27 Nisan 2018 Cuma

25 Nisan 2018 Çanakkale'de Derlenen Masallar VIII etkinlik çözümlemesi






25 Nisan 2018 Toplantı Çözümlemesi

Ezine-Köseler Köyü (1 Nisan 2001)
Erkek, 36, Köseler, ilkokul, evli, 2 çocuklu, çiftçilik ve hayvancılık

                (E şimdi) Eski, eski dönemde, bi evli bi çift varmış. Bu hanım çok aksimiş. Bu –gocası- bundan, aksiliğinden yılmış. Ne dese tersine yapıyomuş. Şundan gurtuluyum demiş yani en sonunda; rahat ediyim.
Adam şimdi: Goyunları sağma diyosa, gadın gidip sağıyomuş. Herhangi… Yani devamlı aksilik, tersine yapıyomuş işi.
                Bi bahçeleri varmış. Gitmiş, bahçeye guyu gazmış erkek. Gadına demiş: Ben uruya guyu gazdım. Gitme, düşersin. Aksi ya gadın; gitmiş guyuya. (Guyunun üstünü de örtmüştü biraz.) Düşmüş guyuya gadın.
Guyuda da, şeytan su içiyomuştu. (Kaynak kişi anlatının bu bölümünde derleyiciye gülümsemektedir. Bu gülümseme hem anlatının güldürü unsurundan kaynaklanmakta hem de derleyiciden yana teşvik edilme isteğinden kaynaklanmaktadır. Ö.G.) Şeytanın üstüne düşmüş. Gulaklarını tutmuş gadın; aksi gadın. Şeytanı tutmuş, bırakmıyomuş. Erkek adam –gocası- gelmiş, bakmış. Şeytan yalvarıyomuş gocasına: Beni diyomuş, gurtar bu gadından. Demiş: Gurtarmam. İşte şöyle olur, böyle… Seni zengin yapcam demiş. Burdan çıkınca, seni zengin yapıcam. Ondan sonra –zaten gadın aksimiş- e buna gocası demiş ki: Daha sıkı tut demiş. O zaman bırakmış. Şeytan çıkmış guyudan yukarı.
Çıkınca –tabi zengin yapcam didi ya. nası yapcak?- formül arıyo. Diyo... Gidİyo bi padişahın gızının garnına giriyo. Ben diyo, şu padişahın gızının garnına giricem. Gız hasta olcak, yatcak. Bunu kimse iyi edemiycek. En sonunda sen iyi edcen; gelicen. Ben diyo, doktorum, hocayım diycen. Ama en sonunda gelicen diyo. Padişah, seni zengin yapıcak.
Neyse padişahın gızı hasta oluyo. Bu gidiyo, garnına giriyo. Zaman geçiyo, geçiyo. Kimse bunu iyi yapamıyo. Ülkenin bütün şeylerini topluyolā; doktorlarını. (O zamanki zaman, doktor yok ya! Şeyleri –ne diyorlardı o eski devirde-…) Neyse işte onları topluyolar. Kimse bunu iyi yapamıyo. Gız, sonuçta ölücek.
                En sonunda bu, padişahın sarayının kenarlarına gidiyo. Ben diyo, işte: Hekimim, şöyleyim böyleyim, hocayım. Bi tanesi diyo -padişaha geliyo-: Padişahım diyo, böyle böyle bişey var; böyle diyo. Ya diyo, memleketin bütün hekimleri iyi idemedi. O kimmiş de iyi itcek? Ya bi denemekte zarar yok, yarar var. Bi getirin.
Neyse getiriyolā onu. (Zaten anlaşık bunlā. Ben gelem, sen çık dedi mi, şeytan çıkcakmış.) Sonuçta o, bu diyo: Ben geldim, sen çık diyo. Tamam. Hemen çıkıyo bu urdan. Gız iyi oluyo. Padişah bunu zengin yapıyo. Yalnız şeytan diyo: Ben diyo bi daha falan yere gidicem diyo mesela. Başka bi ülkenin gızının garnına girecem. Oraya gelme diyo. Bu: Tamam diyo. Anlaşıyo bunlā. Ondan sonra şeytan gidiyo.
                Öbür ülkenin –yabancı bi ülkenin- şey gıralının gızını garnına giriyo. Gene gız hasta. Sonuçta devamlı hasta hasta… Bütün kaç tane ülkeden geliyo; kimse iyi edemiyo. Diyolar: İşte padişahın gızını, falan yerde birisi iyi etmiş. Hemen diyolā: Gidin getirin! Gitmemek istiyo ama tabi direnemiyo. Götürüyolā bunu.
Ben gēdim diyo, sen çık! Ben sana, gēme demedim mi? diyo, gızın garnında. Öyle bi-iki gün uğraşıyo: Çıkmıyo.
                Bu sefer o da, bi kurnazlık düşünüyo. Gırala demiş: Bu ülkede ne gadā çalgı vāsa, sarayın etrafına topluycen hepsini. Ben demiş, pençereden işaret ittiğim zaman, başlıycek çalgılar çalmağa.
Bütün çalgıları topluyolā şeye, sarayın etrafına. Ondan sonra (öyle bi formül arıyo yani, ordan çıkarmak için) bu işaretini veriyo. Kimse yok odada; ikisi. Başlıyo çalgılar çalmağa. U zaman: Bu ne gürültü? diye soruyo şeytan. Ne olcak diyo: Guyuda senin gulaklarından tuttuğu aksi garı vardı ya, işte u geldi. Aman aretlik beni gurtar diyo. Ordan da çıkıyo o. Adam tekrar servete gavuşuyo.
                Bitiyo yani. Bu gadā biliyom ben de. O gadar anlatırlardı yaşlılā. 

Ömer Gözükızıl: Şeytan iki kez padişahın kızına hastalık olarak giriyor. Niye başka bir yerinde değil de karnında bir rahatsızlığa neden oluyor diye sorabiliriz. Genel kabulün dışında bir hamilelik olayı olabilir. Ondan kurtulması gerekiyor, olayın duyulmaması için böyle bir şey düşünülmüş gibi geliyor. Bu anlatı yanılmıyorsam Binbir Gece Masalları’nda da var. Kırıla kırıla bu haliyle bize kadar gelmiş.

Yusuf Çelik: Anlatı başlangıcında hane içinde gerçekleşen bir durum söz konusuyken sonrasında kralın kızına geçiliyor, bir kopukluk söz konusu değil mi?

Ömer Gözükızıl: Yazılı metinlerde de süreç genelde böyledir. Bazı bölümler anlatılarda yer değiştirir. Anlatı geleneği zayıflamışsa anlatıcı başka bir parçayı sunduğu anlatıya yamar. O da belli olur. Kopukluk durumu daha net olarak gözlemlenebilir. Burada şeytanın adama neden yardımcı olduğunu anlatacak bir başlangıca ihtiyaç var. Orada tekrar toplumsal konumlanışa geliyoruz ve bize bir kapı açıyor. Aksi erkek kuyuya düşmüyor, her söylenenin tersini yapan kadın yine tersine bir iş yaptığı için cezalandırılıyor. Aslında sonraki anlatıda kadının kirliliği ya da olumsuzluğu bir gönderme ile işin içine giriyor. “kadın çok aksidir, cezalandırılması gerekir”. Şeklinde bir gönderme var.  Farklı bir parça gibi gelse de her ikisi de genel kadın algısını destekleyicidir. Bir sebebe ihtiyacı var orada da erkeğin üstün olduğu anlayışa dayandırılarak sunuluyor.

Yusuf Çelik: Şeytan kuyudaki kadının karşısında güçsüz kalabilirken padişahın kızına karşı güçlü durumda.

Ömer Gözükızıl: Kadın kurulu işleyişe karşı, kocasının iktidarına da karşı bir durumu var, şeytan onunla da başa çıkamıyor. Her iki iktidar cinsine karşı koyan, direnen bir cinsten bahsediyoruz. Egemen erkek kafası bu anlatıda o karşı çıkışı olumsuz olarak algılıyor.  Bunu normal bir ortamda anlattığımızda kadınlar da erkekler de gülecektir, bunu değerlendirmeyecektir. O nedenle bu başlangıç çok da aykırı bir başlangıç diye düşünüyorum.

Macide Aksu: Anlatıda şeytan kızın karnından eğlence ile çıkıyor daha önceki haftalardaki anlatılarda şeytanın düğün gibi , eğlence gibi yerlerde toplandığını söylemiştiniz, bir ilgisi var mıdır?

Ömer Gözükızıl: Şeytanların kardeşliğine dair bir birlikteliği göstermek için eğlence yapılır ama burada daha farklı. Bu anlatının farklı varyantında asıl vurgu müziğe yapılmıyor orada asıl vurgu gürültüye yapılıyor. Başka bir yerdeki anlatıda o küçük anlatı bölümünde müzisyenlerin toplanması yok. Onda “okul var mı diye soruluyor.” Çocukları toplayıp getiriyor, gürültü yaptırtıyor. Burada daha etkin bir anlatıcı çalgı, çengiyi işin içine katıyor ama aslında yaptıkları etki gürültüdür.
Anlatılar üzerinden sürekli bulunan duruma bir vurgu vardır, var olan, kurulu olan anlayışı, kültürü belirli göndermelerle sağlamlaştırma işine hizmet eder.
Bir sonraki anlatıya geçelim, iki varyantını da okuyacağız orada da anlatıcının anlatıya nasıl etki ettiğini görebileceğiz.

Bayramiç- Sarıdüz Köyü (6 Mart 2001)
Erkek, 73, Sarıdüz, ilkokul mezunu, evli, iki çocuklu

                (Şimdi efendim) Bursa’da bi asker varmış, Bursa’da. Bu asker harpte esir düşmüş, esir düşmüş. Esir düşüyo. O da, gırala bunu hizmet eri vermişler gırala.
                Gıralın gızı buna vurulmuş. Bu asker de gözelmiş, çok gözelmiş. Eme Bursa’da okumuş zaten taha gitmeden, taha hocasında okumuştu; hocası varmıştı. Askere ordan –okumaktan- gitmiş; özel hocasından. Öyleyken(?) felan, gız demiş ki annesine: Ana, ben bu askere vuruldum. Sakın …... alma; baban seni vermez dese...
Böyle böyle derkene, gız hastalığa tutulmuş. Hastalığa tutulduktan sonra, şu askeri çağırın gelin bene demiş. Öleceğmişmiş. Askerler çağırıyorlar: Hanım seni çağartmış. Demişkine kız: Ben ölecem, sen …... bundan sonra, benim mezarımı takib et. Benim kıymatlı eşyalarımı goyucaklar. Altınım …... alacaklar. Sen ordan giderkene –memleketine giderkene- al bu eşyaları demiş.
Bundan sonra neyse hagget, mezarına gidiyo asker. Belliyo  mezarı; orda belliyo.
                Ordan esirlerin vakti gelmiş, mubadele yapmag vakti gelmiş. Bu ağşam demiş gidem, şu eşyaları alam. Bi de mezarı açıyoru: Bu daha hocası yatıp durur mezarda. Allah Allah! Şaşırmış kalmış adam. Hocam! (Bursa’dakı hocası; okumaya gittiği hani, gittiği hoca.) Kapatmış mezarı, dönmüş gelmiş.
Bundan sonra bi de geliyo ki bu… Hocaya varmış: Hocan öldü diyo ailesine, hocan öldü. Ulan ne oldu? Hocan öldü. Şunun mezarını, kabirini ziyaret edeyim; bi göster diyo hanımına. Gösteriyo mezarını. Ziyaret ediyo. Eh bu ondan sonra şey ediyo, mezarları ziyaret ediyo.
Tekrar gelmiş hanımına. Ya bu hoca mı be? demiş. Ondan sonra ne halın(?) hocam demiş. Ondan sonra …... hocam demiş …... yaptık mı? Şu su olmasa bi evde demiş, ya …... demiş. Neyse …... Bi de açmış bakmış: O gız orda yatıp duru., mezarlıkta; eşyasınlan barabar. Hoca… Orda görmüş hocayı. Eşyaları da almış.
D- Eyvallah, sağolasın. Bunu kimden duydun?
K.K.- Bunu da öğretmenin birinden duydum, lise öğretmenin birinden .

Ömer Gözükızıl: Anlaşılması zor bir anlatı ama diğer anlatıyı okuyunca daha iyi anlayacağız. Nedenleri de sunacak, çok yetkin bir anlatıcıydı. Çok iyi olduğunu bildiği için de beni çok zorladı. Fırsat bulabilseydik onun kendi oluşturduğu masalı da vardı. 1900’lerde geçen bir masaldı. Çok anlatı dinlediği için kendisi de anlatı oluşturabilecek kapasitede birisiydi. Maalesef onunla iki ya da üç kez çalışabildim. Bütün bildiklerini alamadık. Bazen de iyi anlatıcılar da şu sorunu yaşarsınız ki küçümsediği anlatıları sunmaz. Bazı anlatıları da küçümsediği anlatıları anlatmaktan kaçındığı için derleyemedik.

 Merkez İlçe-Çıplak Köyü (18 Eylül 2001)
Erkek, 78, Çıplak, okur-yazar, evli

                (Eskiden ‘arp… ‘ani Atatürk filen. Bütün dünya yani gâvurlq bastı ya Türkiye’yi; her tarafı. Zaptettiler İzmir’i, İstanbul’u; bilmem nereyi. Eski yani gayet eski.)

Ömer Gözükızıl: Dikkat ederseniz, anlatı çok daha eski bir zamanda geçecek ama kaynak kişi girişte bizi anlatıya hazırlıyor. Anlatıcının yorumu olabilir.

                ‘arbe giriyolar. Türk’ün biri, gâvurun –hani yani paşanın- eline esir düşüyo. Bu paşa, u Türk’ü ‘izmetçi olarak yani alıyo evine. (Bak dinle yani, bak!) (Kaynak kişi, derleyiciye seslenmektedir. Ö.G.) Fakat gayet yakışıklı bir müslümanmış. İsmi de: İbrahim.

Ömer Gözükızıl: Gördüğünüz gibi bu anlatıda isimlendirmeler var. Yusuf’ta esir düşmüştü, o da çok yakışıklıydı, ona da firavunun karısı aşık olmuştu. Küçük parçalar çağrıştırabilir. 

Çocuğun ismi İbrahim. Paşanın da bi kızı var. Nası biliyo musun? Sütte leke vā, onda yok. Kız, âşık olmuş İbrahim’e; Türk’e. Türk te âşık olmuş kıza ama birbirlerinin haberleri yok. Öyle sevip; gözlen, mözlen felan.
                Bi gün kız hastalanmış. Anlamış öleceğini kız. Buba diyo, şu bizim Türk İbrahim’i bi çağırsanız da, yanıma gelsin. Çağırıyim kızım diyo. (Çünkü evin içinde çalışıyo: Hizmetçi.) Kapatın kapıyı diyo. Ee İbrahim diyo kız. Ben sana âşık oldum; kavuşamadık. Sözümü dinle diyo. Sakkın dedi bi fasul[1] yapma. İbrahim diyo ki. Ben sana âşık oldum. Ne yapabilirim? Ben esir bir adamım. Sen, paşanın kızısın. Ne diyim ben yani. Ben de sana âşık oldum ama söz söylüyemem. Söylemeye gelmez. ‘Emmen bi sarılıyo. Ben, şu günde ölücem. (Günü de şe yapıyo.) İyi dinle diyo. Öldükten sonra diyo… Ölücem diyo ama fakat diyo, beni diyo mezarımda yani gömerkene, bir sandık altın, gümüş filan, ıvır-zıvır koyuyolar. Bizim âdetimiz böyle. Sen de… Felen tarihte esirleri koyveriyolā diyo. Ortalık yine düzeliyo. Sakkın dedi ihmal etme. Tamam diyo.
                Kız ölüyo aynı tarihte, aynı günde ölüyo. (Esir diğil ya çocuk. Yandan mandan geliyo: Mezarı takib ediyo. Nerde gömüldüğünü görüyo.)
                Aynı o gün gelmiş. Terhis olmuşlar, terhis olmuşlar. Çocuk kalmamış(?) yani esirinden. Diyo: Gidiyim diyo şu mezara. Şu gâvur kızını bi görüyim bakalım. Söylediği tamam mı? diyo.
                Bi de gidiyo Ömer Bey: Açıyo mezarı. Bu köyün –mesela oturduğu köyün- (yani hangi köyse?); Çıplak deyelim ‘ocası yatıyo gâvur kızın mezarında. ‘Ocası yatıyo. Vay Allah diyo, bu, bizim hoca yav; bizim köyün hocası. Nası olmuş bu iş? Kapatmış.
                Terhis olmuş, gelmiş. Fakirmiş çocuk. Annesi… Gelmiş. Gitmiş: Anne be diyo –daa oturmadan, girmeden daa, merdivenden yukarı- anne be diyo, köyümüzde ne oldu, ne bitti; ne var, ne yok? Diyo? Ölen mölen vā mı? (Yani öğrenecek istiyo.) Var oğlum diyo. Bir hafta oldu, ‘ocamız öldü diyo. Peki ‘oca diyo ne talkın veriyodu? Bizi diyo, Cuma günleri topluyodu diyo camide. Nasihat veriyodu diyo. Yalnız bi kelime konuşuyodu diyo. Bu Müslümanlıkta diyo, yıkanmak olmasa diyo, Müslümanlık tam iyi olur diyo. Bu lafı kullanırdı. Yıkanmak olmasa cünüpten, yıkanmak olmasa diyo, gayet …../….. diyo. Bunu kullanırdı diyo. Hee! ‘Ocanın mezarını biliyo musun anne?

Ömer Gözükızıl: Bir öncekinde neden olduğuna dair hiçbir ipucu yoktu. Bunda ipucunu verdi. Hoca bir şeyler anlatıyor ama bilinen dinin tersini savunan düşünceleri var.

Bilmem mi! Biliriz diyo. (Karılar Abi, eskiden gidiyolardı; bakma.)

Ömer Gözükızıl: :Anlatıcı bir anlatıcı içinde farklı göndermelerde bulunur. Bruada da mezara gitme geleneğinde şimdilerde mezardan uzak durulsa da o dönem için gidilebilir vurgusu var.

Gē bana gece(?) söyleyiver diyo hocanın mezarı.
                Bu mezar! Hadi anne, gidelim. Eve geliyolar. Annesi yatıyo. Alıyo kazma küreğe; dooğru mezara.
                Açıyo. Bi de bakıyo arkadaşım: Kız! ‘İç bi şey olmadı; yatıp duruyo mezarda. Sandık ta orda. Sandığı alıyo; evine götürüyo. (Annesinin haberi yok.) Gömüyo gene mezara. Zengin oluyo Abi, gayet zengin. Öyle şaka diğil.

Ömer Gözükızıl: Bazen iyi şeyler yapmış insanların cesetlerin bozulmadığına dair hikayeler anlatılır. Burada da kızın iyiliğine dair çok fazla bir şey vermedi ama cesetin bozulmadığına dair vurgu ile bunu hatırlatıyor.
                
Bi magaza açıyo. Fakire makire, hepsini dağıdıyo böyle parasını ondan sona, böyle. (Çok zengin.) Fakat bi şüphe kaldırıyo çocuk. Sabāle: Bismillahirahmanırahim! Mağazayı açıyo. Bi dilenci karı geliyo: Bi ‘ayırcık! Cebinde ne varsa, veriyo eline. ‘Er sabah erken, aynı karı geliyo. Aynı karı geliyo: Veriyo, gidiyo.
                Şimdi bunlar zengin olunca, annesi diyo ki: Oğlum diyo, bak biz zengin olduk. Ben gidiyim, bütün o akrabaları bi dolaşıyim. Ne dersin? Git anne diyo; serbestsin. Ne kadā akraba varsa, bak, gör. Fakirleri varsa: Al iki kese altın; ver ona, yardım et. Tamam oğlum diyo annesi, gidiyo.
                Gelelim şimdi oğlana. Oğlan gene sabahlē: Bismillahirahmanırahim; mağazayı açıyo. Dilenci karı gene geliyo. Gene veriyo ihtiyacını. İçinde: Ivır-zıvır yapıyo. Acıkmış. Demiş ki: Ben gidiyim, evde ne varsa, bi yiyim yav.
                Kimse yok. Bi de açıyo evi –kendi evini açıyo Abi-: Masa… yemekler yapılmış. Duman tütüyo yemeklerde Abi. Vay Allah! Kim girebilir benim eve yav? Soruyo komşulara. Yook diyo İbrahim Bey; kim giricek evine? Hay Allah! Bu nedir: İn mi, cin mi? filen. (kadın dönüyo.) Dur bakalım diyo.
                Sabālen gene açıyo mağzayı. Aynı dilenci karı geliyo. Gene veriyo. Dilenci karı kayboluyo. Hemen –on dakika, on beş dakika bi şey- hemen kapadıyo mağazayı. Doğru eve gidiyo. (Bakalım kim giriyo?)
                Bi de geliyo böyle Ömer Bey. Eskiden musluk… Bulaşıkları böyle borudan –yıkarke, bulaşıkları yıkarken- borudan aşşağa su iniyo böyle. Bi de bakıyo: Bi su dökülüyo. Bi de bakıyo: Sulan beraber, bir altın yüzük görüyo. Bi de bakıyo: Gâvur kızın altın yüssüğü!

Ömer Gözükızıl: Başka bir anlatıda bir bölüm olarak geçer. Çanakkale’de maymun, ağaç kütüğü, kaplumbağa gibi başka şekilde anlatıldığını biliyoruz. Onlarda evdeki düzeni sağlayan bir kılık değiştiren farklı bir canlı olarak gösterilir.

Hemmen içeri giriyo. Neyse adını çağarıyo: Mariya, Mariya! Neyse bi seda geliyo –kimse çıkmıyo-: Eey İbrahim diyo, sen üç gün yaşama. Üç gün sonra ölücen. Yalnız, şu çekmeceyi çek; oturduğun çekmeceyi. Çekiyo. Bu paraylan dedi, ‘ocanın mezarın yanından… Mezarı orda eşicen dedi. Bu paralā diyo, senin verdiğin paraydı diyo; bana veriyodun ya mağaza açarken. U para senin; ‘aram diğil. Bu paranın… Aynı ‘ocanın mezarı yanı başı –annene tembih et-; orda seni gömsünler. O zaman kavuşuruz.

Ömer Gözükızıl: Bir önceki ay geçmişti “sırrın çıkması öldürür.” Burada da aynı şey var.

Geliyo annesi, geliyo annesi. Eey anne diyo, ben yarın ölücem. Yalnız bi tembihim var sana diyo. Bunu yapman lazım diyo. Söyle evladım diyo; şaka yapma. Ölücem ben! ‘Ocanın mezarı biliyo musun? Biliyum. Yanı başında; mezarımı orda eşiniz. Orda gömünüz beni. Orda da bi oda yap. Bi bekçi tutucağnız. Bekçi bizi göz-kulak olsun. Hani tilkiler, köpekler filen eşmesin. Tamam evladım diyo.
Ertesi gün oluyo: Ölüyo. Aynı tembihleniyo, aynı yapıyo annesi. Bina yaptırıyo, her şey yaptırıyo. Tutan bekçi kaçıyo korkudan. Bırakıyo gidiyo. On kişi değiştiriyo kadın. Uee ağzına sıçtımını diyo. Ben gidicem kendim yav diyo annesi; kendim gidicem yav. Kapatıyo yani apartumanı, kapadıyo gidiyo.
O gün de cuma. Geliyo. İki tene ekmek alıyo. Şöyle bi dolap varmış. Dolaba ekmekleri koyuyo. Bi de bakıyo böyle mezara ….. Sağ tarafta mezar. Şöyle bi delik açılmış. Bi de dikkat çekmiş. Du bakayim diyo; oğlum ne oldu? Yani: Bi göreyim. Oğlumu bi görüyim bakalım: Ne oldu, ne gitti? Bi de bakıyo Ömer: Allaah! Bi bahçe ama ne diyim… U çiçekler, o envai çiçekler. Güzel bi kızlan kol kola, u çiçekten, u çiçekten kokuyolā. Onlā böyle geziyolar. Annesi diyo ki: Oğluum diyo, beni de alın oraya diyo. Çok güzelmiş orası. (Cenneti görüyo orda.) O konuşmaklan, delik kapanıyo. Simsiyah oluyo; hiç bi şey yok. Allaah diyo.
Bi de bakıyo: Aldığı ekmek, nası pamuk beyaz! O ekmek, pamuk gibi olmuş Abi. Aynı, pamuk haline dönmüş. Aldım ekmeğe ama, ne oldu bu ekmeğe? Felen diyo. Para alıyo; gidiyo fırıncıya. Atıyo para: Bana, iki tene ekmek! Oo teyze diyo, bu para, kırk senelik para. Bu, geçmez. Yapma be oğlanım! Geçmez diyo. Bak Ömer! Bir konuşmaklan, bir görmeklen, kırk sene zaman geçmiş Abi. (Aynısı bak şimdi.) Bak, bi konuşmaklan, bi görmeklen, kırk sene bi zaman geçmiş.
Gidiyo yeniden mezara. (E para geçerli diğil ki. Paralar batal oldu.) Ağlaya ağlaya… Allah, Cenab-ı Allah ta unun da ruhunu alıyo. Aynı çocuye kavuşuyo.
Ordan geldim de ben. Ben de gitcektim bekçilik yapmağa ama karı: Ben kendim yapacam! Söyledim: Ben fakir bi adamım dedim. Ben bekçilik yapıyim de, sen… O: Yok dedi. Kimseye güvenmem de, kendim giderim dedi. Bıraktım karıyı.
Ben de ordan geldim. Bi avuç para aldım orda ben. Al dedi sen yi! Nerde Abi? Her tarafa götürdüm. Para geçerli diğil. Kırk senelik para. Ben de, Allah’ın ….. kaldım. Fakirim. Birisi didi ki: Gel lan buraya dedi. Atıver onları. Al şu yani on bin lirayı. Git ekmek al; karnını doyur. Allah razı olsun. O adam verdi. On bin liraya, gittim karnımı doyurdum. Ben de ardan geldim. Bi daa gider miyim öyle bi yere, gidw miyim Abi? Bıraktım gitti. (Kaynak kişi, anlatıyı tamamlamanın mutluluğuyla gülüyor. Ö.G.)

D- Aga! Anlattığın masalları hep farklı farklı bitiriyorsun. Kendini de içine katıyorsun. Yaşlılar da öyle mi anlatırdı eskiden?
K- Aynı anlatırlardı yaşlılar., aynı… Kim anlatıyosa ihtiyarlardan, aynı anlatıyo. Ben de aynını anlatmam lazım.
D- Eski adamlar, masalları böyle mi bitirirlerdi?
K- Böyle bitirirler. Çünkü güzel anlatıyolardı. Ben de meraklıyım. E bağlantı: Tabi onlar nası anlatıyolarsa, ben de aynı anlatmam lazımdır.  

Ömer Gözükızıl: Anlatıcının araya başka anlatılardan malzemeler katması bazen anlatıcının iyiliği bakımından güzeldir ama anlatının saf, yalın bir şekilde dinlenmesinde sıkıntı çıkabilir. Ben bu anlatıda, kızın yaşlı kadın kılığında gelip, evin işlerini yapmasını görmedim. Anlatının bütünlüğü açısından da çok bir önemi olmasa da anlatıya değişik bölümlerde parçalar katıp kendince biçimlendirdi. İyi anlatıcılar bunu yaparlar. Derleme amacınız saf malzemeyi derlemek 
ise bu tip insanlarla çalışarak yanlış iş yaparsınız ama performansı derlemek ise o adamı bulmanız lazım.

Serkan Kallıoğulları: Toplumsal statü farkı nedeniyle mi ölümde kavuşma durumu var? Sanki iki üç masalı birbirine karıştırıp da anlatmış gibi geldi.

Ömer Gözükızıl: Asıl anlatı, oğlanın esir düşmesi, kızın aşık olması ve ölmesi, neden öldüğüne dair de bir açıklama yok. Belki de verilmek istenen “statüye uygun olmayan yönelişler sonuçsuz kalabilir, yapmayın.”


Yusuf Çelik: Hazineyi adama vererek bir şekilde borçlandırmış oluyor. Kadının hediyesinin karşısında ölüm olarak karşılık veriyor.

Ömer Gözükızıl: Çocuk, kızın memleketinde kalmış olsaydı kızın da hocanın mezarında olduğunu bilemeyecekti. “yanlış” ve “doğru” insanların yer değiştirmeleri gerektiğini anlayamamış olacaktık. Orada hocayı görecekti ama hocanın neden gavur memleketinde mezarda olduğuna dair bir ipucu olmayacaktı. Memleketine gittiğinde hocanın orada olmasına dair bir ipucu buldu. Diğer anlatıda da döndü aslında ama anlatıcı tam hatırlayamadığı için biz onu kavrayamadık.

8 aylık maratonumuzun son anlatısı olarak şeytani bir anlatı bulursak onunla kapatabiliriz.

İslam Bulut: Derleme yaparken cinsiyetler arasında zorlanmalar yaşadınız mı?

Ömer Gözükızıl: 1988 yılında mesleğe başladığımda zorlanıyordum ama sonra zorlanmamın nedeninin cinsiyetten kaynaklanmadığını, insanlarla aynı dili konuşmayı öğrenememekten kaynaklandığını anladım.Aslında kadınlar ile erkeklerden daha fazla çalışabilirsiniz çünkü kültürü kadınlar dışarıya fazla açılmadıkları için daha iyi muhafaza ediyorlar. Müstehcen anlatıları kadınlardan derlediğim de oldu. Bu kadar yıllık mesleki tecrübemin bana öğrettiği erkeklerin bildiği müstehcen anlatıları kadınlar bilir hatta daha fazlasını da bilme ihtimalleri vardır. Çanakkale’de mani derlerken farkında değildim ama manileri derleyip çalışmada yazmaya geçtiğimde şunu farkettim ki manileri derlediğim insanlardaki kendi yaşıtım kadınların azlığını o zaman görebildim. Benden küçük ya da büyük olanlarla çalışmışım ama yaşıtımdakiler benim karşıma çıkmakta çekimser kalmışlar ya da ben kendi yaşıtlarımın karşısına çıkmakta çekimser kalmışım. Cinsiyet yaşıtlarımla sorun oluşturmuş. Bilinçli olarak yapmadığımız bir sakınma durumu oluşmuş.


Gelibolu - Yüllüce Köyü (02.08.2001)
Kadın, Yüllüce, ilkokul, evli, üç çocuklu

K- Evvel tabi, evvel görünürmüş insanlara. Şimdi görünmüyo. Evvel... Bizim yaşlılarımız anlatıyodu: Falan yerde -yok- bicili tavuk gördüm. Yok işte bi delikanlı gördüm işte. Şimdi, yok üle bi şey. Kimseye görünmüyo.
                İşte evvel türbelerde görünüyolarmıj demek istiyom. Şimdi görünmüyo. Evvel... Şimdi, benim ninem anlatırdı: Toplamış çocuklarını. Komşuya istemişler. Gidiyolarmış oturmağa. Unun da çocukları varmış. Giderken, bi de baktım diyo, bi bicili tavuk diyo. Bicili tavukları, çocuklar da: Ay! Bici falan diyerekten tutmağa kalkmışlar. ‘İc bi tane bi şey kalmamış. Uçmuş gitmiş olduğu yerde. İşte: Şeytan demek istiyolar bunlar ama şimdi görünmüyo.
D- Bicili tavuk şeytan mıdır?
K- Şeytanmış güya.
D- Biraz önce: Delikanlı dedin.
K- Kimine tabi, kimine üyle görünüyomuş. Delikanlı şeklinde görünüyomuş ama bilinmiyo. Ya kimisi diyo mesela: Çok güzel, giyinik gördüm diyo mesela.
D- Nerde görmüş?
K- Ya bi kırda olsun, bi yerde görmüş ama yane anında kaybeldi diyo. Kimisi: Yok rüyasında görmüş diye, inanılmıyo yani şimdi.

**
Küçükmüş; üç yaşındamış. Annesi ‘amur açarkana, çocuğun tuvaleti geliyo. Git diyo tuvalete; git kendin kızım diyo. (Ne bilicek; üç yaşında çocuk!) Gidiyo dışarı -evin bahçesine-; gidiyo oraya, işiyo çocuk. Daha orda, eli ayağı kıvrılıyo. ‘Emen elleri ‘amurlu daha kadının. ‘Ocaya götürdüler; iyileştirdiler. Türbe var sizin evin önünde demiş. Unun üstüne işemiş demij.

Ömer Gözükızıl: Çanakkale’de gece vakti tavuğun yavruları ile dolaşması olağan dışı bir durum. Olağan dışı bir durum olduğu için de onu şeytan olarak değerlendiriyor.

İslam Bulut: Bicili tavuk Bayramiç yöresinde de de korku kaynağıdır. Genelde daha saldırgan olurlar.

Ömer Gözükızıl: Doğum yapmış, yanında civcivleri olan tavuk olağan dışılık için Çanakkale’de sık sık kullanılır.













    







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kentler Anlatılınca Güzeldir sloganı ile çıktığımız bu yolculukta kentimizi anlatmaya ve paylaşmaya devam ediyoruz. Eylül ayından itibare...