Her ayın son Çarşamba etkinliği Masal üzerine sohbetlere ayrılmıştır. Bu sohbetlerde Çanakkale bölgesinde anlatılan masalları derleyen Ömer Gözükızıl’ın derlemeleri etkinlik öncesinde paylaşılacaktır. Etkinlik gününe kadar blogdan yorumlar yapılacaktır. Etkinlik günü Müzemiz toplantı salonunda bu değerlendirmelere herkese açık katılımla devam edilecektir.
Gelibolu - Yüllüce Köyü (02.08.2001)
Kadın, 48, Yüllüce, ilkokul, evli, üç çocuklu
(Ayşecik’le
Fatmeciğ’i anlatıyim.) Bir varmıj, bir yokmuş. Bi Ayşecik’le, Fatmacık varmış. Fatma’nın annesi
ölmüş. Babası -tabi- bekâr kalmış. Başka biriyle evlenmiş. Unun da: Ayşe kızı
varmış. İkisi de yaşıtmışlar kızların. U kadını alıyo.
Tabi bu, istemiyu bunu.
Biraz geçtin mi, istemiyo: Bu kızı at diyo; kıra at. Ellerini kınala da, ateyim
madem diyo babası. (Ne kadar üzülse de, kıra atmağa kalkıyo.) Kınalıyolar ellerini.
Koyuyolar biraz ekmek yanlarına. Gel kızım diyo, biz diyo seninlen, odun
kesmeğe gidelim kıra diyo. Üyle aldatıyo kızı.
Sonra gidiyolar. Sen kızım
diyo, şurularda diyo biraz çiçek topla. Ben diyo, seni alır giderim. Biraz odun
keseyim de, alırım ben seni diyo. U da, urularda çiçek topluyo; iğleniyo.
Çocuk, biraz akşam
karanlığı bastı mı, başlıyo babasını aramağa. Babası da -bi ahlat ağacı
varmış-, ahlat ağacına bi susak asmış. U da -bağlı- rüzgâr estikçe, vururmuş
tın tın. O da, babası oralarda zannedirmiş. Arıyo: Yok! Başlıyu ağlamağa. Tın
tın kabacığım / Beni bırakıp ta giden bubacığım diyo; başlıyo ağlamağa. Büyle
deye deye, çıkıyo yollara.
Yollarda giderke giderke,
bi fırına rastlıyo. Fırıncı diyo: Kızım! Benim fırının küllerini falan temizle.
Sana, bicik sıcak pide vereyim; karnını doyur diyo. Unun dediğini yapıyo:
Küllerini temizliyo; biraz hizmet ediyo. Veriyo bi sıcak pide; gidiyo.
Giderken, yolda kurda
rastlıyo. Kurt diyo: Benim ayağamda tiken var. Ne olur diyo, bu tikeni çıkar.
Sana diyo, bi kuzu vericim diyo. Veriyo. Ayağandan tikeni çıkarıyo. U da, una
bi kuzu veriyo. Gene devam ediyo yoluna; evi bulmak için.
Gidiyo gidiyo: Yolda bi
elma ağacına raslıyo. Elma ağacı diyo: Benim kuru dallarımı temizle de diyo,
sana elma vereyim diyo. Temizliyo unun kuru dallarını. U da, una elma veriyo.
Gene devam ediyo.
Gidiyo gidiyo: Yolda bi
çeşmeye raslıyo. Çeşme diyo: Benim yalaklarımı temizle de diyo, sana buz gibi
su akıdeyim de ij diyo. Unun da yalaklarını temizliyo. U da, urdan suyu içiyo.
Gidiyo.
Giderke, yolda bi kulubeye
raslıyo. (Bi derenin boyunda, bi kulube.) Giriyo içeri, bakıyo: Bi yaşlı bi
nine, içerde oturuyo. Gel kızım içeri diyo; çağarıyo unu. Nerden geldin, nereye
gidiyon? Tabi anlatıyo una u. U da sülüyo.
Undan sona, sabā oluyo.
Gel diyo, seninlen diyo dere boyuna gidelim diyo. Benim diyo -evvel bit varmış insanlarda-, benim
-kızım diyo- başımı bitler misin diyo dere boyunda? Bitlerim nine diyo.
Ninenin başını güzelce ayıklıyo, temizliyo. Yeşil su
akarke diyo dereden diyo, bana seslen diyo nine. (Unun dizine yatmış; başını
ayıklarmış. Görmezmiş unu.) Nine! diyo, yeşil su akıyo diyo. Hemen nine
kalkıyo. Şuraya -giriyo derenin içine- bakıyo. Bi sandık çıkıyo; güzel bi
sandık. Bi de ordan, bi beyaz bi koç alıyo. Bindiriyo kızı: Yolluyo evine.
Tarif ediyo: Şu yoldan, bu yoldan gidersen, evini bulursun diyo. Gidiyo.
(Aradan tabi bi zaman
geçmiş.) ‘Oroz gelmiş kapıya. Başlamış: Gıkgırıgıık demiş. İnci boncuk içinde,
Fatma Ablam geliyo! demiş. Üvey annesi de demiş: Kışt gâvurun ‘orozu seni!
demiş. ‘Ani, yidi Fatma Abla’nı kurtlar kuşlar. Kıjt! demiş, kovalamış. Atmış
ona süpürgeyi; almış içerden. Bunu kovalamış.
‘Adi biraz geçmiş. Bi de
bakmışlar: Gelmiş bi beyaz koçlan, bi sandık. ‘Oş geldin falan tabi. Bunu el
üstünde tutmuşlar u gün. Açıyolar sandığı; bakıyolar. Ne istersen var!
Başlıyo şimdi -diyo-:
Benim kızımı da götür diyo şimdi; beyine. E kınala ellerini de diyo, götürem
diyo. Onu da götüreyim madem diyo. Kınalıyolar ellerini. Çıkıyo yola,
gidiyolar.
Bunu da aynı yere götürüyo,
bırakıyo. Bakıyo u da: Akşam
oluyo. Babasını arıyo; bulamıyo. Başlıyo bu da: Tın tın kabacığım / Beni
bırakıp ta giden bubacığım diyerek, çıkıyo yollara; aramaya.
U da yolda giderken, bi
fırıncıya raslıyo. Fırıncı diyo: Kızım, karnın açtır. Ben… diyo hizmet et; sana
pide vereyim diyo. Ben diyo, ‘izmet edemem diyo. Ne kül temizlerim, ne bi şey
diyo. Benim ellerim kınalı diyo. Temizlemiyo. U da, una ‘iç bi şey vermiyo.
Devam ediyo yoluna.
Giderkene, kurda raslıyo.
Kurt diyo: Benim diyo, ayağama diken battı. U dikeni çıkar da diyo, sana kuzu
vereyim. Benim ellerim kınalı diyo. Ben diyo, diken filan çıkaramam diyo. Gene
gidiyo.
Yollarda giderken, elmaya
raslıyo. Elma diyo: Benim, kuru dallarımı temizle. Sana elma vereyim. Benim
ellerim kınalı diyo. Ben diyo, dal falan temizleyemem diyo.
Giderke gene, çeşmeye
raslıyo. Çeşme diyo: Benim yalaklarımı temizle. Sana, buz gibi su akıdayım.
Sonra, ona da diyo: Benim ellerim kınalı diyo. Ben temizleyemem diyo.
Ondan sonra, gidiyo:
Nineye raslıyo. (Kapat ta azıcık
istersen.) (Kaynak kişi, derleyiciye, ses
kayıt cihazını durdurması için ricada bulunuyor. Ö.G.)
….
Sonra gidiyo, nineye
raslıyo u kız -Ayşe de raslıyo-. Ninele, u gece yatıyolar falan. Una soruyo nine: Nerden gelip,
nereye gidiyon gızım? diyo. U da
anlatıyo. Sabaa oluyo; gidiyolar derenin boyuna. Benim başımı diyo, temizler
misin kızım? diyo una. Bitleri temizler misin? diyo. Temizleyemem diyo. Benim,
ellerim kınalı diyo. Benim ellerim kınalı; temizleyemem diyo. İyi madem diyo.
Oturuyolar orda.
Kırmızı su akarka, seslen
bana diyo kıza. U da bağarıyo: Nine diyo, kırmızı su akıyo diyo. ‘Emen giriyo
nine. Bi sandık çıkarıyo: Bi kara sandık! Bi de kara koça bindiriyo unu;
yolluyo.
Gene eve gidince, ‘oroz
başlıyo gene kapıya: Gıkgırıgıık! diyo. Yılan çıyan içinde diyo, Ayşe Ablam
geliyoo! diyo; ‘oroz ötüyo. Kıjj gâvurun ‘orozu seni! diyo. Fatma Ablan diyo,
inci-boncuk içinde geldi. Benim kızım diyo, yılan-çıyan içinde mi gelcek? Kıjj!
diyo; kovalıyo bunu.
Kız geliyo eve.
İndiriyolar sandığı. Bunlar seviniyolar. Kendi odalarına alıyolar sandığı.
(Öbürkülerin yanında açmıyolar.) Kapıları falan güzel çiviliyolar, kimse
gelmesin deye. Bi açıyolar sandığı: Yılanlar, çiyanlar çıkıyo: Annesinlen kızı,
yiyip bitiriyolar.
(Orda da masal bitiyo.) Öbür kız da, babasınla hep yaşarmış.
***
Merkez İlçe - Özbek Köyü (24.09.2001) /
Kadın, 68, Özbek, ilkokul, evli, üç
çocuklu
Adamın kızı vāmış. Bi hanım alıyo. E onun da kızı
vāmış. Şimdi kadın -beş gün, on gün…- istemiyo adamın kızını. Git, bunu bırak dağlara
diyo.
Ne’apsın adamcağaz da gızı? Yaptırıyo bi -çörek deriz biz- bi maacir çöreğe.
Alıyo yanına. Bi de iğsini alıyo, yapağsını alıyo; gidiyo. Kızım diyo, ben odun
kescem. Sen de diyo burda diyo, bunları diyo işleyekoy diyo.
Ordan duruyo duruyo: Ağşam oluyo. Bubası, bırakmış
kaçmış kızı orda. Bakınıyo, bakınıyo… Ağşam oluyo. Çıkıyo bi ağacın üstüne. Tın
tın kabacıım / Beni buralarda bırakıp giden bubacıım dēmiş. Bi susak. (Eskiden susaklā vāmış; su susakları.) Ona da su doldurmuş bubası. Onu da oraya,
ağaca asmış. Kız, korkudan çıkmış ağacın üstüne. Kendi kendine: Tın tın
kabacıım / Beni buralarda bırakıp giden bubacıım dēmiş.
Öyle derken, ipliğini iğirirken -yapağsını-, iğisi
düşüvēmiş yere. İğisi düşüverince, kız da iniyi arkasından. (Artık: Masal!)
Gidiyolā, gidiyolā, gidiyolā… Yerin, yedi kat -yerin-
dibine. Yedi kat yerin dibine yolda gidēken, bi elma ağacına raslıyolā. Elma
ağacı deyo ki: Kız diyo, nereye gidiyon? diyo. Gidiyom öyle işte; bilmiyom
diyo. Benim diyo kuru dallarımı diyo, temizlesene diyo. Sana diyo, elma veririm
diyo. Temizleyiverem diyo. Temizliyo elmanın dallarını. Gene yörüyo gız.
Gidēken, bi çeşmeye rasgeliyolā. Her yer kurbaa
pisliği olmuş; çeşme batmış. Kız! diyo çeşme. Beni diyo temizleyi vēsene diyo.
Sana diyo, buz gibi su veririm diyo. Temizleyiverem diyo. Temizliyo buz gibi
çeşmeyi. Ordan da geçip gidiyo.
Gidiyolā (Masal
di mi!), bi devin evine geliyolā. Bi koca kapılara geliyolā. Bi devin
evine. Bi de bakıyolā ki: Dev karısı ekmek atıyo. Bi memesini atmış bi omuzuna,
bi memesini atmış bi omuzuna. Ekmek atıyo orda. N’aabıyon? deyo ona. Kimsin
sen? diyo. E işte benim diyo. Ben seni diyo yiyiverirdim ama diyo dev, hadi
diyo, seni diyo şey etmiycem diyo, yimeycem diyo. Hem bak bakam diyo, başımda
diyo bit vā mı? diyo. Kız, bi güzel onun başını bitleyo ne vāsa. Tertemiz
bitleyo -nine…- dev karısının başını. Saklıyo bunu dev, saklıyo.
Geliyo onun dev adamları, çocukları neyse. Âdem eti
kokuyo dēlēmiş; âdem eti! Yok diyo, hiç burda öyle bi şey yok. Yok dēlēmiş;
âdem eti kokuyo burda dēlēmiş. Bi de şeydiyolā: Bak diyo… ama diyo yimezseniz,
bi şey yapmazsanız diyo, şeytcem sizi diyo, göstercem diyo. Böyle böyle bi
kıscaaz gēdi diyo. Tamam diyo çocuk… onlā da; dev yavruları. Neyse, onlān
kardeşleri oluyo onların o artık işte.
Burdan deyo, bi diyo siyah bi su geçicek diyo.
(Kapısının önünden nehir geçiyomuş.) Sakın diyo ona girme diyo. Bi diyo beyaz
su geçicek. Sakın girme diyo. Bi diyo sarı bi su akıcek. Ona gir -diyo- çık
diyo dev karısı.
Kız onlā geçiyo. Oturuyo suyun başına. Sarı su
geçēken, bi giriyo kız. Artık her yanları altın, inci doluyo. (Masal ya bu!) Her yeri doluyo kızın.
Hadi güle güle deyo kıza. Kız, alıp başını ordan çıkıyo.
Gelirken, çeşmeye raslıyo. Çeşme: Gē diyo. Su iç diyo.
Ordan bi de sucağaz içiyo. Ordan geliyo elma ağacına. Elma ağacı diyo: Gē elma
yi diyo. (Her yer elma olmuş.) Elma topluyo ordan.
Geliyo küyün kenarına. Büyüük böyle -nasıl söylesem- bokluklar (Kaynak
kişi, kullandığı bu sözcükten sonra gülümsüyor. Ö.G.) varmış. Onun
üstüne çıkmış horoz: Üürüüü! dēmiş. Altınlı incili ablam geliyo dēmiş. Hadi
pezevengin horozu! demiş karı. Onu, yidi çakallā demiş. Gene horoz ötēmiş:
Üürüüü! Altınlı incili ablam geliyo dēmiş.
Bi de çıkıyolā: Hakketten kız geliyo; gümüş arabalāla.
Böyle arabalāda altınlā yüklü. Öyle
paytonlālan kız geliyo oraya; zenginlemiş. Aman artık o üvey anne, deli oluyo
ona. Hiç sanki o diğilmiş şey’den.
Bi kaç gün oluyo neyse: Benim kızımı da götür.
Başlıyo: Benim kızımı da götür, benim kızımı da götür… Adam n’aapsın? Gene ona
da bi çörek yapıyolā. Ona da iğ veriyo, iplik veriyo. Susağanın suyunu
dolduruyo. Onu da götürüyo ormana. E ben, onu burda bıraktım diyo. Kaçıyo ondan
o da.
Gene ağşam oluyo. Gene o da çıkıyo ağacın üstüne işte.
(Nası yaptın? Böyle yaptım; süylüyo kız.) Gene: Tın tın kabacıım / Beni burda
bırakıp giden bubacıım diyo u da. Gene onun da elinden iğisi düşüyo. (İğ dediğimiz: İplik iğirdiği şey. Böyle
türlü türlü adı vādır unun. Biz, iğ deyveririz.) Gene ordan iniyo, gidiyo.
Elma ağacına raslıyo. Gē kız diyo, benim diyo çıbıklāmı
şeydiver. Sana diyo, geçēken elma veririm. Olur be! diyo. Benim diyo, üstüm
başım yeni diyo. Ellerim kınalı diyo. Ben diyo, çıbık-mıbık ayıkleyemem diyo.
Sen bilirsin diyo.
Çeşmeye geliyo. Gē kız diyo. Benim diyo, temizliyiver
çeşme ahırlarımı diyo. Sana diyo, geçēken buz gibi su veririm diyo. Olur be!
diyo. Temizliyemem ben diyo. Benim ellerim kınalı diyo. (Onu, annesi ellēni
kınalamış, üstünü giydirmiş. Öyle yollamış. Öteki fakir.)
Neyse, gene ordan, gene o devin kapısına geliyolā.
Gene dev ekmek atıyomuş orda. Neyse ona da: Kolay gē… Gē kızım diyo. Bakam
benim başımı bitle diyo ona. Başına bakıyo: Amman! diyo. Bit vā mı başımda?
diyo; öteki kıza soruyo. Aa! Hiç bi şeycik yok diyo. Buna soruyo şimdi
-ikinciye-: Aman diyo, yağ kokuyo kafan diyo. Bit te vā diyo. Temiz dii senin
başın diyo. Tamam diyo; hiç sesini çıkarmıyo.
Sabah oluyo neyse. Neyse ona da çocukları geliyo ama
onlā bi şey demiyolā. Kardeş falan olmuyo onlar. Neyse onu koyuyo bi kenara o.
Sen diyo burdan diyo –gene kapının önünden; burdan diyo- siyah bi su geçecek
diyo. Ona diyo dal, çık diyo. Sarı geçicek. Sakın girme diyo. Beyaz geçicek.
Sakın girme diyo.
Neyse ötekilēne girmiyo. Siyah su geçēken, bi dalıyo
bu. Allahım! Bir sandık yılan. Kız sannediyo ki: Altın, inci dolu içi. Gene onu
da arabaya pindiriyolā.
Gene çeşmeye geliyo: Bana diyo -çok susadım- bi yudum
su verir misin? Veremem diyo. Temizledin mi beni? diyo. Vēmeyo çeşme.
Elma ağacına geliyolā. Elma ağacına diyo: Bi tanecik
elma vēsene diyo. Çok yüreğem yandı diyo. Veremem diyo. Temizledin mi gidēken?
diyo.
Neyse eve geliyo gene; oraya. Gene horoz çıkmış oraya;
avlunun üstüne. Gene: Üürüüü! dēmiş. Bi şey ablam geliyo demiş. (Bak orasını bilemiycem işte. Öyle:
Altınlı, incili diğil. Başka bi şey.) Haa! Git ordan pezevengin horozu
dēmiş. Altınlı, incili ablam geliyo desene dēmiş.
Neyse geliyo eve: Hoş-beş… E diyo, bakam sandıkta ne
vā? diyolā. (Arabaya koymuşlar sandığı.) Açıveriyolā sandığı: Üvey anayı da,
kızı da yılanlā yiyyo.
(Masal da bitip
gidiyo.)
***
Biga - Bezirganlar Köyü (05.09.2001)
Kadın, 78, Bezirganlar, okur-yazar değil, dul
Bir gız varımış. Üvey anası varımış. Anası dimiş: At
dimiş bubasına, götü de bayıra, at dimiş. Götümüş bubası da, bayıra atmış;
gomuş gēmiş. Gız gēmiş sudan, bi de sudan gēmiş: Bubası yok! Tan tan gabacığım
/ Beni goyup ta gaçan bubacığım dimiş gız.
Ağşam olmuş; çakallā
gēmiş. Gız, gabaağacın üstüne çıkmış. Gabaağacın üstünden ağlamış ağlamış: Yok
bubası! Sabā olmuş. Çakallā galkmış gabaağacın dibinden.
Gız gelikene, yolda bi
armıda rast gelmiş. Armıt dimiş hanı: Gızım dimiş, benim gurulāmı
ayıklıyıvēsene dimiş. Sana dimiş, armıt yidiririm dimiş. Olur demiş gız;
ayıklıyivēmiş una.
Ordan beri gēmiş: Bi ālada
rast gelmiş. Ālat dimiş: Benim gurulāmı ayıklıyıvē gızım dimiş. Ayıklıyıvēmiş.
Ālat yidiririm dimiş.
Ordan gēmiş; Bizim harmanın kapısının yanına gēmiş.
Bi nine varımış; bitli nine varımış. Bitli nine dimiş: Benim bitlēmi
ayıklıyıvēsene gızım dimiş. Ayıklıyıvēmiş una da. Gara su geçēkene dimiş, gēsin
geçsin dimiş. Sarı su gelēkene… Ak su geçerkene, bana habar vē dimiş. Ak su
geçiyo nine dimiş. Gızı almış da, soku sokuvāmış, soku sokuvāmış suya. Altınlā,
incilē, gızda dolagalmış.
Hindi geliyomuş gız eve
gayi. Horoz ötüyomuş: Gıygıı, gıygıı! diyomuş. Altınlı, incili ablam geliyo diyomuş.
U üvey anası diyomuş kuna una: Sus diyomuş, öldü u diyomuş. Ordan, bi de gız
gēmiş: Altınlı, incili!
Unun da gızı varımış.
Çabuk dimiş adama, bunu da götü dimiş. Adam, unu da almış, götümüş. Kınaları
filan yakmışlā. Onu da götümüş adam. Bi de gız gitmiş uruyı. Adam unu gomuş,
gene gitmiş.
Goyvarınca gadā, ağşam
olmuş. Gız ağlıyomuş: Buba, beni neri godun? Tan tan gabacığım! Neri godun beni
buba?
Çakallā gēmiş gene. Unu yiyememişlē gabaağacın
üstünde.
Sabā inmiş gız; geliyomuş.
(Gız, kınalı filan ya.) Rast gēmiş gene armıda. Armıt dimiş: Gızım, benim
gurulāmı ayıklıyıvēsen a dimiş. Ayıklıyemem; kınalām solā dimiş. Hadi! İlerde
bulursun mevlanı dimiş.
Beri gelmiş ālada. Ālat
da, öyle dimiş una. Ālat öyle diyiverince gadā, gız dimiş una: Benim kınalām
solā dimiş. Ben dimiş, gatiyyen ayıklıyivēmem dimiş.
Yine bizim harmanın kapısının yanına gēmiş. Bitli nine, orda oturup
duruyomuş. Gızım! Benim bitlēmi ayıklıyivēsen a dimiş. Ayıkliyemem dimiş;
kınalām solā dimiş. Hinci dimiş, ak su gēsin, geçsin dimiş. Gara su geçerkene,
bana habar vē dimiş. Gızı soku sokuvāmış şeye -gara suya-, soku sokuvāmış. Gız u zaman
-u- şiy itmiş: Köpek şiyleri sallanagalmış gızda. Heh!
Niyse gēmiş gay… Hinci
geliyomuş eve. Horoz ötüyomuş: Gıygıı gıygıı! diyomuş. Köpek .aşaklı, köpek
.üklü ablam geliyo diyomuş. Sus diyomuş anası. Altınlı, incilli disen a
diyomuş. Ay bi de gēmiş gız: Öyle şiy, zebil-ziyan. De gayi şiy itmiş.
Ömer Gözükızıl notu:
Değerli arkadaşlar, nicelik olarak arzu ettiğimiz katılımı sağlamakta zorlansak da, nitelik olarak toplantılarımızın, farklı disiplinlerden gelen katılımcılarımızın katkıları ile ufuk açıcı olduğunu söylemeliyim. Söyleyecek sözü olan ve bunu dillendiren tüm katılımcı arkadaşlarımıza kendi adıma teşekkür ediyorum. Arkadaşların her birinin farklı fikirlerini bizlerle paylaşma lûtfunda bulunmaları, meseleye/anlatıya ait farklı değerlendirmeleri öğrenmemizi sağlıyor; sağ olsunlar.
Toplantıya katılamayanlar için, bu masal özelindeki bazı bilgileri sırası ile paylaşacağım.
1- Bu anlatı Çanakkale sınırları içinde, benzeş ve bağlıları ile birlikte, toplam 78 kez derlendi. Anlatıcıların 54’ü kadın, 24’ü ise erkektir. (Bu anlatı özelinde görüldüğü gibi bu anlatı çoğunlukla kadınlarda derlenmiştir.)
2- Anlatı, iki ana benzeş üzerinde yoğunlaşmaktadır. Benzeşlerden birinde: Fırın, ağaç, su üçlemesi yer almamasına rağmen, en çok dolaşımda olanıdır. Ki anlatıcıların hemen tamamı, üçlemeyi unutkanlık nedeniyle aktarmazlık etmemişlerdir. Onlar anlatıyı, o biçimde duydukları için öyle anlatmışlardır. Çoğunluk benzeşi 25 kez kadınlardan, 13 kez ise erkeklerden derlenmiştir. Coğrafi dağılımı ise şöyledir: Ayvacık (9 kez), Çan (/ kez), Yenice (6 kez), Merkez İlçe (5 kez), Lapseki (4 kez), Ezine (2 kez), Bozcaada, Gökçeada, Gelibolu, Biga, Bayramiç’te ise birer kez derlenmiştir.
3- Fırın, ağaç, su üçlemesi olan azınlık benzeşi ise: Yenice’de (5 kez), Çan’da (4 kez), Biga ve Gelibolu’da (3’er kez), Merkez İlçe, Ayvacık ve Lapseki’de (2’şer kez), Ezine’de ise bir kez olmak üzere, toplamda 22 kez derlenmiştir. Bu 22 benzeşi sunanların 16’sı kadın, 6’sı ise erkektir. (Olağan olmayan bir durumu da sizlerle paylaşayım isterim. Bu benzeşi sunan 6 erkeğin üçü yüksekokul, biri ise lise mezunudur. Sonuç olarak bu benzeşi sunan erkek anlatıcıların örgün eğitimde geçirdikleri süre, genel erkek ortalamasının çok üzerindedir.) (Ayrıca sayısal veriler, bize bir konuda daha fikir yürütmemize yardımcı olmaktadır. Göreceğiniz gibi çoğunluk benzeşinde anlatı en çok Ayvacık İlçesi’nde (9 kez) derlenmişken, buna karşılık azınlık benzeşinin en az derlenebildiği ilçelerden biri de (2 kez) yine Ayvacık olmuştur. Diyebiliriz ki: Bir anlatının benzeşleri, aynı yerleşimde her zaman birbirlerine yakın oranlarda bilinemeyebilir. Bir benzeş diğer benzeşin varlığını sınırlandırabilir yada onun anlatılmasını gereksiz kılabilir.
4- Bağlı benzeşleri ise yedi ayrı grup halinde toplayabiliriz. Bunlardan (a) bağlısı: Merkez İlçe, Eceabat, Lapseki ve Çan ilçelerinde, toplam dört kez derlenmiştir. Anlatıcıların tamamı kadındır. (b) bağlısı: Ayvacık, Yenice, Çan’da birer kez, Lapseki ve Eceabat’ta ikişer kez olmak üzere, toplamda yedi kez derlenmiştir. Bu benzeşi anlatanların dördü kadın, üçü ise erkektir. (c) bağlısı iki kez Çan’da, bir kez de Yenice’de derlenmiştir. Söyleyicilerin üçü de kadındır. (d) bağlısı Yenice’de bir erkekten, (e) bağlısı Ezine’de kadından, (f) bağlısı Çan’da erkekten ve (g) bağlısı ise Bayramiç’te kadından derlenmiştir.
5- Sayılarda tasarruf yapmak için kadın erkek ayrımına gitmeden, anlatının derlendiği yaş gruplarında ortaya çıkan dağılım ise şu şekildedir.
70-79 yaş: 20 kez
60-69 yaş: 18 kez
50-59 yaş: 14 kez
40-49 yaş: 9 kez
80-89 yaş: 5 kez
15-19 yaş: 5 kez
30-39 yaş: 4 kez
20-29 yaş: 3 kez
Tabloyu anlamlandırmaya çalıştığımızda, iki noktayı dikkatinize sunmam gerekebilir diye düşünüyorum. Bunlardan birincisi: Yaş ortalaması yükseldikçe, anlatının bilinirliği artmaktadır. (Bunun istisnasını 80-89 yaş grubu oluşturmaktadır. Ancak o yaş grubu nüfusunun ülke nüfus ortalaması içinde oluşturduğu paydan yine de yüksek olduğunu söyleyebiliriz.) İkinci olarak da, derleyicinin yaşı ve cinsiyetinin, bazı yaş gruplarında avantaj sağlarken -en azından sorun teşkil etmezken- kendi yaş grubunda yada yakın yaş gruplarındaki karşı cinsten kaynak kişilerle bağlantı kurmasında engelleyici bir durum ortaya çıkarabilir. Selamlar.
29 Kasım 2017 tarihinde gerçekleştirilen sohbette masalla ilgili yapılan yorumlar ...
Masalın dinlenmesinin ardından
29 Kasım 2017 tarihinde gerçekleştirilen sohbette masalla ilgili yapılan yorumlar ...
Masalın dinlenmesinin ardından
Ömer Gözükızıl: Dikkat ederseniz masal, iki çocukla başladı ama
suya batırılma sahnesinden sonra tek çocukla devam etti. Ana akımda da tek
çocuk vardı. Anlatı içinde diğer çocuk bir işe yaramayacağı düşünülerek onu
kendiliğinden düşürmüş oldu. Biga’dan derlenen metinde de cinsel organ ismi
rahatlıkla geçiyordu. Daha önce konuştuğumuz gibi köy topluluklarında küfür,
cinsel obje isminin zikredilmesi konusunda bizim kadar tutuculuk görmüyoruz. Masal anlatırken ilk kez böyle bir şey
söyleyeceği zaman sıkılganlık gösterse de sonrasında daha da rahatladığını
görebiliyoruz. Derleyici ile masal anlatıcısının yaşları birbirine yakın
olmasaydı daha rahat davranacaktı. Masal hakkında söyleyecek daha fazla şey
bulabilirim ama sizler neler söyleyebilirsiniz, sözü size bırakıyorum.
Mustafa Önder: Çan’ın Karadağ köyünde doğdum. Dedelerim Rumeli’den
göç etmişler. Ben de aynı masalı dinledim. Bizde anlatılan masalda da tek çocuk
var. “dan dan kabacığım, beni dağlarda bırakan babacığım”. Diye tekrar ediyor.
Hatırladığım kadarıyla sonrasında yolda çeşmeye rastlıyor, yosunlarını
temizliyor. Fırına rastlıyor, onun küllerini temizliyor. Sonunda ise çok yaşlı
bir kadına rastlıyor. Kadın; “benim bitlerimi temizleyiver.” Diyor. Sonra kara
su, sarı su hikayesi geçiyor. “Kara su geçerken beni uyandır.” Diyor,
uyandırıyor. Bazı versiyonlarında at figürü de var. Sarı su geçerken giriyor,
altınlarla çıkıyor. Bizde kız için Fatma ismi geçerken bazı anlatımlarda da
isim geçmiyor. Kendi çocuğunu gönderdiğinde de tam tersi bir durum oluyor,
gayet çirkin bir şekilde çıkıyor sudan. Benim köyümde anlatılan versiyonda
böyle bir durum vardı.
Ömer Gözükızıl: Teşekkür ederiz.
Şeref Uluocak: Muhtemelen büyü ritüeli var. Büyü de emekle ilintili
bir şey. Emek verilmediği takdirde beklenen şeyin olamayacağına dair bir mesaj
verdi.
Zafer Atasoy: Masaldaki birçok tema evrensel masallarda da var.
Yola ekmek bırakılması, üvey anne, kötülük yapanın kötülükle cezalandırılacağı
gibi motiflerin evrensel masallarla ortaklıkları olduğunu görüyoruz. Çanakkale
ağzıyla anlatılmış bir Avrupa masalı gibi algıladım. Çocuklara yansıttığınız
korkutma ve korkutmanın altında da bir eğitim amacı güdüldüğü için kötü olan
kötülük getireceği, iyiliğin ise herkese iyilikler getireceği gibi mesajlar, bir
eğitim aracı olarak masalda kullanılmaya çalışılmış. Daha önce de bahsettiğimiz gibi cinsel
temaların kullanılması köy ortamında çok sıradan bir şey. Biz kent ortamında
aklımızdan geçse bile ifade etmekten çekiniyoruz.
Elif Kanca: Üvey anne ile temsil edilen bir kötülük var ortada.
Çocukların evden değil hatta topluluktan uzaklaştırılması isteniyor. Bu,
topluluk, bir sonraki kuşağından vazgeçti demek. Çocukluktan çıktıktan sonra
kültürlerin taşıyıcısı olduklarını gösteren üç sınavdan geçiyor. Bitki bakımı,
kuru yerlerini temizleme detayı var. Ağaç, “sana meyve vermemin koşulu bana
bakman” diyor. İkincisi su, suyun
temizlenmesi, yaşamın kaynağı rol alıyor. Üçüncüsünde ise bir önceki kuşak ile
ilişkilerini görüyoruz, cadı kadın figürü ile ana tanrıça ile ilişkilerini
kuruyorlar. İlişkinin son aşamasında su üzerinden bir sınav daha gerçekleşiyor.
Kozmolojik anlatılarda dünyanın su üzerinde olmasına dair inanış vardır. Suyun
üzerinden dünya başlar. Suya batırılıp çıkarılma ile olduğu halden başka bir
hale geçiliyor. İlk giden çocuk, kendi topluluğunun devamını sağlayacak olan,
altınla ödüllendirilerek köyüne geri dönüyor. İkinci çocuk aynı sınava tabi
tutulsa da sınavı geçemiyor. Sonucunda alnına erkek cinsel organı
yapıştırılarak cezalandırılıyor. Bu, bize masalın kadın üzerinden olduğunu
gösteriyor. Cinsiyetinin özelliğini taşımayı bırakın başka bir cinsiyeti
aşağılanmış bir şekilde alnında taşıyor ve kapatmaya çalıştığında da
engelleniyor. 3 kadın üzerinden kadının rollerini, beklentilerini ve
görevlerini anlatıyor.
“Tık Tık kabak” sözcüğünün bir tür
uyarıcı olması da bana ilginç geldi. “Görevlerini
yerine getirmezsen seni topluluktan çıkaracağız.” Bu uyarı ile başına gelecek
olan bu mesajı veriliyor. Bu, sözlü kültür içinde çok güçlü bir kod olduğu için
bunu duyan her çocuk için tam da korumakla yükümlü olan anne ve babasının onu
terk edebileceği bir durumun da var olduğu duygusu bir tür sopa olarak
gösteriliyor.
Üveylik annenin anne olamamış
hali gibi. Masallarda üvey anne ve babanın çok iyi olduğu masallarda var
özellikle tanrısal masallarda bunu görebiliyoruz. Üveylik burada annenin yetersizliği üzerinden
vurgulanmış çünkü kendi kızı da sınavları geçemedi.
Ömer Gözükızıl: Doğum anında gönderilen ve tanrısal masallarda üvey
algısı yok. Bir kadın ve bir erkeğin bulunmuş çocuğu oluyor ve üvey muamelesi
görmüyor. Çocuk, sonrasında annesini, babasını bulduğunda da onlar
ödüllendirilerek hikayeden çıkartılıyorlar. Bazı hikayelerde sonradan edinilmiş
çocuklara karşı iyi davranışlar söz konusu. Bir belgeselde gördüğüm kadarıyla
aslanların çiftleştikleri dişinin önceden doğmuş ama büyümemiş yavrularını
öldürmek gibi bir tabiatı var. DNA olarak kendisinden olmayan bir canlıyı kabul
etmemek gibi geçmişten kalmış bir alışkanlık mı var?
Şeref Uluocak: Doğa ile bir eşleşme değil doğadan farklı olarak
kültürün devamlılığını sağlama noktasında gösterdiği başarıya ilişkilenmiş.
Onun üvey kalmasının sebebi zaten orada yatıyor. Üvey annenin ağaca, fırına,
suya gösterilen özenin, kendisine, teslim edilene de edene de göstermesi
gerekiyordu. Üvey annenin çocukları da bu nedenle başarısız oldu. Burada doğa
ile eşitleme değil doğadan farklılaşma ve o kültürü devam ettirme gibi bir
kaygı var.
Ömer Gözükızıl: Bu masalın bir kolu fırın, ağaç, su üçlemesini
yapmadan biter. Çanakkale sahasında en fazla derlediğimiz masal da o. O
masallarda çocuk kabak asılıp evden gönderildiğinde doğrudan nineye gidiyor.
Oradaki görevi ninenin başındaki bitleri ayıklamak, adamın kızı ayıklarken
kadının kızı ayıklamaz ve cezalandırma da ondan sonra ortaya çıkar. Bu masalı
bu şekilde 38 kez derledim. Diğeri daha az bulunuyor. Sihirli motiflerin dahil
olduğu anlatılarda var onları varyantlara dahil ettim çünkü bakış aynı. Bu soy
masallar 7-8 farklı varyantta toplanmış durumda. Bu masalların anlatıcılarının
genellikle kadınlar olduğunu da gözlemledim. Acaba fiziksel güce dayalı
anlatıları erkeklerin anlatma oranı daha mı fazladır? Ailenin içine ya da dışa
çıkmayan anlatılarda kadınların anlatım sıklığı daha mı fazladır?
İsmail Tümay: Çocuklara ne verdiğine ilişkin bir sürü şey söylendi.
Büyüklere de “üvey olan kötüdür”, “üvey olan genellikle kadındır”, düşüncesini
mi veriyor? Bundan yola çıkarak da aile kutsanması mı yapıyor? Çocuğunuzun iyi
olmasını istiyorsanız evliliği devam ettirin türü bir mesaj mı var?
Şeref Uluocak: Üvey olmak değil ama üvey olmanın gerektirdiği
şeyleri yapmamak kötü olduğu konusunda bence mesaj veriyor. Pozitif yönde bir çağrı yapılıyor. Bana
kalırsa masal ataerkil bir masal. Bahsedilen ve uyulması gereken kültür
ataerkil bir kültür yoksa kadını o şekilde cezalandırmazdı.
Serkan Kazlıoğulları: Bütün masalı kadınlar üzerinden anlatsa da
cezalandırıcı erkek olduğu için bence de ataerkil bir masal. Eski Türklerdeki
ağaç, ocak ya da su kültü daha çok anaerkil dönemde oluştu. Oradan geldikten
sonra Anadolu’ya geldi. Daha sonrasında İslamiyet
ile beraber değişip biraz daha varyantlaştığını düşünürsek anaerkillikten
ataerkilliğe geçtikten sonra kadını daha kötü göstermek için kadını
cezalandırarak ataerkil bir masal olarak var olduğunu düşünüyorum.
Mustafa Önder: Olayın kahramanları kadın ve kız çocukları, baba
pasif bir rolde, bu masalın anlatıcıları da genel olarak kadın, bana göre
masalın çıkış yeri kadın. İçinde üvey anneliğin kötü olduğuna dair bir rekabet
var. Bu, bana kalırsa bir kadın masalı ve kadınlar arasında bir rekabeti konu
alıyor.
İlknur Aksakdemir: Masala başlandığı zaman hepimizin aklına Hansel
ile Gretel geldi. masal çok evrensel bir şey. Çanakkale’nin köyündeki bir teyze
bize özgü bir Hansel Gretel anlatıyor. Masalda tek bir kadın var. Kadın çocuk
doğurmadan önce normal bir genç kız ne zaman ki çocuk doğuruyor başka bir kadın
oluyor. Anne çok kutsal ve anne her zaman fedakarlık etmeli algısı var. Annelerin
içinde de kıskançlık, iyilik yaparken kötülük yapma gibi durumlarda olabilir.
Burada da üveylik kavramının tamamen
duygular üzerinden çıktığını düşünüyorum. Çocuklarda da sürekli bir mücadele
söz konusu. Bana biraz Grimm masallarının izlenimini verdi. Genelde tüm
masallarda 3 aşama vardır. Bu masalda da güzel bir şekilde kullanılmış. Eril ve
dişil olarak baktığımız zaman masal eril gibi gözükse de dişil bir masal diye
düşünüyorum. Hepimiz üvey anneye odaklandık ama bence tek bir anne var.
Diğerleri de hepimizin içindeki kötüler, iyiler karmaşasından ibaret.
Mustafa Önder: Sonraki kızın cezalandırılmasında da erkeklik olarak
cezalandırıyor bence bu çok önemli bir şey.
Ömer Gözükızıl: Şeref Bey, başlangıçta kurduğunuz cümleleri biraz
daha açar mısınız ?
Şeref Uluocak: Ben burada kültüre üveylik olduğunu düşünüyorum. O
kültürün de ataerkil bir kültür olduğunu düşünüyorum. Cezalandırılma,
kadınların kendi arasındaki rekabet, kadının görevlerinin ne olduğu, kadının
üvey çocuk bile olduğunda onu bir anne gibi sarmasının sosyal güvenlik gereği
şart olduğu, devletin değil kadınların kapatmaları gereken kadınlık rolü
üstlendiğini hep ataerkil kültür ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu masalda da
benzer bir şey söz konusu. Kadına yüklenen şeyler kadınlar arasındaki rekabet,
kadının eve gelen çocuğu benimsememesi, onları cezalandırması, mevcut kültürel
doku içerisindeki yapıyı bozan şeyler. O yüzden hiçbir erkeğin bir daha ona
bakmayacağı bir şekilde cezalandırıldığını düşünüyorum. Bütün gidişat anaerkil
bir kültür içerisindeki kadınlık rolleri ile değil ataerkil bir kültürün
kadından bekledikleri üzerine kurulmuş.
Güneşin Aydemir: Görünen dünyadaki erkek ve kadın ilişkileri,
hiyerarşisinden ziyade eril dişil diyebileceğimiz, eril özellikler ile dişil
özelliklere de bir vurgu yapılıyor gibi geldi bana. Çocukların tabi tutulduğu
sınavlar, ağaç budaması, çeşmenin temizliği vs. bunların hepsi bakım konusu.
Bakmak ile alakalı olarak daha dişil özellikler bunlar. Bu bir erkeğin içinde
de olabilir. Masal, bakma özelliğinin dişilikle alakası olduğunu söyledi. Üvey
kelimesi bence de anti dişi özellik olarak kullanılmış. Çocukların bakımını red
ediyor. Maddi bir karşılık bekliyor. Masalda zaten bir şeyin bedelini ödemezsen
karşılığını alamazsın gibi bir şey var.
Masalda çocukları suya sokup
çıkardıklarında suyun rengi olduğunu görüyoruz. Beyaz, siyah ve sarı olmak
üzere farklı su renkleri var. Hopi Kızılderileri’nin yaratılış efsanesi vardır.
Örümcek kadın, yeryüzünde canlılığı başlatır. İnsanı yaratır. Bunun içinde
farklı renklerde siyah, beyaz, sarı ve turuncu renkte toprak alır. İnsanları
ondan yaratır. Renklerin böyle bir şey ile bağlantısı olabilir mi diye düşünüyorum.
Hint kültüründe de kullanılan çakra diye tabir edilen bedendeki enerji
merkezleri, sarı, “solar plexus” denilen bir merkezin rengidir. O da kalp
çakrasının hemen altındaki çakradır. Hint felsefesi şöyle anlatır; “bizim yedi
tane çakramız var, çakralarımızın üçü yer yüzü ile bağlantılı, üçü gökyüzü,
ortadaki ise ikisinin arasında kalıyor.” Aslında bizim maddi dünya ile olan
ilişkimizi o çakra belirliyor, rengi de sarı. Oradan yola çıkarak altınla
çıkıyor olması ve masalların içinde altın, yeryüzündeki maddi şeylere kıymet
verme duygusunu da harekete geçiren bir sembol. Acaba sarı diyerek dünya ile
olan ilişkimizi mi dile getiriyor diye düşünüyorum.
Bir de Hansel ile Gretel masal
değil gerçek bir olaydır, ekmek kırıntısı motifi de çok sık rastlanan bir motiftir.
Salih Yağız: Masalcılık radyo ve televizyonlar yokken çok daha
yoğunmuş. Teknoloji geldikten sonra ilgi azaldı. Siz derlemeci olarak köylere
gidip derleme yapıyorsunuz, ilk başlarda bu size bir yük gibi mi geldi, yük
gibi geldiyse ne zaman tat almaya başladınız?
Ömer Gözükızıl: Genel olarak masallarla ile ilgili gönderme
yaparken bir yerde bir anlatıyı dinlemişsem yeryüzünde alakası olmayan bir
yerde o anlatının benzeri bazen de aynı anlatıyı bulma imkanınız var.
Avrupalılar daha önce toplamaya başlamış olabilirler ama bu işle ilgilenen
insanlar bilir ki Avrupalılar dünkü çocuktur. Önceki toplantıdaki anlatının
benzeri olarak Dede Korkut’tan örnek verip başka anlatılarda karşımıza
çıkacaktır demiştim akşamında da Muteber Yüğnük bir makale gönderdi ve onlarca
anlatı karşımıza çıktı. Mümkündür ki çok kapalı topluluklarda olan anlatıları bile
başka bir halkta bulabileceğiz.
Kahvaltı hazırlanana kadar
babamızın kucağında masal dinleyen son kuşağız. Ben mesleğimi “masal dinliyorum
devlet bana para veriyor” diye tanımlıyorum. Ben şanslıyım, eğitimini aldım ve
eğitimini alıp işe girdiğim işi de çok seviyorum ama aynı anlatıyı 100 kez
dinlemek dayanılır şey değil.
Muteber Yüğnük: Masalları daha öncesinde okudum ve sonrasında
internette “tın tın kabacık” masalını araştırdım ve çok fazla örnekle
karşılaştım. “tın tın kabacık, beni aldatan babacık” kısmı çok dikkatimi çekti.
Anneden çok baba meselesi varyantları ile o kadar çok ki, hep kandıran bir baba
imgesi var. Anaerkil süreç mi ataerkil süreç mi hangi süreçte başladıysa bu
anlatılar muhtemelen birbirini takip ederek geldi ama bir yerde aldatan babaya
hatta enseste doğru gidiyor bazı varyantlar. Hatta bir varyantta üvey anne
gelmiyor, baba kızına teklif ediyor. Kafamda bir sürü soru var, hangi yerinden
nasıl baksak da anlasak diye düşündüm.
Zafer Atasoy: Günümüzde çocuklara masal anlatılmıyor. Masalı
anlatmayı elektronik ortamlar yapıyor. Bu vesile ile bunun çocuklar adına çok
tehlikeli olduğunu söylemek istiyorum. Aile içerisinde anlatılan masalda ailenin
hangi bireyi anlatırsa anlatsın çocuğa keyif ve zevkle yaklaşan birisi olması
lazım. Sözel olarak anlatılan masal çok koruyucudur. Günümüzde ise hangi
rejisörün hangi yapımcının çocuklarımıza neyi nasıl anlattığı konusunda
sıkıntılarım var. Bunun tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Lütfen çocuklarla
birlikte televizyon seyredin, hatta üstüne yorumlayın.
Ömer Gözükızıl: Geçmiş yıllarda topluluk içerisinde herkes
birbirini tanıdığı için sorun değildi ama şimdilerde masal anlatılacağı zaman
durup düşünmeniz gerekiyor. Üvey anne üzerine anlatılan bir masal ve
ebeveynlerin bir bölümü artık öz değil. Yardımcı ders kitabında şiddet içeren
bir masal çıkmıştı. Masalları steril hale getirme hakkımız var mıdır?
Anlatırken bazı masallarını görmezden mi geleceğiz? Üvey anne masalını siz bir
okulda anlatabilir misiniz?
İlknur Aksakdemir: Anlatabilirim çünkü her masalda üvey anne var zaten.
Okul öncesi çocuklarına hayvan masalı anlatıyoruz ama çocuk 10 yaşından büyükse
kan varsa kanı vereceksin. Televizyona baktığınız zaman gayet daha farklı
örnekler görebiliyoruz. Masallarda da kırpma gibi bir durum söz konusu
olmamalıdır. Bazı masalları okullarda anlatamazsın ama kadın grubunda, terapi
gruplarında, cezaevinde masalları anlatırsın. Üvey annesiz bir masal yok gibi
bir şey.
Didem Gürdoğan: Masalları yalınlaştıramayız. Hayat yalın değil.
Benim annem üvey anne ile büyüdü ve ben bu masalı yaşadım. Gerçekte kadın
şiddeti de eril şiddeti var. Bunu eril, ataerkil betimlemeler ile konuşursak
yine sınırlandırmış oluyoruz. İnsanın doğasında iyi de kötü de vardır. Koşulsuz
sevgi sadece annede ya da sadece babada dersek bu etiketlemeler ile sınır oluyoruz.
Sınırsızlaşmak, şifa olması için masallar anlatılmalıdır.
Şeref Uluocak: Gerçeği yeniden üreten masal yani var olanı olduğu
haliyle meşru kılan ki tarihsel süreç içerisinde iktidarlarla uzlaşa uzlaşa
gelmiş masaldaki yanlışlığı tekrar tekrar iletmek bir şeyi değiştirir mi? Masal
bize şifa olacaksa var olana ilişkin yapı bozulması getirmemeli mi? Zaten
uzlaşa uzlaşa gelmiş demek ki iktidarı yeniden üretmektense biraz onu
şifalandırmak iktidarı alt üst etmek ile ilgili bir şey. O yüzden masalın belli
kısımlarının dönüştürülebileceğini, değiştirilebileceğini hatta versiyonlarının anlatılacağı fikrine
çok sıcak bakıyorum. Çünkü bize normal gelen bir şey bu kadar tartışmadan sonra
bazılarımızın için farklı gelebilir. Çünkü o yapı bozumu sağlıyor. Başka bir
yerden bakıyor o yüzden hikaye de masal da bence bu şekilde anlatılabilir. Eşitsizliği
üretmeyi devam etmekten vazgeçmeyi tercih eden masal anlatıcıları olabilir.
Bütün hepsi aynı masalı aynı şekilde anlatacak demek bana göre çok yanlış.