31 Ekim 2017 Salı

Çanakkale'de Derlenen Masallar III



Her ayın son Çarşamba etkinliği Masal üzerine sohbetlere ayrılmıştır. Bu sohbetlerde Çanakkale bölgesinde anlatılan masalları derleyen Ömer Gözükızıl’ın derlemeleri etkinlik öncesinde paylaşılacaktır. Etkinlik gününe kadar blogdan yorumlar yapılacaktır. Etkinlik günü Müzemiz toplantı salonunda bu değerlendirmelere herkese açık katılımla devam edilecektir.


Gelibolu - Yüllüce Köyü (02.08.2001)
Kadın, 48, Yüllüce, ilkokul, evli, üç çocuklu


(Ayşecik’le Fatmeciğ’i anlatıyim.) Bir varmıj, bir yokmuş. Bi Ayşecik’le, Fatmacık varmış. Fatma’nın annesi ölmüş. Babası -tabi- bekâr kalmış. Başka biriyle evlenmiş. Unun da: Ayşe kızı varmış. İkisi de yaşıtmışlar kızların. U kadını alıyo.
            Tabi bu, istemiyu bunu. Biraz geçtin mi, istemiyo: Bu kızı at diyo; kıra at. Ellerini kınala da, ateyim madem diyo babası. (Ne kadar üzülse de, kıra atmağa kalkıyo.) Kınalıyolar ellerini. Koyuyolar biraz ekmek yanlarına. Gel kızım diyo, biz diyo seninlen, odun kesmeğe gidelim kıra diyo. Üyle aldatıyo kızı.
            Sonra gidiyolar. Sen kızım diyo, şurularda diyo biraz çiçek topla. Ben diyo, seni alır giderim. Biraz odun keseyim de, alırım ben seni diyo. U da, urularda çiçek topluyo; iğleniyo. Çocuk, biraz akşam karanlığı bastı mı, başlıyo babasını aramağa. Babası da -bi ahlat ağacı varmış-, ahlat ağacına bi susak asmış. U da -bağlı- rüzgâr estikçe, vururmuş tın tın. O da, babası oralarda zannedirmiş. Arıyo: Yok! Başlıyu ağlamağa. Tın tın kabacığım / Beni bırakıp ta giden bubacığım diyo; başlıyo ağlamağa. Büyle deye deye, çıkıyo yollara.
            Yollarda giderke giderke, bi fırına rastlıyo. Fırıncı diyo: Kızım! Benim fırının küllerini falan temizle. Sana, bicik sıcak pide vereyim; karnını doyur diyo. Unun dediğini yapıyo: Küllerini temizliyo; biraz hizmet ediyo. Veriyo bi sıcak pide; gidiyo.
            Giderken, yolda kurda rastlıyo. Kurt diyo: Benim ayağamda tiken var. Ne olur diyo, bu tikeni çıkar. Sana diyo, bi kuzu vericim diyo. Veriyo. Ayağandan tikeni çıkarıyo. U da, una bi kuzu veriyo. Gene devam ediyo yoluna; evi bulmak için.
            Gidiyo gidiyo: Yolda bi elma ağacına raslıyo. Elma ağacı diyo: Benim kuru dallarımı temizle de diyo, sana elma vereyim diyo. Temizliyo unun kuru dallarını. U da, una elma veriyo. Gene devam ediyo.
            Gidiyo gidiyo: Yolda bi çeşmeye raslıyo. Çeşme diyo: Benim yalaklarımı temizle de diyo, sana buz gibi su akıdeyim de ij diyo. Unun da yalaklarını temizliyo. U da, urdan suyu içiyo. Gidiyo.
            Giderke, yolda bi kulubeye raslıyo. (Bi derenin boyunda, bi kulube.) Giriyo içeri, bakıyo: Bi yaşlı bi nine, içerde oturuyo. Gel kızım içeri diyo; çağarıyo unu. Nerden geldin, nereye gidiyon? Tabi anlatıyo una u. U da sülüyo.
            Undan sona, sabā oluyo. Gel diyo, seninlen diyo dere boyuna gidelim diyo. Benim diyo -evvel bit varmış insanlarda-, benim -kızım diyo- başımı bitler misin diyo dere boyunda? Bitlerim nine diyo.
Ninenin başını güzelce ayıklıyo, temizliyo. Yeşil su akarke diyo dereden diyo, bana seslen diyo nine. (Unun dizine yatmış; başını ayıklarmış. Görmezmiş unu.) Nine! diyo, yeşil su akıyo diyo. Hemen nine kalkıyo. Şuraya -giriyo derenin içine- bakıyo. Bi sandık çıkıyo; güzel bi sandık. Bi de ordan, bi beyaz bi koç alıyo. Bindiriyo kızı: Yolluyo evine. Tarif ediyo: Şu yoldan, bu yoldan gidersen, evini bulursun diyo. Gidiyo.
            (Aradan tabi bi zaman geçmiş.) ‘Oroz gelmiş kapıya. Başlamış: Gıkgırıgıık demiş. İnci boncuk içinde, Fatma Ablam geliyo! demiş. Üvey annesi de demiş: Kışt gâvurun ‘orozu seni! demiş. ‘Ani, yidi Fatma Abla’nı kurtlar kuşlar. Kıjt! demiş, kovalamış. Atmış ona süpürgeyi; almış içerden. Bunu kovalamış.
            ‘Adi biraz geçmiş. Bi de bakmışlar: Gelmiş bi beyaz koçlan, bi sandık. ‘Oş geldin falan tabi. Bunu el üstünde tutmuşlar u gün. Açıyolar sandığı; bakıyolar. Ne istersen var!
            Başlıyo şimdi -diyo-: Benim kızımı da götür diyo şimdi; beyine. E kınala ellerini de diyo, götürem diyo. Onu da götüreyim madem diyo. Kınalıyolar ellerini. Çıkıyo yola, gidiyolar.
            Bunu da aynı yere götürüyo, bırakıyo. Bakıyo u da: Akşam oluyo. Babasını arıyo; bulamıyo. Başlıyo bu da: Tın tın kabacığım / Beni bırakıp ta giden bubacığım diyerek, çıkıyo yollara; aramaya.
            U da yolda giderken, bi fırıncıya raslıyo. Fırıncı diyo: Kızım, karnın açtır. Ben… diyo hizmet et; sana pide vereyim diyo. Ben diyo, ‘izmet edemem diyo. Ne kül temizlerim, ne bi şey diyo. Benim ellerim kınalı diyo. Temizlemiyo. U da, una ‘iç bi şey vermiyo. Devam ediyo yoluna.
            Giderkene, kurda raslıyo. Kurt diyo: Benim diyo, ayağama diken battı. U dikeni çıkar da diyo, sana kuzu vereyim. Benim ellerim kınalı diyo. Ben diyo, diken filan çıkaramam diyo. Gene gidiyo.
            Yollarda giderken, elmaya raslıyo. Elma diyo: Benim, kuru dallarımı temizle. Sana elma vereyim. Benim ellerim kınalı diyo. Ben diyo, dal falan temizleyemem diyo.
            Giderke gene, çeşmeye raslıyo. Çeşme diyo: Benim yalaklarımı temizle. Sana, buz gibi su akıdayım. Sonra, ona da diyo: Benim ellerim kınalı diyo. Ben temizleyemem diyo.
            Ondan sonra, gidiyo: Nineye raslıyo. (Kapat ta azıcık istersen.) (Kaynak kişi, derleyiciye, ses kayıt cihazını durdurması için ricada bulunuyor. Ö.G.)
….
            Sonra gidiyo, nineye raslıyo u kız -Ayşe de raslıyo-. Ninele, u gece yatıyolar falan. Una soruyo nine: Nerden gelip, nereye gidiyon gızım? diyo.  U da anlatıyo. Sabaa oluyo; gidiyolar derenin boyuna. Benim başımı diyo, temizler misin kızım? diyo una. Bitleri temizler misin? diyo. Temizleyemem diyo. Benim, ellerim kınalı diyo. Benim ellerim kınalı; temizleyemem diyo. İyi madem diyo. Oturuyolar orda.
            Kırmızı su akarka, seslen bana diyo kıza. U da bağarıyo: Nine diyo, kırmızı su akıyo diyo. ‘Emen giriyo nine. Bi sandık çıkarıyo: Bi kara sandık! Bi de kara koça bindiriyo unu; yolluyo.
            Gene eve gidince, ‘oroz başlıyo gene kapıya: Gıkgırıgıık! diyo. Yılan çıyan içinde diyo, Ayşe Ablam geliyoo! diyo; ‘oroz ötüyo. Kıjj gâvurun ‘orozu seni! diyo. Fatma Ablan diyo, inci-boncuk içinde geldi. Benim kızım diyo, yılan-çıyan içinde mi gelcek? Kıjj! diyo; kovalıyo bunu.
            Kız geliyo eve. İndiriyolar sandığı. Bunlar seviniyolar. Kendi odalarına alıyolar sandığı. (Öbürkülerin yanında açmıyolar.) Kapıları falan güzel çiviliyolar, kimse gelmesin deye. Bi açıyolar sandığı: Yılanlar, çiyanlar çıkıyo: Annesinlen kızı, yiyip bitiriyolar.
            (Orda da masal bitiyo.) Öbür kız da, babasınla hep yaşarmış.

***
Merkez İlçe - Özbek Köyü (24.09.2001) /
Kadın, 68, Özbek, ilkokul, evli, üç çocuklu

Adamın kızı vāmış. Bi hanım alıyo. E onun da kızı vāmış. Şimdi kadın -beş gün, on gün…- istemiyo adamın kızını. Git, bunu bırak dağlara diyo.
Ne’apsın adamcağaz da gızı? Yaptırıyo bi -çörek deriz biz- bi maacir çöreğe. Alıyo yanına. Bi de iğsini alıyo, yapağsını alıyo; gidiyo. Kızım diyo, ben odun kescem. Sen de diyo burda diyo, bunları diyo işleyekoy diyo.
Ordan duruyo duruyo: Ağşam oluyo. Bubası, bırakmış kaçmış kızı orda. Bakınıyo, bakınıyo… Ağşam oluyo. Çıkıyo bi ağacın üstüne. Tın tın kabacıım / Beni buralarda bırakıp giden bubacıım dēmiş. Bi susak. (Eskiden susaklā vāmış; su susakları.)  Ona da su doldurmuş bubası. Onu da oraya, ağaca asmış. Kız, korkudan çıkmış ağacın üstüne. Kendi kendine: Tın tın kabacıım / Beni buralarda bırakıp giden bubacıım dēmiş.
Öyle derken, ipliğini iğirirken -yapağsını-, iğisi düşüvēmiş yere. İğisi düşüverince, kız da iniyi arkasından. (Artık: Masal!)
Gidiyolā, gidiyolā, gidiyolā… Yerin, yedi kat -yerin- dibine. Yedi kat yerin dibine yolda gidēken, bi elma ağacına raslıyolā. Elma ağacı deyo ki: Kız diyo, nereye gidiyon? diyo. Gidiyom öyle işte; bilmiyom diyo. Benim diyo kuru dallarımı diyo, temizlesene diyo. Sana diyo, elma veririm diyo. Temizleyiverem diyo. Temizliyo elmanın dallarını. Gene yörüyo gız.
Gidēken, bi çeşmeye rasgeliyolā. Her yer kurbaa pisliği olmuş; çeşme batmış. Kız! diyo çeşme. Beni diyo temizleyi vēsene diyo. Sana diyo, buz gibi su veririm diyo. Temizleyiverem diyo. Temizliyo buz gibi çeşmeyi. Ordan da geçip gidiyo.
Gidiyolā (Masal di mi!), bi devin evine geliyolā. Bi koca kapılara geliyolā. Bi devin evine. Bi de bakıyolā ki: Dev karısı ekmek atıyo. Bi memesini atmış bi omuzuna, bi memesini atmış bi omuzuna. Ekmek atıyo orda. N’aabıyon? deyo ona. Kimsin sen? diyo. E işte benim diyo. Ben seni diyo yiyiverirdim ama diyo dev, hadi diyo, seni diyo şey etmiycem diyo, yimeycem diyo. Hem bak bakam diyo, başımda diyo bit vā mı? diyo. Kız, bi güzel onun başını bitleyo ne vāsa. Tertemiz bitleyo -nine…- dev karısının başını. Saklıyo bunu dev, saklıyo.
Geliyo onun dev adamları, çocukları neyse. Âdem eti kokuyo dēlēmiş; âdem eti! Yok diyo, hiç burda öyle bi şey yok. Yok dēlēmiş; âdem eti kokuyo burda dēlēmiş. Bi de şeydiyolā: Bak diyo… ama diyo yimezseniz, bi şey yapmazsanız diyo, şeytcem sizi diyo, göstercem diyo. Böyle böyle bi kıscaaz gēdi diyo. Tamam diyo çocuk… onlā da; dev yavruları. Neyse, onlān kardeşleri oluyo onların o artık işte.
Burdan deyo, bi diyo siyah bi su geçicek diyo. (Kapısının önünden nehir geçiyomuş.) Sakın diyo ona girme diyo. Bi diyo beyaz su geçicek. Sakın girme diyo. Bi diyo sarı bi su akıcek. Ona gir -diyo- çık diyo dev karısı.
Kız onlā geçiyo. Oturuyo suyun başına. Sarı su geçēken, bi giriyo kız. Artık her yanları altın, inci doluyo. (Masal ya bu!) Her yeri doluyo kızın. Hadi güle güle deyo kıza. Kız, alıp başını ordan çıkıyo.
Gelirken, çeşmeye raslıyo. Çeşme: Gē diyo. Su iç diyo. Ordan bi de sucağaz içiyo. Ordan geliyo elma ağacına. Elma ağacı diyo: Gē elma yi diyo. (Her yer elma olmuş.) Elma topluyo ordan.
Geliyo küyün kenarına. Büyüük böyle -nasıl söylesem- bokluklar (Kaynak kişi, kullandığı bu sözcükten sonra gülümsüyor. Ö.G.) varmış. Onun üstüne çıkmış horoz: Üürüüü! dēmiş. Altınlı incili ablam geliyo dēmiş. Hadi pezevengin horozu! demiş karı. Onu, yidi çakallā demiş. Gene horoz ötēmiş: Üürüüü! Altınlı incili ablam geliyo dēmiş.
Bi de çıkıyolā: Hakketten kız geliyo; gümüş arabalāla. Böyle  arabalāda altınlā yüklü. Öyle paytonlālan kız geliyo oraya; zenginlemiş. Aman artık o üvey anne, deli oluyo ona. Hiç sanki o diğilmiş şey’den.
Bi kaç gün oluyo neyse: Benim kızımı da götür. Başlıyo: Benim kızımı da götür, benim kızımı da götür… Adam n’aapsın? Gene ona da bi çörek yapıyolā. Ona da iğ veriyo, iplik veriyo. Susağanın suyunu dolduruyo. Onu da götürüyo ormana. E ben, onu burda bıraktım diyo. Kaçıyo ondan o da.
Gene ağşam oluyo. Gene o da çıkıyo ağacın üstüne işte. (Nası yaptın? Böyle yaptım; süylüyo kız.) Gene: Tın tın kabacıım / Beni burda bırakıp giden bubacıım diyo u da. Gene onun da elinden iğisi düşüyo. (İğ dediğimiz: İplik iğirdiği şey. Böyle türlü türlü adı vādır unun. Biz, iğ deyveririz.) Gene ordan iniyo, gidiyo.
Elma ağacına raslıyo. Gē kız diyo, benim diyo çıbıklāmı şeydiver. Sana diyo, geçēken elma veririm. Olur be! diyo. Benim diyo, üstüm başım yeni diyo. Ellerim kınalı diyo. Ben diyo, çıbık-mıbık ayıkleyemem diyo. Sen bilirsin diyo.
Çeşmeye geliyo. Gē kız diyo. Benim diyo, temizliyiver çeşme ahırlarımı diyo. Sana diyo, geçēken buz gibi su veririm diyo. Olur be! diyo. Temizliyemem ben diyo. Benim ellerim kınalı diyo. (Onu, annesi ellēni kınalamış, üstünü giydirmiş. Öyle yollamış. Öteki fakir.)
Neyse, gene ordan, gene o devin kapısına geliyolā. Gene dev ekmek atıyomuş orda. Neyse ona da: Kolay gē… Gē kızım diyo. Bakam benim başımı bitle diyo ona. Başına bakıyo: Amman! diyo. Bit vā mı başımda? diyo; öteki kıza soruyo. Aa! Hiç bi şeycik yok diyo. Buna soruyo şimdi -ikinciye-: Aman diyo, yağ kokuyo kafan diyo. Bit te vā diyo. Temiz dii senin başın diyo. Tamam diyo; hiç sesini çıkarmıyo.
Sabah oluyo neyse. Neyse ona da çocukları geliyo ama onlā bi şey demiyolā. Kardeş falan olmuyo onlar. Neyse onu koyuyo bi kenara o. Sen diyo burdan diyo –gene kapının önünden; burdan diyo- siyah bi su geçecek diyo. Ona diyo dal, çık diyo. Sarı geçicek. Sakın girme diyo. Beyaz geçicek. Sakın girme diyo.
Neyse ötekilēne girmiyo. Siyah su geçēken, bi dalıyo bu. Allahım! Bir sandık yılan. Kız sannediyo ki: Altın, inci dolu içi. Gene onu da arabaya pindiriyolā.
Gene çeşmeye geliyo: Bana diyo -çok susadım- bi yudum su verir misin? Veremem diyo. Temizledin mi beni? diyo. Vēmeyo çeşme.
Elma ağacına geliyolā. Elma ağacına diyo: Bi tanecik elma vēsene diyo. Çok yüreğem yandı diyo. Veremem diyo. Temizledin mi gidēken? diyo.
Neyse eve geliyo gene; oraya. Gene horoz çıkmış oraya; avlunun üstüne. Gene: Üürüüü! dēmiş. Bi şey ablam geliyo demiş. (Bak orasını bilemiycem işte. Öyle: Altınlı, incili diğil. Başka bi şey.) Haa! Git ordan pezevengin horozu dēmiş. Altınlı, incili ablam geliyo desene dēmiş.
Neyse geliyo eve: Hoş-beş… E diyo, bakam sandıkta ne vā? diyolā. (Arabaya koymuşlar sandığı.) Açıveriyolā sandığı: Üvey anayı da, kızı da yılanlā yiyyo.
(Masal da bitip gidiyo.)

***
Biga - Bezirganlar Köyü (05.09.2001)
Kadın, 78,  Bezirganlar, okur-yazar değil, dul

Bir gız varımış. Üvey anası varımış. Anası dimiş: At dimiş bubasına, götü de bayıra, at dimiş. Götümüş bubası da, bayıra atmış; gomuş gēmiş. Gız gēmiş sudan, bi de sudan gēmiş: Bubası yok! Tan tan gabacığım / Beni goyup ta gaçan bubacığım dimiş gız.
            Ağşam olmuş; çakallā gēmiş. Gız, gabaağacın üstüne çıkmış. Gabaağacın üstünden ağlamış ağlamış: Yok bubası! Sabā olmuş. Çakallā galkmış gabaağacın dibinden.
            Gız gelikene, yolda bi armıda rast gelmiş. Armıt dimiş hanı: Gızım dimiş, benim gurulāmı ayıklıyıvēsene dimiş. Sana dimiş, armıt yidiririm dimiş. Olur demiş gız; ayıklıyivēmiş una.
            Ordan beri gēmiş: Bi ālada rast gelmiş. Ālat dimiş: Benim gurulāmı ayıklıyıvē gızım dimiş. Ayıklıyıvēmiş. Ālat yidiririm dimiş.
            Ordan gēmiş; Bizim harmanın kapısının yanına gēmiş. Bi nine varımış; bitli nine varımış. Bitli nine dimiş: Benim bitlēmi ayıklıyıvēsene gızım dimiş. Ayıklıyıvēmiş una da. Gara su geçēkene dimiş, gēsin geçsin dimiş. Sarı su gelēkene… Ak su geçerkene, bana habar vē dimiş. Ak su geçiyo nine dimiş. Gızı almış da, soku sokuvāmış, soku sokuvāmış suya. Altınlā, incilē, gızda dolagalmış.
            Hindi geliyomuş gız eve gayi. Horoz ötüyomuş: Gıygıı, gıygıı! diyomuş. Altınlı, incili ablam geliyo diyomuş. U üvey anası diyomuş kuna una: Sus diyomuş, öldü u diyomuş. Ordan, bi de gız gēmiş: Altınlı, incili!
            Unun da gızı varımış. Çabuk dimiş adama, bunu da götü dimiş. Adam, unu da almış, götümüş. Kınaları filan yakmışlā. Onu da götümüş adam. Bi de gız gitmiş uruyı. Adam unu gomuş, gene gitmiş.
            Goyvarınca gadā, ağşam olmuş. Gız ağlıyomuş: Buba, beni neri godun? Tan tan gabacığım! Neri godun beni buba?
Çakallā gēmiş gene. Unu yiyememişlē gabaağacın üstünde.
            Sabā inmiş gız; geliyomuş. (Gız, kınalı filan ya.) Rast gēmiş gene armıda. Armıt dimiş: Gızım, benim gurulāmı ayıklıyıvēsen a dimiş. Ayıklıyemem; kınalām solā dimiş. Hadi! İlerde bulursun mevlanı dimiş.
            Beri gelmiş ālada. Ālat da, öyle dimiş una. Ālat öyle diyiverince gadā, gız dimiş una: Benim kınalām solā dimiş. Ben dimiş, gatiyyen ayıklıyivēmem dimiş.
            Yine bizim harmanın kapısının yanına gēmiş. Bitli nine, orda oturup duruyomuş. Gızım! Benim bitlēmi ayıklıyivēsen a dimiş. Ayıkliyemem dimiş; kınalām solā dimiş. Hinci dimiş, ak su gēsin, geçsin dimiş. Gara su geçerkene, bana habar vē dimiş. Gızı soku sokuvāmış şeye      -gara suya-, soku sokuvāmış. Gız u zaman -u- şiy itmiş: Köpek şiyleri sallanagalmış gızda. Heh!
            Niyse gēmiş gay… Hinci geliyomuş eve. Horoz ötüyomuş: Gıygıı gıygıı! diyomuş. Köpek .aşaklı, köpek .üklü ablam geliyo diyomuş. Sus diyomuş anası. Altınlı, incilli disen a diyomuş. Ay bi de gēmiş gız: Öyle şiy, zebil-ziyan. De gayi şiy itmiş.

Ömer Gözükızıl notu:

Değerli arkadaşlar, nicelik olarak arzu ettiğimiz katılımı sağlamakta zorlansak da, nitelik olarak toplantılarımızın, farklı disiplinlerden gelen katılımcılarımızın katkıları ile ufuk açıcı olduğunu söylemeliyim. Söyleyecek sözü olan ve bunu dillendiren tüm katılımcı arkadaşlarımıza kendi adıma teşekkür ediyorum. Arkadaşların her birinin farklı fikirlerini bizlerle paylaşma lûtfunda bulunmaları, meseleye/anlatıya ait farklı değerlendirmeleri öğrenmemizi sağlıyor; sağ olsunlar.

Toplantıya katılamayanlar için, bu masal özelindeki bazı bilgileri sırası ile paylaşacağım.

1- Bu anlatı Çanakkale sınırları içinde, benzeş ve bağlıları ile birlikte, toplam 78 kez derlendi. Anlatıcıların 54’ü kadın, 24’ü ise erkektir. (Bu anlatı özelinde görüldüğü gibi bu anlatı çoğunlukla kadınlarda derlenmiştir.)

2- Anlatı, iki ana benzeş üzerinde yoğunlaşmaktadır. Benzeşlerden birinde: Fırın, ağaç, su üçlemesi yer almamasına rağmen, en çok dolaşımda olanıdır. Ki anlatıcıların hemen tamamı, üçlemeyi unutkanlık nedeniyle aktarmazlık etmemişlerdir. Onlar anlatıyı, o biçimde duydukları için öyle anlatmışlardır. Çoğunluk benzeşi 25 kez kadınlardan, 13 kez ise erkeklerden derlenmiştir. Coğrafi dağılımı ise şöyledir: Ayvacık (9 kez), Çan (/ kez), Yenice (6 kez), Merkez İlçe (5 kez), Lapseki (4 kez), Ezine (2 kez), Bozcaada, Gökçeada, Gelibolu, Biga, Bayramiç’te ise birer kez derlenmiştir.

3- Fırın, ağaç, su üçlemesi olan azınlık benzeşi ise: Yenice’de (5 kez), Çan’da (4 kez), Biga ve Gelibolu’da (3’er kez), Merkez İlçe, Ayvacık ve Lapseki’de (2’şer kez), Ezine’de ise bir kez olmak üzere, toplamda 22 kez derlenmiştir. Bu 22 benzeşi sunanların 16’sı kadın, 6’sı ise erkektir. (Olağan olmayan bir durumu da sizlerle paylaşayım isterim. Bu benzeşi sunan 6 erkeğin üçü yüksekokul, biri ise lise mezunudur. Sonuç olarak bu benzeşi sunan erkek anlatıcıların örgün eğitimde geçirdikleri süre, genel erkek ortalamasının çok üzerindedir.) (Ayrıca sayısal veriler, bize bir konuda daha fikir yürütmemize yardımcı olmaktadır. Göreceğiniz gibi çoğunluk benzeşinde anlatı en çok Ayvacık İlçesi’nde (9 kez) derlenmişken, buna karşılık azınlık benzeşinin en az derlenebildiği ilçelerden biri de (2 kez) yine Ayvacık olmuştur. Diyebiliriz ki: Bir anlatının benzeşleri, aynı yerleşimde her zaman birbirlerine yakın oranlarda bilinemeyebilir. Bir benzeş diğer benzeşin varlığını sınırlandırabilir yada onun anlatılmasını gereksiz kılabilir.

4- Bağlı benzeşleri ise yedi ayrı grup halinde toplayabiliriz. Bunlardan (a) bağlısı: Merkez İlçe, Eceabat, Lapseki ve Çan ilçelerinde, toplam dört kez derlenmiştir. Anlatıcıların tamamı kadındır. (b) bağlısı: Ayvacık, Yenice, Çan’da birer kez, Lapseki ve Eceabat’ta ikişer kez olmak üzere, toplamda yedi kez derlenmiştir. Bu benzeşi anlatanların dördü kadın, üçü ise erkektir. (c)  bağlısı iki kez Çan’da, bir kez de Yenice’de derlenmiştir. Söyleyicilerin üçü de kadındır. (d) bağlısı Yenice’de bir erkekten, (e) bağlısı Ezine’de kadından, (f) bağlısı Çan’da erkekten ve (g) bağlısı ise Bayramiç’te kadından derlenmiştir.

5- Sayılarda tasarruf yapmak için kadın erkek ayrımına gitmeden, anlatının derlendiği yaş gruplarında ortaya çıkan dağılım ise şu şekildedir.
70-79 yaş: 20 kez
60-69 yaş: 18 kez
50-59 yaş: 14 kez
40-49 yaş:  9 kez
80-89 yaş:  5 kez
15-19 yaş:  5 kez
30-39 yaş:  4 kez
20-29 yaş:  3 kez
Tabloyu anlamlandırmaya çalıştığımızda, iki noktayı dikkatinize sunmam gerekebilir diye düşünüyorum. Bunlardan birincisi: Yaş ortalaması yükseldikçe, anlatının bilinirliği artmaktadır. (Bunun istisnasını 80-89 yaş grubu oluşturmaktadır. Ancak o yaş grubu nüfusunun ülke nüfus ortalaması içinde oluşturduğu paydan yine de yüksek olduğunu söyleyebiliriz.) İkinci olarak da, derleyicinin yaşı ve cinsiyetinin, bazı yaş gruplarında avantaj sağlarken -en azından sorun teşkil etmezken- kendi yaş grubunda yada yakın yaş gruplarındaki karşı cinsten kaynak kişilerle bağlantı kurmasında engelleyici bir durum ortaya çıkarabilir. Selamlar.

29 Kasım 2017 tarihinde gerçekleştirilen sohbette masalla ilgili yapılan yorumlar ...

Masalın dinlenmesinin ardından

Ömer Gözükızıl: Dikkat ederseniz masal, iki çocukla başladı ama suya batırılma sahnesinden sonra tek çocukla devam etti. Ana akımda da tek çocuk vardı. Anlatı içinde diğer çocuk bir işe yaramayacağı düşünülerek onu kendiliğinden düşürmüş oldu. Biga’dan derlenen metinde de cinsel organ ismi rahatlıkla geçiyordu. Daha önce konuştuğumuz gibi köy topluluklarında küfür, cinsel obje isminin zikredilmesi konusunda bizim kadar tutuculuk görmüyoruz.  Masal anlatırken ilk kez böyle bir şey söyleyeceği zaman sıkılganlık gösterse de sonrasında daha da rahatladığını görebiliyoruz. Derleyici ile masal anlatıcısının yaşları birbirine yakın olmasaydı daha rahat davranacaktı. Masal hakkında söyleyecek daha fazla şey bulabilirim ama sizler neler söyleyebilirsiniz, sözü size bırakıyorum.

Mustafa Önder: Çan’ın Karadağ köyünde doğdum. Dedelerim Rumeli’den göç etmişler. Ben de aynı masalı dinledim. Bizde anlatılan masalda da tek çocuk var. “dan dan kabacığım, beni dağlarda bırakan babacığım”. Diye tekrar ediyor. Hatırladığım kadarıyla sonrasında yolda çeşmeye rastlıyor, yosunlarını temizliyor. Fırına rastlıyor, onun küllerini temizliyor. Sonunda ise çok yaşlı bir kadına rastlıyor. Kadın; “benim bitlerimi temizleyiver.” Diyor. Sonra kara su, sarı su hikayesi geçiyor. “Kara su geçerken beni uyandır.” Diyor, uyandırıyor. Bazı versiyonlarında at figürü de var. Sarı su geçerken giriyor, altınlarla çıkıyor. Bizde kız için Fatma ismi geçerken bazı anlatımlarda da isim geçmiyor. Kendi çocuğunu gönderdiğinde de tam tersi bir durum oluyor, gayet çirkin bir şekilde çıkıyor sudan. Benim köyümde anlatılan versiyonda böyle bir durum vardı.

Ömer Gözükızıl: Teşekkür ederiz.

Şeref Uluocak: Muhtemelen büyü ritüeli var. Büyü de emekle ilintili bir şey. Emek verilmediği takdirde beklenen şeyin olamayacağına dair bir mesaj verdi.

Zafer Atasoy: Masaldaki birçok tema evrensel masallarda da var. Yola ekmek bırakılması, üvey anne, kötülük yapanın kötülükle cezalandırılacağı gibi motiflerin evrensel masallarla ortaklıkları olduğunu görüyoruz. Çanakkale ağzıyla anlatılmış bir Avrupa masalı gibi algıladım. Çocuklara yansıttığınız korkutma ve korkutmanın altında da bir eğitim amacı güdüldüğü için kötü olan kötülük getireceği, iyiliğin ise herkese iyilikler getireceği gibi mesajlar, bir eğitim aracı olarak masalda kullanılmaya çalışılmış.  Daha önce de bahsettiğimiz gibi cinsel temaların kullanılması köy ortamında çok sıradan bir şey. Biz kent ortamında aklımızdan geçse bile ifade etmekten çekiniyoruz.

Elif Kanca: Üvey anne ile temsil edilen bir kötülük var ortada. Çocukların evden değil hatta topluluktan uzaklaştırılması isteniyor. Bu, topluluk, bir sonraki kuşağından vazgeçti demek. Çocukluktan çıktıktan sonra kültürlerin taşıyıcısı olduklarını gösteren üç sınavdan geçiyor. Bitki bakımı, kuru yerlerini temizleme detayı var. Ağaç, “sana meyve vermemin koşulu bana bakman” diyor.  İkincisi su, suyun temizlenmesi, yaşamın kaynağı rol alıyor. Üçüncüsünde ise bir önceki kuşak ile ilişkilerini görüyoruz, cadı kadın figürü ile ana tanrıça ile ilişkilerini kuruyorlar. İlişkinin son aşamasında su üzerinden bir sınav daha gerçekleşiyor. Kozmolojik anlatılarda dünyanın su üzerinde olmasına dair inanış vardır. Suyun üzerinden dünya başlar. Suya batırılıp çıkarılma ile olduğu halden başka bir hale geçiliyor. İlk giden çocuk, kendi topluluğunun devamını sağlayacak olan, altınla ödüllendirilerek köyüne geri dönüyor. İkinci çocuk aynı sınava tabi tutulsa da sınavı geçemiyor. Sonucunda alnına erkek cinsel organı yapıştırılarak cezalandırılıyor. Bu, bize masalın kadın üzerinden olduğunu gösteriyor. Cinsiyetinin özelliğini taşımayı bırakın başka bir cinsiyeti aşağılanmış bir şekilde alnında taşıyor ve kapatmaya çalıştığında da engelleniyor. 3 kadın üzerinden kadının rollerini, beklentilerini ve görevlerini anlatıyor.  
“Tık Tık kabak” sözcüğünün bir tür uyarıcı olması da bana ilginç geldi.  “Görevlerini yerine getirmezsen seni topluluktan çıkaracağız.” Bu uyarı ile başına gelecek olan bu mesajı veriliyor. Bu, sözlü kültür içinde çok güçlü bir kod olduğu için bunu duyan her çocuk için tam da korumakla yükümlü olan anne ve babasının onu terk edebileceği bir durumun da var olduğu duygusu bir tür sopa olarak gösteriliyor.
Üveylik annenin anne olamamış hali gibi. Masallarda üvey anne ve babanın çok iyi olduğu masallarda var özellikle tanrısal masallarda bunu görebiliyoruz.  Üveylik burada annenin yetersizliği üzerinden vurgulanmış çünkü kendi kızı da sınavları geçemedi.

Ömer Gözükızıl: Doğum anında gönderilen ve tanrısal masallarda üvey algısı yok. Bir kadın ve bir erkeğin bulunmuş çocuğu oluyor ve üvey muamelesi görmüyor. Çocuk, sonrasında annesini, babasını bulduğunda da onlar ödüllendirilerek hikayeden çıkartılıyorlar. Bazı hikayelerde sonradan edinilmiş çocuklara karşı iyi davranışlar söz konusu. Bir belgeselde gördüğüm kadarıyla aslanların çiftleştikleri dişinin önceden doğmuş ama büyümemiş yavrularını öldürmek gibi bir tabiatı var. DNA olarak kendisinden olmayan bir canlıyı kabul etmemek gibi geçmişten kalmış bir alışkanlık mı var?

Şeref Uluocak: Doğa ile bir eşleşme değil doğadan farklı olarak kültürün devamlılığını sağlama noktasında gösterdiği başarıya ilişkilenmiş. Onun üvey kalmasının sebebi zaten orada yatıyor. Üvey annenin ağaca, fırına, suya gösterilen özenin, kendisine, teslim edilene de edene de göstermesi gerekiyordu. Üvey annenin çocukları da bu nedenle başarısız oldu. Burada doğa ile eşitleme değil doğadan farklılaşma ve o kültürü devam ettirme gibi bir kaygı var.

Ömer Gözükızıl: Bu masalın bir kolu fırın, ağaç, su üçlemesini yapmadan biter. Çanakkale sahasında en fazla derlediğimiz masal da o. O masallarda çocuk kabak asılıp evden gönderildiğinde doğrudan nineye gidiyor. Oradaki görevi ninenin başındaki bitleri ayıklamak, adamın kızı ayıklarken kadının kızı ayıklamaz ve cezalandırma da ondan sonra ortaya çıkar. Bu masalı bu şekilde 38 kez derledim. Diğeri daha az bulunuyor. Sihirli motiflerin dahil olduğu anlatılarda var onları varyantlara dahil ettim çünkü bakış aynı. Bu soy masallar 7-8 farklı varyantta toplanmış durumda. Bu masalların anlatıcılarının genellikle kadınlar olduğunu da gözlemledim. Acaba fiziksel güce dayalı anlatıları erkeklerin anlatma oranı daha mı fazladır? Ailenin içine ya da dışa çıkmayan anlatılarda kadınların anlatım sıklığı daha mı fazladır?

İsmail Tümay: Çocuklara ne verdiğine ilişkin bir sürü şey söylendi. Büyüklere de “üvey olan kötüdür”, “üvey olan genellikle kadındır”, düşüncesini mi veriyor? Bundan yola çıkarak da aile kutsanması mı yapıyor? Çocuğunuzun iyi olmasını istiyorsanız evliliği devam ettirin türü bir mesaj mı var?

Şeref Uluocak: Üvey olmak değil ama üvey olmanın gerektirdiği şeyleri yapmamak kötü olduğu konusunda bence mesaj veriyor.  Pozitif yönde bir çağrı yapılıyor. Bana kalırsa masal ataerkil bir masal. Bahsedilen ve uyulması gereken kültür ataerkil bir kültür yoksa kadını o şekilde cezalandırmazdı.

Serkan Kazlıoğulları: Bütün masalı kadınlar üzerinden anlatsa da cezalandırıcı erkek olduğu için bence de ataerkil bir masal. Eski Türklerdeki ağaç, ocak ya da su kültü daha çok anaerkil dönemde oluştu. Oradan geldikten sonra Anadolu’ya geldi.  Daha sonrasında İslamiyet ile beraber değişip biraz daha varyantlaştığını düşünürsek anaerkillikten ataerkilliğe geçtikten sonra kadını daha kötü göstermek için kadını cezalandırarak ataerkil bir masal olarak var olduğunu düşünüyorum.

Mustafa Önder: Olayın kahramanları kadın ve kız çocukları, baba pasif bir rolde, bu masalın anlatıcıları da genel olarak kadın, bana göre masalın çıkış yeri kadın. İçinde üvey anneliğin kötü olduğuna dair bir rekabet var. Bu, bana kalırsa bir kadın masalı ve kadınlar arasında bir rekabeti konu alıyor.

İlknur Aksakdemir: Masala başlandığı zaman hepimizin aklına Hansel ile Gretel geldi. masal çok evrensel bir şey. Çanakkale’nin köyündeki bir teyze bize özgü bir Hansel Gretel anlatıyor. Masalda tek bir kadın var. Kadın çocuk doğurmadan önce normal bir genç kız ne zaman ki çocuk doğuruyor başka bir kadın oluyor. Anne çok kutsal ve anne her zaman fedakarlık etmeli algısı var. Annelerin içinde de kıskançlık, iyilik yaparken kötülük yapma gibi durumlarda olabilir. Burada da üveylik kavramının  tamamen duygular üzerinden çıktığını düşünüyorum. Çocuklarda da sürekli bir mücadele söz konusu. Bana biraz Grimm masallarının izlenimini verdi. Genelde tüm masallarda 3 aşama vardır. Bu masalda da güzel bir şekilde kullanılmış. Eril ve dişil olarak baktığımız zaman masal eril gibi gözükse de dişil bir masal diye düşünüyorum. Hepimiz üvey anneye odaklandık ama bence tek bir anne var. Diğerleri de hepimizin içindeki kötüler, iyiler karmaşasından ibaret.

Mustafa Önder: Sonraki kızın cezalandırılmasında da erkeklik olarak cezalandırıyor bence bu çok önemli bir şey.

Ömer Gözükızıl: Şeref Bey, başlangıçta kurduğunuz cümleleri biraz daha açar mısınız ?

Şeref Uluocak: Ben burada kültüre üveylik olduğunu düşünüyorum. O kültürün de ataerkil bir kültür olduğunu düşünüyorum. Cezalandırılma, kadınların kendi arasındaki rekabet, kadının görevlerinin ne olduğu, kadının üvey çocuk bile olduğunda onu bir anne gibi sarmasının sosyal güvenlik gereği şart olduğu, devletin değil kadınların kapatmaları gereken kadınlık rolü üstlendiğini hep ataerkil kültür ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu masalda da benzer bir şey söz konusu. Kadına yüklenen şeyler kadınlar arasındaki rekabet, kadının eve gelen çocuğu benimsememesi, onları cezalandırması, mevcut kültürel doku içerisindeki yapıyı bozan şeyler. O yüzden hiçbir erkeğin bir daha ona bakmayacağı bir şekilde cezalandırıldığını düşünüyorum. Bütün gidişat anaerkil bir kültür içerisindeki kadınlık rolleri ile değil ataerkil bir kültürün kadından bekledikleri üzerine kurulmuş.

Güneşin Aydemir: Görünen dünyadaki erkek ve kadın ilişkileri, hiyerarşisinden ziyade eril dişil diyebileceğimiz, eril özellikler ile dişil özelliklere de bir vurgu yapılıyor gibi geldi bana. Çocukların tabi tutulduğu sınavlar, ağaç budaması, çeşmenin temizliği vs. bunların hepsi bakım konusu. Bakmak ile alakalı olarak daha dişil özellikler bunlar. Bu bir erkeğin içinde de olabilir. Masal, bakma özelliğinin dişilikle alakası olduğunu söyledi. Üvey kelimesi bence de anti dişi özellik olarak kullanılmış. Çocukların bakımını red ediyor. Maddi bir karşılık bekliyor. Masalda zaten bir şeyin bedelini ödemezsen karşılığını alamazsın gibi bir şey var.
Masalda çocukları suya sokup çıkardıklarında suyun rengi olduğunu görüyoruz. Beyaz, siyah ve sarı olmak üzere farklı su renkleri var. Hopi Kızılderileri’nin yaratılış efsanesi vardır. Örümcek kadın, yeryüzünde canlılığı başlatır. İnsanı yaratır. Bunun içinde farklı renklerde siyah, beyaz, sarı ve turuncu renkte toprak alır. İnsanları ondan yaratır. Renklerin böyle bir şey ile bağlantısı olabilir mi diye düşünüyorum. Hint kültüründe de kullanılan çakra diye tabir edilen bedendeki enerji merkezleri, sarı, “solar plexus” denilen bir merkezin rengidir. O da kalp çakrasının hemen altındaki çakradır. Hint felsefesi şöyle anlatır; “bizim yedi tane çakramız var, çakralarımızın üçü yer yüzü ile bağlantılı, üçü gökyüzü, ortadaki ise ikisinin arasında kalıyor.” Aslında bizim maddi dünya ile olan ilişkimizi o çakra belirliyor, rengi de sarı. Oradan yola çıkarak altınla çıkıyor olması ve masalların içinde altın, yeryüzündeki maddi şeylere kıymet verme duygusunu da harekete geçiren bir sembol. Acaba sarı diyerek dünya ile olan ilişkimizi mi dile getiriyor diye düşünüyorum.
Bir de Hansel ile Gretel masal değil gerçek bir olaydır, ekmek kırıntısı motifi de  çok sık rastlanan bir motiftir.

Salih Yağız: Masalcılık radyo ve televizyonlar yokken çok daha yoğunmuş. Teknoloji geldikten sonra ilgi azaldı. Siz derlemeci olarak köylere gidip derleme yapıyorsunuz, ilk başlarda bu size bir yük gibi mi geldi, yük gibi geldiyse ne zaman tat almaya başladınız?

Ömer Gözükızıl: Genel olarak masallarla ile ilgili gönderme yaparken bir yerde bir anlatıyı dinlemişsem yeryüzünde alakası olmayan bir yerde o anlatının benzeri bazen de aynı anlatıyı bulma imkanınız var. Avrupalılar daha önce toplamaya başlamış olabilirler ama bu işle ilgilenen insanlar bilir ki Avrupalılar dünkü çocuktur. Önceki toplantıdaki anlatının benzeri olarak Dede Korkut’tan örnek verip başka anlatılarda karşımıza çıkacaktır demiştim akşamında da Muteber Yüğnük bir makale gönderdi ve onlarca anlatı karşımıza çıktı. Mümkündür ki çok kapalı topluluklarda olan anlatıları bile başka bir halkta bulabileceğiz.
Kahvaltı hazırlanana kadar babamızın kucağında masal dinleyen son kuşağız. Ben mesleğimi “masal dinliyorum devlet bana para veriyor” diye tanımlıyorum. Ben şanslıyım, eğitimini aldım ve eğitimini alıp işe girdiğim işi de çok seviyorum ama aynı anlatıyı 100 kez dinlemek dayanılır şey değil.

Muteber Yüğnük: Masalları daha öncesinde okudum ve sonrasında internette “tın tın kabacık” masalını araştırdım ve çok fazla örnekle karşılaştım. “tın tın kabacık, beni aldatan babacık” kısmı çok dikkatimi çekti. Anneden çok baba meselesi varyantları ile o kadar çok ki, hep kandıran bir baba imgesi var. Anaerkil süreç mi ataerkil süreç mi hangi süreçte başladıysa bu anlatılar muhtemelen birbirini takip ederek geldi ama bir yerde aldatan babaya hatta enseste doğru gidiyor bazı varyantlar. Hatta bir varyantta üvey anne gelmiyor, baba kızına teklif ediyor. Kafamda bir sürü soru var, hangi yerinden nasıl baksak da anlasak diye düşündüm.

Zafer Atasoy: Günümüzde çocuklara masal anlatılmıyor. Masalı anlatmayı elektronik ortamlar yapıyor. Bu vesile ile bunun çocuklar adına çok tehlikeli olduğunu söylemek istiyorum. Aile içerisinde anlatılan masalda ailenin hangi bireyi anlatırsa anlatsın çocuğa keyif ve zevkle yaklaşan birisi olması lazım. Sözel olarak anlatılan masal çok koruyucudur. Günümüzde ise hangi rejisörün hangi yapımcının çocuklarımıza neyi nasıl anlattığı konusunda sıkıntılarım var. Bunun tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Lütfen çocuklarla birlikte televizyon seyredin, hatta üstüne yorumlayın.

Ömer Gözükızıl: Geçmiş yıllarda topluluk içerisinde herkes birbirini tanıdığı için sorun değildi ama şimdilerde masal anlatılacağı zaman durup düşünmeniz gerekiyor. Üvey anne üzerine anlatılan bir masal ve ebeveynlerin bir bölümü artık öz değil. Yardımcı ders kitabında şiddet içeren bir masal çıkmıştı. Masalları steril hale getirme hakkımız var mıdır? Anlatırken bazı masallarını görmezden mi geleceğiz? Üvey anne masalını siz bir okulda anlatabilir misiniz?

İlknur Aksakdemir: Anlatabilirim çünkü her masalda üvey anne var zaten. Okul öncesi çocuklarına hayvan masalı anlatıyoruz ama çocuk 10 yaşından büyükse kan varsa kanı vereceksin. Televizyona baktığınız zaman gayet daha farklı örnekler görebiliyoruz. Masallarda da kırpma gibi bir durum söz konusu olmamalıdır. Bazı masalları okullarda anlatamazsın ama kadın grubunda, terapi gruplarında, cezaevinde masalları anlatırsın. Üvey annesiz bir masal yok gibi bir şey.

Didem Gürdoğan: Masalları yalınlaştıramayız. Hayat yalın değil. Benim annem üvey anne ile büyüdü ve ben bu masalı yaşadım. Gerçekte kadın şiddeti de eril şiddeti var. Bunu eril, ataerkil betimlemeler ile konuşursak yine sınırlandırmış oluyoruz. İnsanın doğasında iyi de kötü de vardır. Koşulsuz sevgi sadece annede ya da sadece babada dersek bu etiketlemeler ile sınır oluyoruz. Sınırsızlaşmak, şifa olması için masallar anlatılmalıdır.

Şeref Uluocak: Gerçeği yeniden üreten masal yani var olanı olduğu haliyle meşru kılan ki tarihsel süreç içerisinde iktidarlarla uzlaşa uzlaşa gelmiş masaldaki yanlışlığı tekrar tekrar iletmek bir şeyi değiştirir mi? Masal bize şifa olacaksa var olana ilişkin yapı bozulması getirmemeli mi? Zaten uzlaşa uzlaşa gelmiş demek ki iktidarı yeniden üretmektense biraz onu şifalandırmak iktidarı alt üst etmek ile ilgili bir şey. O yüzden masalın belli kısımlarının dönüştürülebileceğini, değiştirilebileceğini  hatta versiyonlarının anlatılacağı fikrine çok sıcak bakıyorum. Çünkü bize normal gelen bir şey bu kadar tartışmadan sonra bazılarımızın için farklı gelebilir. Çünkü o yapı bozumu sağlıyor. Başka bir yerden bakıyor o yüzden hikaye de masal da bence bu şekilde anlatılabilir. Eşitsizliği üretmeyi devam etmekten vazgeçmeyi tercih eden masal anlatıcıları olabilir. Bütün hepsi aynı masalı aynı şekilde anlatacak demek bana göre çok yanlış.  





26 Ekim 2017 Perşembe

ÇKM&a Kasım 2017 etkinlikleri

ÇKM&a Kasım 2017 Etkinlikleri
Devam Eden Süreli Sergi


“Kentten Fotoğraflar Sergisi” (06 Eylül 2017- 10 Ocak 2018)
Kentten Fotoğraflar sergisi ile kenti yalnızca fotoğrafların tanıklığı ile görmek ve izlemek istedik. Serginin paylaşıma açık halde olmasını da dileyerek fotoğrafları sessizleştirdik ve onların yerine sergiyi ziyaret edenlerin sesini duymayı hedefledik. Sergideki fotoğrafları canlandırmak için siz de fotoğrafların size hatırlattığı anıları sergi defterinde facebook sayfamızda ya da Müze blog sayfamızda bizlerle paylaşabilirsiniz...
Sergi, Ahmet Kolkoparan'ın kolaylaştırıcılığında ve Ahmet Kolkoparan, Ayhan Öncü ve İbrahim Aksu’nun özel arşivlerindeki fotoğraf koleksiyonlarının destekleri ile Müze dijital arşivindeki fotoğraflardan yararlanılarak oluşturulmuştur. Sergi, 10 Ocak 2018 tarihine kadar açık kalacak olan sergi Pazartesi hariç her gün 09.00 – 17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.

Kent Sohbetleri


1 Kasım 2017 Çarşamba
 “Arkeoloji Sohbetleri; Maydos Kilisetepe Höyüğü”
Doç. Dr. Göksel Sazcı
Yer: Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi Toplantı Salonu
Saat: 18.30 – 19.30
*Çanakkale Arkeoloji Müzesi Ortaklığı ile










8 Kasım 2017 Çarşamba
“Eski Kent Fotoğrafları Okuma II”
Kolaylaştırıcı Ahmet Kolkoparan
Yer: Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi Toplantı Salonu
Saat: 18.30 – 19.30










15 Kasım 2017 Çarşamba
Kent Üzerine Tartışmalar III
“Çanakkale’de Kentsel Yayılma ve Kırsal Alanlara Etkisi”
Yrd. Doç. Dr. Canan Zehra Çavuş
*ÇOMÜ Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü ortaklığı ile
Yer: Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi Toplantı Salonu
Saat: 18.30 – 19.30








22 Kasım 2017 Çarşamba
“Anılardaki Çanakkale”
Kemal Güngördü
Yer: Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi Toplantı Salonu
Saat: 18.30 – 19.30














29 Kasım 2017 Çarşamba
“Çanakkale’de Derlenen Masallar III”
Derleyen ve Kolaylaştırıcı Ömer Gözükızıl
Yer: Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi Toplantı Salonu
Saat: 18.30 – 19.30








25 Ekim 2017 haber


Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi’nde “Çanakkale’de Derlenen Masallar” etkinlik serisi devam ediyor.

25 Ekim 2017 Çarşamba günü derleyen ve kolaylaştırıcı Ömer Gözükızıl ile Çanakkale’de Derlenen Masallar etkinlik serisinin ikincisi gerçekleştirildi. Etkinlikte okunan masal önceden Müze blog sayfasında yayınlandığı üzere Bayramiç Osmaniye Köyü’nden derlenen bir masal oldu. Blog sayfasında paylaşılan üç masalın da derledikleri yere ve anlatıcıya göre farklılık gösterdiğini söyleyen Ömer Gözükızıl masalın ana kahramanının yamyam olduğunu, fakat anlatıcının cinsiyetine göre yamyamın cinsiyetinin de değiştiğini, masal anlatımlarında çevrenin etkisini böylece gözlemleyebileceklerini dile getirdi. Masalın okunmasının ardından sohbete katılan konukların katkıları ile masal üzerine konuşmalar gerçekleştirildi. Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. A. Zafer Atasoy masal hakkındaki görüşlerini paylaştı. “Kendi çocuklarıma bu masalı anlatmak istemezdim” diyerek masalın korku dolu detaylarının çocuk psikolojisini kötü etkileyebileceğini dile getirdi. Çocuğa verilen değerin altını çizerken yamyam dahi olsa çocuğa karşı sabırla yaklaşıldığına değindi. Masaldaki dini ve yerel motiflerin de varlığının altını çizdi. Psikolojik, sosyolojik açıların yanı sıra sohbete katılan konukların da kendi yaşanmışlıkları etrafında yorumladıkları masalın incelemesinin ardından sohbet, yapılan yorumların çözümlenerek Müze blog sayfasında paylaşılacağının duyurusu ile sona erdi. Sohbet bitiminde Müze koordinatörü Cevat İnce, mesai bitiminin 17.30’a alınması nedeniyle yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi için 18.00 olan sohbet başlangıç saatinin 18.30’a alındığının duyurusunu yaptı. Kasım ayından itibaren sohbet saatlerinin 18.30 – 19.30 olarak değiştirilmiş olduğunun bilgisinin paylaşımı ile konuklar Müzeden ayrıldı.

Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi’nde 1 Kasım 2017 Çarşamba saat 18.30’da Arkeoloji Müzesi ortaklığı ile Doç. Dr. Göksel Sazcı ile “Arkeoloji Sohbetleri; Maydos Kilisetepe Höyüğü” kent sohbeti gerçekleştirilecektir. 







Kentler Anlatılınca Güzeldir sloganı ile çıktığımız bu yolculukta kentimizi anlatmaya ve paylaşmaya devam ediyoruz. Eylül ayından itibare...