Ayvacık-İlçe Merkezi
8 Mayıs 2001
Erkek/Yaş 40/Ayvacık-Kösedere/Yüksekokul
Mezunu/Evli/2 Çocuklu/Öğretmen
D- Annenizin anlattığı bi masal vardı:
Deli Osman masalı. Bu masalın farklı anlatısını, annenizden mi dinlediniz,
başka kişiden mi?
K- Valla onu tam olarak hatırlamıyorum
da… Bilemiyorum kimden? Annemden biliyosam, çünkü o zaman, öyle bilmem lazım.
Ben, farklı şekilde biliyorum. Demek ki bi yerden dinlemişim herhalde.
Bir varmış, bir yokmuş (diye başlıyalım.) Bir Osman varmış. Bu
Osman: Haylaz, çalışmayan, çalışmayı sevmeyen biri. Annesiyle beraber
kalıyolar. Annesi, oğlunun o hareketinden hoşnut değil. Ona, zaman zaman
kızıyor. Osman da işte: Ben diyo biraz annemden uzaklaşeyim, kaçeyim. Ve
annesinin hazırladığı azıkla –mesela bal, bir tabak balla veya
ekmek alıp yanına– bi yere çalışmaya diyerek gidiyo evden. (Aslında niyeti
çalışmak değil; boş boş gezmek yani.)
Bi dere kenarına geliyo. Bu dere kenarında –işte- acıkmıştır; yemeğeni yiyo.
Tabağı o şekilde, bulaşık olarak bırakıyor ve yatıyor.
Yattıktan sonra, bi
müddet uyuduktan sonra kalkıyor tabi; uyanıyor. Bakıyor ki: Tabağın içine
sinekler üşüşmüş; fareler gelmiş. İşte bir tokat vuruyor; sinekleri öldürüyor.
İşte bi yumruk atıyor; fareleri öldürüyor. Sonra sayıyor sinekleri; sinekleri
sayıyor. Kırk tane sinek çıkıyo; fareler üç tane. O aklına bi şey geliyo: “Bi
tokatta kırk can / Bi yumrukta üç aslan / Bana derler Deli Osman” diye, kendisi
öyle bi lakap uyduruyo. Ve bunu gidip bir kılıççıda –o zamanda işte-
bi kılınççıya, uzun bi kılıç yaptırıyo. O da, üzerinde bu şekilde yazıyor. Ve
ondan sonra kılıcı takıyor beline. Yine öyle geziyor.
Gene bi yerde yatmış
uyuyor. O arada, onun da yattığı yer de, devlerin geçtiği bir yolmuş; çalışmaya
giderken geçiyomuş. Devler bakıyolar ki: Oh! Bi insan var. İşte biz bu insanı
alırız, yeriz falan gibisinden düşünüyolar. Fakat biri bakıyor ki, uzun bi şey
var; parlıyor. Dikkatini çekiyor. Gidip bakıyor, okuyor. İşte: Bi tokatta kırk
can / Bi yumrukta üç aslan / Bana derler Deli Osman. Diyor: Durun, durun! diyor
öbürlerine. Bak diyor, bu adam –yani- çok güçlüymüş. Bi tokatta, kırk can
alıyomuş. Biz de tam diyor kırk kişiyiz. Eğer bize bi tane vurursa, bizi
öldürür. E biz devamlı –burası bizim yolumuz- burdan geçiyoruz. Ola ki bi
geçişimizde, bu uyanık olabilir. E biz bunu uyandıralım ve başımıza başkan
yapalım. Yani bizim başımız olsun veya bizi korur gibisinden.
Osman’ı – biri
yaklaşıyor işte- : Hişt, hişt! diyor, uyandırıyor. Osman kalkıyo. Bi de
karşısında, bir sürü insanı görünce –devi görünce-, korkuyor önce bi. Ne, ne,
ne, ne oluyor? filan diyor. Korkma, korkma! diyor devler. İşte sen gel; bizim
başkanımız ol. E nası olur bu? Ben nası başkan?.. Sen olursun işte. Devlerin
başına, başkan ol. Tamam o halde diyor. Birinin sırtına biniyor. Devlerin
sarayına doğru gidiyorlar.
Neyse devler bunu
sarayına alıyor. Onu bi işte köşk yaptırıyolar, taht yaptırıyolar. Onu
otutturuyolar oraya.
Ve devler, her gün
sabah çalışmaya gidiyor, akşam çalışmaktan geliyolar. Ve o gün kazandıkları
parayı, altını; ne olursa getirip... Osman’ın yanında iki tane çuval koyuyo
büyük(harar dediğimiz) – çuvallara koyuyor; onun içine atıyolarmış.
İşte bir zaman geçiyor
böyle. Artık çuvallar yavaş yavaş dolmaya başlamış ama Osman’ın da canı
sıkılmış. Hep aynı iş! Otura, otura…
Demiş bi gün: Ben de
sizle beraber gideyim. Bakayım siz ne yapıyosunuz? Sizi göreyim. Devler
demiş: Olmaz. Neeh! demiş Osman; kılıcını çekmiş. Osman kılıcı çekince, tabi
devler korkmuş. Tamam, tamam, tamam; gelebilirsin.
Devin birinin sırtına
binmiş. Gitmişler bir yere. Osman’a bir yer, gölgede bir yer seçmişler. Oraya
oturmuş. İşte yemiş içmiş Osman; devler çalışmış tarlalarda.
Akşam olmuş. Artık
geriye dönüş yapıcaklar. Devin biri gitmiş, uzun bir kavak ağacını kucaklamış;
kökünden sökmüş. İşte dalları kırmış, kökünü düzeltmiş ve iki dev, kavak
ağacını sırtına almış; biri bi ucunu, biri bi ucunu. Üstüne de Osman çıkmış. O
şekilde, geriye dönüş yolculuğuna başlamışlar.
E gele gele –gelirlerken
diyelim- Osman bi bakmış: Karşıda, yolun üzerinde bir armut ağacı var.
Armut ağacında da, bi tane güzel bir armut: Böyle, sarı bi armut. Onun da canı
çekmiş. Alıcak fakat oturduğu yerden armuda değmesi, alabilmesi imkansız. Ben
buradan alamıycam onu demiş. Ağacın üstüne çıkayım. Ağacın üstüne dikileyim;
öyle alayım. Tam ağacın altına yaklaşmış. Tam armudu alacağı zaman, ağaç
dönüveriyor altında. Osman aşşağıya yuvarlanıyor. Düştükleri yer de bayağı
uzun, uçurummuş böyle; u şekilde. Fakat alt taraf çayırlık. Osman düşünce,
çayıra düşüyo. Çayır… O anda, altında bir tavşan şe yapıyomuştu yani,
yayılıyomuştu. Tavşanın üzerine düşüyor. Tavşanın üzerine düşünce, Osman
tavşanı yakalıyo tabi. Devler bi bakıyo… Hemen kulaklarını tutup tavşanın,
devlere gösteriyo. Bak diyor, tavşan yakaladım. Devler: Oo! diyo, ne gadar
yüksek yerden atladı; tavşanı yakaladı. Demek ki, bayağı iş var bunda diye
düşünüyolar. Ve tabi korkuları, biraz daha fazla artıyo Osman’dan.
Osman’ı götürüyolar
yine. Osman artık… Çuvallar dolmuş. Osman’ın da, canı da sıkılıyo; anasını da
özlüyor. Bi yandan da ‘ani: Ben çok para kazandım. Bu paraları anama
göstereyim. Bak işte anam beni beğenmezdi ama ona iki çuval altın götüreyim;
beni beğensin gibisinden.
Devlere diyo: Artık
diyo, ben diyo eve gidicem. Devler: Olmaz ya! diyolar filan. (Aslında devler
gittiğini istiyolar da, ilk baştan, herhal razı olmamış gibi görünüyolar.)
Neyse: Hadi tamam, hadi bindirin diyolar. Biri sırtına çuvalları yüklüyor.
Birinin sırtına da kendisi biniyor. Anasının evine dönüyorlar.
Kapıyı çalıyo Osman.
Altınları gösteriyo annesine: Anne bak diyo, ben bi sürü altın… Nerde buldun
bunları? (Annesi inanmıyor.) Sen karıştırma onu diyor. Şimdi altınları içeri
koyduruyor devlere. Siz diyo dışarda bekleyin; kapının dışında.
Osman annesine
tembihliyo: Anne diyo, sen şimdi dışarı çık diyor, devlere söyle. İşte: Bu
Osman çok delidir. İşte buraya gelen insanların, ayaklarının altını yarar.
Oraya tuz basar de diyor. Onlar korkup kaçarlar. Tamam diyo annesi. Çıkıyo
dışarıya. Devlere: Yav siz niye geldiniz buruyı? Bu adam delidir çok. İşte bu,
buruya gelenlerin ayaklarına tuz basar. Yarar –bıçakla yarar-, içine tuz basar.
Yani işkence yapar. Devler: Ne! diyo hemen korkup… Zaten amaçları gitmek ya;
hemen gidiyolar, kaçıyolar.
Tabi bunlar kaçarken,
ordan, bi tarlada çalışan biri görüyor bunları: Hop durun! Gelin buraya.
(Çağırıyor onları:) N’oldu? (Zaten devler de yorulmuş goşa goşa. Biraz
soluklanalım diyolar.) N’oldu, nerden geliyosunuz böyle? Yav sorma diyor dev.
Şurda bi Osman var. İşte bize böyle böyle yaptı. Biz de ondan korktuk,
kaçıyoruz. Ya diyo, ondan korkulur mu? O, gece tuvalete çıkmağa korkar. Kendisi
korkaktır zaten diyo. Ondan korkulur mu? E n’olcak? E diyo, gelin ben sizi ona
götüreyim. Bakın, ben onu nası korkutuyorum. Yok! Korkutamazsın, korkutursun…
Devleri ikna ediyor. Nası ikna ediyor? Beline bi ip bağlıyor. İpin bi ucunu
devin birine bağlıyor, bi ucunu da birine bağlıyor. O şekilde onları zorla,
çeke çeke geliyor eve.
Osman, Osman!
(Bağırıyor.) Çık dışarı korkak adam! Osman perdeyi aralayıp bakıyor: Arkadaşı!
Hee, bu beni tanıyor. N’apıyım ben şimdi, n’apayım? Düşünüyor, düşünüyor… Hemen
annesine: Anne! Bana çabuk, iki tane teneke getir. Tenekeleri getiriyor. (İçi
boş teneke tabii.) Tenekeleri beline bağlıyor. İki de, eline sopa alıyor:
Geliyoor! diye, o tenekelere tangır-tungur, tangır-tungur vuruyormuş. Şimdi dev
de o tangırtıyı, tungurtuyu duyunca, hemen: Tutma beni! Kaçıyolar. Öbür adam
–ipe bağlı adam-: Durun! şey filan dedise de, devler onu –korkuyo tabi-
dinlemiyolar; basıp gidiyolar. Adam arkadan sürükleniyo. (Artık ne oluyosa;
ölüyo mu artık? neyse.) Devler gidiyo. Ve Osman’a paralar kalıyo; iki çuval
para. Ve hâlâ da o paralāla yaşıyomuş diyolar diyenler.
**
Çan İlçe Merkezi-Seramik Mahallesi
02 Ekim 2002
Kadın/Yaş 59/Çan-Büyükpaşa Köyü/İlkokul
Mezunu/Dul/3 Çocuklu
D- Kaynak kişimize “Deli Osman” adıyla
bildiğimiz masalı sorduk…
K- Osman diğil; Mehmet, Mehmet!
Şimdi bir
varmış, bir yokmuş. Zengin bir babanın, akılsız bir oğlu varmış. Adı da
Mehmet’miş. Senelerden beri baka baka bubası buna, bundan bıkmış. Bak oğlum
dimiş, şu gudā yaşa geldin. Ben, sağa hep hazır verip, hazır yimiycen dimiş.
Git çalış, çabala; erkek ol dimiş. (Çociğin son nafakasını, torbasına goyuyo.
Gidiceksin diyo babası ona. Ve aldiği gibi torbasını sırtına, yollara goyuluyo.
Yollara goyuluyo.
Üç-dört dene haramilēn şiysine varıyo bu. Diyolā kı: Seni hurup öldürücez.
Senin adın ne? diyolā. Benim adım Mehmet diyo. Hem de diyo Korkak Mehmet
diyo. Amma diyo, sizi diyo böyle yapıy… Yerden bir avuç toprak alıyo. (Onlā,
daş aldı biliyolā.) Sizi diyo –böyle yapıyo da üflüyo-, sizi, bu diyo daş gibi
diyo üflerim diyo. Eyvaah diyolā, yandık yandık diyolā bunlā. (Bunlān
arkadaşları da, kırk haramilēmiş; kırk arkadaş.) Aman Mehmet yapma, itme! Seni
de götürem. Sen de bizim aramızda ol diyolā. Mehmet, sate dünden razımıştı bi
yere sokulmağa.
Bunlā gidiyolā gidiyolā… Diyolā kı: Bu Mehmed’i ne yapcaz? E kırk gün olmuş.
Mehmet hep hazır yiyomuş. İki ay olmuş, üç ay olmuş: Mehmet, hep hazır. Dimişlē
ki: Bu Mehmet’ten kurtulmanın çaresini nerden buluruz? Acaba ne yapsak
Mehmet’ten kurtuluruz?
Mehmet dimişlē, bu gün dimişlē oduna gitcez. Giderim emma dimiş, herkes kırk
dal dimiş. Ben, seksen tene getiririm dimiş. Eyvaah demişlē, bu bizden üstün.
Aman aman! Gal Mehmet evde dimişlē.
Aradan üç-beş gün geçiyo gene: Mehmet! Filanca işi yapcaz. Aman ben diyo, onun
iki katını daha yaparım diyo Mehmet. Aman sen otu.
Mehmet burada, bayağ bi duruyo. Ve arkadaşları da oturuyolā, gonuşuyolā: Acaba
diyolā, bu Mehmet’ten kurtulmanın bir çaresini nası buluruz?
Mehmed’in de bi kedisi vāmış; gorkān. (Anlaşmışlā o kırk arkadaşlān; kırk
arkadaşının arasında.) Kedi buna, hepsini, birden bine gadā anladıyomuş:
Mehmet! Sana şöyle yapıcaklā; Mehmet, seni böyle yapıcaklā. Kedi, buna haber
idermiş.
Bir gün dimişlē ki: Akşam, gazanları gaynadam. Uyurka, biz bunun üstüne, gaynar
gazanı dökelim. Bundan kurtulmanın çaresi bu diyolā.
Kedi gene gidiyo,
mırıldanıyo: Mehmet diyo, gazanı gaynadıp, üstüñe döküceklē; öldürüceklē seni.
Hemen Mehmet n’aapıyo:
Yastiyi, yorganın altına. Kendisi tavana çıkıyo. Sabā gelip, ıslak yatağın
altına giriyo.
Üle Mehmet! Arkadaş,
galk! Yemek yiycez, gahvaltı yapcaz. Bi de bakıyolā; ne görsünlē ki: Mehmet
sapasağlam bi insan. Çıkıp geliyo yorganın altından.
Gene kırk arkadaş
düşünüyolā: Eyvah diyolā, nası kurtulalım bundan? Ne’apcaz, ne itcez? Bi akşam
dimişlē ki: Biz bunu, gece uyurkana, alana ateş yakıp, biz bu Mehmed’i yakalım.
Çuvalın içine bağlıyam, yakam dimişlē. Kedi gene aynısını, gidiyo Mehmed’e
anladıyo.
Bizim Mehmet, üç-dört
tane yastiyi çuvala bağlıyo. Yatağan içine goyuyo. Bunlā unu, kendi giedi de
yatıyo sanıp: Alıyolā, sırtlıyo götürüyolā. Yakıyolā goca bi ateş. Yaktık
Mehmed’i, kurtulduk diyolar.
Ne görsünlē sabā gene:
Mehmet, yataktan sapasağlam çıkıyo. Eyvah dimişlē. Ne’apıcaz, ne edicez? Bu
Mehmet’te çok çilemiz vā diyolā. Mehmet diyo ki: Beni diyo memleketimize
götürseniz diyo, –bir çuval altın verip de, beni memlekete götürürseniz- anca
siz, benden böylelikle kurtulursunuz. (Unlā zate eşkiyaymış kırk arkadaş.) Aman
Mehmet, senin istediğin bir çuval altın olsun diyolā.
Kırk tane arkadaş,
bunu bindiriyolā. Altınları da sarıyolā. Memleketine getiriyolā. Getiriyulā
ama: Benim diyo babama, anneme sakın görükmeyin diyo Mehmet. (Mehmet deli diğil
de, akıllı deli.) Tamam. Aman gözükmeyiz diyolā bunlā. Siz diyo, şu kırk tane katırdakı
altınları, filan yere indirin diyo. Olur Mehmet diyolā bunlā. (Köye yakın bi
yere indittiriyo bunlara.)
Babası bi de bakıyo:
Mehmet, üç-beş sene sonra çıkıp geliyo. Üle diyo, gene mi geldin eli boş? diyo.
Köpek diyo. Senden bıktım, yıldım diyo. Hani diyo kaç senedir, ne getdin şu
eve? diyo. Hani bakam gazandiyin nerde senin? diyo. Çık git! Bağırıyo, küfür
idiyo babası. Hiç üstüne almıyo Mehmet.
Aradan üç-beş gün
geçiyo. Baba! diyo. Ne vā Mehmet? diyo. Senlen diyo, şööyle bi diyo, gezinsek
ya diyo. Gezemem diyo. Boş boşa niye gezicez? diyo. Dakıldık diyo delinin
arkasına diyo bubası. Senin yapcağın iş de, orda dursun diyo. (Babasına
güvenmiyo.)
Anneciğim diyo. Senle,
bi yere gadā gidecez diyo. Gidem çocuğum diyo annesi. (Ne gadā olsa,
yufka anne yüreğe.) Gidiyo; onun arkasına dakılıyo.
Anneciğim diyo. Bak
diyo, bu diyo görmüş oldiğin –götürüyo altınlān yanına- bunlān hepsini,
çalıştım diyo, çabaladım, gazandım diyo. Babam beni anlamadı diyo. Bana diyo
hep diyo: Deli oturttu, deli galdırdı diyo. Ben deli diğilim anne diyo. Deli
insan, bunları gazanabilir mi? diyo. (Kaynak kişi gülümsüyor. Ö.G.) Ve
sevinçli, mutlu eve dönüyolā.
Aman gör: O baba, onu
artık göklerde tutuyo, göklēde tutuyo. Muratlarına eriyolā. Mehmet te
akıllanmış. Annesi mutlu olmuş, babası da mutlu olmuş. Mehmet te mutlu olmuş.
(Bu da, burda sona
ermiş çocuğum.)
Gelibolu-Koruköy
26 Şubat 2003
Erkek/Yaş 64/Koruköy/İlkokul/Evli/3
çocuklu/Çiftçilik
Şimdi köyün
birinde, bi vatandaş yaşıyor. Bu da biraz esmer olduğu için, kendisine Kara
Mustafa diyolar bunun. Kara Mustafa çok çalışkan, çok iyi bir insan ama çok
korkak bi adam. Yalnız başına kıra, bayıra, tarlaya marlaya gidemezmiş. Hatta
gece –ezandan sonra, akşam ezanından sonra- kahveye bile gidemezmiş.
Bir gün komşularına, bi misafir gēmiş; yaşlı bi kadın. Karısı buraya
misafirliğe gidiyo. Kocasını da kahveye bırakıyo. Kadın da: Çok güngörmüş, çok
gezmiş, çok bilgili bi kadın. Ya demiş, bi de ben soruyim bakalım. (Biraz abez
bi soru ama sormuj.) Demiş: Ya mesele böyle böyle demij. Bizim adam çok iyi ama
çok korkuyo. Geceleri dışarı çıkamıyo. O da düşünüyo, düşünüyo: Allah, Allah!
diyo. Bi şey bilemiyorum ama diyo, gene de şöyle bi şey yap diyo. Geceleyin sen
bunu tuvalete çıkart diyo. Dışarıya çıksın diyo; kıra, sahraya. Sırtına da,
uzun bi sırık bağla diyo. Ondan sona, bırak onu orda; kaç diyo.
Aynen yapıyo bunu, karısı. Gidiyo bahçenin bi köşesine; tuvalete gidiyo. Oraya
oturuyo. Ondan sona kadın kaçıyo. Kaç Mustafa, geliyolar! diyo. Bizim Mustafa,
pantullar elinde koşuyo geliyo ama kapıdan geçemiyo. (Arkasında sırık var.)
Başlıyo karısına: Hanım yetiş, yetiş falan. Çıkk! Geliyolar arkamdan,
yakalıyolar falan. E bi bakmış arkasına: Hiç! Ne gelen var, ne yakalayan var.
İşte o anda, kendisine öyle bi nida geliyo ki, öyle bi şey iniyo ki Allah
tarafından: Fevkalade böyle, cesur, gözüpek bi adam oluyo.
Hemen –onun deyimine göre- karısına diyo ki: Karıcığım diyo, tamam diyo. Bu
zamana kadar yazık etmişiz kendimize. Artık diyo, çok kendimi güçlü ve çok
cesaretli hissediyorum. Sen diyo, şimdi benim şu bıçağamlan kuşağımı getir de,
ben diyo gidecem. Ya adam! Yarın gi… Hayır; ben şimdi gitcem. Tamam. Getiriyo.
Kuşağını doluyo; bıçağını arasına. (Kuş uçumu.) Hic dere, tepe; yol aramıyo.
Gidiyo şehire.
Sabaleyin varıyo, bi bıçakçı dükkânı buluyo. Bıçakçı dükkânına diyo: Arkadaj
diyo, ben şu bıçağama diyo, bi yazı yazdırmak istiyom. Yazar mısın? Yazarım. Ne
yazıcaz? “Çelmede atmış, çelmede yetmiş / Çok canlar telef etmiş / Yeniköylü
Kahraman Kara Mustafa” yazıcaksın. Tamam, iki saat sonra gel.
İki saat sonra gelir; yazılmış. Kaç para? Şu gadar. Al! Vermiş parayı. Hemen
bıçağını, kuşağının arasına. Çıkıyo.
Az gidiyo, uz gidiyo. Üç gün-beş gün yol gidiyo. (Bant değişikliği
nedeniyle derlemeye kısa bir süre ara veriliyor. Ö.G.)
…
Kahramanımız üç gün, beş gün
yol gidiyo. Öyle bi yerlere varıyor ki: Kuş uçmaz kervan geçmez yerlere.
Yani daha doğrusu devler ülkesine varıyo, devler diyarına.
Oralardaki vahşi hayvanların, inlerin cinlerin bulunduğu yere varıyor.
Bi bakıyo ki, bi yerde, bi acaip şato gibi binalar falan. Meğersem devler
yaşıyomuş burda. Bi de bakmış: Kazan kaynıyo. Kazanda et kokusunu duyunca
–karnı da aç-, gidiyo karıştırıyo falan. O anda, topal bi dev bekçi kalmış
orda. O görüyo bunu. Vay diyo, burda sen diyo ne arıyosun? Sen kimsin?
Burularda diyo in gezmez, cin gezmez diyo. Ademoğlu hiç gezmez diyo. Sen diyo,
benim kim olduğumu biliyo musun? diyo. Çekerim bıçağa, şimdi seni diyo doğrarım
burda diyo. Dev korkmuş. Çabuk! Benim karnımı doyur. Karnını doyuruyolar.
İşte havadan sudan bahsediyo. Muhabbet ediyolar falan. İkisi, biribirini çok
sevmiş. Ondan sona, dev başlamış düşünmeye, üzülmeye falan. Demiş: Ne
üzülüyosun? Ya benim demiş: Babam, ağbim, dayım, amcamlarım var. Bunlar gelirse
şimdi, siz düello yapıcaksınız. Onlar, sana saldırıcak. Ona
üzülüyorum. Valla demiş, ben dinlemem demiş. Çektim mi bıçağa, hepsini demiş
keserim. Demiş: Şöyle bi şey yapalım. Sen demiş şuraya saklan. Onlar, böyle
gelicekler. O gelmeleri böyle yaklaştı mı böyle otuz-kırk metre, hemen koş
kendilerine: Agalarım, babalarım, dayılarım diye sarıl. Sarıldın mı, bi daa iş
biter demiş. (Yani: Koku karışıyomuş.) Peki demiş ya.
Ondan so, karşıdan –hakkaten- koca bi sürü devler –irili ufaklı böyle- kokusunu
duymuşlar. Adem eti kokuyo, adem eti kokuyo… (Yani: İnsan eti kokuyo
demek istiyolarmış.) Geliyo, aynen o topal devin yaptığı gibi –kısa bi
mesafe kalınca- hemen bi fırlıyo: Oyy agalarım, dayılarım, amcalarım,
dedelerim… Ben sizi arıyodum. Neyse, sarılaşıyolar falan. Anlaşıyolar. Tamaam,
iyi. Günler böyle devam ediyor.
Bi gün demişler ki: Ya! Etimiz kalmadı. Biz, et avına gidelim, ava gidelim. Sen
de –şimdi topal dev, bi de ufak dev var- onları al. Ormandan odun getir.
Giderler.
Devler, ne kadar topal, ufak ta olsa: Kocaman ağacı bi tutuyo kökünden;
çıkartıp omuzuna alıyo. Çıkk! Bizim Mustafa Aga, bu işi
yapacak gibi diği ki. (En son o da kafasını çalıştırıyo:) Durun diyo. Hemen
diyo… Bi ip çıkartıyo belinden; uzun bi ip. Tut diyo topal deve. O ağacın
arkasından, onun önünden; kırk-elli tane ağacı sarıyo. Siz diyo bunları
kaldırın benim sırtıma. Ben götürücem diyo. Amman dur, dur! diyolar ya. Bu,
ormanı bitirecek. Hem onu, biz sana diyo taşıtmayız diyo. Sen diyo, böyle gel.
Peki diyo o da. Gidiyolar.
Ondan sonra diger devler geliyor; dayıları, amcaları. Onlara, topal dev
anlatıyo: Amman diyo bu adamı diyo, sakın diyo ormana göndermeyin diyo. İki-üç
kere gitti mi, orman biter. Bi daa mahfoluruz diyo. İyi, göndermeyiz.
Şimdi bu bi ara tuvalete çıkıyo. Bıçağını da bırakmış. Bi bakıyolā bıçağna:
“Çelmede atmış, çelmede yetmiş / Çok canlar telef etmiş / Yeniköylü kahraman
Kara Mustafa.” Eyvaah! demişler. Biz, koynumuzda yılan besliyoz. Ne’apalım, ne
edelim? O anda da gelmiş Kara Mustafa, dinliyomuş bunları. Bi tanesi demiş ki:
Bu gece demiş, onun demiş yattığı yatağan üzerine, bi kazan su kaynatalım
dökelim; haşlayalım, ölsün. Tamam. O da duymuş.
Hemen yattığı odaya gidiyo. Hemen yorganın altına, bi tane kütük koyuyo. Kendi
tavana çıkıyo. Gece on iki-bir; geliyo bunlā. Bi kazan suyu, bi deviriyolar
üzerine. Çekip gidiyolar.
Sabaleyin, küçük devi göndermişlē: Git çağar bakalım. Gidiyo küçük dev: Mustafa
Aga, Mustafa Aga! Oo? Kalk; yemeğe. (Eyvah diyolā, bu ölmemiş ya!) Gel bakalım.
Hayrola, ne gördün, ne geçirdin bu gece? Rüya gördün mü? Ya sormayın diyo. Bu
gece, öyle rahat uyudum ki diyo; sıcacık oldu diyo, terledim diyo. Eyvah
diyolar, bi kazan su, bunu terletmiş. Bu duruma geliyo.
Yine bunlar, konuşuyolar kendi aralarında. Duymuş. Demişler ki: Bu gece on iki,
birden sonra, kırk tane şiş kızdıralım. Şişliyelim bunu. Bu da duyar. Çıkar
gider evine, yatmağa. Yorganın altına kütüğü koyar. Kendi çıkar tavana.
Bunlar, gece gelir. Kırk tane kızgın şişi, tak tak saplālar kütüğe. Kaçıp
giderler.
Sabayle, yine küçük devi gönderirler: Acaba ne olcak? Küçük dev gider: Mustafa
Aga, Mustafa Aga! Kalk bakalım. Kalkayım yav. (Allah, Allah! Gene ölmemiş.)
Hayrola yav? Ne yaptın, ne geçirdin, nası oldu, gecen nası geçti? Ya sormayın
diyor ya, bi kaç tane sivrisinek geldi diyo. Beni ısırdılar diyo. Üşendim diyo.
Yoksa kalksam diyo, hepsini diyo paramparçalıycaktım diyo.
Hii! Diyolā bunlar: Ne yapmış bu yav? Buna, kırk tane şiş sapladık; sivrisinek
yerine geçti. Demişler: En iyisi –olmuycak bu iş- kendisine biz bunun, bi torba
altın verelim de, gönderelim memleketine.
Hemen bi torba altın verirler. Ya bana bak! Senin çoluğun çocuğun var. Sen git.
Yanına da, al bunları da; sermaye yap. –İşte- harcarsınız falan filan diyo. E
zaten bizimMustafa’nın da isteği bu. Bi torba altını alır ve gider.
Ve şimdi köyünde, çok rahat bi hayat sürer. Zenginlemiş çünkü.
Ömer Gözükızıl notu: (Her seferinde etkinlik sonunda vermekte
olduğum, anlatı ile ilgili bilgileri bu sefer, belki katılımcılara daha yararlı
olacağı düşüncesi ile anlatı tartışmasından önce vermeyi uygun buldum.
İlgilerinize...)
1- Anlatı: Ayvacık’ta (6 kez), Ezine’de (4 kez), Lapseki’de (3
kez), Eceabat, Gelibolu, Merkez İlçe ve Biga’da (2’şer kez), Çan’da (1 kez)
olmak üzere, toplamda 22 kez derlenmiştir.
2- Bu 22 anlatıcının 18’i erkek, 4’ü ise kadındır.
3- Anlatıcıların yaş ortalamaları 65’tir.
40-49
yaş: 1 kişi
50-59
yaş: 5 kişi
60-69
yaş: 9 kişi
70-79
yaş: 6 kişi
80-89
yaş: 1 kişi
4- 22 anlatının 6 tanesinde anlatıcılar, anlatının tamamını
hatırlamakta zorluk çektikleri için, sunumlarını eksik bırakmışlardır.