İlk iki fotoğraf
üzerine yorumlar:
Ahmet Kolkoparan: Üstteki fotoğraf 1890’lı yıllar alttaki ise 1920’li
yıllardan kalma. İki fotoğraf arasında binalar açısından çok büyük fark var.
Hektor İsmet Öktem: "B"
ile işaretli binanın yanında bir bina daha vardı ya o uzun süre, Akfa Fabrikası
varken bile duruyordu. O ara küçük bir girintiydi, birdönem orasını polis
karakolu yaptılar. Orası devletindi ama sonradan maliyeye verdiler. "A"
ile işaretlenen yer hala duruyor. İtalyan Konsolosu olan bina yerini hala
görebiliriz. Şu anda orada Deniz apartmanı var." L", kırmızı mağaza
denilen yerdi. Küçükken Kırmızı Mağaza derlerdi. "B" olan yerde
konsolos oturuyordu. "E"den sonrası boşluk.
Ahmet Kolkoparan: Kırmızı ile çizmiş olduğum
yerde muhtemelen suni bir dolgu oluşturulmuş sandal çekilebilmesi için. Tepede
görülen bina ise şu anda kalıntıları olan Hastane Binasıdır.Yukarıdaki
fotoğrafta Ülgür Gökhan’ın evi şu anda
fotoğraflarda gözükmüyor. Üstteki fotoğrafın tarihi 1892- 1894 olarak
adlandırılmış. 92 yılında Servet-i
Fünun’da yayınlanmış ama fotoğrafın çekim tarihi daha eski olabilir.
İkinci fotoğraf
yorumları:
Ahmet Kolkoparan: Alışılagelmişin
dışında bir Saat Kulesi fotoğrafı üzerinde şapkası yok.
Hektor İsmet Öktem: Arabanın
modelinden bakarsak 50’li yıllar gibi gözüküyor. Şu anda Hayal Kahvesi olan
yerde Bahri Denizleri hatırlıyorum. İntihar etti şimdi kızı ve torunu sağ. Onun
yanında hala daha oturuyorlar ama isimlerini hatırlayamıyorum.
Hasan Temel Turhanlı:
Bu form benim zihnimde var. Üç kişi gördüğünüz yerde Sümerbank açılmıştı.
Onlara gelmeden önce ise Eczacı Rıfat Efendi’nin eczanesiydi. Tam onun
karşısında Çan saatinin arkasında görmüş olduğunuz sol taraftaki evin altında
Musevi bir aile oturuyordu, şizofren bir ağabeyleri vardı. Çocukluğumuzda
önemli bir figürdü.
Hektor İsmet Öktem:
Heinley diye yazan binada Naci Dura’nın annesi Nazire Hanımdı.
Ahmet Kolkopran:
Oradaki Naci Dura’nın arabası mı?
Hektor İsmet Öktem:
Oradaki Naci Dura’nın arabası değildi. Doc (Dodge) markası vardı, onlar
akrabamızdı oradan hatırlıyorum.
Ahmet Kolkoparan:
Peki Saat Kulesi’nin şapkasının böyle olmasının nedeni hakkında bir bilgi var
mı?
Hektor İsmet Öktem:
Ben onun zelzelede yıkıldığını düşünüyorum. Bu halini hatırlamıyorum. 1953
senesindeki Yenice depreminden söz ediyorum.
Cevat İnce:
Yatırlı fotoğraf peki o yatır ne zaman kalktı?
Yatırlı Saat Kulesi
fotoğrafı yorumu
Ahmet Kolkoparan:
Yatırın tarihi verilmişti daha önceki paylaşımlarda ama şu anda
hatırlayamıyorum. 1912 senesinden öncesine ait bir fotoğraf o yatırlı fotoğraf
ve minarede var.
Hektor İsmet Öktem:
Bahri Denizlerin evi hala daha orada duruyor. Şimdi yandaki bina yıkıldı orası
kebapçı oldu. Hasan Gazozu yanındaki şık pencereli olan yerdi. Onun yanında da
Mustafa Cumhur Ersümer’in babasının bakkal dükkanı vardı. İskele Meydanına
çıkışın kapalı olduğu dönemi hatırlamıyorum. Köşede Faik amca vardı Seçkin
Bombarşe.
Ahmet Kolkoparan: Saat
Kulesi’nin 4 tane farklı görüntüsü var elimizde. Hepsi birbirinden farklı.
Yatırlı olan fotoğrafta dikkati çeken arkadaki caminin bu kadar görkemli olması
dikkati çekiyor. Okullar Pazarı’nın bir yanı şu an ganyan bayi olarak
kullanılan yerin orada ihtişamlı bir cami dikkat çekiyor.
Öndeki çocuklu
fotoğraf:
Ahmet Kolkoparan:
İşgal dönemine ait bir fotoğraf. Saat Kulesi’nin çorbacı tarafından çekilmiş
bir fotoğrafı. Gayri müslim çocuklar.
Bu da bir Rum kaynağından bulduğum bir fotoğraf, yıkıntılar
ve tepesinin olmaması da dikkat çekici.
Cevat İnce:
Deprem sonrası değişim fotoğrafı gibi kat ilavesinin sonrasındaki fotoğrafa
benziyor.
Ahmet Kolkoparan:
Sümerbank’ın olduğu yer yine boş.
Yeşilbaş Türbesinin 30’lu yıllar gibi
hatırlıyorum.
Alaattin Saraç:
Bakın orada bir bina var ya onunla ilgili benim küçük bir hatıram var. Kırım
savaşında ölenler için bazı aileler oraya gelmişlerdi. 1978 senesinde geldiler.
Kaldıkları oteli aradık, çok üzüldüler, "geldiğimiz zaman Saat Kulesi’nin
karşısında bir otelde kalmıştık" demişlerdi. Bugünkü Ganyan bayinin olduğu
yeri gösteriyorlar ve hayıflanıyorlardı.
Ahmet Kolkoparan:
Bu da Türk ordusu Çanakkale Saat Kulesi
meydanına giriyor. Muhtemelen Çimenlik’e doğru gidiyorlardı. Şu binayı çok
tartışmıştık. O binanın Kayserili Ahmet Paşa olduğuna kanaat getirdim.
Fotoğrafçıların Çanakkale’ye girişleri ile ilgili bilgi var mı? Hangi
dönemlerde aramak lazım?
Hektor İsmet Öktem:
Cumhuriyet döneminden sonraki tarihlere bakmak lazım. Foto Niyazi 1930’lu
yıllardan sonra başlıyor.
Naci Dura’nın annesi Nazire Hanım’ın evi şu anda Aras otel
olarak kullanılan yerdeydi.
Ahmet Kolkoparan:
Şuradaki tabelanın üzerinde yazılanları okumamız mümkün mü?
Alaattin Saraç: O
tabela benim özel ilgi alanım. Ben burada Tevfik Bıyıklıoğlu ile ilgili bir
konferans vermiştim. Orada Tevfik Bıyıklıoğlu’nun babası Eczacı Şefik Bey
olduğunu söylemiştim onun eczanesi burasıdır.
Hasan Temel Turhanlı:
Çok güzel bir cumbalı ev var orada. Orada otel var en eski otellerden biri.
Ömer Önder’di ismi sanırım.
Ahmet Kolkoparan:
Bu da Kervansaray Oteli sanırım.
Hektor İsmet Öktem:
Kızoğullarının evi, Sardunya Restoran olarak anılan yer orasıydı.
Hasan Temel Turhanlı:
Oradaki cami nerenin camisi? Belleklerde böyle bir görüntü yok.
.
Ahmet Kolkoparan:
Ben bu fotoğrafı ilk paylaştığım zaman bir gözlemevi olabileceğini
söylemişlerdi.
Son Fotoğraf
değerlendirmeleri:
Ahmet Kolkoparan:
Çok detay barındıran bir fotoğraf.
Hektor İsmet Öktem:
Orada köşede ev vardı. Şimdi yıktılar orayı. Köşedeki Tıflı camiydi.
Ahmet Kolkoparan:
Savaş sonrası fotoğrafı ile yan yana baktığımızda sağdaki fotoğraf şuralardan
bir yerlerden çekilmiş . ikisinin bakış açıları farklı. Fotoğraftaki
işaretlediğim yerdeki detayı konuşmak isterim. Askerlik Şubesinin olduğu yer
Rum Kilisesi’nin olduğu yer olarak tespit ettik. Google Earth’te falan açı
doğrulamalarını yaptık. Köprübaşı ile şu an bankalar yapılan yerin arasında
kalıyor.
Şuralarda sanırım 1800’li yılların sonlarındaki
fotoğraflarda Çınarlık diye anılan yerde muhtemelen ağaçlık bölge. Fotoğrafın
tarihi ile ilgili oldukça eski bir fotoğraf olduğunu düşünüyorum. 1900’li
yıllar öncesi diyoruz ama bu fotoğraftakiler işgal dönemi askeri gibi
gözüküyor.
Cevat İnce: 3 tane binanın olduğu yer şu anda meydan değil
mi? Orada iki katlı bir binanın olması gerekmiyor muydu?
Ahmet Kolkoparan:
o dönemde de Roman Mahallesi miydi orası?
Hektor İsmet Öktem:
Evet ama bu kadar kalabalık değillerdi.
Ahmet Kolkoparan: Tıflı
Caminin minaresinde 1896 yazıyordu. 1896 senesi çok yeni sayılmaz mı?
Alaattin Saraç:
Tıflı Okullarının çıkışı Abdülaziz dönemine rastlamaktadır. Çanakkale’de
açılmış, onun bir bölümü Tekel Binası olarak yabancılara verilmiş. Şimdi
Korfmann Kütüphanesi olarak kullanılan yer o Tıflı okullarının bir bölümüdür.
Biga Mutasarrıfından bir kişi yapmış okulları mezarı da Biga’da.
Ahmet Kolkoparan:
3 fotoğraf hakkında eklemek istediğiniz var mı?
Zafer Tosun:
Nedime Hanım İlkokulu’nda ben okudum.
Üniversiteye verildiği zaman bunun çatısı tamir oluyordu. Ben oradan geçerken
dikkatimi celp etti. Binanın boylu boyunca meşe ağacından kirişler vardı. Bir tanesinin
üzerinde de yazılar vardı. Baktım Rumca yazıyordu. Ben orada dikkatle bakarken
biri geldi ne arıyorsun burada dedi. Bağırdı, beni oradan kovdular. Ben hemen
üniversitede bir hocaya bildirdim. Bunun çatısında 12 metre boyunda yapılış
tarihin, yapan ustanın ismi falan vardı. Beni inşaatı durdururlar diye kovdular
oradan. Fakat gücüm yetmedi çatıyı yıktılar ama eskisi kadar sağlam yapmadılar.
Benim öğrencilik yaptığım dönemde sadece 3 sınıf vardı. Bizim müdürümüz
zamanında valinin yanında çalışan mektupçunun hanımıydı. Bir gün bizi
topladılar. Bu okulu yapanın torunu geldi dediler. Adam okulun tamiri için
çeşitli masraflar için para bırakıyormuş aralıklı zamanlarda gelerek. Nedime
hanım isminde bir kızın hayrına o okul yapılmış. Nedime hanım adında bir
paşanın kızı varmış. Vereme yakalanıp ölüyor, o sülaleden kalanlar da 42
senelerinde gelmişti. Bakımı için para bırakmıştı. Biz de etrafında
toplanmıştık onlar da bizi sevmişlerdi.
Onun ilerisinde bir fırın vardı. Roman vatandaşımız Hüseyin
idi ismi. O zamanlar babam beni fırına gönderdiği zaman dikkat et ekmeği
çaldırma derdi. Ekmek o zamanlar karneyleydi. Koşarak eve giderdim. Bizim ev
büyük cami mahallesinin yanındaydı. Harp bitti 1946 yılında. Vakıflar camiyi
tamir etmek için yardım falan veriyorlardı fakat para yetmiyordu. Harp
sırasında büyük cami askerlerin yatacak yeri olarak kullanılıyordu. 7- 8 kat
ranza yapmışlardı askerler orada yatıyorlardı. Bu adamlar ellerini yüzlerini
nerede yıkıyor diye konuşuyorduk. Harp bittiğinde tamir etmeye başladılar. Minber
yok dediler. Tıflı caminin minberi sağlam dediler ve bütün millet toplanı minberi
söktük ve Büyük Cami’ye getirdik. Getirdiğimizde de tamir etmek gerekiyordu.
Hiç unutmam harçlığımla çıra almıştım. Oraya yatırdım. Tamir sırasında
bastığınız yer tahtaydı, onları tamir ederken, bodruma indik. Birkaç kişi
geldik. Dikkatimi celp etti. İnsan boyunda çapı 50-60 cm siyah kütükler vardı.
Oradaki adamlar onu satmaya çalışıyorlar. Meğerse camide aydınlatmak için
kullanılan mumlarmış. Ayakkabı tamircileri onları satarak caminin tamiri için
para topluyorlardı. Harpten sonra Tıflı Cami’nde de Ali Usta oto tamiri olarak
çalışıldı. Ondan sonra halk para toplayarak yaptırdı. Onun önündeki çeşmeyi de
Ali Altınsay saatçinin hanımının hayrına yaptırıldı. O çeşme yapılırken onun
arkasında da 4 tane akasya ağacı vardı. Çeşme için temel kazarken kemikler
çıkmış. O kemikleri alıp mezarlığa götürdüler. Bu da 1945-46’lı yıllardaydı.
Ali Altınsay’ın hanımı Muazzez Hanımın hayrına yaptırılmıştı.
Çocuktum Yukarı Çarşı’da dükkanımız vardı. Bir kalabalık
grup geldi o zaman yabancı gelince hemen fark ediliyordu. Kurşunlu Caminin
etrafında dönüyordu. Ben de merak ettim gittim. Biri bir diğer şahsa
anlatıyordu bu diyor çok enteresan, her tarafta kolay kolay görülmeyen bu
caminin bir özelliği var. 7-8 tane yolun kesiştiği noktada yapılmış. Minare
birkaç defa yıkıldı ve yapıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder