25 Nisan 2018
Toplantı Çözümlemesi
Ezine-Köseler Köyü (1 Nisan 2001)
Erkek, 36, Köseler, ilkokul, evli, 2 çocuklu, çiftçilik ve hayvancılık
(E
şimdi) Eski, eski dönemde, bi evli bi çift varmış. Bu hanım çok aksimiş. Bu
–gocası- bundan, aksiliğinden yılmış. Ne dese tersine yapıyomuş. Şundan
gurtuluyum demiş yani en sonunda; rahat ediyim.
Adam şimdi:
Goyunları sağma diyosa, gadın gidip sağıyomuş. Herhangi… Yani devamlı aksilik,
tersine yapıyomuş işi.
Bi
bahçeleri varmış. Gitmiş, bahçeye guyu gazmış erkek. Gadına demiş: Ben uruya
guyu gazdım. Gitme, düşersin. Aksi ya gadın; gitmiş guyuya. (Guyunun üstünü de
örtmüştü biraz.) Düşmüş guyuya gadın.
Guyuda da,
şeytan su içiyomuştu. (Kaynak kişi
anlatının bu bölümünde derleyiciye gülümsemektedir. Bu gülümseme hem anlatının
güldürü unsurundan kaynaklanmakta hem de derleyiciden yana teşvik edilme
isteğinden kaynaklanmaktadır. Ö.G.) Şeytanın üstüne düşmüş. Gulaklarını
tutmuş gadın; aksi gadın. Şeytanı tutmuş, bırakmıyomuş. Erkek adam –gocası-
gelmiş, bakmış. Şeytan yalvarıyomuş gocasına: Beni diyomuş, gurtar bu gadından.
Demiş: Gurtarmam. İşte şöyle olur, böyle… Seni zengin yapcam demiş. Burdan
çıkınca, seni zengin yapıcam. Ondan sonra –zaten gadın aksimiş- e buna gocası
demiş ki: Daha sıkı tut demiş. O zaman bırakmış. Şeytan çıkmış guyudan yukarı.
Çıkınca –tabi zengin yapcam didi
ya. nası yapcak?- formül arıyo. Diyo... Gidİyo bi padişahın gızının garnına
giriyo. Ben diyo, şu padişahın gızının garnına giricem. Gız hasta olcak,
yatcak. Bunu kimse iyi edemiycek. En sonunda sen iyi edcen; gelicen. Ben diyo,
doktorum, hocayım diycen. Ama en sonunda gelicen diyo. Padişah, seni zengin
yapıcak.
Neyse
padişahın gızı hasta oluyo. Bu gidiyo, garnına giriyo. Zaman geçiyo, geçiyo.
Kimse bunu iyi yapamıyo. Ülkenin bütün şeylerini topluyolā; doktorlarını. (O zamanki zaman, doktor yok ya! Şeyleri –ne
diyorlardı o eski devirde-…) Neyse işte onları topluyolar. Kimse bunu iyi
yapamıyo. Gız, sonuçta ölücek.
En
sonunda bu, padişahın sarayının kenarlarına gidiyo. Ben diyo, işte: Hekimim,
şöyleyim böyleyim, hocayım. Bi tanesi diyo -padişaha geliyo-: Padişahım diyo,
böyle böyle bişey var; böyle diyo. Ya diyo, memleketin bütün hekimleri iyi
idemedi. O kimmiş de iyi itcek? Ya bi denemekte zarar yok, yarar var. Bi getirin.
Neyse
getiriyolā onu. (Zaten anlaşık bunlā. Ben gelem, sen çık dedi mi, şeytan
çıkcakmış.) Sonuçta o, bu diyo: Ben geldim, sen çık diyo. Tamam. Hemen çıkıyo
bu urdan. Gız iyi oluyo. Padişah bunu zengin yapıyo. Yalnız şeytan diyo: Ben
diyo bi daha falan yere gidicem diyo mesela. Başka bi ülkenin gızının garnına
girecem. Oraya gelme diyo. Bu: Tamam diyo. Anlaşıyo bunlā. Ondan sonra şeytan
gidiyo.
Öbür
ülkenin –yabancı bi ülkenin- şey gıralının gızını garnına giriyo. Gene gız
hasta. Sonuçta devamlı hasta hasta… Bütün kaç tane ülkeden geliyo; kimse iyi
edemiyo. Diyolar: İşte padişahın gızını, falan yerde birisi iyi etmiş. Hemen
diyolā: Gidin getirin! Gitmemek istiyo ama tabi direnemiyo. Götürüyolā bunu.
Ben gēdim
diyo, sen çık! Ben sana, gēme demedim mi? diyo, gızın garnında. Öyle bi-iki gün
uğraşıyo: Çıkmıyo.
Bu
sefer o da, bi kurnazlık düşünüyo. Gırala demiş: Bu ülkede ne gadā çalgı vāsa,
sarayın etrafına topluycen hepsini. Ben demiş, pençereden işaret ittiğim zaman,
başlıycek çalgılar çalmağa.
Bütün
çalgıları topluyolā şeye, sarayın etrafına. Ondan sonra (öyle bi formül arıyo
yani, ordan çıkarmak için) bu işaretini veriyo. Kimse yok odada; ikisi. Başlıyo
çalgılar çalmağa. U zaman: Bu ne gürültü? diye soruyo şeytan. Ne olcak diyo:
Guyuda senin gulaklarından tuttuğu aksi garı vardı ya, işte u geldi. Aman
aretlik beni gurtar diyo. Ordan da çıkıyo o. Adam tekrar servete gavuşuyo.
Bitiyo
yani. Bu gadā biliyom ben de. O gadar anlatırlardı yaşlılā.
Ömer Gözükızıl: Şeytan iki
kez padişahın kızına hastalık olarak giriyor. Niye başka bir yerinde değil de
karnında bir rahatsızlığa neden oluyor diye sorabiliriz. Genel kabulün dışında
bir hamilelik olayı olabilir. Ondan kurtulması gerekiyor, olayın duyulmaması
için böyle bir şey düşünülmüş gibi geliyor. Bu anlatı yanılmıyorsam Binbir Gece
Masalları’nda da var. Kırıla kırıla bu haliyle bize kadar gelmiş.
Yusuf Çelik: Anlatı başlangıcında hane içinde gerçekleşen bir durum
söz konusuyken sonrasında kralın kızına geçiliyor, bir kopukluk söz konusu
değil mi?
Ömer Gözükızıl: Yazılı metinlerde de süreç genelde böyledir. Bazı
bölümler anlatılarda yer değiştirir. Anlatı geleneği zayıflamışsa anlatıcı
başka bir parçayı sunduğu anlatıya yamar. O da belli olur. Kopukluk durumu daha
net olarak gözlemlenebilir. Burada şeytanın adama neden yardımcı olduğunu
anlatacak bir başlangıca ihtiyaç var. Orada tekrar toplumsal konumlanışa
geliyoruz ve bize bir kapı açıyor. Aksi erkek kuyuya düşmüyor, her söylenenin
tersini yapan kadın yine tersine bir iş yaptığı için cezalandırılıyor. Aslında
sonraki anlatıda kadının kirliliği ya da olumsuzluğu bir gönderme ile işin
içine giriyor. “kadın çok aksidir, cezalandırılması gerekir”. Şeklinde bir
gönderme var. Farklı bir parça gibi
gelse de her ikisi de genel kadın algısını destekleyicidir. Bir sebebe ihtiyacı
var orada da erkeğin üstün olduğu anlayışa dayandırılarak sunuluyor.
Yusuf Çelik: Şeytan kuyudaki kadının karşısında güçsüz kalabilirken
padişahın kızına karşı güçlü durumda.
Ömer Gözükızıl: Kadın kurulu işleyişe karşı, kocasının iktidarına da
karşı bir durumu var, şeytan onunla da başa çıkamıyor. Her iki iktidar cinsine
karşı koyan, direnen bir cinsten bahsediyoruz. Egemen erkek kafası bu anlatıda
o karşı çıkışı olumsuz olarak algılıyor.
Bunu normal bir ortamda anlattığımızda kadınlar da erkekler de
gülecektir, bunu değerlendirmeyecektir. O nedenle bu başlangıç çok da aykırı
bir başlangıç diye düşünüyorum.
Macide Aksu: Anlatıda şeytan kızın karnından eğlence ile çıkıyor daha
önceki haftalardaki anlatılarda şeytanın düğün gibi , eğlence gibi yerlerde
toplandığını söylemiştiniz, bir ilgisi var mıdır?
Ömer Gözükızıl: Şeytanların kardeşliğine dair bir birlikteliği
göstermek için eğlence yapılır ama burada daha farklı. Bu anlatının farklı varyantında
asıl vurgu müziğe yapılmıyor orada asıl vurgu gürültüye yapılıyor. Başka bir
yerdeki anlatıda o küçük anlatı bölümünde müzisyenlerin toplanması yok. Onda
“okul var mı diye soruluyor.” Çocukları toplayıp getiriyor, gürültü
yaptırtıyor. Burada daha etkin bir anlatıcı çalgı, çengiyi işin içine katıyor
ama aslında yaptıkları etki gürültüdür.
Anlatılar üzerinden sürekli bulunan duruma bir vurgu vardır, var olan,
kurulu olan anlayışı, kültürü belirli göndermelerle sağlamlaştırma işine hizmet
eder.
Bir sonraki anlatıya geçelim, iki varyantını da okuyacağız orada da
anlatıcının anlatıya nasıl etki ettiğini görebileceğiz.
Bayramiç- Sarıdüz Köyü (6 Mart 2001)
Erkek, 73, Sarıdüz, ilkokul mezunu, evli, iki çocuklu
(Şimdi efendim) Bursa’da bi asker
varmış, Bursa’da. Bu asker harpte esir düşmüş, esir düşmüş. Esir düşüyo. O da,
gırala bunu hizmet eri vermişler gırala.
Gıralın
gızı buna vurulmuş. Bu asker de gözelmiş, çok gözelmiş. Eme Bursa’da okumuş
zaten taha gitmeden, taha hocasında okumuştu; hocası varmıştı. Askere ordan
–okumaktan- gitmiş; özel hocasından. Öyleyken(?) felan, gız demiş ki annesine:
Ana, ben bu askere vuruldum. Sakın …... alma; baban seni vermez dese...
Böyle böyle
derkene, gız hastalığa tutulmuş. Hastalığa tutulduktan sonra, şu askeri çağırın
gelin bene demiş. Öleceğmişmiş. Askerler çağırıyorlar: Hanım seni çağartmış.
Demişkine kız: Ben ölecem, sen …... bundan sonra, benim mezarımı takib et.
Benim kıymatlı eşyalarımı goyucaklar. Altınım …... alacaklar. Sen ordan
giderkene –memleketine giderkene- al bu eşyaları demiş.
Bundan sonra
neyse hagget, mezarına gidiyo asker. Belliyo
mezarı; orda belliyo.
Ordan
esirlerin vakti gelmiş, mubadele yapmag vakti gelmiş. Bu ağşam demiş gidem, şu
eşyaları alam. Bi de mezarı açıyoru: Bu daha hocası yatıp durur mezarda. Allah
Allah! Şaşırmış kalmış adam. Hocam! (Bursa’dakı hocası; okumaya gittiği hani,
gittiği hoca.) Kapatmış mezarı, dönmüş gelmiş.
Bundan sonra
bi de geliyo ki bu… Hocaya varmış: Hocan öldü diyo ailesine, hocan öldü. Ulan
ne oldu? Hocan öldü. Şunun mezarını, kabirini ziyaret edeyim; bi göster diyo
hanımına. Gösteriyo mezarını. Ziyaret ediyo. Eh bu ondan sonra şey ediyo,
mezarları ziyaret ediyo.
Tekrar gelmiş
hanımına. Ya bu hoca mı be? demiş. Ondan sonra ne halın(?) hocam demiş. Ondan
sonra …... hocam demiş …... yaptık mı? Şu su olmasa bi evde demiş, ya …...
demiş. Neyse …... Bi de açmış bakmış: O gız orda yatıp duru., mezarlıkta;
eşyasınlan barabar. Hoca… Orda görmüş hocayı. Eşyaları da almış.
D- Eyvallah, sağolasın. Bunu
kimden duydun?
K.K.- Bunu da öğretmenin birinden duydum, lise öğretmenin birinden .
Ömer Gözükızıl: Anlaşılması
zor bir anlatı ama diğer anlatıyı okuyunca daha iyi anlayacağız. Nedenleri de
sunacak, çok yetkin bir anlatıcıydı. Çok iyi olduğunu bildiği için de beni çok
zorladı. Fırsat bulabilseydik onun kendi oluşturduğu masalı da vardı.
1900’lerde geçen bir masaldı. Çok anlatı dinlediği için kendisi de anlatı
oluşturabilecek kapasitede birisiydi. Maalesef onunla iki ya da üç kez
çalışabildim. Bütün bildiklerini alamadık. Bazen de iyi anlatıcılar da şu sorunu
yaşarsınız ki küçümsediği anlatıları sunmaz. Bazı anlatıları da küçümsediği
anlatıları anlatmaktan kaçındığı için derleyemedik.
Merkez İlçe-Çıplak Köyü (18 Eylül
2001)
Erkek, 78, Çıplak, okur-yazar, evli
(Eskiden ‘arp… ‘ani Atatürk filen. Bütün
dünya yani gâvurlq bastı ya Türkiye’yi; her tarafı. Zaptettiler İzmir’i,
İstanbul’u; bilmem nereyi. Eski yani gayet eski.)
Ömer Gözükızıl: Dikkat
ederseniz, anlatı çok daha eski bir zamanda geçecek ama kaynak kişi girişte
bizi anlatıya hazırlıyor. Anlatıcının yorumu olabilir.
‘arbe
giriyolar. Türk’ün biri, gâvurun –hani yani paşanın- eline esir düşüyo. Bu
paşa, u Türk’ü ‘izmetçi olarak yani alıyo evine. (Bak dinle yani, bak!) (Kaynak kişi, derleyiciye seslenmektedir. Ö.G.)
Fakat gayet yakışıklı bir müslümanmış. İsmi de: İbrahim.
Ömer Gözükızıl: Gördüğünüz gibi
bu anlatıda isimlendirmeler var. Yusuf’ta esir düşmüştü, o da çok yakışıklıydı,
ona da firavunun karısı aşık olmuştu. Küçük parçalar çağrıştırabilir.
Çocuğun ismi İbrahim. Paşanın da
bi kızı var. Nası biliyo musun? Sütte leke vā, onda yok. Kız, âşık olmuş
İbrahim’e; Türk’e. Türk te âşık olmuş kıza ama birbirlerinin haberleri yok.
Öyle sevip; gözlen, mözlen felan.
Bi
gün kız hastalanmış. Anlamış öleceğini kız. Buba diyo, şu bizim Türk İbrahim’i
bi çağırsanız da, yanıma gelsin. Çağırıyim kızım diyo. (Çünkü evin içinde
çalışıyo: Hizmetçi.) Kapatın kapıyı diyo. Ee İbrahim diyo kız. Ben sana âşık
oldum; kavuşamadık. Sözümü dinle diyo. Sakkın dedi bi fasul[1]
yapma. İbrahim diyo ki. Ben sana âşık oldum. Ne yapabilirim? Ben esir bir
adamım. Sen, paşanın kızısın. Ne diyim ben yani. Ben de sana âşık oldum ama söz
söylüyemem. Söylemeye gelmez. ‘Emmen bi sarılıyo. Ben, şu günde ölücem. (Günü
de şe yapıyo.) İyi dinle diyo. Öldükten sonra diyo… Ölücem diyo ama fakat diyo,
beni diyo mezarımda yani gömerkene, bir sandık altın, gümüş filan, ıvır-zıvır
koyuyolar. Bizim âdetimiz böyle. Sen de… Felen tarihte esirleri koyveriyolā
diyo. Ortalık yine düzeliyo. Sakkın dedi ihmal etme. Tamam diyo.
Kız
ölüyo aynı tarihte, aynı günde ölüyo. (Esir diğil ya çocuk. Yandan mandan
geliyo: Mezarı takib ediyo. Nerde gömüldüğünü görüyo.)
Aynı
o gün gelmiş. Terhis olmuşlar, terhis olmuşlar. Çocuk kalmamış(?) yani
esirinden. Diyo: Gidiyim diyo şu mezara. Şu gâvur kızını bi görüyim bakalım.
Söylediği tamam mı? diyo.
Bi
de gidiyo Ömer Bey: Açıyo mezarı. Bu köyün –mesela oturduğu köyün- (yani hangi köyse?); Çıplak deyelim ‘ocası
yatıyo gâvur kızın mezarında. ‘Ocası yatıyo. Vay Allah diyo, bu, bizim hoca
yav; bizim köyün hocası. Nası olmuş bu iş? Kapatmış.
Terhis
olmuş, gelmiş. Fakirmiş çocuk. Annesi… Gelmiş. Gitmiş: Anne be diyo –daa
oturmadan, girmeden daa, merdivenden yukarı- anne be diyo, köyümüzde ne oldu,
ne bitti; ne var, ne yok? Diyo? Ölen mölen vā mı? (Yani öğrenecek istiyo.) Var
oğlum diyo. Bir hafta oldu, ‘ocamız öldü diyo. Peki ‘oca diyo ne talkın
veriyodu? Bizi diyo, Cuma günleri topluyodu diyo camide. Nasihat veriyodu diyo.
Yalnız bi kelime konuşuyodu diyo. Bu Müslümanlıkta diyo, yıkanmak olmasa diyo,
Müslümanlık tam iyi olur diyo. Bu lafı kullanırdı. Yıkanmak olmasa cünüpten,
yıkanmak olmasa diyo, gayet …../….. diyo. Bunu kullanırdı diyo. Hee! ‘Ocanın
mezarını biliyo musun anne?
Ömer Gözükızıl: Bir öncekinde
neden olduğuna dair hiçbir ipucu yoktu. Bunda ipucunu verdi. Hoca bir şeyler
anlatıyor ama bilinen dinin tersini savunan düşünceleri var.
Bilmem mi! Biliriz diyo. (Karılar Abi, eskiden gidiyolardı; bakma.)
Ömer Gözükızıl: :Anlatıcı bir
anlatıcı içinde farklı göndermelerde bulunur. Bruada da mezara gitme
geleneğinde şimdilerde mezardan uzak durulsa da o dönem için gidilebilir
vurgusu var.
Gē bana gece(?) söyleyiver diyo
hocanın mezarı.
Bu
mezar! Hadi anne, gidelim. Eve geliyolar. Annesi yatıyo. Alıyo kazma küreğe;
dooğru mezara.
Açıyo.
Bi de bakıyo arkadaşım: Kız! ‘İç bi
şey olmadı; yatıp duruyo mezarda. Sandık ta orda. Sandığı alıyo; evine
götürüyo. (Annesinin haberi yok.) Gömüyo gene mezara. Zengin oluyo Abi, gayet zengin. Öyle şaka diğil.
Ömer Gözükızıl: Bazen iyi
şeyler yapmış insanların cesetlerin bozulmadığına dair hikayeler anlatılır.
Burada da kızın iyiliğine dair çok fazla bir şey vermedi ama cesetin
bozulmadığına dair vurgu ile bunu hatırlatıyor.
Bi
magaza açıyo. Fakire makire, hepsini dağıdıyo böyle parasını ondan sona, böyle.
(Çok zengin.) Fakat bi şüphe kaldırıyo çocuk. Sabāle: Bismillahirahmanırahim!
Mağazayı açıyo. Bi dilenci karı geliyo: Bi ‘ayırcık! Cebinde ne varsa, veriyo
eline. ‘Er sabah erken, aynı karı geliyo. Aynı karı geliyo: Veriyo, gidiyo.
Şimdi
bunlar zengin olunca, annesi diyo ki: Oğlum diyo, bak biz zengin olduk. Ben
gidiyim, bütün o akrabaları bi dolaşıyim. Ne dersin? Git anne diyo; serbestsin.
Ne kadā akraba varsa, bak, gör. Fakirleri varsa: Al iki kese altın; ver ona,
yardım et. Tamam oğlum diyo annesi, gidiyo.
Gelelim
şimdi oğlana. Oğlan gene sabahlē: Bismillahirahmanırahim; mağazayı açıyo.
Dilenci karı gene geliyo. Gene veriyo ihtiyacını. İçinde: Ivır-zıvır yapıyo.
Acıkmış. Demiş ki: Ben gidiyim, evde ne varsa, bi yiyim yav.
Kimse
yok. Bi de açıyo evi –kendi evini açıyo Abi-:
Masa… yemekler yapılmış. Duman tütüyo yemeklerde Abi. Vay Allah! Kim girebilir benim eve yav? Soruyo komşulara. Yook
diyo İbrahim Bey; kim giricek evine? Hay Allah! Bu nedir: İn mi, cin mi? filen.
(kadın dönüyo.) Dur bakalım diyo.
Sabālen
gene açıyo mağzayı. Aynı dilenci karı geliyo. Gene veriyo. Dilenci karı
kayboluyo. Hemen –on dakika, on beş dakika bi şey- hemen kapadıyo mağazayı.
Doğru eve gidiyo. (Bakalım kim giriyo?)
Bi
de geliyo böyle Ömer Bey. Eskiden musluk… Bulaşıkları böyle borudan
–yıkarke, bulaşıkları yıkarken- borudan aşşağa su iniyo böyle. Bi de
bakıyo: Bi su dökülüyo. Bi de bakıyo: Sulan beraber, bir altın yüzük görüyo. Bi
de bakıyo: Gâvur kızın altın yüssüğü!
Ömer Gözükızıl: Başka bir
anlatıda bir bölüm olarak geçer. Çanakkale’de maymun, ağaç kütüğü, kaplumbağa
gibi başka şekilde anlatıldığını biliyoruz. Onlarda evdeki düzeni sağlayan bir
kılık değiştiren farklı bir canlı olarak gösterilir.
Hemmen içeri
giriyo. Neyse adını çağarıyo: Mariya, Mariya! Neyse bi seda geliyo –kimse
çıkmıyo-: Eey İbrahim diyo, sen üç gün yaşama. Üç gün sonra ölücen. Yalnız, şu
çekmeceyi çek; oturduğun çekmeceyi. Çekiyo. Bu paraylan dedi, ‘ocanın mezarın
yanından… Mezarı orda eşicen dedi. Bu paralā diyo, senin verdiğin paraydı diyo;
bana veriyodun ya mağaza açarken. U para senin; ‘aram diğil. Bu paranın… Aynı
‘ocanın mezarı yanı başı –annene tembih et-; orda seni gömsünler. O zaman
kavuşuruz.
Ömer
Gözükızıl: Bir önceki ay geçmişti “sırrın çıkması öldürür.” Burada da aynı şey
var.
Geliyo
annesi, geliyo annesi. Eey anne diyo, ben yarın ölücem. Yalnız bi tembihim var
sana diyo. Bunu yapman lazım diyo. Söyle evladım diyo; şaka yapma. Ölücem ben!
‘Ocanın mezarı biliyo musun? Biliyum. Yanı başında; mezarımı orda eşiniz. Orda
gömünüz beni. Orda da bi oda yap. Bi bekçi tutucağnız. Bekçi bizi göz-kulak
olsun. Hani tilkiler, köpekler filen eşmesin. Tamam evladım diyo.
Ertesi gün
oluyo: Ölüyo. Aynı tembihleniyo, aynı yapıyo annesi. Bina yaptırıyo, her şey
yaptırıyo. Tutan bekçi kaçıyo korkudan. Bırakıyo gidiyo. On kişi değiştiriyo
kadın. Uee ağzına sıçtımını diyo. Ben gidicem kendim yav diyo annesi; kendim
gidicem yav. Kapatıyo yani apartumanı, kapadıyo gidiyo.
O gün de
cuma. Geliyo. İki tene ekmek alıyo. Şöyle bi dolap varmış. Dolaba ekmekleri
koyuyo. Bi de bakıyo böyle mezara ….. Sağ tarafta mezar. Şöyle bi delik
açılmış. Bi de dikkat çekmiş. Du bakayim diyo; oğlum ne oldu? Yani: Bi göreyim.
Oğlumu bi görüyim bakalım: Ne oldu, ne gitti? Bi de bakıyo Ömer: Allaah! Bi bahçe ama ne diyim… U çiçekler, o envai çiçekler.
Güzel bi kızlan kol kola, u çiçekten, u çiçekten kokuyolā. Onlā böyle
geziyolar. Annesi diyo ki: Oğluum diyo, beni de alın oraya diyo. Çok güzelmiş
orası. (Cenneti görüyo orda.) O konuşmaklan, delik kapanıyo. Simsiyah oluyo;
hiç bi şey yok. Allaah diyo.
Bi de bakıyo:
Aldığı ekmek, nası pamuk beyaz! O ekmek, pamuk gibi olmuş Abi. Aynı, pamuk haline dönmüş. Aldım ekmeğe ama, ne oldu bu
ekmeğe? Felen diyo. Para alıyo; gidiyo fırıncıya. Atıyo para: Bana, iki tene
ekmek! Oo teyze diyo, bu para, kırk senelik para. Bu, geçmez. Yapma be oğlanım!
Geçmez diyo. Bak Ömer! Bir
konuşmaklan, bir görmeklen, kırk sene zaman geçmiş Abi. (Aynısı bak şimdi.) Bak, bi konuşmaklan, bi görmeklen, kırk
sene bi zaman geçmiş.
Gidiyo
yeniden mezara. (E para geçerli diğil ki. Paralar batal oldu.) Ağlaya ağlaya…
Allah, Cenab-ı Allah ta unun da ruhunu alıyo. Aynı çocuye kavuşuyo.
Ordan geldim
de ben. Ben de gitcektim bekçilik yapmağa ama karı: Ben kendim yapacam!
Söyledim: Ben fakir bi adamım dedim. Ben bekçilik yapıyim de, sen… O: Yok dedi.
Kimseye güvenmem de, kendim giderim dedi. Bıraktım karıyı.
Ben de ordan
geldim. Bi avuç para aldım orda ben. Al dedi sen yi! Nerde Abi? Her tarafa götürdüm. Para geçerli diğil. Kırk senelik para.
Ben de, Allah’ın ….. kaldım. Fakirim. Birisi didi ki: Gel lan buraya dedi.
Atıver onları. Al şu yani on bin lirayı. Git ekmek al; karnını doyur. Allah
razı olsun. O adam verdi. On bin liraya, gittim karnımı doyurdum. Ben de ardan
geldim. Bi daa gider miyim öyle bi yere, gidw miyim Abi? Bıraktım gitti. (Kaynak
kişi, anlatıyı tamamlamanın mutluluğuyla gülüyor. Ö.G.)
D- Aga! Anlattığın masalları hep
farklı farklı bitiriyorsun. Kendini de içine katıyorsun. Yaşlılar da öyle mi
anlatırdı eskiden?
K- Aynı anlatırlardı yaşlılar.,
aynı… Kim anlatıyosa ihtiyarlardan, aynı anlatıyo. Ben de aynını anlatmam
lazım.
D- Eski adamlar, masalları böyle
mi bitirirlerdi?
K- Böyle bitirirler. Çünkü güzel
anlatıyolardı. Ben de meraklıyım. E bağlantı: Tabi onlar nası anlatıyolarsa,
ben de aynı anlatmam lazımdır.
Ömer Gözükızıl: Anlatıcının
araya başka anlatılardan malzemeler katması bazen anlatıcının iyiliği
bakımından güzeldir ama anlatının saf, yalın bir şekilde dinlenmesinde sıkıntı
çıkabilir. Ben bu anlatıda, kızın yaşlı kadın kılığında gelip, evin işlerini
yapmasını görmedim. Anlatının bütünlüğü açısından da çok bir önemi olmasa da
anlatıya değişik bölümlerde parçalar katıp kendince biçimlendirdi. İyi
anlatıcılar bunu yaparlar. Derleme amacınız saf malzemeyi derlemek
ise bu tip
insanlarla çalışarak yanlış iş yaparsınız ama performansı derlemek ise o adamı
bulmanız lazım.
Serkan Kallıoğulları: Toplumsal statü farkı nedeniyle mi ölümde
kavuşma durumu var? Sanki iki üç masalı birbirine karıştırıp da anlatmış gibi
geldi.
Ömer Gözükızıl: Asıl anlatı, oğlanın esir düşmesi, kızın aşık olması
ve ölmesi, neden öldüğüne dair de bir açıklama yok. Belki de verilmek istenen
“statüye uygun olmayan yönelişler sonuçsuz kalabilir, yapmayın.”
Yusuf Çelik: Hazineyi adama vererek bir şekilde borçlandırmış oluyor.
Kadının hediyesinin karşısında ölüm olarak karşılık veriyor.
Ömer Gözükızıl: Çocuk, kızın memleketinde kalmış olsaydı kızın da
hocanın mezarında olduğunu bilemeyecekti. “yanlış” ve “doğru” insanların yer
değiştirmeleri gerektiğini anlayamamış olacaktık. Orada hocayı görecekti ama
hocanın neden gavur memleketinde mezarda olduğuna dair bir ipucu olmayacaktı.
Memleketine gittiğinde hocanın orada olmasına dair bir ipucu buldu. Diğer
anlatıda da döndü aslında ama anlatıcı tam hatırlayamadığı için biz onu
kavrayamadık.
8 aylık maratonumuzun son anlatısı olarak şeytani bir anlatı bulursak
onunla kapatabiliriz.
İslam Bulut: Derleme yaparken cinsiyetler arasında zorlanmalar
yaşadınız mı?
Ömer Gözükızıl: 1988 yılında mesleğe başladığımda zorlanıyordum ama
sonra zorlanmamın nedeninin cinsiyetten kaynaklanmadığını, insanlarla aynı
dili konuşmayı öğrenememekten kaynaklandığını anladım.Aslında kadınlar ile
erkeklerden daha fazla çalışabilirsiniz çünkü kültürü kadınlar dışarıya fazla
açılmadıkları için daha iyi muhafaza ediyorlar. Müstehcen anlatıları
kadınlardan derlediğim de oldu. Bu kadar yıllık mesleki tecrübemin bana
öğrettiği erkeklerin bildiği müstehcen anlatıları kadınlar bilir hatta daha
fazlasını da bilme ihtimalleri vardır. Çanakkale’de mani derlerken farkında
değildim ama manileri derleyip çalışmada yazmaya geçtiğimde şunu farkettim ki
manileri derlediğim insanlardaki kendi yaşıtım kadınların azlığını o zaman
görebildim. Benden küçük ya da büyük olanlarla çalışmışım ama yaşıtımdakiler
benim karşıma çıkmakta çekimser kalmışlar ya da ben kendi yaşıtlarımın
karşısına çıkmakta çekimser kalmışım. Cinsiyet yaşıtlarımla sorun oluşturmuş.
Bilinçli olarak yapmadığımız bir sakınma durumu oluşmuş.
Gelibolu - Yüllüce Köyü (02.08.2001)
Kadın, Yüllüce, ilkokul, evli, üç çocuklu
K- Evvel tabi, evvel görünürmüş insanlara. Şimdi görünmüyo. Evvel...
Bizim yaşlılarımız anlatıyodu: Falan yerde -yok- bicili tavuk gördüm. Yok işte
bi delikanlı gördüm işte. Şimdi, yok üle bi şey. Kimseye görünmüyo.
İşte evvel
türbelerde görünüyolarmıj demek istiyom. Şimdi görünmüyo. Evvel... Şimdi, benim
ninem anlatırdı: Toplamış çocuklarını. Komşuya istemişler. Gidiyolarmış
oturmağa. Unun da çocukları varmış. Giderken, bi de baktım diyo, bi bicili
tavuk diyo. Bicili tavukları, çocuklar da: Ay! Bici falan diyerekten tutmağa
kalkmışlar. ‘İc bi tane bi şey kalmamış. Uçmuş gitmiş olduğu yerde. İşte:
Şeytan demek istiyolar bunlar ama şimdi görünmüyo.
D- Bicili tavuk şeytan mıdır?
K- Şeytanmış güya.
D- Biraz önce: Delikanlı dedin.
K- Kimine tabi, kimine üyle görünüyomuş. Delikanlı şeklinde
görünüyomuş ama bilinmiyo. Ya kimisi diyo mesela: Çok güzel, giyinik gördüm
diyo mesela.
D- Nerde görmüş?
K- Ya bi kırda olsun, bi yerde görmüş ama yane anında kaybeldi diyo.
Kimisi: Yok rüyasında görmüş diye, inanılmıyo yani şimdi.
**
Küçükmüş; üç yaşındamış. Annesi ‘amur açarkana, çocuğun tuvaleti
geliyo. Git diyo tuvalete; git kendin kızım diyo. (Ne bilicek; üç yaşında
çocuk!) Gidiyo dışarı -evin bahçesine-; gidiyo oraya, işiyo çocuk. Daha orda,
eli ayağı kıvrılıyo. ‘Emen elleri ‘amurlu daha kadının. ‘Ocaya götürdüler;
iyileştirdiler. Türbe var sizin evin önünde demiş. Unun üstüne işemiş demij.
Ömer Gözükızıl: Çanakkale’de gece vakti tavuğun yavruları ile
dolaşması olağan dışı bir durum. Olağan dışı bir durum olduğu için de onu şeytan
olarak değerlendiriyor.
İslam Bulut: Bicili tavuk Bayramiç yöresinde de de korku kaynağıdır.
Genelde daha saldırgan olurlar.
Ömer Gözükızıl: Doğum yapmış, yanında civcivleri olan tavuk
olağan dışılık için Çanakkale’de sık sık kullanılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder