

5 yorum:

  1. 28.09.2017

    Ömer Gözükızıl yorumu: Değerli arkadaşlar, dünkü ilk toplantımıza katılım gösteren herkese teşekkür ediyorum.
    Katılımcılar yaptıkları değerlendirmelerde, örneği okunan "Kuyudan Çıkan Dev" adıyla adlandırdığım masalın Yarımgöt benzeş/varyantını yorumladılar.
    Sürenin kısa olması nedeni ile diğer benzeşlerin değerlendirilmesi yapılmadığı gibi, birkaç arkadaşımızın yapacağı değerlendirmelere de zaman kalmadı. Bu nedenle, bir sonraki toplantıda bu sorunu çözmeye çalışmamız gerekiyor. Ancak yine de bir sonraki toplantıya kadar, bu pencereyi kullanmamız, sorunu, hareket etmemizi engelleyici konumdan çıkartmayı sağlayacaktır. Şimdilik bu pencereden toplantı değerlendirmemizi ve önümüzdeki toplantı için sunacağımız masal değerlendirmelerini yapmamız uygun olacaktır.
    İzniniz ile dün söyleştiğimiz masal hakkındaki tespitlerimi sizlerle paylaşmak isterim; derleyici gözü ile: (Masal yirmi iki kez derlendi. Gelenek sönümlenmesi nedeni ile başkalaşıma uğrayan bir anlatı dışında kalan yirmi bir anlatı hakkında değerlendirmelerde bulunacağım. Tablo olarak sunmama, blog sayfa düzeni uygun olmadığı için, her bir unsuru ayrı ayrı ele alacağım.)
    İlk olarak meyva ağacının sahibinin kimliğini ortaya koyalım: Yirmi bir anlatının dokuz tanesinde sahip olarak: Padişah, hükümdar ve kral unvanları kullanılmıştır. Bir anlatıda ise 'köy padişahı' olarak adlandırılmıştır. İki anlatıda ise anlatıcı önce 'adam'ı kullanırken, anlatının devamında padişah sözcüğünü kullanmayı tercih etmiştir. (Bu hâlde şu tespiti yapabilmemiz mümkün olabilir: 'Kral' sözcüğünü kullanan anlatıcı yirmi bir yaşındadır. Diğer adlandırmaları kullanan anlatıcılardan birisi otuz iki yaşında, diğerleri ise elli yaşın üzerindedirler. Sonuç: Anlatıcının yaşı -aldığı eğitim ile beraber-, anlatı kahramanlarının adlandırmalarında değişikliğe yol açabilir.) Altı anlatıcının beş tanesi: Adam, adamın biri adlandırmasını yaparken, bir anlatıcı ise herif adlandırmasını yapmıştır. Bir anlatıda kahraman olarak baba yer alırken, bir diğer anlatıda ise kahraman, gariban bir köylü amcadır. Bir anlatıda ise, anlatıcı meyve ağacının sahibi olarak kimseyi göstermemiştir. (Kahraman profiline baktığımızda, şu sonuca ulaşmamız mümkün gibi görünmektedir: Anlatı geleneğinde oluşan tıkanma -ki bu tıkanmanın nedenleri ayrı bir değerlendirme konusu olacaktır sanırım- anlatıcıları yoğun olarak kuşatmıştır. Masalın ait olduğu 'dünya' geçmişte kaldığı için, anlatıcıların sunduğu masal kahramanları da kimliklerindeki aşınmadan kaçınılmaz olarak etkilenmişlerdir. Otorite simgesi padişah/hükümdar sıradan insana evrilmiştir: Herif, adam, gariban bir köylü amca... Bu bir yandan 'demokrasi'nin bir gereği olarak algılanabilse de asıl olarak insan yaşamının topraktan bağımsızlaşmasının da -bununla birlikte geleneksel anlatım kanallarının ortadan kalkmasının- sonucudur.

    YanıtlaSil
  2. 2- Ağaçtaki meyvanın ne olduğuna dair farklı adlandırmalar yapılmış olması, -örneğin narın varlığı diğer disiplinler yada ekoller tarafından değişik anlamlandırmalara konu olsa da- derlemeci olarak benim penceremden, anlatıya dair göndermelerde farklılıklar olduğuna dair bir işaret değildir. Anlatı geleneğinden kopmuş bir anlatıcı için, söz konusu meyvenin ne olduğunun önemi olmadığını -eğer anlatı içinde bir "motif" ile bağlantılı değilse- söyleyebiliriz. (Anlatının, epizotun yada motifin tarihselliğini göz ardı ederek, sadece anlatıcı ile ilgili olarak söylüyorum bunu.) Anlatıcılardan üç tanesi herhangi bir adlandırma yapmadan meyve sözcüğü ile yetinirken, biri ayva, biri armut, ikisi nar, on üç tanesi elma, bir tanesi ise altın meyva/elma adlandırması yapmıştır. Bu ikili adlandırmayı bir arada değerlendirirsek, 'altın elma' sonucuna da ulaşabiliriz. Altın elma mitolojik bir motif -ki kimi zaman masallara geçiş yaptığını da bilmekteyiz- ama bir kaynak kişi dışında diğer kaynak kişiler elmanın altın olmasına vurgu yapma gereği duymamışlardır. (Altın elma adlandırmasını yapan kaynak kişimizin, diğer anlatıcılardan farklı olarak lise mezunu bir devlet memuru olması, onu yazılı kaynaklardan da faydalanma şansına sahip kılmış olabilir mi?)
    Devi yaralayan alet de, insanoğlunun habilisten bu yana ürettiği aletlerin geçit töreni gibi. Ancak anlatıcıların yaşları ile kullanılan silahların tarih sahnesine çıkışları arasında anlamlı bir ilişki kurmamız mümkün olamamaktadır. Devi yaralayan aleti on yedi yaşındaki anlatıcı da, altmış üç yaşındaki anlatıcı da ‘tüfek’ olarak vermekte iken, yirmi bir yaşındaki anlatıcı daha eski bir silah olan ‘ok-yay’ı devi yaralayan alet olarak vermektedir. Yaş/alet ilişkisinde ‘tarihi’ bir bağlantı kuramamamız, bana yine anlatı geleneğinde oluşan tıkanmanın bir sonucu olarak görünmekte.
    Kahramanın yavrularını kurtardığı ve kendisini yeryüzüne çıkaran uçucu canlının adına dair rivayetler muhtelif olmakla beraber, yine bu konuda da anlatıcı yaşı ile uçucu canlının mitolojik döneme aitliği hakkında anlaşılır bir ilişki kurmamız mümkün görünmemekte. Her ne kadar Zümrüd ü Anka adlandırmasını yapan anlatıcılar, tüm anlatıcılar içinde nispeten yaşlı kişiler olsa da (74, 71, 62) yine aynı yaş grubundan başka bir anlatıcı (62) o canım mitoljik hayvandan ise, ‘karga’ gibi dünyevi, sıradan bir hayvanı masalımıza meze etmekte bir sakınca görmemektedir. (Anlatı geleneginin sönümlenmesi yine mi karşımıza çıkmaktadır yoksa?) Anlatıdaki diğer adlandırmalar ise şunlardır: (Bu bölüme gelmeden sonlanan iki anlatı dışındakilerde:) Kartal (7 kez), büyük/koca bir kuş (3 kez), kuş (2 kez), ejderha bir kuş (1 kez), kara kuş (1 kez), leylek (1 kez)

    YanıtlaSil
  3. 3- Kuşun, kahramanı yeryüzüne çıkarmak için istediği nesnelerin konulduğu kapların -dolayısı ile ölçülerin- neler olduğuna kısaca göz atmamız, ‘güncel’in, geçmişe dair sözcük ve terimleri aşındırmasını hatta yok oluşlarına neden olmasını gözlemlememiz yönünden yararlı olacaktır sanıyorum. (Burada tarıma dayalı ekonominin çözülüşüne dair de çıkarımlar yapılabilir sanırım.) Masal döneminin taşıma kap ve ölçüsü olarak kullanılabilecek pek çok sözcük varlıklarını henüz korumayı başarabilmişler: “Kırk ‘tulum’ su” -ki kimi anlatılarda: Kırk koyunun eti ve onların derilerinden yapılan -sıvı taşıma amaçlı- tulumdan bahsedilmektedir-; “bi ‘kazan’ su; “kırk ‘yutum’ su/kırk ‘doğram’ et”; “kırk ‘küp’ su; “on ‘okka’ et”; “kırk ‘inek’ eti; “’tulumlarla’ su. Bu sözcükler dışında: Vidon/bidon (3 kez), varil (1 kez) sözcükleri de kullanılmıştır. Vidon sözcüğünü kullanan anlatıcılardan biri -yukarıda bahsettiğimiz- lise mezunu, devlet memuru ve uzun yıllardır en azından ilçe merkezleri yada şehirde hayatını geçirmiş olan kişidir. Diğer bir anlatıcı ise on yedi yaşındadır ve ‘varil’ sözcüğünü kullanmıştır. Aynı ortamda bulunup hemen onun arkasından anlatısını sunan kaynak kişi de ‘vidon’ sözcüğünü kullanmayı yeğlemiştir. Anlatı sonunda sorduğumuz: “Sana anlatan kişi de bu sözcüğü mü kullanmıştı? sorumuza anlatıcı: “Hayır! Ben, ‘kırk yudum et+kırk yudum su’ olarak duymuştum” açıklamasını yaptı. (Burada anlatıcı, dışardan gelen bir insana karşı, onun anlayacağı -onun geldiği çevreye ait- sözcükleri kullanmaya yada kendisinden önce aynı anlatıyı sunan kişiye uyum sağlamak için, sözcüklerde, motiflerde yada epizotlarda değiştirme yapmaya yönelebilir.)
    Bu masalı anlatan 21 kaynak kişiden 16’sı erkek, 5 tanesi ise kadındır. Anlatıcıların biri 20 yaş altı, biri 20-30 yaş aralığında, ikisi 30-40 yaş aralığında, dördü 50-60 yaş aralığında, yedisi 60-70 yaş aralığında, beşi 70-80 yaş aralığında, biri ise 80-90 yaş aralığındadır. (Anlatıcı yaş grupları ile ilgili ayrıca değerlendirme yapmamıza gerek olmadığı düşüncesindeyim: Mal meydanda!)
    Bu anlatı özelinde eğitimin, yaş grubunun, anlatıcının ve bunlardan daha da önemli olarak anlatı geleneğinde uzun yıllardır sürüp giden sönümlenmenin izlerini sürdük. Anlatıda oluşan değişikliklere dair unsurların içine etnisiteyi de dâhil etmemiz -bu masal özelinde- pek mümkün görünmemektedir. Zira masalda mezhebe yada kavme dokunan konular yer almamaktadır. Bu nedenle masalın yeniden biçimlendirilmesine anlatıcıların herhangi bir ihtiyaçları kalmamaktadır. Bu masalı, topluluklar arasında, değişime uğramadan geçiş yapabilen anlatılar arasında değerlendirmemizin uygun olacağını düşünmekteyim. (Derlediğimiz masalın, topluluklara göre dağılımı: Yerli/Manav (10 kez), Yörük (4 kez), Tahtacı/Türkmen (2 kez), Pomak (2 kez), Roman (1 kez), Muhacir (1 kez), Yerli+Muhacir yerleşimi (1 kez)
    (Sanıyorum) son olarak -Desmond Morris aşkına-, bu devin başındaki yumurta biçimli yumruları delikanlının zor kullanarak yok etmesini yalnızca ‘iktidar’ ile açıklamamız yeterli olacak mı? Misal boynuzunun varlığını sır olarak saklayan hükümdar anlatısı, Milas’ın -yoksa Midas mıydı?- eşşek kulaklarını konu alan anlatı yada “kuyudan çıkan dev” masalının diğer bir varyantında görebildiğimiz ve bu sefer devi öldüren delikanlının yüzünde görülen iki ben neden kolunda, kıçında yer almıyor da başında yer alıyor. (Meded Ya Hızır!)

    YanıtlaSil
  4. 4- (Umarım şimdi son olur.) Bir de tükürükle maya tutmak bölümü var masalda hatırlayacağınız üzre. 21 yaşındaki kadın anlatıcımız, susuzluğa vurgu yapmak için, bu biçimde sunumunu yaptı. Bu da katılımcılardan tarafından yorumlandı; iyi de oldu. Ben bu yorumlamaların dışında, gene ‘tükürük’ten kaynaklanan başka bir konuya daha değinmek istiyorum; o da anlatı/anlatıcı/dinleyici/derleyici ilişkisinin anlatıya biçim vermesi ile ilgili olacak. Yazının başından beri vurguluyorum. Anlatı, hemen her şeyden etkilenir; her anlatıcıda hatta aynı anlatıcının değişik zamanlardaki performansında aynı kalmaz. Yine kaynak kişimize dönersek 21 yaşında yeni evli ve bir çocuğu olan bir kadın. Anatıda ‘tükürük’ü kullanmasını iki olasılığa bağlıyorum. Ya kendisine bu sözcükle anlatıldı, o nedenle o da yinelemekten çekinmedi yada erkek bir derleyiciden yada ortamda bulunan diğer dinleyicilerden çekinerek sözcükleri yada motifleri değiştirdi hatta ortadan kaldırdı. Her iki olasılık da doğru olabilir ancak benim düşüncem, -diğer benzeşleri yada masalları göz önüne aldığımda- ikinci olasılığın daha ağır bastığını yönünde. Şöyle ki: Bu masalın diğer bir benzeş/varyantında dahi, 88 yaşındaki erkek anlatıcı, yaşlı kadının susuzluk sorununu ortaya koymasını, ‘sidik’i misafire ikram ederek ifade etmektedir. (Bu düşüncem, tükürük üzerine değerlendirme yapan arkadaşımızın yorumunu geçersiz kılmaz. Bu söylediklerim anlatıcının yada anlatının ‘neyi’ anlattığı ile ilgili değil, anlatılanın sunumunu etkileyen unsurlar ile ilgilidir.)
    Toplantıda söz alan, toplantıya katılıp söz almayan yada toplantıya katılmayıp sosyal medya üzerinden takipte olan arkadaşlarımızın -yani sizlerin- düşüncelerinizi yazmak için çekimser kalmamalarını diliyorum. Lütfen yazın; bir tuğla da sizden olsun. Kollektif üretim insanı mutlu kılar. Saygılarımla...

    YanıtlaSil
  5. 29.09.2017

    Ömer Gözükızıl yorumu: Katılımcılardan birinin: Padişahın neden üç çocuğu var? sorusuna, diğer bir katılımcının: Tez-antitez=sentez açıklamasının, bu masal özelinde, geçerli olduğunu düşünmemekteyim. Diyelim ki, birinci olasılıkta tez ve antitez olarak bahsedilen ilk iki kardeşin eylemleri, birbirlerinden farklı değil; bir karşıtlık içermiyor. Yada ilk iki kardeşin eylemleri tezi oluştursun, üçüncü kardeşin eylemleri antitezi oluştursun. Ancak burada da sorun var. Zira ilk iki kardeş ile son kardeşin eylemlerinin bileşkesi antitezi oluşturmuyor. Antitez denilen, yeni bir yapı oluşturmuyor; üçüncü kardeşin eylemleri, sadece sonuca etki ediyor.
    Masalın incelemediğimiz birkaç benzeşinde, büyük kardeşlerin en küçük kardeşi kıskanmalarına vurgu yapılarak, bundan dolayı küçük kardeşi kuyuda bıraktıları anlatılmaktadır. (Yusuf’un kardeşleri tarafından kuyuda bırakılması kıssası ile nasıl da benzeşiyor değil mi?) Oysa incelediğimiz benzeşte, kardeşler arasında böyle bir kıskanma, çekememezlik söz konusu değil. Fedefe ulaşmak için denenen yöntemlerde de bir değişiklik görülmemekte. Onlarda devi vurmak için hareket ederler; kuyuya girme teşebbüsünde bulunurlar vs. Küçük oğlanı diğerlerinden ayıran fark, onun cesaretidir. Dünyayı algılamalarında, moral değerlerinde, toplum uyumlarında herhangi bir farklılık görülmemekte. Yani kısacası: Tez-antitez=sentez döngüsü, bu anlatı için, açıklayıcı bir döngü olarak görülmemelidir diye dşünüyorum. Saygılarımla...

    YanıtlaSil

Kentler Anlatılınca Güzeldir sloganı ile çıktığımız bu yolculukta kentimizi anlatmaya ve paylaşmaya devam ediyoruz. Eylül ayından itibare...