Şahmaran masalı ile ilgili, Ömer Gözükızıl tarafından hazırlanan not:
1) Anlatı, Çan İlçesi (iki kez) ile Eceabat, Lapseki, Ezine ve
Yenice ilçelerinde (birer kez olmak üzere), toplam altı kez derlenmiştir.
2) Anlatıcılardan üçü erkek, üçü ise kadındır.
3) Anlatıcılardan biri 97, diğeri 43 yaşındadır. Bunların dışındaki
kaynak kişilerin yaş artalaması 70-74’tür.
4) Anlatıcılardan iki tanesi okur-yazar değilken, biri okur-yazar,
biri üç yıllık eğitmen mezunu, diğer ikisi ise ilkokul mezunudur.
MASALLAR
Çan- Küçükpaşa Köyü / 4 Temmuz 2001
Erkek/Yaş 71/Küçükpaşa/İlkokul Mezunu/Evli/4
Çocuklu/İnşaat Ustası
(Şimdi bunu,
duyuşumuza amma nēse.) Şimdi bu Şahmeren:
Yılanlān padışaı, Şahmeren.
Şimdi bi gün çoban –fakir çoban-,
şimdi burda otumuş. Bi ateş çekiyolā ama ‘ani anızlara yanmış. Yılanın birisi
de, orta yerde galıyo mu şimdi? (Çoban da acık hani meremetli. Kimsesi yok
yani. Birinin yanında çoban.) Yılan, çır çır çığırıyomuş. Şah gākıyomuş ama
yanıcak ya! Sarmış ateş. Bakmış bakmış çoban: Ule şunu kurtarıyım demiş. Goca
bi sopa vā. Sopayı uzatmış. Yılan sopaya sarılamış. Bu yana geçirmiş yılanı,
ateşten bu tarafa. Şimdi geçiriyo.
E ateş gitmiş. Şimdi e goyunlaın
yanında çoban ama şimdi yılan şöyle gidiyumuş; tosur, tosur, tosur çığırıyomuş.
Çıkk! Gidiyomuş, çoban arkasından. Dönüyomuş şimdi çoban. Gene yıla dönüyomuş
tosur tosur etrafında; bağırıyumuş. Allah! (E anlamıyo da dilinden çobanın.) Ya
ne yapca..? Bakmış, kurtulamamış elinden çoban: Yörü yılanın arkasından.
Yılan gidiyo o gidiyo, yılan gidiyo
o gidiyo… Vāmış Şahmeren’e. Yılan anlatmış –ne
dediyse- ona, yani bizi kurtardı diye. E kurtarasıya gadā, şimdi dimiş: Ne
isdiyon benden? Sen benim –mesela- askerimi kurtarmışın. Yav ben senden ne
itsiyim? Bi şe istemiyum. Yav ben bunun dilinden anlamıyom demiş ya. Bu, ne
diyo bu? Bi şey yapıyo? Şunun dilinden dimiş anlıycek gibi bi şey vāsa, onu vē
demiş –hani-, yap. Yoksa, bi şey istemiyom ben. Ben bunu kutardım; yancaktı.
E çok demiş çoban, nazik yerden
tuttun be; hani püf noktasından. E ne olcak? Ben sana bunu diyiveririm emme
demiş, yalınız bak söylēsen, burda ölürsün. Aç ağzını! Açmış çoban. Üç kere
tükürmüş ağzına. Yalınız, bu sırrı dimiş, söylemiycen bak ha! Diyiverdiğin
anda, orda vefat idersin demiş. Bunu söylemiyceksin. Olur!
Geliyo çoban şimdi: Goyunlā
yayılıyo. Bi goca gabaağac vāmış tarlanın orta yerinde. İki garga gēmiş,
dövüşüyolā. Gark-gurk, gark-gurk… Şimdi diyolāmış ki: Bu çoban bizim dilimizden
anlasa. E? Bi gazan para vā şiynin dibinde; meşenin. Gazanı alır. Hani üstünde,
bir garış toprak vā. İyi; dinliyo. Gargalā gitmiş.
Şimdi çakalın biri başlamış ulumağa.
Köpek de uluyomuş burdan; anlaşmışlā: Çakal gekcek, koyunu yiycek. Köpeklē sādı
mı, yarısını da köpek yiycek. Şimdi goyunlā meliyolāmış: Zarara giriceklē.
Çoban yatıvarıyomuş masus; uyuyo diye.( E her dili anlıyomuş çoban.)
Onu bi de zaman geliyo –bi de bi
guş, hani dimiş ya–, bi de gazıyo: Bi gazan Osmanlı! ….… çıkıyo çobanın. Çoban…
Durucağ mın? Durmuycam dimiş, tamam.
Gidiyo bi çiftlik alıyo; para çok ya. (Bi gazan para mı
bitē?) Bi çiftlik alıyo o. Çobanın ne merağı olcak? Gene goyun, sığır, şu-bu
almış. Çoban tutmuş, bilmem ne tutmuş; saraylā filan.
Yılbaşı geldi mi, hani bi gidip dolaşıyomuş; paraları
veriyomuş herkezin. Durucak olan duruyomuş, durmuycağsa: Başka çoban.
Şimdi çobanın – gaari şey oldu ya:
Ağa -, onun atı vāmış. Hanımının da şeysi vāmış: Kısrak. Bakımcılā (?) vā ….…
Gidiyolāmış bunlar çiftliğe. Gölden geçēlerken, hayvan kişnemiş. Undan sonra
kısrak, -at- da kişnemiş. Şimdi ağa gülmüş. Garı bunu hıyallamış. (Garıda,
çoluk-çocuk yok daha.) Ne didi unlā? dimiş. Sen bunlara niden güldün? Hanım!
Boş ver ya. İşte gülücem… Yok! (Tikilmiş tepesine şimdi.) Doğru söyle. Sen,
bunlaın bi şey didiyinden anlıyosun dimiş. Güldün; söyle! İşte ileriydi… Uruyı
vādı mı söylüycem dimiş; hani çiftliğe vādı mı söyleycem. (Orda söylese, orda
ölcek adam.)
Varıyolā orıyi. Çağarmış herkezini.
Kahyesının parılarını vēmiş; hepsinin. Kesin bi pilav! Bi bilmem ne haşlamışlā
şimdi. Yimişlē. Büyüg sığırlā anırıyomuş: Ağa diyiverecek sırrını; ölücek. (Ama
nere gitcekler?) Satılcak! Sığırlā, goyunlā bağırıyomuş şöyle. O da dinliyomuş
yani. Ağa sırrını söylüycek; ölcek.
Dururkan, horaz gēmiş, on tovukla.
Pilavları yiyolā ya. Dökmüşlē çöpe. Hepsi uluyo yani, ağa gidiyo diye. Şimdi
horaz, löp löp atıyomuş yani bulguru. Ya pisboğaz diyomuş tavuklā, ne yiyosun
ya! Bak ağa diyomuş ondan sona, diyvericek de hani sırrını, ölücek. Ulen ölürse
ölsün diyomuş. Ben, on tane garıyı diyomuş kumanda ediyom. O, bi garının
kumanda edemiyo mu? demiş. Söylemesin diyomuş.
Ulen ağa bi de dinlemiş de: Ana! E
ben on garıya demiş gumanda ediyom –horaz- yani; bu bi garıyı ne demiş kumanda
edemiyo da, söylüyo sırrını.
Ondan sonra: Anaam! Bi de dönüyo: Onu, garı sıkıştırıyo. Al
şu boş kağıdıni, …tir çiftlikten! Garıyı govalıyıveriyo orda.
Başlamış mallar hepsi bağrışmaya:
Tamam, kurtulduk diye. Yani yerinde galıyolā. (Hane Şahmeren’in bi ağzına
tükürmesi: Bütün hayvanatın dilinden anlıyo yani.) (Bunu da, sen… Bi şey ötüyo ama dilinden anlamasan ne biliceksin?)
Hani
bu böyle Şahmeren hikâyesi.
***
Ezine-Çamlıca Köyü / 28 Ocak 2003
Erkek/Yaş 74/Çamlıca/Okur-yazar/Evli/4
çocuklu/Hayvancılık
Bi garının, bi oğlancaazı vāmış. Şimdi bunlā üç arkadaş,
boyuna şiye gidiyolāmış, yani çalışmağa. Odun kesip geliyolāmış, satıyolāmış
filan.
Neyse, bi gün hava yağıyomuş. Hepsi
–arkadaşlā- bi yere otumuşlā; böyle bi gayanın dibine. Otururkana, o oynamağa
başlamış. (Onun adısı da Camisap oluyo.
Velhasılı Şahmeren hikâyesi.) Velhasılı oynarka oynarka, hadi bi guyu
çıkıyo ordan. Guyunun içi bal dolumuş. (Bu ejderhalara yidirmek için, bal
saklanmış guyunun içine. Bunlā buruyi, balı bulasiyi, ha bakam sat bakam, sat
bakam, sat bakam bunlā şimdi. Balı tüketmişlē gaari içinde. Gene ona diyolā kı:
Sen in gaari sıyır da… (Sonu gāmış gaari balın.) Sıyır bakam sen diyolā; in de
sıyır. Ondan sonra, bu işi şiydelim. (Çok para gazanmışlā onlā.)
İnesiye bu, guyuyu kapadıyolā. Öteki
arkadaşlā tabi bırakıyolā guyuda. Guyuda galasıyı bu, n’aapsın? Kapalı. İki
taraftan imdat arıyo; nerden çıkıcağam? diye. Yılan… Ejderhanın biri, akrep delē gibi böyle delmiş: Tapırt
tapırt, tapırt tapırt, tapırt tapırt! Derkene, urdan yılan çıkmış. Kafası,
bööyle bakıyomuş una. U da urdan –delikten- bi de bakıyo: Köşkün içinde, alt
tarafı yılan, üst tarafı şey; yılanların padişā oturup dururmuş köşkün üstünde.
Yılanlān hepciği, ööyle ona şey yani. Her tarafı yılan dolmuş. Bi de bakıyo;
onu görüyo Şahmeran sinci. Göresiye: Ellemeyin diyo sinci bu. Getirin bureye.
Götürüyolā bunun yanına.
İşte bu simdi: Nası oldu? Böyle
oldu, böyle oldu, böyle oldu, böyle oldu… Şindi anladıyo bu sindi. Beni, dünya
yüzüne çıkarın. Ben, seni çıkaramam dünya yüzüne diyo Şahmaran. Çıkardım mı
diyo, beni buldurursun sen. Beni öldüttürürsün diyor. Niyse: Öldüttürmem de,
söylemem de, bilmem ne yapmamdı dediyse de, yok.
Buna şinci Şahmeran, hikâyelē
anladıveriyo. Bi padişah oğlanı diyo, çıkmış diyo, garıncalā diyarına gitmiş
diyo. Garıncalā diyarında diyo, bunu diyo… Maymunlā diyarına geçmiş diyo.
Maymunlā, buruyı levha asmışlā maymunlā diyo. Maymunlān ilevhasında: Buruyı bi
ben-i adem gelicek. Buruyı padişah olucak diye diyo levha asmışlā. Onu okumuş
diyo padişah oğlanı diyo. Bi sürü askerinlen gitmiş urulara diyo. Unlān diyo
askerlēni diyo, garıncalā yimiş diyo. Bu, bi tek kişi gāmış diyo. Oraya varıyo
diyo. Ondan sonra, bunlā bunu, insan gibi diyo riayet ediyolā diyo meselā: İlle
sen, burda gal diye diyo maymunlā. U diyo, urda galıyo diyo.
Biraz galıyo: İlle beni memleketime…
Emme seni, garıncalā diyarı… Şöyle yapā, böyle yapā. Onlā zaten gayığla geçmiş
uruyi; adaya. Padişah oğlanının gayıği parçalamışlā onlā; kitmesin diyi.
Orda galmış. Unlarla bıraz şeydiyo; duruyo orda. Ondan
sonra: Beni diyo, memleketime ille götürün fılan dediyse de, unlā, bunu
geçiriyolā garıncalā diyarından; maymunlā geçiriyolā. Gidiyo bu.
Bi şeyde gāmış bu;
bi köyde misefir galmış. Urda da müneccim dolmuşlar(?). Müneccimlē: Bu adam
diyolā, bu diyolā Şahmeran’ı bulmuştur, görmüştür diyolā şimci. Gitmedim. O
adada o, bi ağşam böyle denizin gıyısında gāmış. Hemen bi şovk çıkmış denizden.
Bi sürü yılanlā, bööyle yaylıma tutulmuşlā; duruyolāmıştın. Görmüş u da:
Başlānda da Şahmeran. (Emme bu Camisap’a
anladıyo yılan; Şahmeran anladıyo bunu.) Beni diyo, orda görmüş diyo. Ondan
sonra, dee o köyde galası diyo, bunu sıkıştırmışlā diyo. İşte: Yılanlā şöyle
mi, böyle… Gördün mü sen? diye sıkıştırmışlā diyo. U da: Böyle böyle; adada gördüm.
Böyle gördüm ben demiş diyo. Urdan: Gē bakam demişlē buna. Baraba gitmişlē
oreyi. Bi sandığın içine süt goymuşlā.
(Süde gelir ya yılan.) Velhasılı Şahmeran gelmiş. Bunu, südü yirkene
kapatmışlā bunlā. Almışlā bunu, unlan beraba şimdi. O adamlan baraba,
sihirbazlarla baraba, o da –padişahın oğlanı da- onlarlan baraba… Unlā şinci:
Hah demişlē. Şinci unlā da şiy olmak istē: General
olmak, bilmem baş olmak istiyolāmış. İşte ….. hepiciği dile gēmiş. İşte ben… (Bant
değiştirilmesi amacıyla, derlemeye kısa bir süre ara verilmiştir. Ö.G.)
…
Yakaladılar.
Sandığnen, sandiğin içinde götürüyolā. İşte otlā dile geliyo. İşte: Ben
sıraciye dermanım, ben ölüme dermanım, ben bilmem ne, bilmem ne… Şuna dermanım.
(Yani goyuversinlē diye.) Ben şuna dermanım.
Bunlar da, deñizi bölmek için ot
arıyolā. Ayaklarının altına sürdü mü, denizi bölüp geçiceklēmiş de, u Hazreti
Süleyman’ın mühürü vāmış. Mühürü bulucaklāmış. Unlān gayesi oymuş: Mühüre
gitceklē. Velhasılı giderlēke, hep otlā böyle dil veriyomuş yani, Şahmeran’ı bıraksınlā
diye. O otu buluyolā bunlā. Tamam diyolā, bulduk diyolā simdi bunlā. Şahmeran’ı
bırakıyolā.
Diyo ki Şahmeran simdi bu sefer ona: Sen bana yaptın ama
diyo, ben sağa yabmıycam. Sen gene diyo Süleyman’ın –Hazreti Süleyman’ın-
mührünü almağa girme diyo şinci. Sen girme. Unlā girsinlē diyo.
Niyse varıyolā bunlā. Buluyolā mağarasını; Sülüyman’ın
yattiyi yeri. (Onun mühürü: Yüsük.) Yüssiği alıcaklā; dünyaya hakim olucaklā.
Niyse bunlā: Sen gir, ben gir… Girin diyo; ben girmiycem diyo bu sinci.
(Anlattı ya Şahmeran.) Onlā ta yüssiği alıcağı zaman, bi garanlık çöküyo. Unlā
ikisi de helak oluyo. Ordan kurtuluyo, gene geliyo. Velhasılı, bunları böyle
anladıyo Şahmeran. Ben, seni goyveremem diyo. Sen, beni ille ele verirsin.
(Yanında da
altı ay durdumun, eti, yılan şeklini alıyomuş.) Camisap’ın eti, yılan şeklini almış.
Velhasılı ağlıyomuş gece rüyasında böyle. Velhasılı
yılanlā, buna acıyola. Yılanlā: Gē diyolā. Bunu yolluyam memleketine. Çıkaram
yeryüzüne diyo simdi yılanlā, Şahmeran’a. Beni diyo sen diyo, ele verirsin eme
hadi ben seni çıkareyim diyo simdi. Hamamlara gitme diyo. İşte şuruyı gitme,
buruyı gitme. Çıkarıyolā bunlā.
Geliyo evine. İşte arkadaşlāna diyo: Böyle oldu, böyle
oldu. Gelin bakam diyo bunlara, bu. Aman! Biz ittik, sen itme. Paraları gene
ortak olalım, ne aldıksa. Unlā, bunu gandırıyolā. Eh! Gitmemiş bi tarafa.
Padişahın biri hasta olmuş. Şahmeran’ın ganı içilirse,
iyi olursun sen demişlē. Başka türlü iyi olman. (O zaman, müneccimlē vāmıştı; doktur filan yokmuştu. Sihirbazlıklanmış
hep.)
Velhasılı bu gitmemiş tabi. Padişah ilan etmiş: Nerde
çoluk-çocuk; kim vāsa ille gēsin. Hamamda yıkansın. Böyle!
Bi gün gitmemiş, iki gün gitmemiş… Bütün askerini
yollamış; evlēde kim galdıysa, bütün toplamağa. Onu da yaka paça götmüşlē.
Bi de varıyolā: Yılan teni vā. Söyle, nerdeyse söyle! Yok
görmedimdi, yok bilmem ne yaptımdı. Yok! İlle söyliycen. Guyuyi gösteriveriyim
bali demiş. Sinci guyuyi gösteriveriyo bu. Müneccimlē okuyo, okuyo, okuyo,
okuyo… Altın tepsinin içinde, yılanlā getirip geliyolā Şahmaran’ı. Aah diyo, Camisaf! Yaptın bana yapcağnı.
Velhasılı: Gene Camisaf’tan başkası ellemesin bağa diyo. O kessin, o gaynatsın
diyo simdi bu.
Velhasılı Camisaf urdan alıyo; götürüyo, gidiyo.
Kesiyolā. Camisap kesiyo. Sen diyo, ilk suyumu sen iç diyo. Ötekilē, unlara vē
diyo. Hepsi –öteki suyu içenlē-, gebermiş hepsi; padişahı da şeysi de. O sağ
galıyo.
(Masal da –bizim- sona eriyo.)
***
Yenice İlçe Merkezi / 8 Nisan 2003
Kadın/Yaş 43/Yenice İlçe
Merkezi/İlkokul/Evli/2 çocuklu/İşçi
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur zaman
içinde, bir gadının bi oğlu varmış. Oğlu, odun kesmeye gidip, evini
geçindiriyormuş odun sataraktan.
İki arkadaş, dağa odun kesmeye
gitmişler. Orda çok yağmur yağmış odun keserken. İki arkadaş bunlar, ağaçların
dibine saklanmışlar. Ağaçların dibine saklanınca… Oğlan, u gadının oğlunun adı
Camişap’mış. Orda otururke, yağmurun dinmesini beklerken, elinde bir çakısı
varmış. Çakıyla oralarını kazarken, toprağı eşerken, bi taş denk gelmiş. O
taşı, ordan çıkarmış. Orda bi yerde, bir mağara gibi bi yer varmış. Sonra bi
bakıyo: Orda, üst tarafı insan, alt tarafı yılan şeyler yaşıyomuş urda; yani
yılanlar yaşıyormuş.
Öteki oğlan gitmiş eve. Annesi ona
sormuş: Benim oğlum nerde? demiş. O da: Senin oğlun gayboldu. Onu dimiş, kurtlar
–ayılar, kurtlar- yediler demiş. Kadın artık, ağlıya ağlıya gözleri kör olmuş.
Sonra oğlan orda… Onu yılanların
başı Şahmeran: Ben demiş yani… Sen bana yedi sene demiş, burda çalışıcaksın
demiş. Yedi sene çalışmadan, ben seni göndermem bi yere demiş.
Sonra o da ona, yedi sene çalışmış.
Ama u da, unlara iyice – u da tılanlarını yanında dura dura, iyice- onların
teninden olmuş teni.
Sen demiş, şimdi dünya yüzüne çıkar
gidersin. Seni demiş yani keser… Beni bulurlar, keserler. Sana söylettirirler
benim olduğumu demiş. Beni keserler, yaşatmazlar dimiş. (Onun suyunu da içen
yani ölmüyomuş. Bi hastalıktan, şeyden kurtuluyomuş yani. Ölümsüzlüğe şe
yapıyomuş.)
Sonra –yedi sene sonra- buna bu,
bayağ bi altınlar, paralar vermiş. Bunu yollamış. Ama dimiş bak dimiş, seni ne
zamansa dimiş beni bilirler; benim yanımda çalıştığını demiş, durduğunu demiş
Şahmeran oğlana. Beni demiş gelip demiş, yerimi söylettiricek olursalar dimiş,
sakın demiş beni kestiklerinde demiş, birinci suyumu içmiyceksin demiş.
Sonra bu gitmiş. Oğlan, aradan
yıllar –yedi sene- sonra gitmiş. Bunu şaşırmışlar görünce. Demişler: Seni öldü
diye biz… Annen ağlaya ağlaya, gözleri kör oldu demişler. O da dimiş: Ben
ölmedim demiş. Arkadaşı da, öldü diyerekten şe yapmış: Bi sürü zenginliklē
böyle. Hep zengin olmuş o arkadaşı. Hiç onu tanımamazlıktan geliyomuş. Sonra
oğlanın da –aslında onun da- elinde çok parası, şeyi varmış. Şahmeran, ona çok
şeyler vermiş yani, yanımda çalıştı diyerekten.
Sonra padişah ta çok hasta. İyice ağır bi hastalanmış
oranın padişahı, yani onların durduğu şeyin. Demiş: Şahmeran’ın suyu olursa
–içerse-, ölmüycekmiş; hastalıktan kurtulcakmış.
Sonra bi gün demişlē: Toplayın yani bütün köydeki
insanlar, şehirdeki insanı. Herkes hamama gitcek yıkanmaya. (Çok afedersiniz yani. Ben…) Orda
demişlē, vücutunu yani bakalım. Yılanların yanında kim durdu, durmadı; belli
olucak demişlē yani.
Ondan şüpelenmişler. Sonra Şahmeran’ı… Camişap ta gitmiş;
mecburen, o da gitmek zorunda galmış. Onu orda, tenleri yılan tenine benzemiş
yani. Onu anlamışlar urda, Şahmeran’ın yanında yedi yıl urda kaldığını tahmin
etmişler. Sonra ona dimişler: Sen söyliyceksin nerde? Yani bu zamana kadar
nerde yaşadın? Sen Şahmeran’ın yerini biliyosun demişler, padişahın yanında
çalışan insanlar. Sonra ona zorla söylettirmişler. (Bana söylettirmeyin demiş.)
Zorla söylettirmişler.
Sonra götürmüş onların şeyine. Daa onu Şahmeran görür
görmez demiş: Sen beni demiş… Ben biliyodum demiş, insanoğlunun beni bulup ta,
böyle kesip, suyumu içiceğini demiş. Ama dimiş, bak benim didiğim gibi
yapıcaksın demiş ona. Birinci suyumu padişaha içir. İkinci suyunu kendin
içiceksin demiş. O da onu öyle yapmış, aynı Şahmeran’ın didiği gibi.
E padişah, baştan suyu içmiş: Ooh dimiş, çok eyi geldi
dimiş. Ben dimiş, yani iyileştim demiş artık; ölmüycem demiş.
Biraz sonra, aradan on-on beş dakika… İkinci suyunu da
çocuk içmiş; Camişap. Ondan sonra, biraz aradan yarım saat falan geçmeye
başlamış. Başlamış padişah: Karnım ağrıyo, başım ağrıyo demeye. O yani
zehirlenmiş; ölmüş, gitmiş.
U Camişap ta, bi uzun ömür yaşamış yani. Annesinin de
gözlerini, doktorlara götürüp açtıttırmış. U Şahmeran’ın verdiği paralarla da,
mutlu bi hayat yaşamışlar.
(Yani masalımız
da burda bitmiş.)
YILAN ATA: Yılan Tanrı. Eşdeğer: ÇILAN (ZILAN, CILAN, ILAN, YIL, ZILANGAÇ) EDE Yılanların kendisinden türediği efsanevi yaratık. Kara Yılan olarak betimlenir. Belinden aşağısı yılan, üst kısmı insan olarak betimlenir. Fars kültürünün etkisiyle “Şahmaran” tabiriyle özdeşleşmiştir. Yerin yedi kat altında yaşar. Her tür derde deva bulabilir. Yılan bu nedenle tıbbın sembolüdür. Pek çok dinde insanoğlunu kandırarak cennetten kovulmasına neden olan varlık, yılan kılığına girmiş Şeytandır. Bazen boynuzlu olarak betimlenir. Tek boynuzu vardır. Çift boynuz nasıl evrensel düzeni (karşıtların birliğini) simgeliyorsa tek boynuzda düzensizliği, eksikliği, şeytani varlığı temsil eder. Karanlık dünyadaki varlıklar hep tek boynuzlu, tek kollu, tek bacaklı varlıklardır. (Veya tek sayılar; üç bacaklı at gibi…) Sümerlerde Azag adlı büyük bir yılan vardır ve Türk kültüründeki Aza adlı kötücül varlıklarla da bağlantılı görünmektedir. (Kaynak: Türk Söylence Sözlüğü, Deniz Karakurt) Yılan: (Yıl). Yılmak fiilinden gelir. Yılmak korkmak, çekinmek demektir demektir. Moğolcada aynı kökten gelen Şaldan (eski Moğolca Sıldang) ve eski Türkçe Yalang ise çıplak demektir. Yılanın tüysüz olmasıyla bağlantılıdır. (Yansı: YILAN ANA)
YanıtlaSilYILAN ANA: Yılan Tanrıça. Eşdeğer: ÇILAN (ZILAN, CILAN, ILAN, YIL, ZILANGAÇ) ENE
S a y f a | 241
D e n i z K A R A K U R T
TÜRK SÖYLENCE SÖZLÜĞÜ
Yılanların kendisinden türediği efsanevi yaratık. Şahmaran çoğu zaman dişi olarak tanımlanır. Yılanlara hükmeder. Yılan ordusunun başında birgün dünyayı istila edeceğinden korkulur. Ak Yılan olarak betimlenir. Yer altı güçlerini temsil eder. Yılan Ana’nın karnının altını eliyle sıvazlayan birinin herşeyin sırrına vakıf olacağına inanılır. Yılan (Zılan adıyla) tatarların ve başkentleri Kazanın simgesi olarak kabul edilmiştir. (Kaynak: Türk Söylence Sözlüğü, Deniz Karakurt) Yılan: (Yıl). Yılmak fiilinden gelir. Yılmak korkmak, çekinmek demektir. Çinçe olduğu söylenir fakat Türkçeden Çinceye geçmiş olma ihtimali olduğu gibi, benzer kelimelerin birbirine uyarlanmış olması da mümkündür. (Yansı: YILAN ATA)
file:///C:/Users/pc-/Desktop/Turk%20Soylence%20Sozlugu%20deniz%20karakurt.pdf
file:///C:/Users/pc-/Desktop/Turk%20Soylence%20Sozlugu%20deniz%20karakurt.pdf
YanıtlaSilfile:///C:/Users/pc-/Desktop/turk%20mitoloji%20ansiklopedisi.pdf
D e n i z K A R A K U R T / TÜRK SÖYLENCE SÖZLÜĞÜ
Şahmaran [Azəricə: Şaxməran]
Şahmaran – Daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarında, hikâyelerinde rastlanan akıllı ve iyicil olarak tanımlanan bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan şeklindeki Maran adı verilen, doğaüstü yaratıkların başında bulunan ve hiç yaşlanmayan, ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlık.
Özellikleri Farsça yılanların şahı anlamına gelen "şah-ı meran" dan gelir. Ancak, Şahmeran'a ilişkin tüm efsânevi kayıtlar ve Şahmeran efsânelerine özgü tüm betimlemelerde varlık dişidir. Şahmeran kültürü daha çok Cizre ve Nusaybin civarinda yerleşiktir. Akdeniz bölgesinin Tarsus ilçesinde de bu varlığın o yörede yaşadığına inanılır.1 Aynı isimli bir efsâne Mardin yöresinde de geçer. Bu yörede Şahmeran bir resimle tasvir edilir ve Şahmeran ustaları tarafından yapılan tablolar evlerin duvarlarını süsler.
Erbüke, Türk halk inancında yarı insan yarı yılan olan varlıktır. Erböke de denir. Bu varlıkların başında Yılan Ana ve/veya Yılan Ata (Şahmaran) bulunur. Dişi olanları için “İşbüke” kullanılır. (Sözcük; Er “insan” ve Büke “ejderha, yılan” sözcüklerinin bileşimidir.)
Cemşab ve Şahmaran Binlerce yıl önce yedi katlı yeraltında Tarsus'ta yaşayan yılanlar vardı. Meran adı verilen bu yılanlar, gerçekten akıllı ve şefkatli idi. Onlar barış içinde yaşarlardı. Meranların kraliçesine Şahmeran denirdi. O genç ve güzel bir kadındı. Efsâneye göre, Sahmeranı gören ilk insan Cemşab oldu. O, geçimi için odun satan fakir bir ailenin oğluydu. Bir gün Cemşab ve arkadaşları bal dolu bir mağara keşfederler.2 Balı çıkarmak için Cemşab'ı aşağıya indiren arkadaşları, paylarına daha çok bal düşmesi için onu orada bırakıp kaçarlar. Cemşab mağarada bir delik görür ve buradan ışık sızdığını farkeder. Cebindeki bıçak ile deliği büyütünce, ömründe görmediği kadar güzel bir bahçeye girer. Bu bahçede eşi benzeri olmayan çiçekler ve bir havuz ile pek çok yılan görür. Havuzun başındaki tahtta süt beyaz vücutlu bir yılan oturmaktadır. Şahmeran'ın güvenini kazanan Cemşab uzun yıllar bu bahçede yaşar. Yıllar sonra, ailesini çok özlediğini söyleyip gitmek için yalvarır. Bunun üzerine Şahmeran da kendisini salıvereceğini, ancak yerini kimseye söylemeyeceğine dair söz vermesini ister. Şahmeran'a söz verip ailesine kavuşan Cemşab uzun yıllar verdiği sözde durarak Şahmeran'ın yerini kimseye söylememiş. Bir gün ülkenin padişahı hastalanmış. Vezir, hastalığın çaresinin Şahmeran'ın etini yemek olduğunu söylemiş ve her yere haber salınmış. Cemşab kuyunun yerini gösterince ve Şahmeran bulunup dışarı çıkarılmış. Şahmeran Cemşab'a; "Beni toprak çanakta kaynatıp suyumu Vezire içir, etimi de Padişaha yedir" demiş.1 Böylece Vezir ölmüş Padişah da iyileşip Cemşab'ı veziri yapmış. Efsâneye göre Şahmeran'ın öldürüldüğünü yılanlar o günden beri bilmemektedirler. Tarsus'un, Şahmeran'ın öldürüldüğünü öğrenen yılanlar tarafından bir gün istila edileceği rivâyet edilir.
S a y f a | 680