28 Mart 2018 Ömer Gözükızıl Çanakkale’de Derlenen Masallar VII Toplantı Çözümlemesi
Ömer Gözükızıl: Bugün elimizde bolca anlatı var. Masala dair olan
korku anlatıları ya da yatırlar üzerine olan anlatıları dahil etmedik. Aslında
bazı anlatılarda motif örtüşmeleri var. Onların da kendi içlerinde birbirine
yakın örtüşmeleri var fakat o konu ayrı incelenmesi gereken bir konu. Menkıbe
dediğimiz konu inanca dair anlatıların en güncel olanları, edebi yaratma
konusundaki en son anlatımlardır. Mitlerden başlayıp menkıbelere ineriz ama ben
bunun çok da öyle olduğunu düşünmüyorum. Benim görüşüme göre ortada motifler
var, motiflere dayalı anlatılar şekil alıp şekil değiştiriyor ve aldığı şekle
göre adlandırılıyor. Asıl olan parçacıklar var ve o parçacıklar hep değişiyor.
İnsana mayo da smokin de ya da palto da giydirebiliriz ama bunun başlangıcında
insan var. Üstüne giydirilen malzemeler ile farklılaşıyor. Bugünkü konumuzu
seçerken bu anlatıların en büyük ortak noktası bir iki tanesinde tam olarak
verilmese de geceye dair anlatılardır. Menkıbelerde genelde gece anlatısı
yoktur, gündüz de gerçekleşebilir. Bunların saati ise akşam ezanından sonra
sabah horozlar ötene kadar olan aralıkta gerçekleşir. Eceabat Behramlı’da
birkaç anlatı ikilidir yani bir dede ve bir torun ya da bir anne bir çocuktan
derlediğim anlatılardır. Orada kahraman adlandırmasında çocuğun anlatımında
deve olarak geçerken yaşlının anlatımında cin ya da şeytan olarak adlandırılır.
Kahramanlar arasında da bir geçişkenlik söz konusu. Cin şudur diye geçmişte
belki çok net sınırlar çizebilirdik ama bugünkü anlatılarda bunların hepsinin
birbirinin içine geçtiğini görüyoruz. Anlatıcının kendi meşrebine göre
adlandırılmışlardır.
Eceabat- Kocadere Köyü (10.04.2001)
Kadın, 61, Eceabat-Bigalı Köyü, ilkokul ikinci
sınıf, dul, yedi çocuklu
Evel zaman
içinde, kalbur saman içinde, iki arkadaş kahvede konuşuyolāmış. Bu akşam
demişlē, ava gidelim demişlē. Olur demiş u da. O akşamı yatıyolā.
Sabah horoz ötmeden, sesleniyolā
buna, arkadaş sesinle. (Seslenirse, şeytan sesleniyomuş.) U da -arkadaşım deye-
iniyo aşağa. (İki katlımış evleri. Yanında kuyu varmış.) Kuyunun yanına atlıyo
adam, ikinci kattan. Kuyuya düşmüyor; yanına atlıyo.
Gidiyo on adım ilerden. Adam da
geride on adım. Yetişeyim diye, hep arkasından koşuyo. Şeytan koşuyo, o koşuyo;
şeytan koşuya... Bi çalılığın içine, şeytan bunu sokuyo.
Orda da bi düğün, bi dernekmiş
ama... (Şeytanların düğünü vāmış.) Gidiyo, oturuyo adam. Bi gevenin üstüne
oturtuyolar adamı, sandalye deye. Hepsi oynuyolarmış. Adam fark etmiş: Ayakları
gerimiş şeytanların hep. Demiş: Eyvah demiş; şeytanların içine düştük. Çarpmasalar
bali beni demiş.
E bi atıyolāmış soğan kabukları.
(Ağşam ezanında, sarımsak - soğan kabığı
atılmaz dışarı.) Unlar, şeytanların paralarımış. Gelinin üstünden
savuruyolāmış.
Undan sonra bakmış: Gelinin
arkasında, kadının bindallısı var. Benim demiş gelin -kadın- demiş, besmelesiz koymuş sandıye
bunu. Biraz yakayim sıgaralığı demiş. Sağ tarafına, biraz sıgarayı deydiriyo.
Yanıyo bindallı.
Neyse u orda ezan, şey...
Yukardan bağırıyor böyük şeytan. Diyo ki: Tamam oldu vakit diyo. (Horoz ötmeye
başlayo.) Vakit tamam, vakit tamam diyo. O anda, adam orda uyuya kalıyo.
Uyuyunca kadar... Bi bakıyo: Sabah ezanı okunuyo. Çıkamıyo çalılıktan. Acık
aydınlanıyor. Yol buluyo; geliyo eve.
Tak tak kapıyı vuruyo. Diyo ku:
Hanım, hanım diyo; kak diyo. Kapıyı aç diyo. U da diyo ku: Aa diyo, sen diyo
içerde değil midin? diyo. Ben diyo, bi uyudum; bi yere gittim diyo. Sen de
diyo, aç kapıyı da, bak sana ne anlatıcem diyo. Açıyo kapıyı.
Ondan sonra diyo ki: Bak bakalım
senin bindallıya. Besmelesiz koydun sandıya diyo. Bi de bakıyo: Sağ tarafından,
kuş gözü gibi yanık. Bak diyo, besmelesiz koyduğun için diyo, dallıyı ben
yaktım diyo. Şeytanlā beni aldı, götürdü diyo. Arkadaşımlan, ava deye çıktım
diyo. Ben, onu şeytan anlayamadım diyo. Götürdü şeytanların içine beni diyo.
Orda düğünlerinde diyo oynarkan diyo, gördüm gelinin dallıyı arkasında. Yaktım
diyo.
Undan sonra işte, kadın da u
öyle görünce kadar: Şaşmış. Ondan sonra, hep besmeleylen koymuş.
Unlā çıkalım kerevidi midi, ne? Unutuveriyom orasını da. (Kaynak
kişinin bu değerlendirmesi sonucunda, ortamda bulunanlar gülüşmektedir. Ö.G.)
Unlā ermiş muradına, biz çıkalım keremidine.
Ömer Gözükızıl: Diğer anlatılarda da göreceğiz
şeytan, cin, peri, kılık değiştirebiliyor, ses değiştirebiliyor. Dikkat
ettiyseniz çok anlamlı değildi. Orada kuyunun olması anlatısı açısından olmasa
da olur bir şey değil. Kuyunun yanına düşeceğine ağacın yanına düşebilirdi. Su
var orada. Su, diğer anlatılarda da karşımıza çıkacak. Şeytanın şeytan olduğunu
ayaklarının ters olmasına bakarak anlıyor yani o unsurların anatomisine dair
bir gönderme yapıyor. Geceleyin tırnak kesmemek, soğan kabuğu atılmaz, kül
dökülmez, damızlık verilmez gibi inançlara da burada yer veriyor. Şeytanlar
arasında çok sık karşımıza çıkmasa da diğer anlatılarda gördüğümüz gibi ast üst
ilişkisi var. İslam’dan önceki zamana ait olsaydı büyük ihtimal besmele yerine
başka bir şey olacaktı. Fakat bu anlatılarda besmele karşımıza çıkıyor bu
etkiden kurtulabilmek için bir silah olarak kullanılmıştır. Yabancılarda daha
farklı, güce, karşı koymaya yönelik etkinlikler ortaya çıkabiliyor. Bizde
mezarlıktaki cinin ortadan kaldırılması ile ilgili bir iki yansımasını
göreceğiz ama Latin Amerika’daki vahşi ortadan kaldırma yöntemlerinden birisi
değil. Doğu halkların kültüründe onlarla kırıcı bir mücadele söz konusu değil.
Bir besmele ile şeytanın bize vereceği zararlardan kurtulabiliyoruz.
Burada neden kadın hata yapıyor?
Elif Kanca: Çünkü evdeki işi yapan o. Mutfak ile
ilgili bir iş söz konusu ve o işleri yapan kişi de kadındır.
Ömer Gözükızıl: Adem’i yoldan çıkartırken Havva
kapalı bir ortamda mıydı?
Elif Kanca: Cennet kapalı bir ortam. Bu
anlatılarda genel olarak iktisadi faaliyetler ve iş bölümü ile ilgili durumlar
var. İki arkadaşın ava çıkması dışındaki her şey köy içindeki faaliyetlerdeki
aksama noktalarında sıkıntılar çıkıyor. Şeytanların yattığı yer nasıl
tanımlanıyor tarımın yapılmadığı, insan elinin değmediği yabanileşmiş bir nokta
dolayısıyla iş bölümüne ilgili faaliyete karşı geliştirilmiş bir durum var.
Kuyunun da önemsiz bir ayrıntı olduğunu düşünmüyorum.
Yusuf Çelik: Kuyuların içine şeytanların
saklandığına dair inanış vardır. Kuyudan su çekerken besmele ile su çekilir.
Elif Kanca: Yine iktisadi iş bölümü
faaliyetlerine dönüyorum aynı şekilde devam ediyor. Eğer oradaki bir kuralı
aksatırsan mesela besmele anahtar noktası, onu devreden çıkartırsan sorun
başlıyor. Soğan sarımsak artığının atılmamasının bile nedeni bu, çöpün de başka
bir anlamı var. Tarımsal ekonomi, iktisadi faaliyetin kendisine göndermeler
yapılıyor.
Yusuf Çelik: Hane içerisinde kadının yaptığı şeyin
cezasını neden erkek çekiyor?
Elif Kanca: Erkek bir ceza çekmiyor.
Ömer Gözükızıl: Şeytanlar düğünleri genelde çalılık
alanlarda, su kenarlarında falan yapıyorlar. Şimdi ikinci anlatıya geçebiliriz.
Eceabat -
Alçıtepe Köyü (12.04.2001)
Erkek, 73,
Romanya-Silistre-Tutrakan-Çanakçılar Köyü, ilkokul, dul, beş çocuklu
Korkutma için
vardır öyle; söylerler. İşte: Filan derede, şeytan çıkarmış. Bilmem tavuk
çıkarmış; yahut horoz çıkarmış falan diye, böyle şeyler duyardık ama aslı
astarı yani...
Eceabat - Behramlı Köyü (15.04.2001)
Kadın, 45, İzmir, okur, evli
Bi gelin,
kaynanasından çok korkuyomuş. Bi gün, kaynanası yokken yumurta kaynatmış. Yiyim
demiş. Tam ağzına götürürken, kaynana giriyo içeri. Gelin de onu, bütün yutayım
demiş. Boğazında kalıyo. Gelin, o anda ölüyo. Yıkamışlar, paklamışlar.
Gelinin de böbeği varmış. Gelini gömmüşler. Yımırta eriyince,
gelin canlanmış mezarda. Can kurtaran yok mu? Can kurtaran yok mu?
O zaman da, bezirganlar
geziyomuş böle. Mezarlığın kenarından
geçiyomuş: Biri sağar, biri kör. (Öyle
mi Enişte?) Sağar, duyuyo sesi. Öteki arkadaşına... Gidiyolar işte iki
arkadaş: Gelini mezardan çıkarıyolar.
Demiş: Sen ne zaman öldün? Valla ben, bugün öldüm heralde.
Gömülmüşüm ama dirildim. Sebebi ne? Kaynanamdan korkuya, yumurtayı yuttum.
Boğazımda kaldı.
Gidiyolar gelinin evine. (Böyle, porta kapılar falan.) Bezirgan
girmiş içeri. Böbeği ağlıyomuş. (Salıncak kurmuşlar; sallıyolar.) Demişler: Bu
bebeğin annesi çıksa N’aparsın? Varımı yoğumu veririm; malımı mülkümü demiş.
(Kaynataya diyolar.) Kaynata da: Varımı yoğumu veririm demiş. Demişler: Biz,
gelinini getirdik. Getirin bakalım içeri. Geliyo.
Tabii geline öte beri, çamaşır veriyolar. Giyiniyo, geliyo.
Demişler: Eğer bu, cadı falan olduysa: Ciğer! Gidiyolar, kasaptan ciğer
alıyolar. (Öyle diyelim.)
Gelin ciğerleri kavuruyo; güzelce pişiriyo. Bezirganların önüne
sofra koyuyo. Alıyo bebeğini; emziriyo. Bakıyolar: Bunda, hani cadıya benzer
bir hâl yok.
D- Cadılar
ciğer yemez mi?
K- Ciğer
yermiş çiğ çiğ; et. Cadıya benzer bi hali yok diyolar bunun. (Sonra Enişte?)
X1- Kırk gün
yaşamıştı.
X2- Kırk gün
izin vermişler una.
K- U, mezara
girip çıktığı anda, ödü patlamış zaten. Kırk gün yaşamış[1].
Ömer Gözükızıl: Bir benzeş daha var isterseniz üzerine onu da
okuyalım bu kadının anlatısıydı birazdan kaynatasının anlatısına geçeceğiz.
Bununla ilgili küçük bir şey söylemek istiyorum genelde eğlenceli masallarda
yer alan hiç kimsenin duymayıp sağırın duyması motifi buraya nasıl girdi onu
çıkartamadım. Kaynata tarafından anlatılan diğer anlatıya geçelim.
[2]Bi yımırta yiyo. Boğazında kalıyo. Kaynanasından korkuyo; ölüyo
bu. Gömüyolā bunu. Bi de çocuğu varmış küçük; memede.
Gece yarısı, iki kiş geliyo; atlı.
(Basma satmaktan; katırla.) Tam küyün altına gelince -böyle köyden yukarı çıkarka-: Can kurtaran
yok mu? diye bağarırmış. Sağarmış: Arkadaş diyeri, biri bağarıyo. İyi dur. Ya
ben diyo duymuyorum; kulaklarım duymuyo. Sen sağarsın: Nası duydun bunu? Yav
dur biraz diyo. Yine yürüyolar falan. Dinle bak diyo. Bi de dinleyö: Tamam.
Bağırıyo. Dur, dur; bağıraye(?). (Bilmiyolar mezarlıkta olduğunu.) Unu bağaran
yerine iniyolar.
Bi giriyole mezarlığın içine.
(Kar var zaten yerde; kar yağmış.) İyi dinle bakalım diyo. Yine bi bağarıyo.
Tamam diyo, burda. Yürü! Gidiyolar; atı bağlıyorlar. Başlıyolar mezarı kazmağa.
Açıyolar. Açıldıktan sonra diyo: Nasılsın? Amcalar, dayılar! Çıkarın beni.
Anamdan doğduğum gibiyim. Hade arkadaş diyo. Açıyolar temelli. Kefinini diyo,
burda bırak. Benim gocuğumu giy. (Eski
gocuklar vardır; eskiden.) O gocuğu atıyo oraya.
Bu, zamanında -bu kadın- iplik
işlermiş. İplik işlediğinden sonra, ‘ep arttırırmış iplikleri. (Çalarmış yani.)
Bacaklarına bağlanmış; çıkmazmış. Bacaklarım bağlı demiş; kalkamıyom. Girdiyo
arkadaş içeri. Argadaş iniyo aşşağaya. Kesiyo unu. (Urgan olmuş yani iplikler.)
U zaman boşalıyo.
Giydiriyolar ona gocuğu.
Pindiriyolar atın üstüne: Hadi yürü bakalım. Bubanın evlerini bilir misin?
diyo. Bilirim diyo. En önde gidiyo katırlan. Doğru çekiyo. Bi de geliyo: İşde
burası diyo; burası bizim evler. Tamam! İndiriyolar atı. Sen saklan diyolar
ona; görünme.
Bağırıyolar: Amca! Bizi bu ağşam
mısafır alır mısın? Alırım diyor; gelin. Atıma? Atına da yer var, size de yer
var. (Alıyolar içeri.) Çıkk! Giriyolar içeri.
Diyo: Niye ağlıyo bu çocuk?
diyo. Size ömürler diyo; gömdük onu biz diyo: Gelini. Biz diyo... Çıksa diyo,
ne yaparsın? Bütün diyo sığırlarımı, hayvanlarımı veririm una diyo. (Kaynatası
çok severmiş.) Verin elbiselerini! Getirin bakalım diyo. Hemen elbiselerini
veriyolar. Ötede -dışarda- bi giyiyo; geliyo eve.
Hemen kaynatasının elini öpüyo,
kaynanasının elini öpüyo. KOcasına haber yolluyolar. (Kahvede.) Yörüyün! Geldi,
Anşa geldi! Vay be! Bütün millet yürüyo, yürüyo.
Niyse, gocasına diyolar: Git,
ciğer al. (Bozuksa, ciğeri kendi
yirmiş.) Gidiyo, ciğeri alıyo. Güzel pişiriyo. Buyur diyo ‘epciği. ‘Epsini
başlayın. ‘Epciği yiyo.
Sabālan, getirenlere diyo ki:
Dile benden ne dilersin? Ne dileyelim senden ya! Sağlığını dileriz. Bunlar
-urda- alıp kendilerini gidiyolar.
Kırk gün yaşıyo. Kırk günden
sonra ölüyo.
D- Neden
ölüyor?
K- Korkmuş.
(Bacakları bağlandı ya.)
X1- Ödü
patlamış.
K2- Mezarlığa
girince, ızdırabı varmış ya. Tabii ızdırabı...
Ömer Gözükızıl: İki anlatı arasında benim görebildiğim farklar;
kadının anlatısında cadı diyor, erkeğin anlatısında o tipten bir adlandırma yok
sadece bozuk diyor. Kadında erkeğin anlattığındaki gibi kadının çıplaklığına
dair detaylar yoktu. Mallar, insanların ne iş yaptığı gibi unsurlarda yer
almıyordu. Eskiden yaptığı olumsuz şeylerin cezasını bulmasını görüyoruz. Bu
başka bir anlatıda da vardı. Kadın cehenneme gidiyor ve süte su kattığı için
cehennemde azap çekiyordu bu da o minval üzerinde bir motif.
Ciğerde ölçüt şudur ki gelin ciğeri
çiğ olarak yerse onun cadı ya da şeytan olduğuna karar verip öldürülecekti. Kız
bir şekilde pişirip bir de ikram edince onun bozulmamış olduğuna karar
veriyorlar. Kızın sınavı bu şekilde oluyor.
Cevat İnce: Kadın çevre ile ilgili hiçbir bilgi vermiyor, erkek ise
dışarıda gezdiği için tam köyün yerleşimine göre masalı kuruyor. Kendi
yaşadıkları köydeymiş gibi anlatıyor, kadın herhangi bir köydeymiş gibi
anlatıyor. Behramlı’yı bildiğimiz için mekanı da ona göre anlayabiliyoruz.
Kadının anlatımında ise çevre bilgisi yok.
Elif Kanca: Bir önceki masalda da adam avcılık yapıyordu kadın ise
ev içindeydi. Herkesin dünyadaki yerinin altı çizilmiş. Ölenin genç bir kadın
olması, gelin olması da aynı anlam dünyasına oturuyor.
Ömer Gözükızıl: Kahraman olarak olayların içinde çok fazla erkek
yok. Bir sürü erkek karakter geçiyor ama olay örgüsünün merkezinde yer
almıyorlar.
Macide Aksu: Yine erkek kurtarıyor, başka bir kadının korkusuna,
kayınvalidesinin korkusuna ölüyor ama kaynatasının çabalamaları ile yaşıyor.
Kadının çabalamasını görmüyoruz.
Ömer Gözükızıl: Oraya gelebiliriz aslında o nasıl bir korkudur ki
yumurtayı bütün halinde yutup nefessiz kalıyor.
Cevat İnce: Köyün kendi yapısına da baktığımızda bu hikayelerin
gerçek yaşandığı bir köy karşımıza çıkıyor. Yoksulluğun çok yoğun olduğu bir
yer. Masal, sanki köyde kendilerinin ürettiği bir masal gibi… Bütün o örgüyü
gerçek yaşamın içinde oturtturmuşlar gibi hissediyorum.
Ömer Gözükızıl: Kadın, mekan tasvirlerini çok yapmıyor bunun nedeni
de aslında anlatıcı kadın oralı değil. Evlenme münasebetiyle İzmir’den gelip
yerleşiyor. Dediğiniz doğru ama olayın bir de bu yönü var.
Elif Kanca: İkinci hikayede bir de şey var ölmüş sanılan gelin öte
dünyaya geçmeye başlamış. İlkinde ise öyle bir şey yok. Sadece yumurta eridiği
an tekrar kendine geliyor. İkinci hikayede ise cezalandırmalar başlamış.
Ömer Gözükızıl: Kadın anlatıcı cezalandırma safhasından bahsetmiyor
ama erkek anlatıcı bunu anlatıyor. Büyük ihtimalle anlatan gelin de
kaynatasından duydu. O anlatının içinde gelin mezarlıkta kadının öyle bir
işleme tabi tutulmasını içinde sindirmemiş olabilir. Farkında olmadan taraf
olmuş olabilir. Daha önceki aylarda da anlatıcının cinsiyetinin anlatıya
etkilerini görmüştük. İsterseniz diğer anlatıya geçebiliriz.
Lapseki İlçe Merkezi (26.04.2001)
Kadın, 81,
Lapseki İlçe Merkezi, ilkokul 4. sınıf
İşte uykudamışlar. Uykudan, ağbim uyandırmış annemi. Anne
demiş, bak demiş. Dovullar çalıyo; düğün vā demiş. Düğün var deyincesine de,
annem bakmış: Dovul sesi değil. Tıngırı tıngırı... Pencereleri açmış şöyle:
Kafalarında, kara tenceremiş. Hemen annem anlamış. Bunlar, periler galiba
demiş. (Dedem hocamış ya: Sakın, gece kapı açmayın dermiş.) Kapatmış perdeyi:
Oğlum demiş, Hafız Dayı’ya demiş “okuyucu” geldi; Kolkoparanlar’ın düğünü var.
Sen uyu, sen uyu demiş.
Sonra usul yerine(?) giden bu
Çanakkale eski yolundan: Önünde bi sancakmış; kırmızılı, yeşilli. Arkasında da,
ufecik ufecik tencereliler. Urdan çıkmışlā, gitmişlē. Bütün ama Lapseki’ye,
deve damlarından inmişler. U Fatine Ablalar’ın urdan inmişler. U mahalle
-herkez- görmüş unları böyle.
Undan sonra -urdan çekip
gittikten sonra- ertesi gün, bi hastalık yayılmış memlekete. Üç ay herkez hasta
olmuş korkudan.
Cinlilēmiş. Nemişler? Cinlermiş; cinlilermiş işte. U kara tencereyi
derdi annem, pencereden şöyle baktı mı hemen... Dedem derin okumuşmuş da;
ondan.
D- X Teyze, bu
cinliler, kapıları çalar mıymış?
K- Çalarmış.
D- Kaç kere
çalarmış?
K- İki kere!
Üç kere çalmazlāmış. Üç kere çaldığınan, bozulurmuş tılsımları; insan olurmuş.
Bi tane su cadalağısı bi kadın -böyle İmral gibi- yerde, u cinlilerden -af
edersin- çocuk doğurmuş üç tane.
Kadın gelirdi bize. Artık dedem
öldü de... Gene annemi bırakmazdı, annemi. Okurkana şeydermiş -bulunurmuş-
yanında. İşte, sonra şey demiş: Üç kere bağırmayınca, sakın kapı açma demiş
anneme.
D- Cinlilerden
çocuk doğuran kadından bahseder misin biraz daha?
K- Daha düne,
gene bize gelirdi kadın ama şimdi artık beş-altı senedir gelmiyo. Ben de
gidemiyom; görmüyom. Kızın adı da... Üç tane kızmış. Dedem: N’apıyo Letafet?
dermiş. İyi. Dedene gitme sen. Dede seni hasta ediyo dermiş cinliler; çocuklar.
Dedeye gitme anne, dedeye gitme. Hasta ediyo dede seni dermiş. (Bilirlermiş;
okumağa gelirmiş.)
Ömer Gözükızıl: Ben bunu dinleyince Latin Amerika romanı tarzına
benzetim. Ecinliler geçer bütün kasaba
hasta olur. Cinden, şeytandan çocukları olur. Siz ne dersiniz?
Cevat İnce: Sanki kendi ailesinin başından geçmiş bir anlatı gibi
anlatıyor.
Elif Kanca: Belki de gerçekten o kadının gayrı meşru çocukları var.
O köyde belki de gerçekten bir hastalık olmuş. Anlatımın gerçekleşmesinin
sebebi sonuçların gerçekleşmesi, bağladığı nokta ise doğaüstü olaylara
dayandırılıyor.
Cevat İnce: Bunu anlatıyor olması da ilginç değil mi? Dedeye
geliyor, dede okumuş adam, dede her şeyi biliyor, dedenin etrafındakiler de
biliyor ve onu deklare edebiliyorlar.
Elif Kanca: Bir sonuç var ve kendi durumları içinde
akılcılaştırması var. Kadının gerçekten 3 tane çocuğu olabilir ve o çocuklar
evlilik dışı çocuklar olabilir. Aslında babaları da o köyden biri olabilir ve o
gizleniyor olabilir.
Ömer Gözükızıl: Bazı anlatılarda karşılaştığımız durum şu, kahraman
cin, peri ya da şeytan her neyse onunla konuştuğu anda şeytanlar tarafına
geçer. Tek bu anlatıda var, şeytanlıktan, cinlikten kurtulmanın da bir formülü
var. Kapıyı üç kere çalarsa şeytanlık kurtuluyor, o bana ilginç geldi.
Elif Kanca: Burada kurtulmak mı var yoksa kendi olandan ayrılmak mı
var? İnsanlaşmak arzulanan bir durum değil aslında.
Ömer Gözükızıl: Ben de o anlamda kullandım. Aynı anlatı içerisinde
bile adlandırma sorunları var. Kural olarak veremesem de önemli bölümü insan
şeklinde, küçük boylu, sakallı yaratıklar. Bir iki anlatıda da normal insan
boyutundan büyük yaratıklarda yer alıyor.
Cevat İnce: Ben şunu sormak istiyorum bu anlatıların içindeki
öğeleri korku ve başka bir şey üzerinden psikolojik olarak nasıl okuyoruz?
Zafer Atasoy: Bu anlatıların çocuklara anlatıldığını düşünüyorum da
bence biraz dehşet verici.
Ömer Gözükızıl: Ben bu tip anlatıları derlemeye gitseydim %99
oranında bu tarz anlatılarla karşılaşırdım. Çünkü her yerleşim yerinin tekin
olmayan bir yeri mutlaka vardır. Bir yere gittiğinizde “buranın tekin olmayan
yeri neresidir?” diye sorduğunuzda oraya ait anlatılarla birlikte anlatmaya
başlarlar. Buna rağmen halkın psikolojisi iyi durumda. Çocukken korkardık ama
yine de dinlerdik.
Zafer Atasoy: Çocuklara terbiye etmek amacıyla anlatılmış olabilir.
Neden sonuç ilişkisi gibi masal tadında yapması gerekenler anlatılıyor. Bir de
korku aşılanıyor, korkulması gereken nesneler varmış gibi. Biz korkuyu biraz
öğreniyoruz. Doğal halimizde korku yok. Korku, bize sonradan öğretiliyor.
Korku, gerekli bir şeydir, bizi tedbir almaya götürür. Bir şeyin fobi olup
olmadığını anlamak için korkulan durumun altında bir huzursuzluk olup
olmadığını araştırmak lazım. Korku bizi terbiye etmesi açısından önemli ve iyi
ki hayatımızda var.
Ömer Gözükızıl: Buradan bir sonraki anlatıya geçelim. Burada bir
başka anlatı daha var. Cumhuriyet’in kuruluşu ile ilgili bir anlatı. Ermişlerin
çete zamanlarında gelip değirmenciye anlattıkları şeyler bunlar. 1940’lara
kadar birisi gelecek, ülkeyi geliştirecek tek tek söylüyor ve kayboluyorlar.
Cin, peri, şeytan, ermiş ne olursa olsun anlatı sonunda ortadan kayboluyorlar. Hatta
hayvan kılığına girdiklerinde de ortadan kayboluyorlar.
Çağlar Turhanlı: Hangi hayvanlar kılığındalar genellikle?
Ömer Gözükızıl: Genellikle yerleşim yerlerinde tavuk, civciv,
yerleşim alanlarının dışında keçi ve eşek kılığına giriyorlar.
Bozcaada İlçe Merkezi (05.06.2001)
Erkek, 78, ilkokul, dul, iki çocuklu
Caminin
yanında. Urası ‘mecid’mişti. Mecid, ‘ani okulmuştu. Urada, zatlar yaşıyomuştu
yani. Urda da yani, insanlā o şeytanlā karışıyomuş yani insana.
Urda gene, kaynatamın evi vardı.
Gece “karışmışlar” buna; kaynatama karışmışlar. (Undan duydum.) Şeytanlā
çıkmış... Bazı sen uyursun mesela; nere gittiğini bilmiyosun. Arkandan geliyo.
Takur-tukur yapıyo; gorkuyosun.
Garıştılar buna. Şeytanlar var
diyu hani orda. Hakkatan burda okulmuş eskiden. Burası tarıkat(?), topluluk:
Hepsi unlar karışıyo yani. Karıştılar hepsine böyle yani. Buraya gaflet basıyo;
otdiğin mi buraya, gaflet. Uygusu muygusu geliyo. Bi şey oluyo yani. Burası,
eskiden ‘mecit’ diyolardı. U zaman öyleymiş urası. U caminin yanındadı u zaman.
Çok hani şeyini görmüş onun. Eyiliğini görmedi yani. Da onu karışıyolardı
böyle.
Benim,
rahmetli amcam vardı. Gene o Hovardalar’ın evinden -bekârken- bi gün çıkıyo.
Şurda, köprüler vardı çok; siz bilmezsiniz, hatırlamazsınız. Şurda bi beton yol
var. Rum Mahallesi’ye, Türk Mahallesi’ni ayırır. Orda, yarım daire şeklinde
şeyler vardı, köprüler vardı eskiden. Güzeldi çok. Evet, onun üzerinde köprüler
vardı.
Bir gün, rahmetli amcan çıkıyo
evlerinden. Bacaklarının arasında, devamlı bi tane kedi yavrusu dolaşıyo. (Bu
esas; gerçek yani.) O zaman, elektrik de yok adada. Devamlı... Fakat ayaklarına
hic deymiyo.Devamlı... Rahmetli amcam, bu sefer uyanmış işte. Bu demiş, şeytan!
Zarar verirsem, beni çarpar fikriyle.
Köprünün başına geliyo rahmetli
amcam. Köprüden, öbür tarafa geçiyo. Arkasına baktığı zaman, o kedi şey olmuş:
Eşek yavrusu olmuş. Evet.
Sonra bunu -ertesi günü geliyo
buraya- müftüye soruyo. Buruya, müftüye soruyo; müftülüğe soruyo. Müftülüğün
verdiği yanıt: Onun demiş sınırı, oraya kadar. Bu tarafa geçemez diye yanıt
vermiş. (Rum tarafında kalıyo. Hayvan, Rum tarafında kalıyo. Rahmetli amcam
geçtiği zaman, arkasına bakıyo: Küçük sıpa olmuş; evet.) Geçmemiş. Belki de, su
akıyo diye geçmedi.
Ömer Gözükızıl: Rum tarafında kalması dikkat çekici büyük ihtimal
adada Rumlar hakim olsaydı bizim tarafımızda kalacaktı.
Cevat İnce: Bu tür anlatılarda her zaman bir eğlence ortamı var.
Düğün kuruyorlar, içki sofrası kuruyorlar.
Elif Kanca: Dışarıdan dinsel bir nedeni olabilirmiş gibi geliyor
ama değil çalışma hayatı ile onun dışında kalan iki alanı temsil ediyor. Eğlence
alanı sıkı kontrol edilmesi gereken bir alan ama cinin hayatında öyle bir şey
yok. Eğlenceyi iktisadi bir sınırla çiziyor. Kadın niye ceza alıyordu çünkü
işini hakkıyla yapmadığı için seni cezalandırılıyor. Belli alanların cinli
perili olması da çok sık rastlanan bir şey o da tamamen mülkiyet devri ile
alakalıdır.
Yusuf Çelik: Anlatıların birinde doğurtan kişi cadı oluyor. O anlatı
ile ilgili yorum almak istiyorum. Ona yardım ediyor ama sonrasında kadın
yaktırılıyor.
Ömer Gözükızıl: Peki, o anlatıya da bir bakalım.
Eceabat - Behramlı Köyü (15.04.2001)
Kadın, 11, Behramlı, 5. sınıf öğrencisi, bekâr, beş
kardeş
Bir varmış, bir yokmuş. Bir
değirmenci varmış. Değirmencinin, Anşe diye bi karısı varmış; karısı varmış.
Karı hamileymiş. Adam, gece işe gidiyomuş. Değirmene gece gidiyomuş.
O gece de, kadının ağrısı
gelmiş. Daha anasına gitmek için, daha tepeleri aşıcakmış. Uzaktaymış anasının
evi. Oraya gitmek istemiş.
Giderken, önüne bir perii çıkmış[3].
Peri işte. (Kocakarımış ta, periimiş.) Anşe Kadın demiş, nereye gidiyosun?
demiş. O da demiş: Anneme gidiyorum demiş; hamileydim demiş. Ağrılarım tuttu
demiş. Sonra peri onu görüyo; evine götürüyo.
Diyo ki: Sen diyo yat oraya
diyo. Ondan sonra, şey falan yapıyo onu. Nur topu gibi bi kız oluyo. Yanına
koyuyo.
Sonra, kadının peri olduğunu
anlıyo; ayakları ters olduğunu anlayınca. Diyo: Senin canın et ister diyo.
İstemez kızım diyo. İster, ister diyo. Sonra, dışarı çıkartıyo periyi. Her şeyi
mesmeleyle koyup, mesmeleyle kaldırıyo. İşte masaya falan koyunca:
Mismillahirahmanirahim diyo.
Sonra, peri dışardan diyo ki:
Süpürge diyo: Şeyi -kapıyı- bana açar mısın? diyo. Hayır diyo. Ben mesmeleyle
kondum diyo. Ondan sonra, evin içindeki bütün eşyalara söylüyo. Hayır diyo.
Yani hepsi: Mesmeleyle kondum; şey olmaz diyo.
Sonra peri, tavan arasından
iniyo. Tabutu gösteriyo. Kadın, orda ölüyo.
Ömer Gözükızıl: Et bu anlatıda önemli, eti bir geçiş malzemesi, kendisi
gibi yapmak için kullanıyor. Yusuf Çelik: Ben cadıya dönüşmesinin nedenini merak ettim.
Ömer Gözükızıl: İlk olarak peri denmesinin nedeni ulu bir yaratık
olmasından dolayı değil. Biz olumlu anlıyoruz ama peri, şeytan, cin vs. bunlar
birbirinin içine girmiş kavramlardır.
Yusuf Çelik: Ben burada Avrupa’nın etkisinin olabileceğini
düşünüyorum. Cadıların şifa verici kadınların olma durumunun etki etmiş
olabileceğini düşünüyorum.
Ömer Gözükızıl: İlacı iyi yaptıkları için değil eski inanca dair
etkileri üzerinde taşıdıkları için cezalandırıldılar.
Elif Kanca: Bu aslında tipik bir al bastı hikayesi. Geçiş
durumundaki bir kadın var, kadın da yalnız kalmış. Onun üzerinden albastı
durumu yaşanmış ve onu anlatıyor.
Ömer Gözükızıl: Önce kendisine tabi kılmak istiyor, kılmayınca
ortadan kaldırıyor. Kız, besmelelerle kendisine gerekli kuşatmayı, korumayı
yapıyor.
Elif Kanca: Muhtemelen besmele ile her yere dokunabiliyor ama
tavana boyu yetmediği için dokunamıyor.
Ömer Gözükızıl: Giriş alanı olarak onu hesap etmediği için oradan
kaybetti ve korkudan öldü.
Ayvacık - Gülpınar Beldesi (26.06.2002)
Erkek, 73, üç yıllık eğitmen mezunu, evli, üç
çocuklu
D-Hüseyin
Amca, gördüğü bir olayı anlatacak. Sen, bunu gördüğünde kaç yaşındaydın?
K- Yedi
yaşında falan. Tahmini ama bu tabi; haliyle. Yedi yaşında. Ben, hayvan aramağa
gidiyorum. Hayvanlarımız tabi... Babam vefat itti. Çok yani yetim kaldım.
Annem beni kaldırdı. U zaman saat yok, takvim yok. Kalk
evladım! Ayın aydın... Mehtap gibi. Sabah olmuş. Hayvancıklāmızı getir. Bırçak
yolmağa, efendim nohut yolmağa, bakla yolmağa gidicez; geç galmayalım. (Ayın
mehtabı.) Ben hemen fırladım. Kalktım, yörüdüm. Ormanlān arasında, tabi haliyle
yol-mol yok. Suyun başına indim. (Kaynaş(?) denilen su var urda bi; kaynar.
Suyun başına indim. Şöyle bi baktım ki: Ah! Bi kadın. Ben tabi haliyle hem
korktum hem şaşırdım. Korktum tabi. Undan so, o beni gördü. Şimdi kadın beni
gördü. Görünceye gadar, sudan çıktı. Sudan çıkıncaya gadar, böyle ayağa
dikildi. Saçlarını şöyle saldı (Saçlarını,
arkaya doğru saldı. Ö.G.) ama bana tam böyle bakıyo yani. Başını da da
böyle sallıyo yani. Saçları... su dökülsün haliyle gibi felen. Ben, kendi
kendime şaşırdım tabi. Korktum da. Bu didim, ne olabilir böyle? Bu zamanda, kim
gelir bureye? Ama bura çamaşırlık. Yani çamaşır yıkanıyor devamlı. Ben herhalde
didim, çok geç oldu. Çamaşıra gelmek vā didim. Baktım: Çamaşıra falan gelik
değil. Elinde: Üst-baş hiç yok; çırılçıplak. Sadece saçları sarılı; o kadar.
Saçları, tam burulara -kalçalarına- iniyo
yani. He! Kaba kıç diyiveririz ya; urulara kadar iniyor. İninceye gadar, ben
temelli gorktum. Sarı saçları; sarı. Kendi de beyaz. Gözleri de acık sarımtırak
ama gene yani bizim gözlerimize benzer de fakat sarımtırak. Boyu senden[4]
fazla. Bizim buramızın en acar adamı kadar var yani.
D- Onu, suyun
içinde gördün sen. Sana baktı; kafasını salladı.
K- Gene suya
girdi. Ama ben korkula -çocuktum tabi- dikildim. U şekilde, ‘ani asger gibi
böyle dikilikim. Undan sonra, tekrar gene çıktı bu sudan. Gene bana baktı. Hani
baña laf atar gibi bi durum var. Fagat ne ben gonuşuyom, ne o gonuşuyo. Ondan
sonra bu çıktı. Ben gene dikiliyom. Çıktı. Böyle başını -saçlarını- sallaya
sallaya dağa sardı gitti; Sarıgız Dağı’na. İşte şu dağ. Ormanın arasında.
Yalnız, giyim yok. Üst-baş yani aynen çırılçıplak. Bütün vücudunu gördüm; her
tarafını gördüm. Memeleri aşağı böyle sarkık böyle. Tabi kadın, kendi de büyük
olduğu için. Ben, gay bundan sonra şaşırdım tabi haliyle. (Gittim hayvanları,
tekrarında buldum.) Bu gitti ama. Hem bakıyo baña hem gidiyo. Mesela on
beş-yirmi adım gittikten sonra, dönüyo bakıyo. Beni de, bakar görüyo haliyle.
Undan sonra, bu kayboldu ormanlara; gaynadı gitti. Ben geldim eve.
Anneme -Allah rahmet eylesin-
didim ki: Anne didim, böyle böyle. Ah evladım; sana didi garışırlā didi. (Tabi
u zamanlā, bi garışma davası var.) Şeytan karışırmış; hasta olurmuş.
D- Sen ne
yapsaydın karışırlardı?
K- Laf
atsaymışımdı una. Veyat buna saldırsaymıştım. Mesela bi tarafını elliyeyim
gibilerden falan. U zaman mutlaka karışırmıştı. Fakat ben buna hiç... Ne u
bana, ne ben una hiç laf atmadık.
D- Karışsaydın
ne olurmuş?
K- Ya
bilmiyorum. Hasta olurdun; ölürdün diyolā.
Undan sonra ben rahatsızlandım;
hastalandım. Birkaç gün yattım. Bana annem... Mesela okumuş kadınlar olur ya.
Bunlardan bir-iki kadın getirdilē: Okudulā, şe yaptılā. Ben, undan sonra
düzeldim.
Undan sonra, gece tekrarında,
rüyamda gördüm bunu. Sen bana diyo, laf niçin atmadın? (Rüya amma; gece rüyada
bu.) Ben: Korktum didim. Unun için laf atamıyom didim.
D- Kaç kere
daha rüyanda gördün?
K- Üç defa
rüyamda gördüm.
D- Üçünde de
aynı şekilde mi söyledi?
K- Aynı. Hiç
başka kelime yok. Aynı kelimeler konuşuyo: Niçin bana -mesela- laf atmadın?
diyor. Niçin beni ellemedin? Ben didim, bilemem seni didim. U vaziyette kaldık.
D- Sen hasta
yattığında baygın mıydın, kendinde miydin?
K-
Kendimdeydim ama yani bi yanım tutmuyo yani. Galkamıyom ayağa. Ayağa kalkamıyom
fakat Allah razı olsun okuyanlara da, okudulā üfledilē beni. Biz tabi haliyle:
Tırıl, genciz. Galktım. Bi daa, bu vaziyette kaldık.
D- Sen orada
-o bölgede- Sarıkız’ın olduğunu, buolay başına gelmeden önce- duymuş muydun?
K- Duydum.
D- Yani
altı-yedi yaşındayken biliyordun?
K- Diyolādı
ama biz gulag vēmiyoduk; tabi çocuküz. Sarıgız vā burda diyolādı; Sarıkız.
İnsanlara görülürmüş falan diyolādı. Fagat biz emniyet vēmiyoduk biliyo musun.
Urda u vaziyette görünceye gadā, ben bunu da böyle anlattım burularda tabi
yaşlılarımıza; bizden daa yaşlılā. U zaman: İy ki sana karışmamış diyolā.
Ellememişin, laf atmamışın. Atsaydın, mutlaga karışırdı ve belki de seni de
alır giderdi bile. Öyle laflā da duydum yani, duydum.
D- Daha önce
karşılaşanlar olmuş mu Sarıkız’la?
K- Olmuş ama
kim bildeğem yok. Öyle görenlē olmuş.
D- Senden
sonra görenler oldu mu?
K- Hayır,
olmadı.
D- En son sen
gördün?
K- En son.
D- Neden
çamaşırlıkta oluyor?
K- Banyoya
geliyomuş uruya. Yıkanmağa geliyomuş.
D- Gördüğün
yer dere mi, göl mü?
K- Yok, yok.
Orası: Çıkar bi gaynar su var urda. Orası böyle çevrilik yani taşlarla falan.
Urayı biz bile -hani af buyur- hamamcı oldiğimiz zaman, gidip urda mesela apdes
alıp, urda cünüpliğimizi giderebiliyoduk yani. U vaziyette su urası. Yani
yıkanma yeri.
D- Sadece
erkekler mi gider? Bayanlar da...
K- Bayanlā da
gider.
D-
Çamaşırlıklarda, böyle cin gibi, peri gibi şeylerin olduğunu söylerler miydi?
K- Söylēlē,
söylēlē, söylēlē. Cinlē, perilē gelir ureye. Yıkanır derlerdi yaşlılar tabi;
bizden yaşlılar.
**
D- Sizin
burada, Çavuş Deresi var.
K- Gurk çıkā
derlē urda da. Yavrula beraber, göya insanlara çıkāmış ama ben unu bilmiyorum.
D- Gurk çıkar
da, ne yaparmış?
K- Şeytanmış
göya. İnsana karışırmış. Una sataşırsak yahut yavrusunu aleyim dersen, insana
yani zarar verirmiş. Öyle derlēdi.
D- Başına bir
iş gelen oldu mu Çavuş Deresi’nde?
K- Herhalde
olmadı. Ben, duymadım unu.
Ömer Gözükızıl: Bu Sarıkız Gülpınar’da bir bölge. Sarıkız’ın şekli,
gelişi, gidişi eski anlatılar gibi şekil almış. Ondan sonraki tedavi sürecinde
ise diğer anlatılardaki gibi süreç işliyor. Bu kısımlarda daha önceki
anlatılarla örtüşen bir yapısı var. Bana göre bu eski anlatı ile güncel sonuca
dayalı yapının üst üste durması ve zamansallıkta da farklılaşmış bir anlatı
olarak düşünüyorum.
Elif Kanca: Sarı renginin bu bölge için bir anlamı var. Denetimin
cinsellik üzerinden olması üzerinden geçen bir anlatı.
Cevat İnce: Olayı kendisinin başından geçmiş gibi anlatması ilginç
bir durum.
Elif Kanca: Yaşamış, çarpılmış, yataklara düşmüş.
Ömer Gözükızıl: İlginç olan şudur ki çocuk yasağa karşı gelmediği
halde etkileniyor.
Elif Kanca: Bir sonuç var, bu sonuçta çocuğun erken cinselliği ile
ilgili bir sonuç. Bu hikayede cinsellik ile ilgili toplumsal denetime yönelik
çok net mesajlar var.
Ömer Gözükızıl: Sarıkız hikayelerine devam edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder