Her ayın son Çarşamba etkinliği Masal üzerine sohbetlere ayrılmıştır. Bu sohbetlerde Çanakkale bölgesinde anlatılan masalları derleyen Ömer Gözükızıl’ın derlemeleri etkinlik öncesinde paylaşılacaktır. Etkinlik gününe kadar blogdan yorumlar yapılacaktır. Etkinlik günü Müzemiz toplantı salonunda bu değerlendirmelere herkese açık katılımla devam edilecektir.
Bayramiç-Osmaniye Köyü (24.03.2001)
Kadın, 35, Osmaniye, lise, bekâr
Şimdi
zamanın birinde, işte bir yerlerde bi karı-koca yaşıyomuş. Bunların çocukları
olmuyomuş. İşte dua ediyolar bi gün: Allahım! Ne olur bize de bi çocuk ver
falan diye. Ve bi gün çocukları oluyo bunların. Ama bu çocuk “lipir” bi çocuk
oluyo. (Şimdi
lipir ne? diyeceksiniz. Lipir:
Bi çeşit yamyam.) Ondan sonra işte çocuk bi kaç aylıkken, annesi emzirirken
bunu, pat diye memesini ısırıp kopartıyo. O zaman anlıyolar ki bu çocuk lipir. Büyüyünce
bizi de yer diyo babası kadına. Bunu götürelim atalım. Kadın diyo ki: Ben diyo,
çocuğumdan ayrılmam. Lipir de olsa, o benim çocuğum. Biz bunu çok istedik, çok
yalvardık. Ben diyo, atmam. Ne öldürürüm, ne atarım bu çocuğu. Tamam o zaman.
Ne yapalım; katlanırız diyo adam.
İşte çocuk bi
yaşına falan giriyo. Bu arada annesini de babasını da yiyo. Yalnız başına
yaşamaya başlıyo evin içinde.
D-(Hayırlı evlat!)
Bu arada,
kadının da bi erkek kardeşi varmış, uzak bi köyde yaşayan. Bunlar tabi
çocukları olduğunu duymuş ama çok uzakta olduğu için gelememiş. Ancak işte iki
yıl sonra falan, tekrar onlara ziyarete geliyo atıyla birlikte.
Geliyo,
sesleniyo işte -adamın adı neyse-: Ahmet! Fatma! diye. Kimse yok. Lipir çıkıyo
kapıya: Buyur amca! Sen, kimi istedin? diyo. İşte söylüyo o da: Ben diyo… Sen
bunların oğlu musun? diyo. Oğluyum ama annemle babam öldü. Yoklar diyo şimdi
lipir. Ben diyo senin dayınım o zaman diyo. Çocuk, ‘dayınım’ dediği zaman
seviniyo tabi. A dayı! Hoş geldin diyo, sarılıyo boynuna falan. İçeriye buyur
ediyo.
Oturuyolar.
Birlikte… Dayı yemek hazırlıyo. Beraber yemek yiyolar. Akşam oluyo; yatıcaklar. Ayrı ayrı odalara
ikisi de yatıyo. Gece
yarısı –şimdi- büyük bi gürültüyle uyanıyo dayı. Gidiyo öbür odaya. Bakıyo ki:
Lipir odanın ortasında dört dönüyo. Bi tane fareyi gözüne kestirmiş. İşte fare
o duvar senin, bu duvar benim koşuyo. O da arkasından koşuyo. En sonunda, çocuk
işte… Deliğe giriyo fare. Lipir de onu delikten buluyo. Uzatıyo elini; alıyo,
yiyo. Dayı bunu görünce, Lipir olduğunu anlıyo çocuğun. Korkuyo ama yapacak
bişey de yok. Artık mecburen, sabaha kadar beklemek zorunda. Bu arada çocuk da,
onun gördüğünü fark ediyo.
En sonunda
dayanamıyo. Diyo: “Dayı, dayı olaraktan / Cancağazını yakmayaraktan / Ben seni yiycem”
diyo dayısına. Aman oğlum diyo, nasıl olur? Ben senin dayınım. Hiç insan
dayısını yer mi? Yok diyo, yiyicem ben seni. Annemi, babamı, senin atını nasıl
yediysem, seni de yiycem diyo. Bu sefer bakıyo dayısı, kurtuluş yok: Peki tamam
diyo. Sen diyo, beni yiyeceksin ama diyo, şu ilerde diyo, kavaklık gördüm
gelirken diyo. O kavak ağaçlarının yanına gidelim. Ben diyo çıkayım orda bi
ezan okuyayım diyo; namazımı kılayım. Ondan sonra ye beni diyo. Tamam diyo
çocuk. Nasıl olsa diyo, şimdi atını yedim. Çok da fazla aç değilim diyo Lipir.
Bu arada dayı
da, köyünde bi aslanla kaplanı varmış onun. Özel olarak onları
yetiştiriyomuş.
Çıkıyo ağacın tepesine, işte başlıyo bağırmaya: Aslanla kaplan yetiş!
diye. Aslanla kaplan da, o nerde bağırsa, mutlaka gelirlermiş. Ordan çıkmadan
önce de karısına demiş ki: Ne zaman aslanımla kaplanım tepişmeye başlarsa,
onları serbest bırakın. Onun haricinde, kesinlikle bağlı dursun diye
tembihlemiş. Tabi hayvanlar tepişmeye başlıyolar. Bu arda sürekli bağırıyo.
Aşağıda da Lipir artık dayanamıyo: Be dayı, ne zaman bitecek senin bu ezanın?
diyo. Bitiyo dayının bitiyo diyo. Onu oyalıyo.
Bu arada tabi kadın –dayının hanımı- bırakıyo aslanla kaplanı. Aslanla
kaplan tozu dumana kata kata, geliyolar adamı kurtarmaya. Lipir onları karşıdan
görüyo. İşte diyo ki: Dayı! Bunlar beni yiyecekler; kurtar beni diye. Tabi o
dayı inmiyo ağacın tepesinden. Geliyo aslanla kaplan: Çocuğu parçalıyolar,
Lipir’i. Böylece herkes kurtulmuş oluyo.
Merkez İlçe-Denizgöründü Köyü (20.09.2001)
Erkek, 45, Denizgöründü, ilkokul, evli/iki çocuklu
Şimdi patişahın, üç tane oğlu varmış.
Bi tane de küçük kızı varmış. Çok ufakmış o.
Padişahın,
kırk tane de atı varmış. Bu atlardan, her gün bi tanesi kaybolurmuş. Ve sade
nalları kalırmış. Yenirmiş olduğu yerde.
Padişah
büyük oğluna diye: Bu gün diyo oğlum diye, sen diye çiftliği bekliyeceğen
–ahırları- diye. Bunu yakalayacaksın diyü.
O
gidiyo –büyük oğlan- uyuyo; yapamıyo o işi. Ortancıla geliyo. Oğlum diyo, bu
gün de: Sen. O da uyuyo. O uyuduktan sona, gene gidiyi bi tane; gayboluyo
sabah. Gene kayboluyo atlardan.
En
küçüğe geliyı. En küçüğe diyo: Oğlum diyo, sen diyo, bu akşam şey et diyo. (Yok! Öyle demiyo baştan da, şöyle diyo:) En
küçük beniyim. Sen yapamazsın diye. İki tane ağbeyin diyö bulamadı,
yakalıyamadı. Sen hiç yakalıyamazsın. Hayır diyo baba diyo. Ben diyo yakalarım
diyo. Küçük oğlan beklemeye gidiyu.
Uyumayım
diye, etrafına dikenleri çeviriyo kendine; ahırın içinde, şey at damının içinde. Bu, uyuduğu zaman hemen devriliyomuş. Dikenlē
batıp, uyanıyomuş küçük oğlan. Bu arada, atlarda bi tepişme oluyo. Tepişme
olunca, hemen bi bakıyi: En küçük kız kardeşleri, atları yiyomuş.
Şimdi
geliyo. Sabah oluyo. Yakaladın mı oğlum? diyo. Kim? diyi. Bizim diyi, en küçük
kız kardeşimiz yiyo diyi. Şimdi: Yiyo mu? diyi. Yiyo diyi. Şimdi küçüğü
çağırıyi. O arada, küçük kız kayboluyo. Gorkudan, bu padişah gidiyo… (Padişah
gitmiyo da…) Atları, küçükleri alıp gidiyi. Anasınlan babası galıyo; padişahın
anası, babası. O üç kardeş gidiyolā.
Şimdi çok bi sene sona geliyolā. Bi de
geliyolā: Evde yok kardeşleri! Anasının kafasını asmış bi tarafa, babasının
kafasını da asmış tavana. İşte anamın gafası dermiş, ahacık a babamın kafası.
Üç tane kardeşimin gafası vardı. Onlā nerde? diyo.
Ötekiler,
o arada geliyo. Hah! Siz yine geldiniz diyo, gardeşlerim diyo. Hoş geldiniz,
safa geldiniz. Hani babam? Aha! (Gosteriyo onlara.) Onlara: Siz diyo oturagon.
Ben size bi yemek hazırlayım. Siz diyo, yemek hazırlayıncaya gadar oturun.
Ondan sona da dinlenirsiniz(?); misafirim olursuz.
Hemen
o arada, dişlerini bilemeye gitmiş. Dişlerini bilerken, fare geliyi: Siz diyi
bak diyo, bu diyo yiyicek. Dişlerini biliyo dışarıda.
O arada,
fareyi hemen yakalıyo. O fareyi, -hemen unu- öldürüyo. O arada diyi, siz diyo
kaçarsınız falan diyi. Bi tepsi veriyo ellerine: Siz bunu diyo tangırdatagon,
tangırtı kesildi mi, sizin kaçtığınızı bilirim ben diyi. Hemen yakalar, yerim
diyi. Şimdi dışarı çıkiyi gene. Dişlerini bilemeye başlıyo.
O arada
tepsiyi: Tan, tan, tan, tan… Gene ikinci bi fare çıkıyö. Diyö: Bak diyö, öbürkü
sizi diyi söyledi ama diye, inandırıcı olmadı diye. Siz diye kaçagon diyö; ben
tangırdadayım diyö. Kuyruğunlan: Tan, tan, tan, tan, tan, tan, tan, tan, tan,
tan… çalarken, öbürküleri kaçıyi. (Pencereden çıkıp gidiyi.)
İşte o arada,
gene tekrar geliyo fare; deliğine giriyo. Hemen deliğine o arada girince –fare
açıkgözmüş; hemen deliğine giriyö-, onları yakalayamıyö.
(Tabi aklımda bu kadarı galdı. Daa devamı
var da, tam çıkardamıyom yani.)
Bayramiç-Pınarbaşı Köyü (10.09.2002)
Erkek, 65, Pınarbaşı, ilkokul, evli, iki çocuklu
Sinci bi kadının, iki tene oğlanı
vāmış. İlle gız isdiyomuş kadın.
…
Eski
zamanda, galbur zamanda, bir kadının añladın mı, iki tene gız çociyi vāmış.
İllekin oğlan çociyi de istiyomuş añladın mı. Eh! Bu añladın mı gidēken
gidēkene, bi devrişe rasgēmiş añladın mı. Devriş añladın mı –oğlan çociyi
istiyomuş- buna bi elma viymiş. Elmanın yarısını sen yiycen. Yarısını beyin
yiycek. Saña, oğlan çociyi olcak dimiş añladın mı. (U boy da, gene perilēdenmiş
añladın mı.)
Efendime söyleyim, elmanın yarısını
adam yiyoru, yarısını karı yiyor añladın mı. Bi sefer çociyi oluyoru. Gız
çociyi olmuş bi seferkine añladın mı. Efendime
söyleyim oğlanlā böyük ya. Gız çociyi ufak añladın mı.
Bi
köylükleri(?) vāmış. Bütün böyük, hanı böyle yayla. Yaylada çok sayıda atları
vāmış. Yani atçılıyla geçiniyorlāmış. (Böyüdüb satmaklā vā.) Atları vāmış.
Çocukları olmuş. Çocukları oldiğne añladın mı, çocuk olmuş.
Birkaç
gün geçtiyne, atlādan añladın mı yiniyomuş. Atları yiyomuş bi şey, atları. Efendime söyliyim öte şeytmişlē, beri
şeytmişlē: Atlā hep gidiyomuş.
Koca
oğlan demiş añladın mı: Bakam dimiş, ben bu ağşam bekliycen dimiş. (U zaman, ok devri olmak vā.)
Yokardan
iñiliyerek gürülüyerek bi şiy gēmiş emme, goca oğlan oku –bi giricek yer
aramış- atamamış.
Bi
sefer, unun küçiyi, ertesi ağşam gidiyor añladın mı. (Her ağşam yiniyomuş
atlā.) Onun küçiyi gidiyor ertesi ağşam.
Gene
iñiliyerek, gürlüylek, zırlıylek geliyomuş emme o gadan yani becana ses
yapıyomuş. Dimiş dimiş te küçük oğlan, oku bi atmıştın añladın mı. U iñilti,
gerisi geriye gitmiş. (O ağşam, atlādan yinmemiş.) Okun düştiği yerleri aramış
añladın mı. Bir insan barmağa, -çocuk barmağa- çiçi barmak[1]
anladın mı buluyor. Alıyor bunu añladın mı, geliyor añladın mı.
Bi
de evde, doğan gız çociyine bakmıştı: Küçük parmağaa kopmuş gızın. Anne diyor,
bu dada, dada diğil diyoru. Bu, başka şiy diyoru. Bu dadıyi öldürem diyor. Sen
delirdin mi? diyor annesi. Sizin hepsiniz ölür de diyor, u ölmez diyor. Bak
diyor, bizim hayvanları bu dada şiydiyor diyor. Bak! Oku attım ben diyor.
Barmağanı da getdim diyor. Bak! Bu, dadanın barmağa. Oğlana, söylemedik
gāmamış.
Niyse
efendime söyliyim, oğlan, agasınla
–küçük oğlan- bunlā gaçmışlā başka memlekete.
Gaçtiyne,
acık birkaç aylık oldiyne, ne atları gāmış yinmedik efendime söyliyim, ne u köyde insan gāmış. Yimiş bu dada, hepsini
yimiş insanlān.
Bi
sefer añladın mı, (hemen birden olmuyor da, senelē geçmiş efendime söyliyim.) oğlanlā: Bakam diyoru, annemiz bubamız
ne’apıyor? Köyümüz ne yapıyor? diyoru.
Niyse
köye geliyorlāmış. Bi añladın mı çoban, bunlara bi incek –köpek enceğe[2]-
viymiş. Köpek enceğe viymiş eme köye gelirkene, o gadan düzgünmüş añladın mı.
Niyse, bunlā köve gēmişlē añladın mı. Bi de atlarınla geliyorlā tabi. Bi de
añladın mı geliyorlā köve: Bubasını yimiş, anasını yimiş; asmış añladın mı.
“Hani küçük agam?” diyip, ısırıyomuş anasını. “Hani böyük agam?” diyip,
ısırıyomuş.
Bunlā
da u anda kapıyı açmışlā. Aha küçük agam da gēmiş, aha böyük agam da gēmiş
diye, hemen añladın mı oğlanlān başına geçceklēmiş. Niyse: Yabma-itme añladın
mı. Oğlan dimiş: Benim çok su dökmem gēdi dimiş. Bi su dökmeğe otusam a dimiş.
İkisi de su dökmeğe gitceklēmiş anladın mı. Gaçāsınız! Gaçmıyiz dimiş añladın
mı. Ayaklāmızdan bağla añladın mı; gaçmıyiz. Niyse, bunları ayaklāndan
bağlamışlā. Su dökmeğe musaade etmişlē.
Bi
sefer añladın mı su dökmeğe gittiğni –U
zaman şimdi böyle burmalı şiylē yok. Bardak diriz biz.- bardaklā vāmış añladın
mı. Bardağa bağladiyi ipleri, urganları efendime
söyliyim. Bardağan kulpuna bağlıyıviymişlē, hemen yovaşcık kapıdan
çıkmışlā.
U
zaman da añladın mı, tovanda gövercinlē vāmıştı. Unlā bayā yol almışlā. İncek
te unlāla barabe gidiyomuş. İncek te yani, unlāla barabe gidiyomuş; devam
idiyomuş. Bi sefer añladın mı gövercinlē: Pırr demiş de, uçuvimiş. Aha agam
gaçıyor diye añladın mı, bi asılıyo urganı. Paldır-küldür bardak geliyor. Aha
gaçmışlā diye, arkasına ekleşiyoru. Unlā da, bayağıca yolu aşmışlā da. Eriş
incecim! Bizi yiycek diye añladın mı, inceğe şey idivimişlē. İncek yidirmemiş
unları. Geri dönmüş te…
Böylece
yaşıyorlāmış.
(Böyle yani bi olay yani.)
[1] Serçe (en küçük) parmak.
[2] Köpek yavrusu.
25 Ekim 2017 tarihinde gerçekleştirilen sohbette masalla ilgili yapılan yorumlar...
25 Ekim 2017 tarihinde gerçekleştirilen sohbette masalla ilgili yapılan yorumlar...
Masal okumasının ardından
Ömer Gözükızıl: 3 anlatı üzerine küçük bir
açıklama yapayım. 3 kez Çanakkale içinde derleyebildiğimiz bir masal bu. Birisi
Bulgaristan muhaciri yerleşiminden derlendi. İkinci varyantımız Türkmen
köyünden, 3. Anlatımız da Manav köyü Pınarbaşı’ndan derlendi. Buradan basit bir
sonuç olarak bu anlatının topluluklar arasında geçişkenliğe sahip olduğunu
çıkarabiliriz. Üçünü birden değerlendirmeye almamış olanlar için söylemem
gerekirse kaynak kişilerimizden birisi kadın, ikisi erkek. Anlatı sayısı daha
fazla olsaydı daha net sonuç çıkardı ama üç anlatıcıda gözlemlediğimiz şudur ki
kadın anlatıcının anlatısında lipir yani canavar çocuk erkek, iki erkeğin
anlatısında ise canavar çocuk kız çocuğu. Bu, anlatıya anlatıcının ve çevreninin
yaptığı katkıyı göstermesi açısından önem teşkil ediyor. Yamyamlığı kendi
cinsine yakıştırmayan bir anlatıcı çevresinden bahsedebiliriz. Sözü size
bırakayım
Dr. Zafer Atasoy: Ben, Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları uzmanıyım, emekliyim. 1 yıl olmadı
Çanakkale’ye yerleşeli. Masal çok dinledim çok da anlattığım oldu ama benim
dinlediğim ve anlattığım masallarla bu paylaşılan masalın ortak bir tarafını hem
bulabildim hem de bulamadım. Masal benim gözümde irrasyonel bir şeydir.
Gerçeküstü, olağanüstü şeylerin anlatıldığı dolayısıyla çocukların geniş hayal
dünyasında da yer bulan, sonunda da çocukların kendilerine bir ders çıkarmaları
beklenen bir şey. O kadar irrasyonel ki “masal anlatıyorsun ya amma da oldu
mu?” gibi kendimiz de değerlendirebiliyoruz. İlk masalı irdelersek bir defa
çocuğun ne kadar kıymetli olduğunu vurguluyor. Çocuğu olmayan bir ailenin Allah'a
bunun için yalvarması masalın ilk başında söz ediliyor. O kadar kıymetli ki
çocuk annesinin memesini yiyerek, yamyam bir çocuk olduğu ortaya çıkıyor, ona
rağmen sahiplenen bir kültürden, çocuğa çok değer verilen sosyolojik bir yapıdan
söz etmek gerekiyor. Çocuklar ne kadar kötü
olurlarsa olsunlar yine de değerli ve iyi olduklarını da aktarmış olduğunu
düşünüyorum. Meme meselesi çok önemli, çocuk önce annesinin memesini yiyor. Meme
başı bildiğiniz üzere çok ağrılı bir şeydir. Birinde ağrı uyandırmak isterseniz
kadın ya da erkek olsun meme başını sıkarsanız o kişi yerinden zıplar. Emziren
annelerde bebeğin dişleri çıkmaya başlayıp da meme başını ısırdıkları zaman
irkilir ve kendilerini geri çekerler. Anne o kadar sevgi ile yaklaşıyor ki
bırakın geri çekilmeyi memesinin tümünün yenilmesine bile izin veriyor. Babanın
ne oluyor demesine karşı bile ben ne olursa olsun çok arzu ettim, bu
bebeği, bu çocuğu istiyorum diyor.
Masalın ilk girişi bence çok dolu dolu mesajlar iletiyor ama çocuk da aileye
yararlı bir çocuk değil. Anneyi babayı yiyen,yok eden bir şey. Dayının ve ondan
sonra masalın diğer kısmındaki gelişmeyi göz önünde bulundurursak aile
kavramının, diğer aile büyüklerinin çocuklara ilgili olduğu yorumunu yapmak
mümkün. Fakat çocuğun kötülük yapma hissi
dayıyı yemeğe de kalkışması haline karşı dayının ne kadar sabırla yaklaştığını
görüyoruz. Diğer masallarda da hemen saldır durumu olmuyor ama en sonunda
kendilerini bu felaketten korumak için aslanı ile kaplanını davet ediyor. Orada
da yerel motifler var, yukarı çıkıp ezan okumak gibi… ben bu şekilde
değerlendirdim ama masalın tamamına dair bir şey söylememiz gerekirse ben
çocuğuma bu masalı anlatmak istemezdim çünkü çok korku öğesi var. Korku filmi
gibi bir masal. Uluslararası masalında da vardır. Mesela Pamuk Prenses ve Yedi
Cücelerde, Pamuk Prenses öldürülmeye yollanır. Kırmızı Başlıklı Kız’da da
babaanne yenilir kurt tarafından. Onlarda da böyle korku öğeleri olsa da hepsi
kurtulması ile sonlanır. Burada kültürel olarak kötünün cezalandırılması
mesajının çocuklara iletildiği bir masal olarak değerlendirdim.
Ömer Gözükızıl: Hocamızın
özellikle meme ile ilgili söyledikleri üzerine ben de anlatı tarihselliği
içindeki notunu almıştım. Basat'ın Tepegözü öldürmesi hikayesi, Dede Korkut
hikayelerinden bir tanesi bu. Bu anlatıyı seçmemdeki neden masalın Türk
kültürüne ait olduğunu savlamak değil. Daha önceki yıllarda menkıbeler üzerine
sohbet gerçekleştirdiğimizde orada da ne Müslüman ne Türk kültürüne dair
göndermemiz yok. Hep bizim dışımızdaki kültürlerden motifleri çıkartmıştık. O nedenle
de bu okumayı o şekilde anlamayın. Bu okumayı Türklere bağladı olarak
anlamayın. Bir anlatı yeryüzünün bir yerinde varsa başka bir yerinde de
çıkabilir. Basat’ın Tepegözü öldürme hikayesi ile neredeyse yarısına kadar bir
benzerlik gösteriyor ama meme konusunda o hikayede şu var: Aruz Tepegözü
buluyor. "Tepe Gözü aldı, bir yere götürdü, buyurdu, emciğini ağzına verdi. Bir
sordu ( emmek), olanca sütünü aldı, iki sordu kanını aldı, üç sordu canını
aldı. Birkaç daha getirdiler helak etti." Yamyam çocuğun öncüllerini biz Dede
Korkut’ta, 13. – 14. Yüzyılda kayıt altına alınmış Dede Korkut hikayelerinde
görebiliyoruz. Aile içinde de cezalandırması, dayı burada cezalandırıyor. Dede
Korkut’ta da sonradan edinilmiş bir çocuk ama yine aile içinde küçük kardeşin ölümüne
sebep olduğu halde büyük ağabeyi tarafından ortadan kaldırılabiliyor. Yine o
anlatıda da aslanların işlevleri var. Bir ölçüde tarihsel arka planında da
yamyamlığa ait hikayelerin daha çok devler yapardı. Bizim masal geleneğimizde
kötü devler çocukları fırında yakıp yemeğe çalışırlardı ama bu çok özel bir
çalışma küçük çocuk yemeğe başlıyor. Benim ekleyebileceğim bunlar.
Mümtaz Fırat:
Sosyolog arkadaşlarımız madem yok o boşluğu ben doldurmaya çalışayım. Bir
önceki toplantıda mülkiyet, ataerkillik üzerine bir analiz yapılmıştı. Bu masal
üzerinde de özellikle bu okuduğumuz varyantı değil ama diğer iki varyantı
üzerinden sizin yaptığınız değerlendirme dışında belki bir değerlendirme
yapılabilir, o da kız çocuğunun mülkiyete ortak olması anlamında nasıl cezalandırılabileceği
ya da nasıl ötelenebileceği anlamında bir çıkarımda buluna bilinir. Bir metafor
olarak mülkiyete ortak olan kız çocuğu hayvanları ya da ailenin mal varlığını
aile bireyleri ile beraber yemektedir. Bu tip masallarda şunu sormak gerekir ki
atalarımızın kriz dönemlerini anlatan masal tipleri midir? Proteinin ya da
genel olarak beslenmenin çok daha zor olduğu bir döneme ait olabilir mi, öyle
bir dönemin anlatısı olabilir mi? Antropolojik anlamda da, daha sonraki
dönemlerde, özellikle II. Dünya Savaşı döneminde bildiğimiz kadarıyla insan yeme
alışkanlığının bir şekilde protein gereksiniminin çok arttığı, insanların
bunlara ulaşma imkanının zor olduğu dönemlerde ortaya çıkıyor. Antropolojik
anlamdaki araştırmalar polinezyayı örneğin dikkate alarak söyleyebiliriz. Çok
az protein bulabildikleri için böcek vs. yiyebiliyorlar, aynı zamanda da bunlar
ölülerini de pişirip yiyebilir ölümden sonra. Bu psikanalisttik açıdan
özdeşleşme olarak da yorumlanabilir, ölenin ruhu ve kişiliği ile bütünleşmek
gibi. Aynı zamanda Dede Korkut’tan örnek verdiniz. Bildiğim kadarıyla kutsal
metinlerde ad ve semud kavimlerine ilişkin günahlarından insan eti yemekten
bahsedilir. Esas olarak benim merak ettiğim burada bulunanların bu masaldan
kıssa olarak ne çıkarttıkları. Mesela ben masalı dinlediğimde insanlar ne
olursa olsun dememeli, kader fazla zorlanmamalı gibi bir sonuç çıkardım. İlle
de bir çocuğum olsun demek bazen bu tür sonuçlara neden olabilir. Kaderinize
razı olmalısınız gibi bir çıkarımda bulundum. Herkesin fikirlerini de merak
ediyorum.
Zafer Atasoy:Bu
masal çocuğa anlatıldığına göre çocukta böyle bir şey olacağını sanmıyorum ama
bizim için doğru bir çıkarım olabilir.
Salih _____
Emekli sağlık memuruyum. Zafer bey aynı benim düşüncemi dile getirdi. Çocuğuma
anlatamam dedi, ben bundan çıkarım yaparak Zafer Bey dahil herkese sormak
isterim ki bu masalı çocuğa anlatabilecek şekilde nasıl değiştirebilirdik?
Ömer Gözükızıl: Başka
bir örnek vermek isterim ki size Nohut Dadası masalında. Onda da buradaki
üçüncü varyanta benzer bir başlangıç var. Dua ederler, bir ermiş gelir, bir
elma verir, halk hikayelerinde de sıklıkla yer alır. Bir sürü nohut boyunda
çocuklar olur. O kadar çoklardır ki bunları süpürge ile kovarlar sadece bir
tane nohut dadası kalır. O da, burada yiyicidir, o masalda da nohut dadası kurnaz, üçkağıt çeviren bir tiptir, hep sorun
çıkarır ama ölüm yoktur. Kovalandığında da ineğin girdiği ota girer, sonra
kurda geçer, kurt sürüye saldırmaya kalktığında kurt burada diye bağırır, kurdu
açlığa mahkum eder. Olağan dışı doğmuş ve normal olmayan bir çocuğun maceraları
üzerine döner ancak o kadar olumsuz bitmez. Anlatılar içinde şeytan, cin
anlatılarının dışında masal anlatılarında bu kadar olumsuz bir örgü yoktur.
Bunu nasıl değiştirebiliriz derseniz emek ister, fazla çaba harcamak gerekir.
Muteber Yüğnük:
Ben çok gerçekçi buldum. Hayata dair en hakiki meselenin bu kadar rahat
anlatılmasına çok şaşırdım. Hepimiz doğduğumuz ve annemizin memesine
yapıştığımız andan itibaren sömürmedik mi ki onu. Ama o hep şefkatle davranmadı mı diye
düşündüm. Sembol dilini bilmiyorum, bilsem ne kadar çok hoş olurdu diye
hayıflandım. Sembol dili bir yolculuk. Benim alanım resim, resim de bir başka
sembol dili. Meme önemli ama meme ucu özellikle önemli. Meme şefkat , meme ucu gıda olarak
beslenmemizin ana kaynağı. Üstelik o bir refleks, birinden öğrendiğimiz bir şey
değil. En ilkel yanımız. Dolayısıyla bu masalda, en ilkel yani yamyam yanımızın
bu kadar sakin anlatılması beni şok etti. Bu kıssadan çıkardığım hisse buydu.
Sembol yolculuğuna çıkıldığında, benim çok kaba söylediğim şey çok ince
ayrıntıları ile varlığını masalda gösterir:
ilkel yanımıza, asla ıslah olmayan yanımıza baktığını düşünüyorum.
Cahit Gündoğdu:
ilk satırdaki “zamanın birinde bir yerlerde bir karı koca yaşıyormuş, bunların
çocukları olmuyormuş. Dua ediyorlar bir
gün ne olur bize bir çocuk…” acaba çok isteniyor da ters mi tepiyor? Olağanüstü güçlere çok inanan biri değilim ama halk arasında denir; "çok istedim alın
size bir ceza" kabilinden bir şey çıkartabilirim.
Ömer Gözükızıl:
Nohut Dadasında da olduğu gibi olağan olmayan durumlarda olağan dışı işler
gerçekleşiyor. Kısaca değindiğim Şah İsmail hikayesinin başlangıcı da böyledir.
Orada da anne baba padişahtır, çocukları olmaz, bir ihtiyar gelir,elma verir.
Sonra İsmail dünyaya gelir, büyür, eder, bir kıza aşık olur. Maceralar yaşar,
geri döner. Orada da olağan dışılık doğumu öyledir ama olağan olmayan şey, belki
bir halk hikayesini de masallardan sonra değerlendiririz, baba İsmail’in getirdiği hanımlara göz koyar
ve İsmail’i ortadan kaldırmaya çalışır. Olağan dışı durumlar her seferinde
çocuğun olumsuzlandığı bir bitiriş yok. Bazı durumlarda da olağan dışı dünyaya
gelen çocuklar ki kutsal metinlerde de vardır, olağandışı doğan, olağan dışı
kaçış gerçekleşir. Bu anlatı özelinde dediğimiz doğru başka anlatılarda da
farklı sonuçlar ile bitebiliyor.
Cahit Gündoğdu:
Başka bir şey daha söylemek istiyorum ki bu derlenen masalın anlatıcısı 35
yaşlarında bir kadın değil mi? Acaba derleyen bu taraflardan mı yoksa başka
yerlerden gelme mi?
İbrahim Saylan:
Bayramiç’teki köy Muhacir köyü, Bayramiç’in tek
göçmen köyü, Alevi köyünde de aynı hikaye, Manav köyüne de aynı hikayeyi
gördüm dediniz. Benim dinlediğim masallarla çok fazla uymuyor. Benim yaşadığım bölgeye uyan bir masal değil.
Üç köyde de aynı şeyin olması da biraz farklı geldi. Üçü de farklı kültürlerden
köyler. Bunu biraz garip buldum.
Ömer Gözükızıl:
Bu olağan dışı bir anlatı, benim derlemelerim içinde de öyle. Derlediğim masallar
arasında tek örnek. Masalın bir bölümünü İstanbul Çatalca Elbasan’da Patriyotlar arasında bir
araştırmacı arkadaşımızın derlediği masalda, o bölümü bunun içinde yer alan
bölüm ile benzerlik gösteriyor. O arkadaşımız Bayramiç Osmaniye’deki
arkadaşımız, lise eğitimi almış, bir yerde yazı işleri müdürlüğü yapan, şehirde
büyümüş bir insan. Onun açıklamalarında masalı babaannesinden dinlediğini
belirtmişti. Burada olağan dışı olabilir ama farklı topluluklarda bulunuyor
olması da bölgede bu anlatının varlığını temellendirebiliyor. Tek bir anlatı
olsaydı taşınma ihtimali daha yüksek olurdu ama birden fazla ve alakasız
toplulukta bulduğumuz için bu bölgede barınabilmiş. 600-700 yıl öncesinden
benzer bir anlatının varlığından söz ediyoruz ya emin olun Deli Dumrul
anlatısının bir parçasının aynısını Yenice’de okur yazar olmayan bir adamdan
duydum. Başka kimseden de duymadım. Olabilir, anlatı geleneği içinde bizim
ailelerimizin anlatmayı uygun bulmadığı bir anlatı olabilir. Dev anlatılarında
çocuklar yem olarak kullanılır, dev onları besler, semirtir. Bu sefer tam tersi
oluyor. Devlerin çocukları yemeye çalışması daha yaygın bir anlatı tekniği ama
insani olarak bakarsam çocuğun yemesi bana daha normal gibi geliyor.
Cevat İnce: Zafer
Bey masalı yorumlarken ilk tepkiniz “ ben bu masalı çocuğuma anlatmazdım.” oldu. Sizin bu eğitimle bu masalı anlatmak istememenizdeki ruh hali ile
Anadolu’da, kırsalda yaşayan ve o kültür içinde yaşamış birisinin tepkisi
masala aynı yerden düşüyor. Aynı hissiyatla vermek istemiyor ama diğer taraftan da masal yaşıyor. Galiba masallar iki
türlü dolaşıyor, birisi çocuklar için dolaşıyor, birisi de büyükler için dolaşıyor.
Bu sanki büyükler için dolaşan bir masal gibi geldi bana.
Ömer Gözükızıl: Gerçekten
çocuklara anlatılmasında sakınca olan anlatılar var. Sadece kana dayalı
anlatılar değil benim dinlediğim bazı pornografik anlatıları vardır. Şehrin
ahlak anlayışı ile köyün ahlak anlayışı bazen bağdaşmayabiliyor. Köyde çok
rahat anlatılan bir anlatı bizim utanarak dinleyeceğimiz bir anlatı olabiliyor.
Genelde o anlatıcının inisiyatifi ile olan bir şey. Bazı insanlar iyi hikayeler
anlatmak ister oradan da sonuç çıkar, bazıları da kötü anlatı anlatmak ister
ondan da sonuç çıkar.
Dr. Zafer Atasoy:
Bu söylediğinize ben de katılıyorum. Kırsal bölgede anlatılan şeyi kentte
rahatlıkla anlatılamaz. Ben çocuğuma anlatamam dedim. Burada vahşet olduğu için
öyle düşündüm. Masalda yemediği şey kalmıyor. Çocuğun da o geniş hayal dünyası
içerisinde bu kadar çok yemeyi hem de canlı bir şeyi yemenin ürkütebileceğini
düşünüyorum. Kendisinin de bu çocuk gibi olacağım diyeceği bir durum yok, bilakis olmaması gereken bir durum var. Bir de beni cidden korkuttu bu masal.
Diğer iki masalı da okudum. İlk masalın Türkçesini anlamak sorun değil ama
diğer iki masalın Türkçesini anlamak daha zor. İlk masalı kadın anlatıyor,
kadınların Türkçesi, dil becerileri daha güzel diyebilir miyiz ya da bu hanım
lise mezunu, ötekiler eğitim olarak daha düşük öyle de bir şey çıkarılabilir.
Ömer Gözükızıl:
Dil anlamında, ilk anlatımın okunması daha kolay. İlk masalı anlatan kadın bir
devlet memuru, diğerleri köylü insanlar. Ağız özellikleri devam ediyor.
Anlamamanız da gayet normal zira üçüncü anlatının olduğu köyde bu kadar fazla
bilmediğim Türkçe sözcük mü var diye garipsediğim bir yerleşimdi. Arkadaşımla
sözlük çalışması yapıyoruz. 10.000 sözcük ve 30.000 maddeye geldik Çanakkale
özelinde. Daha dün duydum Ayvacık Çamkalabak yörüklerinden duyduğum bir sözcük.
Size soruyorum balon sözcüğü yerine Türkçe olarak ne kullanabiliriz? Şişirgen
sözcüğü kullanılıyor. O ağabeyimiz şişrigen sözcüğünü kullansaydı, ben
anlayamayacaktım ama çok uygun bir sözcük. Konuşulurken anlayamam ama yazılı
halde olunca bir şekilde anlarım. Yörük ağızlarında ben ilk birkaç yıl bir şey
anlamadım.
___________ Lipir kelimesine takıldım, bu yöresel bir kelime
mi yoksa başka yörelerden mi geldi?
Ömer Gözükızıl:
Türkçe’de L harfi ile başlayan sözcükler Türkçe asıllı değildir. O nedenle bu
sözcük Türkçe değildir. Diğer iki anlatıda da Lipir sözcüğü geçmiyor. Türkmen
Tahtacı ve yerli Manav anlatısında bu sözcük yok. Elbasan Patriyot anlatısında
da lobya türü bir canavardan bahsediliyordu. Bayramiç Osmaniye anlatısı
Avrupa’da ki anlatıları bize getirmiş olabilir diyebiliriz. Hatta en çok cin
peri anlatısı Çanakkale için söylüyorum onun da Eceabat bölümünde değil,
Gelibolu yarımadasında bulduk. Balkanlardaki anlatılarda olağandışı canlılar
daha fazla yer alıyor. Bu yine de yerli Türkmen anlatısının bağlantısı yok.
Lipir Balkanlardan gelenlerin getirdiği olabilir ama anlatının benzeri
Türklerin ilk hikaye kitabında bu var. Farklı coğrafyalarda benzer bir sürü
anlatı ortaya çıkabilir. Masalın ilk bilimsel olarak incelendiği dönemlerde o
masalın ilk nerede ortaya çıktığına dair çalışmalar yapıldı. Bilim adamları
işin içinden çıkamayınca bıraktılar. Fransız çıkan bir masal Afrika’nın alakası
olmayan bir yerinden de çıkabilir. Bu masal hem Balkanlarda yaşamış olabilir
hem de Türk soylu halklarda yaşamış olabilir.
Mehmet Türkoğlu:
Eski zamanların iletişim dili masal. Köylerin yapısını düşündüğünüz zaman kendi
içinde yaşayan sosyal ortamlar bunlar. Ne kadar da kendi içinde yaşasalar da
Pazar kültürleri yüzünden etkileşim içindeler. Onun için sözlü kültürde yöreden
yöreye değişiklik tabi ki gösterir ama özünde bir etkileşim içindeyken iletişim
dili oluşmuştur. Sosyal ortamların benzerliği de bu tür masalları üretebilir.
Masallardaki temel amaçta çocukların korkutulması diye bir şey vardır. İnsanlar
kendi korkularını çocuklarına yansıtır. İnsanlarda bilinçli algılamanın sonucu
olarak korku çok yoğun olarak vardır. Anneler çocukları uyutmak için anlatılan
masallardan etkilendiklerini düşünüyorum. Çocuğun annesinin memesini de
ısırması da vahşi bir gelenektir. Kendi başına kötülük değil aslında onun
doğasında kendisini yaşatmak için vardır. Kıskançlık meselesini de ele alırsak,
cinsler arasında ilişkiler de son derece gergin bir şekilde ortaya çıkar.
İnsanın doğasında kötülükse kötülük mevcuttur. İyilikse iyilik de zaten mevcut.
Bu iki uç arasında devam ediyor. Masalları bu yönlerden analiz etmek
gerektiğini düşünüyorum.
Muteber Yüğnük:
İnsanın bütün o ilkel güdülerine dair veriler var bu masalda. Hayatta kalma,
barınma, üreme. Zevk var, haz var. Aç olduğu için yemiyor, zevk aldığı ya da
alışkanlığı için yiyor. İlk refleksimiz, varlığımızı sürdürmek için
annemizin memesine yapışmak değilmi ki .
Sonra dayı ile masal başka bir hale geliyor. Dayı ve eşi, akılları ile oluşturdukları
‘LİPİR’den kurtulma oyunları ile Lipir’(yamyam çocuktan) kurtulup ‘kahraman’ a
dönüşüyorlar. Bu masal bence insana ayna tutuyor. Çocuklara; kötü ya da
kötülüğü, büyüklerden çocuklara, çocuktan çocuğa, çocuktan büyüğe, çocuktan
doğadaki diğer canlı ve cansızlara anlatmanın bir yolu da masallar, dolayısı
ile bu masal çocuklara anlatılır. Ama galiba, daha çok büyüklere anlatılmalı bu
masal. Bugünü getirdim aklıma, gözümün önüne. Bu yamyamlık hali devam etmiyor
mu hala? İnsanlar zevk için birbirini öldürmüyor mu ki hala?
Ömer Gözükızıl:
Kötü anlatılar ile ilgili çok insandan duydum. Çanakkale’de yapılan
derlemelerde 2500 insan ile yüz yüze derlemeler yaptım. Edindiğim izlenimlerden
birisi şu; insanların bitirdikten sonra söylediği şu oluyor, “çok korkardık, evden
dışarı çıkamazdık.” Şehir insanın değerlendirmesine göre bu çocuklara
anlatılmaz ama kırsalda yaşayan insan çocuk kaybını azaltabilmek için belki de
bu tip yollara başvurabilir. Benim İstanbul’da çocukluğum geçti. Bize de gece
vakti karanlıktan korkutmak için "Hamo geliyor" derlerdi. Biz karanlıktan
korkmayı öğrendik. Korktuğumuz için de oraya gitmemeyi öğrendik. Korktuğumuz
için de başımıza bir iş gelmemesini sağladık.
Dr. Zafer Atasoy:
Korku duyguların en önünde geliyor. Korku çok insanidir. Korkmamak diye bir şey
olamaz. Korkmamak cahil cesaretini doğurur. Korkan insan akıllı insandır,
tedbir alır. Öğrenilmiş korkularda var. Mesela soğukkanlı hayvanlardan çok
yaygın olarak korkulur. Bu öğrenilen bir şeydir. Kedi, köpekten korkan insanlar
da var ama çocuk korkmaz. Peşinden gider, eğer korkuyorsa bu annesi, babasının
korkularındandır.
...
YanıtlaSil"2. Çocuk yamyam olarak doğar (G33)
İnsan Yiyen Kız’da ejderha, Taz minen Ubırlı Hinlisi’nde ise ubır şeklindeki kızkardeş
ile Kazan Kafalı Kazma Dişli’de kazan kafalı kazma dişli kız, yamyam olarak doğar ve
ailelerindeki kişilerin çoğunu yerler. Bu kızların erkek kardeşleri, aslan, kaplan veya
köpeklere parçalatma ile kılıçla doğrama yoluyla onların elinden kurtulurlar."
...
Yrd. Doç. Dr. Gülhan ATNUR'un "ANADOLU, TATAR (KAZAN) VE BAŞKURT TÜRKLERİNİN MASALLARINDA İNSAN YEME (YAMYAMLIK) MOTİFİ" başlıklı çalışmasının linkini paylaşıyorum
http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/ga_motif/ga_motif.htm#bookmark3
http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/ga_motif/ga_motif.htm
Ömer Gözükızıl notu:
YanıtlaSilMakale, gerçekten okunmaya değer bir makale. Türk dilli halklar arasında, insan yiyen çocuk yada devler hakkında pek çok bilgi içermekte.