Ömer Gözükızıl notu: Değerli arkadaşlar, 7. ay
toplantımızda değerlendirilmesi amacı ile hazırlamış olduğum malzemenin önemli
bir bölümünü, zamanın yetersizliğinden dolayı -ki Cevat Bey’in ve kurum
çalışanlarının sabırlarını zorlayarak 30 dakika kadar da süreyi uzatmamıza
rağmen- incelememiz, değerlendirmemiz
mümkün olmadı. Hazirunun da ittifakı ile değerlendirme dışında kalan metinlerin
yanında, aynı konuda birkaç tane daha metin eklenmesi ile 8. ayda da bu konuyu
işlemenin uygun olacağına karar verilmiştir. Bu nedenle aşağıda üç bölüm
halinde metinler sıralanmıştır. Başlıklarından da anlaşılacağı gibi, 8. ayda
ikinci ve üçüncü başlık altında toplanan metinler sizlerin
değerlendirmelerinize sunulacaktır. Rastgele...
7. AY ANLATILARI
1. ÜZERİNDE DEĞERLENDİRME YAPILAN METİNLER
Eceabat- Kocadere Köyü
(10.04.2001)
Kadın, 61, Eceabat-Bigalı Köyü, ilkokul ikinci sınıf, dul, yedi çocuklu
Evel zaman içinde, kalbur saman içinde,
iki arkadaş kahvede konuşuyolāmış. Bu akşam demişlē, ava gidelim demişlē. Olur
demiş u da. O akşamı yatıyolā.
Sabah
horoz ötmeden, sesleniyolā buna, arkadaş sesinle. (Seslenirse, şeytan
sesleniyomuş.) U da -arkadaşım deye- iniyo aşağa. (İki katlımış evleri. Yanında
kuyu varmış.) Kuyunun yanına atlıyo adam, ikinci kattan. Kuyuya düşmüyor;
yanına atlıyo.
Gidiyo
on adım ilerden. Adam da geride on adım. Yetişeyim diye, hep arkasından koşuyo.
Şeytan koşuyo, o koşuyo; şeytan koşuya... Bi çalılığın içine, şeytan bunu
sokuyo.
Orda
da bi düğün, bi dernekmiş ama... (Şeytanların düğünü vāmış.) Gidiyo, oturuyo
adam. Bi gevenin üstüne oturtuyolar adamı, sandalye deye. Hepsi oynuyolarmış.
Adam fark etmiş: Ayakları gerimiş şeytanların hep. Demiş: Eyvah demiş;
şeytanların içine düştük. Çarpmasalar bali beni demiş.
E
bi atıyolāmış soğan kabukları. (Ağşam
ezanında, sarımsak - soğan kabığı atılmaz dışarı.) Unlar, şeytanların
paralarımış. Gelinin üstünden savuruyolāmış.
Undan
sonra bakmış: Gelinin arkasında, kadının bindallısı var. Benim demiş gelin -kadın- demiş, besmelesiz koymuş sandıye
bunu. Biraz yakayim sıgaralığı demiş. Sağ tarafına, biraz sıgarayı deydiriyo.
Yanıyo bindallı.
Neyse
u orda ezan, şey... Yukardan bağırıyor böyük şeytan. Diyo ki: Tamam oldu vakit
diyo. (Horoz ötmeye başlayo.) Vakit tamam, vakit tamam diyo. O anda, adam orda
uyuya kalıyo. Uyuyunca kadar... Bi bakıyo: Sabah ezanı okunuyo. Çıkamıyo
çalılıktan. Acık aydınlanıyor. Yol buluyo; geliyo eve.
Tak
tak kapıyı vuruyo. Diyo ku: Hanım, hanım diyo; kak diyo. Kapıyı aç diyo. U da
diyo ku: Aa diyo, sen diyo içerde değil midin? diyo. Ben diyo, bi uyudum; bi
yere gittim diyo. Sen de diyo, aç kapıyı da, bak sana ne anlatıcem diyo. Açıyo
kapıyı.
Ondan
sonra diyo ki: Bak bakalım senin bindallıya. Besmelesiz koydun sandıya diyo. Bi
de bakıyo: Sağ tarafından, kuş gözü gibi yanık. Bak diyo, besmelesiz koyduğun
için diyo, dallıyı ben yaktım diyo. Şeytanlā beni aldı, götürdü diyo.
Arkadaşımlan, ava deye çıktım diyo. Ben, onu şeytan anlayamadım diyo. Götürdü
şeytanların içine beni diyo. Orda düğünlerinde diyo oynarkan diyo, gördüm gelinin
dallıyı arkasında. Yaktım diyo.
Undan
sonra işte, kadın da u öyle görünce kadar: Şaşmış. Ondan sonra, hep besmeleylen
koymuş.
Unlā
çıkalım kerevidi midi, ne? Unutuveriyom
orasını da. (Kaynak kişinin bu
değerlendirmesi sonucunda, ortamda bulunanlar gülüşmektedir. Ö.G.) Unlā
ermiş muradına, biz çıkalım keremidine.
Eceabat - Alçıtepe Köyü (12.04.2001)
Erkek, 73, Romanya-Silistre-Tutrakan-Çanakçılar Köyü, ilkokul, dul, beş
çocuklu
Korkutma için vardır öyle; söylerler. İşte: Filan
derede, şeytan çıkarmış. Bilmem tavuk çıkarmış; yahut horoz çıkarmış falan
diye, böyle şeyler duyardık ama aslı astarı yani...
Eceabat - Behramlı
Köyü (15.04.2001)
Kadın, 45, İzmir,
okur, evli
Bi gelin, kaynanasından çok korkuyomuş.
Bi gün, kaynanası yokken yumurta kaynatmış. Yiyim demiş. Tam ağzına götürürken,
kaynana giriyo içeri. Gelin de onu, bütün yutayım demiş. Boğazında kalıyo.
Gelin, o anda ölüyo. Yıkamışlar, paklamışlar.
Gelinin de böbeği
varmış. Gelini gömmüşler. Yımırta eriyince, gelin canlanmış mezarda. Can
kurtaran yok mu? Can kurtaran yok mu?
O zaman da, bezirganlar geziyomuş böle. Mezarlığın kenarından geçiyomuş: Biri sağar, biri kör. (Öyle mi Enişte?) Sağar, duyuyo sesi.
Öteki arkadaşına... Gidiyolar işte iki arkadaş: Gelini mezardan çıkarıyolar.
Demiş: Sen ne zaman
öldün? Valla ben, bugün öldüm heralde. Gömülmüşüm ama dirildim. Sebebi ne?
Kaynanamdan korkuya, yumurtayı yuttum. Boğazımda kaldı.
Gidiyolar gelinin
evine. (Böyle, porta kapılar falan.) Bezirgan girmiş içeri. Böbeği ağlıyomuş.
(Salıncak kurmuşlar; sallıyolar.) Demişler: Bu bebeğin annesi çıksa N’aparsın?
Varımı yoğumu veririm; malımı mülkümü demiş. (Kaynataya diyolar.) Kaynata da:
Varımı yoğumu veririm demiş. Demişler: Biz, gelinini getirdik. Getirin bakalım
içeri. Geliyo.
Tabii geline öte beri,
çamaşır veriyolar. Giyiniyo, geliyo. Demişler: Eğer bu, cadı falan olduysa:
Ciğer! Gidiyolar, kasaptan ciğer alıyolar. (Öyle
diyelim.)
Gelin ciğerleri
kavuruyo; güzelce pişiriyo. Bezirganların önüne sofra koyuyo. Alıyo bebeğini;
emziriyo. Bakıyolar: Bunda, hani cadıya benzer bir hâl yok.
D- Cadılar ciğer yemez mi?
K- Ciğer yermiş çiğ çiğ; et. Cadıya
benzer bi hali yok diyolar bunun. (Sonra
Enişte?)
X1- Kırk gün yaşamıştı.
X2- Kırk gün izin vermişler una.
K- U, mezara girip çıktığı anda, ödü patlamış
zaten. Kırk gün yaşamış[1].
Eceabat - Behramlı
Köyü (15.04.2001)
Kadın, 11, Behramlı, 5. sınıf öğrencisi, bekâr, beş kardeş
Bir
varmış, bir yokmuş. Bir değirmenci varmış. Değirmencinin, Anşe diye bi karısı
varmış; karısı varmış. Karı hamileymiş. Adam, gece işe gidiyomuş. Değirmene
gece gidiyomuş.
O
gece de, kadının ağrısı gelmiş. Daha anasına gitmek için, daha tepeleri
aşıcakmış. Uzaktaymış anasının evi. Oraya gitmek istemiş.
Giderken,
önüne bir perii çıkmış[2].
Peri işte. (Kocakarımış ta, periimiş.) Anşe Kadın demiş, nereye gidiyosun?
demiş. O da demiş: Anneme gidiyorum demiş; hamileydim demiş. Ağrılarım tuttu
demiş. Sonra peri onu görüyo; evine götürüyo.
Diyo
ki: Sen diyo yat oraya diyo. Ondan sonra, şey falan yapıyo onu. Nur topu gibi
bi kız oluyo. Yanına koyuyo.
Sonra,
kadının peri olduğunu anlıyo; ayakları ters olduğunu anlayınca. Diyo: Senin
canın et ister diyo. İstemez kızım diyo. İster, ister diyo. Sonra, dışarı
çıkartıyo periyi. Her şeyi mesmeleyle koyup, mesmeleyle kaldırıyo. İşte masaya
falan koyunca: Mismillahirahmanirahim diyo.
Sonra,
peri dışardan diyo ki: Süpürge diyo: Şeyi -kapıyı- bana açar mısın? diyo. Hayır
diyo. Ben mesmeleyle kondum diyo. Ondan sonra, evin içindeki bütün eşyalara
söylüyo. Hayır diyo. Yani hepsi: Mesmeleyle kondum; şey olmaz diyo.
Sonra
peri, tavan arasından iniyo. Tabutu gösteriyo. Kadın, orda ölüyo.
Eceabat - Behramlı
Köyü (15.04.2001)
Erkek, 13, Behramlı, altıncı sınıf öğrencisi, bekâr
Bir
gün, köye bi misafir gelmiş. O misafiri, hiç kimse evine almamış. O da gitmiş,
camide yatmış; camiye. Sonra caminin... Cami de o zaman, odundanmış. Taş yokmuş
o zaman. O odunların arasından, şey, cadı gibi bi şey gelmiş.
Sonra
o cadı gibi şey, o yabancının şeyine doğru gitmiş; yabancıya doğru. Sonra
yabancı onu alamıycak şekilde, kalbi duracak şekilde durmuş. Sonra, cadı onu
hiç hissetmemiş. Gene, o geldiği yerden gitmiş.
Sonra
adam -o adam- gitmiş; köylülere haber vermiş. Köylüler... Bi mektup yazmış.
Mektubu atmış. O mezara doğru gitmiş; cadının mezarına. Ordan içeriye girmiş.
Sonra köylüler, mektubun arkasından gitmiş, bakmış: Cadı yatıyomuş. Öyle ölü
gibi yapmış kendini.
Sonra
bütün odunları -hepsini- almışlar: O cadıyı yakmışlar.
Eceabat - Behramlı
Köyü (15.04.2001)
Erkek, 70, Behramlı,
okur-yazar değil, dul, yedi çocuklu
[3]Kocası değermene gidiyo. Karıyı ağrı tutuyo. ..... bile ..... unun içinde.
Bu, anasına gidicek. Anasına gitti.
Giderke,
bi kocakarı çıkıyo önüne: Nere gidiyon kızım? diyo. Ağrım var diyo. Dur diyo;
ben seni durdururum diyo. Alıyo bunu, getiriyo eve.
Unu
duğurduruyo bu; yatırıyo. Senin diyo cânın diyo, kahve de ister diyo. İstemez
diyo nene diyo. İster ister diyo. Buna... Gidicek şimdik.
Kahve
yapıyo, içiriyo. Senin canın diyo, et de ister diyo. İstemem diyo nene diyo.
İster ister diyo. Alıyo kendini, çıkıyo kapıdan, gidiyo. Çıktıktan sonra, bu,
kapıyı mesmeleliyo, örtüyo. (Anlıyo.)
Gidiyo
bu mezarlığa. Cenazeyi çıkartıyo. Sırtına alıp geliyo: Kızım diyo, aç kapıyı diyo.
Açılmaz kapı diyo. Mesmele çektim diyor.
Çıkıyo
tavana. Böle deliyo undan. Urdan salıyo cenazeyi. Düşmüyo da ordan. Damın
yukarsında, üle baka, baka, baka ölüyo kadın; ölüyo. Korkudan ölüyo. Çocuk da:
Bağara bağara, o da ölüyo.
Değermenden
geliyo kocası sabahlan. Kapıya bakıyo: Kapı kitli; açılmıyo. Gidiyo anasına
-kaynanasına- diyo ki: Kapı diyo açılmıyo diyo. Siz mi kitlediniz? N’oldu?
‘Epci geliyo şimdi bunlā. Geliyolar; kapıyı kırıyolar.
Giriyolar;
bi de baksınlar: Kadın ölmüş. Bi de bakıyolar: Urda cenaze. He! ‘Ocaya
gidiyolar bunlar. Hocaya anladıyolar. Hoca diyo ki: Ben diyo şimdi diyo, size
bi mektup yazıcam. Bu mektubu iyi gözledin diyo. Mektup, alıp kendini gidicek.
Okuyo
hoca. Mektubu salıyolar. Hoca... (Şey!)
Mektup, doğru mezarlığa gidiyor. Düşüyolar, bi de gidiyolar. Bi de bakıyolar:
Mezarın içinde, -öyle- cadı dururmuş. Üyle bakarmış. Getirin bakalım: Kireç,
ateş... Unu urda yakıyolar.
(Bu da, bu kadar.)
**
[4]Bi yımırta yiyo. Boğazında kalıyo. Kaynanasından korkuyo; ölüyo bu. Gömüyolā
bunu. Bi de çocuğu varmış küçük; memede.
Gece
yarısı, iki kiş geliyo; atlı. (Basma satmaktan; katırla.) Tam küyün altına
gelince -böyle köyden yukarı çıkarka-:
Can kurtaran yok mu? diye bağarırmış. Sağarmış: Arkadaş diyeri, biri bağarıyo.
İyi dur. Ya ben diyo duymuyorum; kulaklarım duymuyo. Sen sağarsın: Nası duydun
bunu? Yav dur biraz diyo. Yine yürüyolar falan. Dinle bak diyo. Bi de dinleyö:
Tamam. Bağırıyo. Dur, dur; bağıraye(?). (Bilmiyolar mezarlıkta olduğunu.) Unu
bağaran yerine iniyolar.
Bi
giriyole mezarlığın içine. (Kar var zaten yerde; kar yağmış.) İyi dinle bakalım
diyo. Yine bi bağarıyo. Tamam diyo, burda. Yürü! Gidiyolar; atı bağlıyorlar.
Başlıyolar mezarı kazmağa. Açıyolar. Açıldıktan sonra diyo: Nasılsın? Amcalar,
dayılar! Çıkarın beni. Anamdan doğduğum gibiyim. Hade arkadaş diyo. Açıyolar
temelli. Kefinini diyo, burda bırak. Benim gocuğumu giy. (Eski gocuklar vardır; eskiden.) O gocuğu atıyo oraya.
Bu,
zamanında -bu kadın- iplik işlermiş. İplik işlediğinden sonra, ‘ep arttırırmış
iplikleri. (Çalarmış yani.) Bacaklarına bağlanmış; çıkmazmış. Bacaklarım bağlı
demiş; kalkamıyom. Girdiyo arkadaş içeri. Argadaş iniyo aşşağaya. Kesiyo unu.
(Urgan olmuş yani iplikler.) U zaman boşalıyo.
Giydiriyolar
ona gocuğu. Pindiriyolar atın üstüne: Hadi yürü bakalım. Bubanın evlerini bilir
misin? diyo. Bilirim diyo. En önde gidiyo katırlan. Doğru çekiyo. Bi de geliyo:
İşde burası diyo; burası bizim evler. Tamam! İndiriyolar atı. Sen saklan
diyolar ona; görünme.
Bağırıyolar:
Amca! Bizi bu ağşam mısafır alır mısın? Alırım diyor; gelin. Atıma? Atına da
yer var, size de yer var. (Alıyolar içeri.) Çıkk! Giriyolar içeri.
Diyo:
Niye ağlıyo bu çocuk? diyo. Size ömürler diyo; gömdük onu biz diyo: Gelini. Biz
diyo... Çıksa diyo, ne yaparsın? Bütün diyo sığırlarımı, hayvanlarımı veririm
una diyo. (Kaynatası çok severmiş.) Verin elbiselerini! Getirin bakalım diyo.
Hemen elbiselerini veriyolar. Ötede -dışarda- bi giyiyo; geliyo eve.
Hemen
kaynatasının elini öpüyo, kaynanasının elini öpüyo. KOcasına haber yolluyolar. (Kahvede.)
Yörüyün! Geldi, Anşa geldi! Vay be! Bütün millet yürüyo, yürüyo.
Niyse,
gocasına diyolar: Git, ciğer al. (Bozuksa,
ciğeri kendi yirmiş.) Gidiyo, ciğeri alıyo. Güzel pişiriyo. Buyur diyo
‘epciği. ‘Epsini başlayın. ‘Epciği yiyo.
Sabālan,
getirenlere diyo ki: Dile benden ne dilersin? Ne dileyelim senden ya! Sağlığını
dileriz. Bunlar -urda- alıp kendilerini gidiyolar.
Kırk
gün yaşıyo. Kırk günden sonra ölüyo.
D- Neden ölüyor?
K- Korkmuş. (Bacakları bağlandı ya.)
X1- Ödü patlamış.
K2- Mezarlığa girince, ızdırabı varmış
ya. Tabii ızdırabı...
Lapseki İlçe
Merkezi (26.04.2001)
Kadın, 81, Lapseki İlçe Merkezi,
ilkokul 4. sınıf
İşte uykudamışlar. Uykudan, ağbim uyandırmış annemi. Anne demiş, bak demiş.
Dovullar çalıyo; düğün vā demiş. Düğün var deyincesine de, annem bakmış: Dovul
sesi değil. Tıngırı tıngırı... Pencereleri açmış şöyle: Kafalarında, kara
tenceremiş. Hemen annem anlamış. Bunlar, periler galiba demiş. (Dedem hocamış
ya: Sakın, gece kapı açmayın dermiş.) Kapatmış perdeyi: Oğlum demiş, Hafız
Dayı’ya demiş “okuyucu” geldi; Kolkoparanlar’ın düğünü var. Sen uyu, sen uyu
demiş.
Sonra
usul yerine(?) giden bu Çanakkale eski yolundan: Önünde bi sancakmış;
kırmızılı, yeşilli. Arkasında da, ufecik ufecik tencereliler. Urdan çıkmışlā,
gitmişlē. Bütün ama Lapseki’ye, deve damlarından inmişler. U Fatine Ablalar’ın
urdan inmişler. U mahalle -herkez- görmüş unları böyle.
Undan
sonra -urdan çekip gittikten sonra- ertesi gün, bi hastalık yayılmış memlekete.
Üç ay herkez hasta olmuş korkudan.
Cinlilēmiş. Nemişler?
Cinlermiş; cinlilermiş işte. U kara tencereyi derdi annem, pencereden şöyle
baktı mı hemen... Dedem derin okumuşmuş da; ondan.
D- X Teyze, bu cinliler, kapıları çalar mıymış?
K- Çalarmış.
D- Kaç kere çalarmış?
K- İki kere! Üç kere çalmazlāmış. Üç
kere çaldığınan, bozulurmuş tılsımları; insan olurmuş. Bi tane su cadalağısı bi
kadın -böyle İmral gibi- yerde, u cinlilerden -af edersin- çocuk doğurmuş üç
tane.
Kadın
gelirdi bize. Artık dedem öldü de... Gene annemi bırakmazdı, annemi. Okurkana
şeydermiş -bulunurmuş- yanında. İşte, sonra şey demiş: Üç kere bağırmayınca,
sakın kapı açma demiş anneme.
D- Cinlilerden çocuk doğuran kadından bahseder misin biraz daha?
K- Daha düne, gene bize gelirdi kadın
ama şimdi artık beş-altı senedir gelmiyo. Ben de gidemiyom; görmüyom. Kızın adı
da... Üç tane kızmış. Dedem: N’apıyo Letafet? dermiş. İyi. Dedene gitme sen.
Dede seni hasta ediyo dermiş cinliler; çocuklar. Dedeye gitme anne, dedeye
gitme. Hasta ediyo dede seni dermiş. (Bilirlermiş; okumağa gelirmiş.)
Gökçeada - Şirinköy
(24.05.2001)
Erkek, 54,
Bulgaristan-Razgrad-Kalaycı Köyü, ortaokul, evli, üç çocuklu
Şeytan var denirdi. Horoz ötünceye kadar
gezdirirmişler falan. (Duyardım
dedelerimden.) Fakat, bir akşamı kendi geldi; ben uyurke derdi.
Kaldırıverirler beni dedi şeytanlar. Davul-zurna dedi; sanki düğün var dedi.
Gidiyoz
dedi. Horoz nerde öttü? dedi. Ormanın içinde mesela, kaldım dedi. Orda
bırakırlar insanı.
(Bunları, böyle duyardık ihtiyarlardan.
Şeytan diyip te, bizi korkuturlar; gençleri.)
Bozcaada İlçe Merkezi
(05.06.2001)
Erkek, 78, ilkokul, dul, iki çocuklu
Caminin yanında. Urası ‘mecid’mişti.
Mecid, ‘ani okulmuştu. Urada, zatlar yaşıyomuştu yani. Urda da yani, insanlā o
şeytanlā karışıyomuş yani insana.
Urda
gene, kaynatamın evi vardı. Gece “karışmışlar” buna; kaynatama karışmışlar.
(Undan duydum.) Şeytanlā çıkmış... Bazı sen uyursun mesela; nere gittiğini
bilmiyosun. Arkandan geliyo. Takur-tukur yapıyo; gorkuyosun.
Garıştılar
buna. Şeytanlar var diyu hani orda. Hakkatan burda okulmuş eskiden. Burası
tarıkat(?), topluluk: Hepsi unlar karışıyo yani. Karıştılar hepsine böyle yani.
Buraya gaflet basıyo; otdiğin mi buraya, gaflet. Uygusu muygusu geliyo. Bi şey
oluyo yani. Burası, eskiden ‘mecit’ diyolardı. U zaman öyleymiş urası. U
caminin yanındadı u zaman. Çok hani şeyini görmüş onun. Eyiliğini görmedi yani.
Da onu karışıyolardı böyle.
Bozcaada İlçe Merkezi
(07.06.2001)
Erkek, 54, Bozcaada, lise terk, evli, üç çocuklu
**
Benim,
rahmetli amcam vardı. Gene o Hovardalar’ın evinden -bekârken- bi gün çıkıyo.
Şurda, köprüler vardı çok; siz bilmezsiniz, hatırlamazsınız. Şurda bi beton yol
var. Rum Mahallesi’ye, Türk Mahallesi’ni ayırır. Orda, yarım daire şeklinde
şeyler vardı, köprüler vardı eskiden. Güzeldi çok. Evet, onun üzerinde köprüler
vardı.
Bir
gün, rahmetli amcan çıkıyo evlerinden. Bacaklarının arasında, devamlı bi tane
kedi yavrusu dolaşıyo. (Bu esas; gerçek yani.) O zaman, elektrik de yok adada.
Devamlı... Fakat ayaklarına hic deymiyo.Devamlı... Rahmetli amcam, bu sefer
uyanmış işte. Bu demiş, şeytan! Zarar verirsem, beni çarpar fikriyle.
Köprünün
başına geliyo rahmetli amcam. Köprüden, öbür tarafa geçiyo. Arkasına baktığı
zaman, o kedi şey olmuş: Eşek yavrusu olmuş. Evet.
Sonra
bunu -ertesi günü geliyo buraya- müftüye soruyo. Buruya, müftüye soruyo;
müftülüğe soruyo. Müftülüğün verdiği yanıt: Onun demiş sınırı, oraya kadar. Bu
tarafa geçemez diye yanıt vermiş. (Rum tarafında kalıyo. Hayvan, Rum tarafında
kalıyo. Rahmetli amcam geçtiği zaman, arkasına bakıyo: Küçük sıpa olmuş; evet.)
Geçmemiş. Belki de, su akıyo diye geçmedi.
Ayvacık - Gülpınar
Beldesi (26.06.2002)
Erkek, 73, üç yıllık eğitmen mezunu, evli, üç çocuklu
D-Hüseyin Amca, gördüğü bir olayı anlatacak. Sen, bunu gördüğünde kaç
yaşındaydın?
K- Yedi yaşında falan. Tahmini ama bu
tabi; haliyle. Yedi yaşında. Ben, hayvan aramağa gidiyorum. Hayvanlarımız
tabi... Babam vefat itti. Çok yani yetim kaldım.
Annem beni kaldırdı. U
zaman saat yok, takvim yok. Kalk evladım! Ayın aydın... Mehtap gibi. Sabah
olmuş. Hayvancıklāmızı getir. Bırçak yolmağa, efendim nohut yolmağa, bakla
yolmağa gidicez; geç galmayalım. (Ayın mehtabı.) Ben hemen fırladım. Kalktım,
yörüdüm. Ormanlān arasında, tabi haliyle yol-mol yok. Suyun başına indim.
(Kaynaş(?) denilen su var urda bi; kaynar. Suyun başına indim. Şöyle bi baktım
ki: Ah! Bi kadın. Ben tabi haliyle hem korktum hem şaşırdım. Korktum tabi.
Undan so, o beni gördü. Şimdi kadın beni gördü. Görünceye gadar, sudan çıktı.
Sudan çıkıncaya gadar, böyle ayağa dikildi. Saçlarını şöyle saldı (Saçlarını,
arkaya doğru saldı. Ö.G.) ama bana tam böyle bakıyo yani. Başını da da
böyle sallıyo yani. Saçları... su dökülsün haliyle gibi felen. Ben, kendi
kendime şaşırdım tabi. Korktum da. Bu didim, ne olabilir böyle? Bu zamanda, kim
gelir bureye? Ama bura çamaşırlık. Yani çamaşır yıkanıyor devamlı. Ben herhalde
didim, çok geç oldu. Çamaşıra gelmek vā didim. Baktım: Çamaşıra falan gelik
değil. Elinde: Üst-baş hiç yok; çırılçıplak. Sadece saçları sarılı; o kadar.
Saçları, tam burulara -kalçalarına- iniyo yani. He! Kaba
kıç diyiveririz ya; urulara kadar iniyor. İninceye gadar, ben temelli gorktum.
Sarı saçları; sarı. Kendi de beyaz. Gözleri de acık sarımtırak ama gene yani
bizim gözlerimize benzer de fakat sarımtırak. Boyu senden[5] fazla.
Bizim buramızın en acar adamı kadar var yani.
D- Onu, suyun içinde gördün sen. Sana baktı; kafasını salladı.
K- Gene suya girdi. Ama ben korkula
-çocuktum tabi- dikildim. U şekilde, ‘ani asger gibi böyle dikilikim. Undan
sonra, tekrar gene çıktı bu sudan. Gene bana baktı. Hani baña laf atar gibi bi
durum var. Fagat ne ben gonuşuyom, ne o gonuşuyo. Ondan sonra bu çıktı. Ben
gene dikiliyom. Çıktı. Böyle başını -saçlarını- sallaya sallaya dağa sardı
gitti; Sarıgız Dağı’na. İşte şu dağ.
Ormanın arasında. Yalnız, giyim yok. Üst-baş yani aynen çırılçıplak. Bütün vücudunu gördüm; her tarafını
gördüm. Memeleri aşağı böyle sarkık böyle. Tabi kadın, kendi de büyük olduğu
için. Ben, gay bundan sonra şaşırdım tabi haliyle. (Gittim hayvanları,
tekrarında buldum.) Bu gitti ama. Hem bakıyo baña hem gidiyo. Mesela on
beş-yirmi adım gittikten sonra, dönüyo bakıyo. Beni de, bakar görüyo haliyle.
Undan sonra, bu kayboldu ormanlara; gaynadı gitti. Ben geldim eve.
Anneme
-Allah rahmet eylesin- didim ki: Anne didim, böyle böyle. Ah evladım; sana didi
garışırlā didi. (Tabi u zamanlā, bi garışma davası var.) Şeytan karışırmış;
hasta olurmuş.
D- Sen ne yapsaydın karışırlardı?
K- Laf atsaymışımdı una. Veyat buna
saldırsaymıştım. Mesela bi tarafını elliyeyim gibilerden falan. U zaman mutlaka
karışırmıştı. Fakat ben buna hiç... Ne u bana, ne ben una hiç laf atmadık.
D- Karışsaydın ne olurmuş?
K- Ya bilmiyorum. Hasta olurdun; ölürdün
diyolā.
Undan
sonra ben rahatsızlandım; hastalandım. Birkaç gün yattım. Bana annem... Mesela
okumuş kadınlar olur ya. Bunlardan bir-iki kadın getirdilē: Okudulā, şe
yaptılā. Ben, undan sonra düzeldim.
Undan
sonra, gece tekrarında, rüyamda gördüm bunu. Sen bana diyo, laf niçin atmadın?
(Rüya amma; gece rüyada bu.) Ben: Korktum didim. Unun için laf atamıyom didim.
D- Kaç kere daha rüyanda gördün?
K- Üç defa rüyamda gördüm.
D- Üçünde de aynı şekilde mi söyledi?
K- Aynı. Hiç başka kelime yok. Aynı
kelimeler konuşuyo: Niçin bana -mesela- laf atmadın? diyor. Niçin beni
ellemedin? Ben didim, bilemem seni didim. U vaziyette kaldık.
D- Sen hasta yattığında baygın mıydın, kendinde miydin?
K- Kendimdeydim ama yani bi yanım
tutmuyo yani. Galkamıyom ayağa. Ayağa kalkamıyom fakat Allah razı olsun
okuyanlara da, okudulā üfledilē beni. Biz tabi haliyle: Tırıl, genciz. Galktım.
Bi daa, bu vaziyette kaldık.
D- Sen orada -o bölgede- Sarıkız’ın olduğunu, buolay başına gelmeden önce-
duymuş muydun?
K- Duydum.
D- Yani altı-yedi yaşındayken biliyordun?
K- Diyolādı ama biz gulag vēmiyoduk;
tabi çocuküz. Sarıgız vā burda diyolādı; Sarıkız. İnsanlara görülürmüş falan
diyolādı. Fagat biz emniyet vēmiyoduk biliyo musun. Urda u vaziyette görünceye
gadā, ben bunu da böyle anlattım burularda tabi yaşlılarımıza; bizden daa
yaşlılā. U zaman: İy ki sana karışmamış diyolā. Ellememişin, laf atmamışın.
Atsaydın, mutlaga karışırdı ve belki de seni de alır giderdi bile. Öyle laflā
da duydum yani, duydum.
D- Daha önce karşılaşanlar olmuş mu Sarıkız’la?
K- Olmuş ama kim bildeğem yok. Öyle
görenlē olmuş.
D- Senden sonra görenler oldu mu?
K- Hayır, olmadı.
D- En son sen gördün?
K- En son.
D- Neden çamaşırlıkta oluyor?
K- Banyoya geliyomuş uruya. Yıkanmağa
geliyomuş.
D- Gördüğün yer dere mi, göl mü?
K- Yok, yok. Orası: Çıkar bi gaynar su
var urda. Orası böyle çevrilik yani taşlarla falan. Urayı biz bile -hani af
buyur- hamamcı oldiğimiz zaman, gidip urda mesela apdes alıp, urda
cünüpliğimizi giderebiliyoduk yani. U vaziyette su urası. Yani yıkanma yeri.
D- Sadece erkekler mi gider? Bayanlar da...
K- Bayanlā da gider.
D- Çamaşırlıklarda, böyle cin gibi, peri gibi şeylerin olduğunu söylerler
miydi?
K- Söylēlē, söylēlē, söylēlē. Cinlē,
perilē gelir ureye. Yıkanır derlerdi yaşlılar tabi; bizden yaşlılar.
Ayvacık - Gülpınar
Beldesi (14.03.2003)
Erkek, 73, Balıkesir-Ayvacık, üç yıllık eğitmen mezunu, evli, üç çocuklu
D- Geçen gelişimde duydum. Şu alt tarafta, bir dere varmış herhalde?
X- Çopur’un(?) Dere.
D- O dere için, birisi dedi ki: Zamanında bir gece vakti, böyle dev anası
gibi bir kadın gördüm.
K- (O öyle olmadı.) O insanları
şeyden... Salih’in; Yeşiltepe’nin babası. Aldı, çamaşıra şeye indi, Karaağc’a
D- Karaağaç ne taraf oluyor?
K- (Derenin içinde çamaşırlık. Becene bi
yer.) Karaağc’a indi. Çünkü o zamanki zamanda şey yapıyo: Çamaşır için su kısa.
(Arif te bilir.) Su kısa. Sen koşucan erken çamaşıra, ben koşucam erken. İlk
horozda çıkıyo. Derken, ilk horozdan evvel bunlar davranmış; ay aydınlığına. Bi
de suya yakınladıydı: Ayın on beşi gibi sarı bi gız! Bi de elinde -denizde şey
var- tarağa da kara diken.
D- Kara diken ne?
K- (Denizde oluyo. Bunu yiyolar bili
min.) Saçlarını tarıyomuş kara dikenlen. Durdular; baktılar, baktılar. Okumağa
başladılar; durdular. Yıkandı, temizlendi. Sarıkız’a doğru uçtu gitti.
D- Kaz Dağı’na doğru mu, buradaki Sarıkız Tepesi’ne doğru mu?
K- Burdaki. (Direklē vā dikilik.) Ura
doğru uçtu gitti. (Bunu da unlar söyledi.)
D- kanatları var mıymış?
K- Kanat filan dimedi. Öyle uçtu gitti.
Sade yıkandığını, şeyini filen adam akıllı gördüler.
D- Giysisi var mıymış?
K- Canım giyindi ama ben -urasını kısa
yollu anlattı- adamın ağzından da duydum. Bana didi ki bi gün: Nurettin didi,
şaşırırsın didi; evlisin. Karıyı didi, erken didi Karaagc’a indirme oğlanım
didi. Ne var didim Ahmed Dayı? Suyun
sahibi var dedi ağnadın mı. (Burdan gören çok olmuş unu.) Sarı bi kız. Dağa
çekip gidiyo.
D- Çıplak mı, giyinik mi?
K- He, urasını sormadım ben. Sahibi var.
Onun zaten sahibi var. En uluda, bizim bu Sarıkız. Unu, bizim Topçu Ali dört
sefer ateşledi. (Direklerin olduğu yer.)
D- Niye dört sefer ateşledi?
K- Domuz çok; domuzdan. Ateşleyelim de,
orman yansın. Domuzlā da gitsin.
D- Ateşleyince ne oldu?
K- Yanmadı.
D- Neden yanmadı?
K- Yanmadı işte.
D- O gördükleri kız yüzünden mi yanmadığına inanıyorsunuz?
K- Unu -inancımızı- dimiy... Kendi
kendine yanmadı. Yaz günü ateşledi. Gene yanmadı; sündü. Bunun çünkü, sahibi.
Urdan dağa gidiyo. Görüyolar bi yavuz. Giderken, şavk yapıyo. Öyle bi şavk.
Parıldayarak, dağın üstüne gidiyo.
D- Epeyce insan gördü yani onu?
K- Gördü.
D- Sabaha karşı mı görülüyor bu?
K- Bu: İlk horozdan evvel; ay
aydınlığına.
D- Gündüz görünmemiş mi hiç?
K- Yok.
D- Sarıkız, konuşmaya çalışmıyor mu insanlarla?
K- Hiç; yok.
D- El işareti filan yapmıyor mu?
K- Yapmıyo. Görüyo şöyle, kalkıp
toplanıyo. Saçlānı tararken -Ahmetçik Hasan’ın anası; hem ağladı hem söyledi
kadın- gördük didi saçlarını tararken. Sapsarı didi, ayın on beşi gibi bi gız.
2. ÜZERİNDE DEĞERLENDİRME YAPILAMADIĞI İÇİN, 8. AYA
DEVREDİLEN METİNLER
Lapseki İlçe
Merkezi (26.04.2001)
Kadın, 81, Lapseki İlçe Merkezi,
ilkokul 4. sınıf
Bi eşek çıkmış. Bizim amıcamız,
Çanakkale’den Lapseki’ye geliyomuş. Gündüzden gitmiş. E araba falan yoktu
eskiden. E geliyomuş; yayan geliyomuş. (Gitmesini de zaten yayan gitmiş.)
Tam
ezan saati olmuş; geçmiş. Geçtikten sonra şeytmiş, bi eşek çıkmış önüne. Aa
çüşş çüşş demiş. Durmuş eşşek. Duruncasına, binmiş eşşeğin üstüne.
Yapıldak
Çayı’nda, bi yere gelmiş eşşeğin üstünde. Yapıldak Çayı’nda gün doğmuş. Bi
silkinmiş eşek: Amıcam yere düşmüş. (Bu Ayşe’nin bubası.)Yere düşünce, bi de
bakā: Ne eşek vā, ne bi şey vā.
Yapıldak
Çayı’na diye hep gidenlē, Yapıldak... Kara teknelerle, Yapıldak Çayı’na deye
gitmiş. Yapıldak Çayı’nda kaybolmuşlar.
**
Beybaş’a
gitti. Beybaş’ta öğretmenlik yapıyo. Ev yokmuş urda. Caminin odasına koymuşlar
bunları. Caminin odasına koyunca, gece başlarlāmış: Güm güm güm kapıya; güm
güm! Yengem korkarmış. Nese, ağbim: Korkma! Yok bi şey. (Ağbeyime duyulmazmış;
u duyarmış.)
Son
bi gecesi ..... Efendi gelmiş. Gelince, yengem: Hadi demiş, erken gidicen
demiş; katmer yapiyim demiş.
Katmeri
pişirirken, pat diye kapıyı açmışlā, kapamışlā. Kimse yok kapıda! Yengem
korkmuş. Hemen tavayı söndürmüş. Girmiş, ağbeyimi kaldırmış. Ağbim gelmiş te
katmeri pişirmiş ve yollamışlar sonra. (Sıhhiyeci(?). Camilere gidiyodu,
köylere gidiyodu.
**
D- Cinlilerin iyileri kötüleri var mıymış?
K- Varmış.
D- İyileri nerede olurmuş?
K- İyileri camide olurmuş.
D- Kötüleri?
K- Kötüler: Su yerlerinde, böyle odun
kesilen yerlerde, çaylarda; pislikli yerlerde olur.
D- Peki küllükte?
K- He! Küllü yerlerde olurmuş işte öyle;
kül ekili yerlerde falan. Pislikli yerlerde olurmuş.
Ayvacık - Tamış
Köyü (12.05.2001)
Erkek, 68, Tamış, ilkokul, dört
çocuklu
Şimdi, sene 1950’lerde, bak şimdi olay.
Bu bizim Türkiye Cumhuriyet’in bu hale geldiğinin olayını anladam. (Bunu
duydum.)
Şimdi
daha 50’lerde, yani daha 50’den eveli pardon;
çete zamanında, Yunan zamanında yani. Burları Yunanlılar basmış. Şimdi bizim bu
Ayvacık’tan gelen u çay var ya: Gemedere Çayı. Şimdi burda bizim, aşarıda
değermen var. (Bu hakikat ama; bu hakiki
bi olay. Şimdi -urda- değermende, bizim bu Cahit vā ya; Cahid’i bilirsin. .....
Cahid vardı. Cahid’in dedesinin başına geliyo bu hadise.) Tabii çetelē
olduğu için, çayın ..... urda şe yapmağa adam korkuyo. (U zaman, böyle değermenler yok, fabrikalā yok. İşte bi yel değermeni
var, bi de su değermenleri var.) Adam bi torba, bi şinik ekin oluyo ağnadın
mı: Gurp! Götürüyo oraya. Bır bır bır bır, bır bır bır bır... Bi daşdan anadın
mı, yavaşça böyle şe yapıyo. Şimdi daşın buğazında, az bi ekin varmış. (Arpa
veyaut buydey. Orasını bilmiyoruz.) Ocaklığı da, böyle déğermenin damını hatta
..... ocaklā. Külün içersine tutuyor ağnadın mı Hüseyin Ağa; bu Cahid’in
dedesi. Boğça gömüyor; hamursuz bi boğça. (Hani benim, hamursuz lokma yaptığım
gibi.) Boğçayı gömüyor. Bişicek, yiycek yani; galkıp köye gelcek; veyaht da
dağa çıkıcak yani. U şeyi -değermeni- terk edcek yani. (Çetelerden korkuyo,
Yunanlar’dan korkuyo. En fazla çetelēden gorkuyo. Bizim burda, çetelē daha çok zarar yapmış.) Velhasılı, işte
hazır... Bu da taşın başında ve taşı bağlaycakmış filan.
U
üç dene ihtiyar geliyor; böyle üç dene ehtiyar. Selamın aleyküm déğermenci!
Aleykim selam. Hemen üç dene ehtiyar oturuyu u ocaklığın şeyine. O diyo:
Değermencinin diyo poğçası da varmıştı ocakta diyo diyolar şimdi. Tabii şimdi
atdım diyo ağnadın mı. Déğermenci de şeyi bağlıyor taşlaa. Yani ekin bitiyor
ağnadın mı. Çekiyo nese işte bunu -taşını- suyunu bağlıyo. Çıkar diyo, boğçayı
yiyelim diyo şimdi ehdiyarlā. Daha şimdi godum diyo; pişmedi diyo bu yanı. Yok
yok, pişti pişti; çıkar sen onu diyolā.
Çıkarıyolā:
Yumrug gadar bi boğça. Şimdi başlıyolā ağnadın mı, boğçayı bunlā yiyular. Üç
dene ehdiyar, bi tene değermenci yiyor boğçayı ama boğçayı pitiremiyolarmış
boğçayı. Boğça pitmiyo.
Şimdi
birisi ayet okuyor -hakiki bu yani-,
Kuran’dan bi ayet okuyor. Öbürküsü -ikinci olan- unun cevabını veriyor; yani
Türkçe’leştiri; cevabını veriyor. Şimdi, ikincisi bi ayet okuyor. Üçüncüsü onun
cevabını veriyor. Üçüncüsü bi ayet okuyor. İlk okuyan, unun cevabını veriyor.
Şimdi
sonuçta şimdi, Kör Kemal isminde diyo. Değermenciye diyo: Bi adam gelcek diyor
köye diyor. (İyice garışık yani. U
Osmanlı... İngilizlē İstanbol’u, Yunanlılā İzmir’i, Fransızlā işte Gazianteb...
Bu da... Çete almış memleketi yörümüş.
Her yerde çete vā!) Bu diyo, Türkiye’yi kurtarcak diyor; “kör adam”
Türkiye’yi kurtarcak diyor. Undan sonra: Kırka kadar diyor, ışığı sürcek diyor.
Kırktan sonra diyor, sağır alıcak iktidarı diyor; reysicumhur olucak. Elliye
gadar götürücek diyor. Elliden sonra diyor ağnadın mı, bi adam gelcek diyor.
Çok iyi gitcek; atmışa gadar götürcek diyo. Atmıştan sonra diyor -yetmişe
gadar- gır-mır geçicek diyor. (Aynısı u
dedenin söylediklēni anladıyom yani. Cahid’in dedesinin sözlerini anladıyom. U
ehtiyarların dediği lafı.) Yetmişe gadar diyo, gırgırlı geçicek diyor,
unlaın içindeği ehtiyar. Yetmişten sonra ne olucak? diyor. İşte orasını ne sen
sor diyor, ne biz söyleyelim diyor.
Bi
sefer ağnadın mı, dégermen taşından un almak için, bi dönüyoru. Bi de dönüyo:
Adamlar yok! (Bize, adam öyle anladırdı;
Hüseyin Abi işte. Hakkatan aynı böyle çıktı bak yani. Daha Atatürk çıkıp felan,
bu Türkiye’yi gurtarık değildi yani. Urda üç dene işte evliya... Tabii unlar bi
evliya.)
Hızır da, böyle bi evliya
ağnadın mı.
Bozcaada İlçe Merkezi
(07.06.2001)
Erkek, 54, Bozcaada, lise terk, evli, üç çocuklu
Çok eski zaman. (Tabii duyuyoruz burda.)
Sürü sahipleri, arkadaşlar falan. Dışarda, bizim dam dediklerimiz yerler. Bağ
evlerinde, içki muhabbeti sırasında, mezeler bitiyo, yemekler bitiyo. Sürü
sahibinin bi tanesi diyo ki: Ben demiş gidiyim; bi tane oğlak getiriyim
sürüden. Keselim. Devam edelim muhabbete.
Gidiyo,
yürüyo. Yol kenarında, bi tane -çakılmış, iple beraber- bi oğlak görüyo. Şunu
demiş ben alıyım de, yarın demiş sahibine, bi tane oğlak -diyetini- veririz.
Sırtına
alıyo bunu, oğlağı. İkişer bacağından tutuyo; sırtına alıyo. Giderken: Vay
kerata vay demiş aynı. Erkekmiş te bu demiş. (Kendi kendlne konuşuyo.)
Sırtından bi ses: Erkekim tabii diyince, adam bırakmış oğlağı. Bırakmış ve
kendi sürüsüne gidiyo. Anlamış adam. (Bu
rahat yani, bi altmış sene falan vardır; bilmiyorum ama.) (Ben çocukluğumda
gördüm. Tabii o adamları tanıyoruz şahsen.)
**
Şurda
çocuk parkı var. Orda, üç tane dübek vardı. Üç tane dübeğin arasında, gece,
yani bizim civciv dediğimiz gurk tavuğu, civcivlerinlen beraber gören çok. İşte
o zaman dedikleri yani: Şeytan tabir ettikleri (o tavuk) ve civcivleri;
(Şeytan.) Zarar vermiyo; sadece görünüyo.
D- Neden, onların şeytan olduğu düşünülür?
K- Ama çünkü orda mesela şimdi,
tavukların biliyosunuz bi zaman zarfında, onlar gurka yatar. Ve o zaman
zarfından sonra gurka yatmaz. Hele hele gece vakti bi tavuk, civcivlerinlen beraber,
zaten dışarda dolaşmaz gece vakti. Bu kesinlikle bi kere, olan bi şey değil.
(Tabii ordan dikkati çekiyo yani.)
**
D- Adada, şeytan yada cinin olduğu düşünülen bir mekân, bir sokak, bir
harabe var mı?
K- Halen var. Şurda, Küçük Cami’nin evi
var. Orda mesela kirli gittiğiniz zaman -yani bedenen kirli, fikren kirli-,
içkili gittiğiniz zaman, orda rahat vermiyo.
D- Caminin içinde mi bu?
K- Yanı başında. Hayır dışında; caminin
dışında.
D- Neler yapıyor o ev? Örnek verir misiniz?
K- Örnek veriyim size. (Anlatılanlar
doğrudur; dediğim gibi.) Lambayı bile deviriyo, alttan vurduğu zaman. İkaz
ediyo.
D- Peki, ikazın ötesine geçtiği olaylar var mı?
K- Yok; göründüğü falan yok.
D- Bütün olaylarda, ikaz mı ediliyor? Yoksa -devam ettiği takdirde- kişi
cezalandırılıyor mu, çarpılıyor mu?
K- Öyle bi şey yok. Çarpılma olayı yok
ama ikaz ediyo, evet. (İçinde oturanlara yapıyo tabii. Evet, içinde oturanlara
yapıyo. Şu anda oturan yok içinde; boş.) İçki içmezse, efendim temiz olursa;
onlara hiç bi şey yapmıyo.
Yenice - Yukarı İnova
Köyü (22.07.2001)
Erkek, 77,
Yenice-Nevruz, okur-yazar, evli, üç çocuklu
Şimdi şu rastlantı vā bizde bi: Bizim
avlunun kapısı iki tanedi. Komşu urdan girē, arka kapıdan çıkā böyle. (Bu,
raslandı yani.) Annem rahmetli iniği bağlamış asmanın diriğine. Südü sağıyo
inekten. Ordan, bi veran elbiseli birisi geldi; orayı geliyo. Anama diyo ku: Be
kızım diyo, biraz ekmeğiniz yok mu? diyo. Gānımız acıktı diyo; doyureyim diyo.
Dur, dur! Biraz daha bekmez goyvereyim ben diyo. Hemen bakırı oreyi asıvarıyo;
çiviye. Merdimanlādan yokara çıkıyo.
Böyle
duvarda: Yüklük diriz biz. Ora bocut-mocut, desdi-mesdi bi şeylē konuyo; bekmez
burda. Seninki, acele olaraktan tabağa goyuyo; ekmek alıyo. Bi de dışarıya
çıkıyo: Adam yok! Gomşulara soruyo. Görmedik! Ah be! Veremedim diye üzülüyo
şimdi.
E
bu sefer, inek sağıyo. Bi de merdimene bakıyo: Yokardan tıp tıp, tıp tıp,
aşşağa böyle bekmez akıyomuş. Hii diye, böyle içini çekiyo. Ben diyo acele
ederken diyo, tam diyo desdi oturmadı diyo; devrildi diyo. Gidiyo bekmez diye.
Hemen
geliyo. Bi de kapağı açsa, baksa kı: Desdi, olduğu yerde oturuyo. Gaynamış
yokara böyle. Hii! İçini çekesiye gadā, hoop aşşağıya inivēmiş.
(Bunu rastladığını söylēdi rahmetli
anneceğezim bana.)
Gelibolu - Yüllüce Köyü (02.08.2001)
Kadın, Yüllüce,
ilkokul, evli, üç çocuklu
K- Evvel tabi, evvel görünürmüş
insanlara. Şimdi görünmüyo. Evvel... Bizim yaşlılarımız anlatıyodu: Falan yerde
-yok- bicili tavuk gördüm. Yok işte bi delikanlı gördüm işte. Şimdi, yok üle bi
şey. Kimseye görünmüyo.
İşte
evvel türbelerde görünüyolarmıj demek istiyom. Şimdi görünmüyo. Evvel... Şimdi,
benim ninem anlatırdı: Toplamış çocuklarını. Komşuya istemişler. Gidiyolarmış
oturmağa. Unun da çocukları varmış. Giderken, bi de baktım diyo, bi bicili
tavuk diyo. Bicili tavukları, çocuklar da: Ay! Bici falan diyerekten tutmağa
kalkmışlar. ‘İc bi tane bi şey kalmamış. Uçmuş gitmiş olduğu yerde. İşte:
Şeytan demek istiyolar bunlar ama şimdi görünmüyo.
D- Bicili tavuk şeytan mıdır?
K- Şeytanmış güya.
D- Biraz önce: Delikanlı dedin.
K- Kimine tabi, kimine üyle görünüyomuş.
Delikanlı şeklinde görünüyomuş ama bilinmiyo. Ya kimisi diyo mesela: Çok güzel,
giyinik gördüm diyo mesela.
D- Nerde görmüş?
K- Ya bi kırda olsun, bi yerde görmüş
ama yane anında kaybeldi diyo. Kimisi: Yok rüyasında görmüş diye, inanılmıyo
yani şimdi.
**
Küçükmüş; üç yaşındamış. Annesi ‘amur
açarkana, çocuğun tuvaleti geliyo. Git diyo tuvalete; git kendin kızım diyo.
(Ne bilicek; üç yaşında çocuk!) Gidiyo dışarı -evin bahçesine-; gidiyo oraya,
işiyo çocuk. Daha orda, eli ayağı kıvrılıyo. ‘Emen elleri ‘amurlu daha kadının.
‘Ocaya götürdüler; iyileştirdiler. Türbe var sizin evin önünde demiş. Unun
üstüne işemiş demij.
Gelibolu - Yüllüce Köyü (02.08.2001)
Kadın, Yüllüce,
ilkokul, evli, üç çocuklu
Kadın, 21, Yüllüce, lise, evli
K1- O beşinci sı... E Ramazan’dı,
Ramazan’dı. Biz ikimizdik evde ‘eralde. Annem Gelibolu’ya gitmişti.
K2-
Bubannem de vardı.
K1- Bubaannen yoktu kızım; biz ikimizdik
evde. Tabi ikimizdik. E babası demiş... Ramazan’dı. Abdes aldı. Ordan: Ben de
camiye giderim kaveden dedi; gitti. Biz, ikimiz kaldık. Ben de una dışarda
-banyo yapcek. Sabāleyin Edirne’ye götürcek öğretmenler, geziye- su alıyom
dışardan. Sen de dedim, köpeğine ekmek ver dedim. Küçük köpeği vardı. (Tülü; o
beyaz köpeklerden.) Çıkmış kuyunun üstüne. Orda ekmek doğruyo. (Sarkıntılık
ediyo diye, duvarın üstüne koymuştu.) Ekmek doğruyo. Şu camın altında da, şu
amcamların da, moturun arabası var. Küçücük bi şey diyo.
K2- Şu aralığın da “tekinsiz” olduğunu söylerler.
K1- Orda küçücük bi şey diyo: Bacağanı
çelmiş büle diyo; bana doğru hep bakıyo diyo. U da, una bakarmış.
D- Küçücük bi şey yani. İnsan mı?
K1- İnsan şeklinde. Sonra, bu bakıyomuş
una. U bakmış. Köpek gitmiş: Buna salmış. Ben diyo vurduğunu görmedim de diyo,
nası vurursun, canı acır da diyo; büle bağararak, acı acı geldi diyo.
Bacaklarımın arasına girdi köpek. U urdan inmiş. Büle ayaklarının ucunlan diyo:
Tin tin tin yürüyerek dedi... Şu kadar boyunda; başında takkesi diyo.
D- (Derleyici, kaynak kişinin elinle
verdiği tarife göre açıklama yapıyor. Ö.G.) Boyu yaklaşık elli-altmış
santim.
K1- U kadar bi şey varmış yani. Gelmiş
iyice -u duvara da yakındı moturun arabası; şuraya dayamışlar- motorun
arabasının altına girdi diye, ‘epten yaklaşmış Saadet te. Korkmuj bu da.
Girince diyo: Ha ha ha yaptı bana diyo. Bu bir bağarıyo: Anne diye. Ama ben,
elimden kovayı bıraktığım gibi: Ne var kızım? dedim. Ay anne! Sen orda mısın?
dedi. Ben, sen yoksun deye bağardım dedi.
Bu
geldi hemen: Annecim! Çabuk su ver bana; ölüyom. Çabuk su ver. Ne oldu? Büle
büle. Unların da, ufak çocuğu vardı. Yavrum! Otur dedik, aldattık ama ben diyo,
onun kendini gördüm diyo.
D- Peki Saadet, yaşayan kişi olarak,
bir de sen, bize bu olayı anlat bakalım?
K2- İşte annem söyledi. Köpeğim vardı
benim; küçük bi köpek. Sürekli üzerime hopluyo diye, ben de çakılın üzerinde
koyardım onun tasını. Orda böyle ekmek doğruyorum ona ben; vermek için. E
yengem var. Onun da çocuğu o zamanlar küçük. Hemen hemen aynı boydaydı.
Arabanın böyle şeyi olur; kirişi olur. Oraya oturmuş, bakıyo. Ben de -ismi
Faruk-: Faruk, orda ne yapıyosun? dedim. Cevap vermedi bana. Simsiyah, yüzü
görünmüyo. Ama küçük bi şey. İnsana benziyo. Yüzü nası diyim: Simsiyah! Ya,
bildiğin esmer bi... Esmer demiyim. Zenci bi insan nası olur; öyle bi şey.
Saçları yok ama böyle cine benzer bi şey. Hani hep çizgi filmlerde görürüz,
karikatürlerde falan; öyle bi şey. Şapkası vardı. Şöyle aşşağıya doğru sarkıyo
gibi. Ya siyah sanki üzerinde bi -ferace derler- giyinmiş gibi. Öyle bi şeydi.
Küçücük ama. Ondan sonra, yere hopladı. Böyle, arabanın tekerine doğru kaydı.
Ben hâlâ bakıyorum. Aklıma çünkü bi şey gelmiyo. Çocuğum o zamanlar daha. On
yaşında veya on bir yaşında falan. Daha sonra işte Fındık havlamaya başladı.
İsmi Fındık’tı. Havlamaya başladı. Hemen indi kuyunun üzerinden. Tekerin yanına
gitti. O böyle havlıyo; geri çekiliyo. Korkuyo bi şeyden; geri çekiliyo. Ben,
ona bakıyorum. Havlıyo havlıyo, tekrar geri çekiliyo. Sanki bi şey oldu: Vurdu
gibi hayvana. Yani: Köpekler görür derler her zaman, bi şey varsa orda. Ya
köpekler hissedermiş.
D- Neyi hissedermiş?
K2- İşte cin mi, peri mi; bilmiyorum
tabi ki. Daha sonra, işte vurdu sanki. Acı hissetti. Bağırmaya başladı. Direk
geldi bacaklarımın arkasına. (Korktuğu zaman öyle yapar. Ben köpeğimi tanıyom çünkü.)
Korktu. Bacakların arkasına geldi. Fındık çık demeye başladım. Ben, o öyle
yapınca korktum. Yani Fındık öyle davranmaya başlayınca, bi şey olduğunu
anladım; korktum. Anneme seslendim; bağardım. Anneme seslenme esnasında, işte
tam böyle tekerin arasından gözüktü; güldü. O öyle deyince, ben bi daha
bağardım. Ama içeriye geldiğimde -annem hep der-: Bembeyazdı yüzün diye. Çok
korktum.
D- Yüzü, insan mıydı?
K2- İnsan, bildiğin insan ama ürkütücü
bi şey.
D- Bir de: Bizim bu aralık, tekin
değildir dedin. Neden öyle?
K2- Hep fal baktırırlar. Fallarda, şöyle
tarif edilir: Sizin evin camın altında, böyle kuyu var derler; kuyu. (Mesela
bizim evi bilmiyen insanlar tarif ediyolar.) Kuyunuz var. Kuyunun sağ tarafı
diyolar, tekinsiz diyolar. Oraya, bi kurban istiyo diyolar.
D- Siz adadınız mı kurbanı?
K2- Hayır, hiç bi zaman da yapılmıyo.
K1- İnanmıyoz diye, yapmıyoz işte.
K2- İnanmıyolar. Ben unu gördüm. O
yüzden hâlâ korkarım.
D- İlerde, siz adayacak mısınız o
kurbanı?
K2- Param olursa yaparım. (Kaynak
kişi ve derleyici gülüyor. Ö.G.)
Merkez İlçe - Kumkale
Beldesi (13.09.2001)
Erkek, 80, Bulgaristan-Ruscuk, okur-yazar, evli, iki
çocuklu
Şimdi bi oğraşıyeri, iki oğraşıyeri
kalaycıların piri. Oğraşiyir oğraşiyir: Kalayı tutturamıyo. Tutturamadığı için
üzülüyo. Ne yapsın şimdi?
Böyle
kendi kendine üzülerek, ailesinin yanına doğru gidēken, bu sefer şeytan, boyuna
sesleştirirmiş: Acaba ne yaptı, acaba ne yaptı, acaba ne yaptı? deye. Nası
demiş, kalayı tutturabildin mi; yaptın mı? Yaptım demiş. Nışadırı kullandın di
mi? demiş şeytan. (Ama onlar, hep Cenab-ı Allah’ın emri ilahiyesi. Çatlatıcak
onu. Söyleyecek yani; ipucu almak için.) Nişadırı kullandın diğil mi? demiş.
Evet demiş.
Andan so, hemen
dönüyo: Tu bismillahirahmanırahim! Ateşi yakıyo. Koyuyor bi nişadır. Onların
piri de: Şeytan.
D- Kalaycıların piri şeytan mı?
K- Şeytan!
D- Tam anlayamadım ben. Nasıl oldu da, şeytan kalaycıların piri oldu?
K-
Tutturamamış
kalaycı hiç. Şeytan da bakıyomuj böyle. Tutturamazmış. Kayıp gidēmiş, kayıp
gidēmiş, kayıp gidēmiş... En sonda, kalkmış ta böyle yörümüş. Eve doğru
gidēken, şimdi bu sefer, o esna üzerine, şeytan o esnada bulunmamış. Geçēken
yanından: Nası demiş kalaycıya, tutturabildin mi? demiş. Tutturdum demiş.
Nişadırı kullandın di mi? demiş. ‘Emen kavramış. ‘Emen dönüyor gerisi geriye;
atıyer nişadırı: Şapp! Kavrıyeri.
**
D- Kaynak kişimiz, Adana’dan buraya domates almaya gelen birinin,
yardımcısıyla ilgili hikâyeyi anlatacak. Bu kişi, Halileli yol çatına geliyor.
Oradan itibaren olanları dinleyelim.
K- Şimdi Mehmet şimdi yörüyo. Arkadan
dede: Yavaş yavaş, yavaş yavaş...
D- Halileli’den yola çıktı. Nereye geldi? Çeşme başına mı?
K- Çeşme başına. İşte o çeşmenin
başından buraya -köye- gelecek.
D- Çeşmenin başında ne görüyor?
K- Arkadan -baksa- birisi geliyo.
Durmuş: Yetişsin diye. O durunca, o da durmuş geriden. Hadi gel! Yörü, beraber
gidelim; şu-bu... Yok, dururmuş. O hızlanırmış, o da hızlanırmış: Ha bakalım,
ha bakalım... Böyle bu şekil, mezarlığa kadar yörüyirler.
Amma
bi sefer, Mehmed’in aklına... (Gariban
çocuk. Saf, temiz bir arkadaş. Acar, kuvvetli.) Demiş ki: Yav yürü bakam
demiş yav. Beraber gidelim filan; şu-bu... Gene yok. Andan sonra, bu mezarlığın
yanına geliyeri. Geldikten sonra, Mehmet oturmuş şimdi. Oturmuş; yetişsin diye.
O da, şöyle durmuş. Mehmet: Amıca! Gel beraber gidelim filan; şu-bu...
Hemen
şurda -mezarlığın taşlarının arasına doğru-, hemen kapının önüne(?) eğilmiş te,
yatıvarmış. Mehmet demiş: Bu, galiba yoruldu. Bi de varıyo, bakıyo: Bi şeycik
yok. Yani: O da orda, kaybolub gidiyo. (Bunu
da, bu çocuktan dinledim.)
D- Nasıl bir tipi var gördüğü şeyin?
K- Azami diyo, şöyle bir metreden
yüksek. O kadar bi adam. Sakallı. O tipte birisi.
‘İç
te korku da aklıma gelmedi dedi. Zaten korkmam dedi. (Kendisi böyle, sevimli bi çocuktu; saf şeydi.)
D- Mezarlığın taşlarının arasına mı girip kaybolmuş?
K- Mezarlığın duvarının. Duvarın içine
hemen yatıvarmış; oraya.
Merkez İlçe - Kumkale
Beldesi (13.09.2001)
Erkek, 35, Gelibolu-Bolayır, yüksekokul, evli, iki
çocuklu
Burda balıkçılık -avcılık- yapan şahısın biri, akşamları geç vakitlerde,
ordan evine dönerken... Şantiye dediğimiz yer var belediyenin. Burayı, dört yüz
metre falan uzaklığı. Motorsikletinin önünden -işte-: Bir metre boyunda,
sakallı birisinin geçtiğini görmüş aniden, hızlıdan. Yaşlı olduğunu söylüyo.
Giyimini, fazla bilemiyorum artık. Bunu, bir-iki defa denk gelmiş. Arkasından
baktığında, bir türlü yakalıyamamış yani. Görememiş bi daha.
Ve:
Bir-iki defa, o yola -yani gördüğü yolda- bizim de iş makinaları arıza yaptı.
Yani bıçağı kırıldı. Diyelim ki: O yolu genişletmeye çalıştığımızda, işte bıçak
kırıldı yani. (Belki tesadüfen de aynı noktada olabilir.) Onun, tarif ettiği
yerlere yakın. O civar yani. Bir-iki metre civarında.
Ayvacık - Gülpınar
Beldesi (26.06.2002)
Erkek, 73, üç yıllık eğitmen mezunu, evli, üç çocuklu
D- Sizin burada, Çavuş Deresi var.
K- Gurk çıkā derlē urda da. Yavrula
beraber, göya insanlara çıkāmış ama ben unu bilmiyorum.
D- Gurk çıkar da, ne yaparmış?
K- Şeytanmış göya. İnsana karışırmış.
Una sataşırsak yahut yavrusunu aleyim dersen, insana yani zarar verirmiş. Öyle
derlēdi.
D- Başına bir iş gelen oldu mu Çavuş Deresi’nde?
K- Herhalde olmadı. Ben, duymadım unu.
Gelibolu - Demirtepe Köyü (25.02.2003)
Erkek, 62, Bulgaristan-Razgrad-Kemallı Köyü, ilkokul, evli, dört çocuklu
D- Ömer Ağbi: “Su kenarı tekin değildir” sözüne, ben pek inanmam dedi.
Şimdi, babasının başından geçen bir olayı anlatacak. Bu olay nerede, ne zaman
olmuştu Ömer Ağbi?
K- Gölcüğ’ün Halıdere Beldesi’nde.
D- İzmit-Gölcük?
K- Evet. Bizim ilk iskan yerimiz
orasıydı. Babam Değirmendere’de çalışıyodu. Akşamları eve gelirdi Halıdere’ye.
Ordan işte yolun orta yerinde, tam şeyde bi çeşme vardı. Oranın köylüleri zaten
diyodu: Bu çeşme tekin değil.
Babam
bi akşam ordan geçerken, resmen bi düğün: Davullu zurnalı düğün yapıyumuşlar.
Gelin, çeşmenin su yalağına tumuş Damat ta eğilip eğilip bakıyomuş gelinin
yüzüne böyle. Babam dua okuyarak, ordan usulcacık geçip gidiyo.
D- Giysileri nasılmış bunların?
K- Onu bilemeycem.
D- Onların cin olduklarını nereden anlamış babanız?
K- Babam... Çünkü eskiden bizim orda çok
varmış. İşte Romanya’nın Masıtlar Köyü’nde çok varmış. Ordan biliyu. Babamın
çok şeyi var. Bu, dünya harplerinden sonra, bi daa azalmış bunlar, bu olaylar;
bu cin olayları.
**
K- Bizim, Bulgaristan’da bi evimiz
vardı. O evi, sonra sattık biz. O evde, annem akşamüzeri kızgın kül attığı
zaman, ille değişik isimlerle annemi çağırıyulādı. Annem alıp gidiyo çünkü.
Ses, cevap vermiyodu.
D- Siz bu sesleri duydunuz mu?
K- Ben çok küçüktüm o zaman. Annem
anlatıyodu
Gelibolu - Demirtepe Köyü (25.02.2003)
Erkek, 62, Bulgaristan-Razgrad-Kemallı Köyü, ilkokul, evli, dört çocuklu
Erkek, 46, Demirtepe, ilkokul, evli, iki çocuklu
D- Şu anda çarşıda bulunan Mahmut Ağa’dan dinlediği bir hikâyeyi anlatacak.
K2- Mahmut Ağbi’miz, Ahmed Aa diye
birinin yanında çıraklık yapıyo. Bu arada Ahmet Ağa’nın, Koruköy’de de
değermeni var; un değermeni. At arabasınla, oraya gidip geliyo.
Bi
akşam, geçe kalmış at arabasınlan. (Koruköy Demirtepe arası, yaklaşık altı kilometre.)
Ezan falan geçmiş. Dolma Ayazma dediğimiz bi mevki var. Köye çıkışta, hafif
yokuşu var; bayırlık. Atlar durmuş. Mahmud Amca, elinde kırbacınla, atlara
dokunuyo falan. Atlar gitmiyo. Arkasını dönüyo: Araba içersinde, aynı anda bi
keçi ve bi tokat. Bu arada: Tabi döndüğü an, ezan okumağa başlamış Mahmud Amca;
korkmuş. Önce yani dönüyo. Görünce korkuyo: Ezan okumağa başlıyo.
Bu
arada keçi hem konuşuyor: Sen ezan okumasaydın, ben sana sorardım ama diyo, bi
tokat vuruyo. O da, başını arabanın kanatlarına nası çarptığının pek farkında
da değil. Gerisini hatırlamıyo.
Atla,
bu şekilde evin önüne geliyo; kendi bildiğine. (Boşanmış gelmiş atlar; yokuşu
çıkmıyan atlar.) Ahmed Ağa’nın kızı dışarıya çıkmış. At arabası kapının önünde.
Kapılar açık değil; giremiyo içeri. Fakat atların üzerinde -çul deriz; kıldan örtüler- var. Örtüleri örtük. Ahmed Ağa sormuş:
Mahmut gelmemiş mi kızım? falan deye. Fagat kız: Araba kapının önünde baba ama
Mahmud Ağbi’yi görmedim diyo.
Çıkıyolar,
bakıyolar: Mahmud Ağbi baygın; arabanın içersinde. Kaldırıyolar. Atları
alıyolar falan.
(Hikaye çok net de değil. Tabi Mahmud Ağbi
kadar bilmediğim. Ağızdan duyma bi şey ama yani Mahmud Ağbi daha ned biliyo bu
olayı. Böyle bi olay gelişiyo yani. Başından geçiyo.)
D- Olayın geçtiği Dolma Ayazma
Mevkii’nde ne var da, böyle bir şey oluyor?
K1- Rumlar’dan kalma ayazma-pınar; su
pınarı varmış.
D- Neden başka yerde olmuyor da
orada oluyor?
K1- İşte “tekin” diyolar orasını.
Bilmiyorum artık.
D- Ayazmanın olduğu yer mi?
K1- Ayazmanın olduğu yer.
D- Ne olmuş ta tekin diyorlar?
K1- E peri çıkıyomuş diyolar.
D- Bu köydekiler mi diyor?
K1- İşte Mahmud Ağbi falan, bi kaç kişi
görmüş yani. Öyle diyolar.
D- Mahmut Ağbi’den başka, bunu gören
kimseler var mı?
K1- Valla ben bi tek onu biliyorum.
D- Sahiden su kenarları, geceleri
tekin değil midir?
K1- Batıl inanç. Bana göre diğil ama
bazısına göre...
D- Eskiler öyle söyler miydi?
K1- Söylüyolar.
Gelibolu - Demirtepe Köyü (25.02.2003)
Erkek, 75, Romanya-Silistre-Tutrakan-Masıtlar, ilkokul, dul, altı çocuklu
D- Cin mi diyorsunuz buna; şeytan mı, peri mi?
K- Cinler diyular, cinler. Köyümüzde
arkadaşın biri gece yatırke: Kalk, kalk filan diyolar. Alıyolar bunu.
D- Kim diyor?
K- Cinlerden. Kim olduğu belli diği
işte. (O kendi kendine gezer o bi daa. O nereye götürürse, gider o.)
D- Rüyasında gezer; yani uykusunda gezer?
K- Uyudu mu, kaldırılır. Gider; öyle
gezmeğe götürüyolar onu.
D- Nereye götürüyorlar?
K- Ora, arka çayırlığa iniyolar. Köyün
altına iniyolar. Çayırlık var. O zaman, boş buraları. Orda düğün varmış; orda.
Oynuyolar, falan filan: Davullar, zurnalar... Cinler oynuyolar.
Bu sefer iki arkadaş,
orda suç işlemiş; onların içinden. Onların başkanı: Asın bunları demişlē.
Asıyolar onları. Epiy zaman sonra, güneş -dan yeri- ağarmağa başladığı zaman,
dağlışıyolar. Bu arkadaş da eve geliyo. Sonra aklına takılıyo: Ben diyo, gidip
bakıcam diyo. Bunlar kimi asmışlar buruya filan? Varıyo oraya. Bi de bakıyo:
İki tane tarla fareleri var ya, onlardan iki tane, ipte asılıp duruyolar.
Deyecem: Bu böyle.
D- Kaç yıllarında oluyor bu olay?
K- Bu, 37 yıllarında mı ne oluyo.
**
D- Ramiz Amca! Senin başından mı geçti?
K- Evet, benim başımdan geçti.
Arkadaşın
biri dedi bana. Bolayırlı birisine, beygir gütmeğe çırak oldum oraya; aylıklan.
D- Kaç yaşındasınız o zaman?
K- On yaşlarında. Gittim oraya. Bizim
köyden de geldi bi arkadaşım. Beygiri... (Bu köprüyü geçtiniz ya burdan. Onun
hemen sağında.)
D- Bolayır’la sizin köyün arasında?
K- (Evet, derenin öbür tarafında.) Dedi:
Bu akşam, burda yatalım. Beygirleri baktıralım. Kalalım filan dedi. Eskiden
olurmuş öyle orda. O duymuş; ben duymadım.
D- Ne olurmuş?
K- Cinler çıkarmış. Dedi... Kaldık ya;
yatsı filan geçti. Argadaş dedi bana: Burda dedi, cinler çıkarmış dedi. Şimdi o
benim dediğim, aşşağda olmuş. Şimdi: Orda dedi o. Bu köprünün başında dedi,
davullāla zurnalarla, cinler çıkarmış dedi. Sonra öyle deyince, ben de korktum;
şimdi o da korktu. Biraz durduk. Dedi: Ben gidicem dedi. Ben korkuyom dedi. Yav
niye? dedim. Sen bana kal dedin. Bak! Ben Bolayır’dan geldim. Burda çıraklık
yapıcaz; hayvanlara bakıcaz bu akşam. Beni bırakıcan burda yalnız. İyi ama ben
dedi korktum dedi. Belki çıkarsalar dedi. Ee sonra, ben yalnız kaldım. Ben de
korktum bu sefer. Ben ne yabeyim şimdi burda? Ben de aldım atları yedeğeme.
Geldim, bizim dama bağladım onları. (Kaynak kişi gülüyor. Ö.G.) Çıkmadı
cin-min filan.
**
D- Kendi başından mı geçti bu olay?
K- Evet.
O
zaman, sekiz yaşlarındaydım filan. Babam beni, bu Koruköy’ün öbür tarafında bi
çiftlik vardı. Oraya ağbimi vēdi sığır gütmeğe. Beni de, yardımcı oraya
yolladılar; verdiler. Senede bi paltalonlan, bi gömlek alıcaktı bana ‘erif.
Orda çalıştık. Sığırları güdüyoz yani. Süt götürüyom Bolayır’a. Eşşeğe
binemiyom ben. Orda bindiriyolar eşşeğen üstüne beni. Ben oturuyom oraya;
gidiyom. Birazdan uyuyom ben. Bakıyorum: Gecenin bi yarısı olmuş. Nerde
olduğumu da bilmiyorum ben. Böyle gidiyoz, geliyoz. Orda sütçülerden diyolar
ki: Bunu geç kalırsa bi daa diyolar, atarız süt kazanına. Ben, gene öyle
geliyorum. Tuttulā beni. Kazana atıyolar; süt kazanına. Ben: Şaka dedim ama
korkmadım. Sonadan tuttular beni atıyolar şimdi. Yarım... (Kazan da, büyük
kazan böyle.) Süt... Ben, burdan baktım: Çok süt var dedim. Boğulurum burda
ben. Ben şimdi tepişmeğe başladım; bağarıyom filan. Yavu dediler, bırakın be
dediler. Bi daa gelcek... sen. Ordan saldılar beni. Öyle gidip geliyorum. Geç
de oldu(?). Te o zaman, geliyom sabah südüne ben. Yav diyolā, bu inlere cinlere
mi karıştı? diyolar. Anlatıyolar orda. Ben diyom: Nerde in, cin? Ben korkmuyom.
Ondan sonra: Bunu, eşşeğe bindirmiyelim dediler; yürüsün dediler. Benim
sırtıma, bir yarım kilim parçası verdiler: Üşüme dedilē.
Yolda
gidiyom ben. Epey gittim. Bilmiyom nerelerde ilerliyom. Eşşek önümde yörüyo ya.
Ben, gene uyuyom. Yolu da bırakıyom anasını sat... Tam bizim u çatırık vardı
burda. (Koruköyü’ne gidiyo giriş; çatırık. Koruköy yolu, bizim köy, orda
kavuşur.) Onun yüz metre yanı başında; sağda... O zaman, bi tane kamyon
çalışırdı. Bi ışık geldi geriden benim gözlerime. Ah! Baktım ışık geldi. Açtım;
gözlerim görüyo mu yolda? Baktım. Öte koştum, beri koştum: Benim eşşek yok.
Karanlık ta. Ben şimdi ordan, o Gavur Necati’nin ..... doğru; o balkanlıktan,
bayırlıktan, yanlama koşuyorum böyle. Böyle sakallı bi dede oturuyo orda. Uzun
sakalları vā; ak sakallı. Üstünde
elbise var. Böyle ..... benziyo. Elbiseler var üsdünde; yani alacalı. Oturuyo
orda; oturuyodu. Bağdaş kurmuş; böyle oturuyo. Boy: Kavi bir adam ama bu duvar
kadar bana. Ben şimdi...
D- Yani yaklaşık dört-beş metre.
K- Geçiyorum önünden böyle. Dede bana
baktı, ben dedeye baktım. Dede, bana bi şey demedi. Geçtim öyle. Ordan yola
çıktım. Çıkarkan, çıkıyo kamyoncu. Durdu. Bağardı bana, seslendi. Gittim: Sen
in misin, cin misin? dedi bana. Dedim: Ne ini cini be! İnsanım ben dedim; ben.
(Ee çocuk daa.) Ne arıyosun sen buralarda? dedi. Dedim: Benim eşşeğem var
dedim. Süt götürüyodum dedim. Kaybettim didim. Onu arıyom dedim. O da görmüş onu
orda; çavdarın içinde. Çavdar yiyip eşşek, bi güzel doyuruyo karnını. .....
etti adamcağaz feri. Farları çevirdi böyle. Buldum eşşeğeni! Sağol be amıca,
buldun filan dedim. Buldun filan dedim. Yok yok dedi. Git sen dedim. Yok yok
dedi; yola çık. Göreyim ben seni yolda dedi. Ondan sonra bırakıcam. Çıktım
yola. Herif, beni bıraktı gitti. Allah razı osun. Yani ben de diyorum: O dede
mi malum oldu ona, ne olduydu yani. O dede, hep aklıma gelir orda; dede.
**
[6]Bi
hoca varmış... Çiftçilik yapıyomuş anneylen ikisi; biçiyolā filan. Yoruluyolar.
Hoca da biraz cinciymiş. Bu, cinleri toplamış: Benim orağa biçicez. Tarlayı
biçtiriyo cinlere.
Bir
böyle, iki böyle, bej böyle... Cinler sıkılmağa başlamışlar. Yav demişler, hep
biçiyoz bu oğrağa. (Bakmışlā: Buğday başak yapmış ama.) Yarın demişler, sıcak
çıkar. Bu hoca, bize sıcakta biçtirir bunu. Biz (Kaynak kişi gülüyor. Ö.G.)
bunu deyirler, erkenden biçelim de havalar serinken, işi bitirelim. Hocanın
haberi yok.
Gidiyolar
tarlaya. Bi oğrak atıyolar; biçiyolar. Bağlıyolā, koyuyolar. Hoca gidiyo,
bakıyo: Buğday olmuş mu? diye. Tarlaya ..... gidiyo. Bi de varsa: Tarla yeşil
biçilmiş! Canı sıkılmış. Sormuş. Demiş: Niye yaptınız bunu böyle? Hocam, sıcak
çıktıktan zor oluyo. Serinde biçtik. Ondan böyle oldu filan diyolar.
Hoca biçtirmemiş
onlara bi daa tarlayı. Kurtulmuş cinler. (Kaynak kişi gülüyor. Ö.G.)
Gelibolu - Bolayır Beldesi (25.02.2003)
Erkek, 80, Bulgaristan-Hasköy-Harmanlı, üç yıllık eğitmen mezunu, evli, iki
çocuklu
(Şimdi bi örnek, ben sana anlatayım.) Burada Nihat Ağbi...
Bunun, türbenin kapısının önünde kahvesi vardı; bu bizim Gazi Sülüman Paşa’nın.
Burda -kahvede- yatıyor yaz günü. Kendi arabası varmış. Tekerin(?) üstüne
yatmış böyle; uyumuş.
Gece
geliyor bi tene -ayakları çıkmış arabadan dışarı-, bastırıyo ayaklarına. Bu,
arkadaşları deye aldırış etmiyo. Gene yatıyo. Gene içi geçiyor. Gene, bi daha
bastırıyolā. Bu sefer: Dini imanı toz duman hemen. İniyo arabadan aşşağa. Taş
topluyo. Gelin diyo, ananızı bilmem ne yabacam. (Şimdi eski yol burdandı ya. O
bizim belediye binasının altındandı.) U taşları...
Arabanın üstüne
yatmış. Bu yoldan asker: Gümbür gümbür; davullālan zurnalarlan geçiyolā. Tam
caminin merdivenlerene bizim çıkıyolā: İki dene kumandan geliyo. O Nihat
Ağbi’yi yakalıyolā, alıyolā. Onu da merdivenlerden yukarı -Dedebaşı’na doğru-
çıkarıyolā. Kör-topal kalmasın, kör topal kalmasın; arkadan, yani perilerden.
Geçiyolar yukarı. Tam Dedebaşı’na vāmışlā. Daha orada Nihat Ağbi’yi bırakmışlā.
Kazık diker gibi dikmişlē böyle; oraya.
X- Doğrudur. Eskiden duyuyoduk. Görenler
de oluyodu yani.
K- Asker, gelip geçiyo mezarlığa doğru.
(Ondan, kendisinden işittim bunu.) Ordan, sabahlen orda duruyo. Götürüyolā eve.
Kırk gün yattım dedi hasta. Rahmetli babası da hafızdı. Babam düzeltti beni
diyodu.
**
D- Şimdi anlatacağını duydun mu?
K- Bunu da duydum ben.
Efendim
vatandaşın birisi, gene[7]
ölümden çok gorkuyomuş. Hanımına demiş ki: Toplan demiş. Bi ölümsüz bi yer
arayalım yav. Alıyo hanımını: U yana geziyor, bu yana geziyorlar. Hep mezarsız
köy arıyorlar. Mezarlık olmeycek. Burda mezarlık var mı? Var! Giderlermiş.
Git-gel,
git-gel... Birkaç zaman zaman dolaşmışlar böyle. Bi köye rastlıyolar: Hiç mezar
yok. Diyolar: Burası bizim yerimiz. Burda ölüm yok géri. Yerleşiyolā orayı
karı-koca.
Yerleştikten
sonra, adam işe gidiyo tabi; çalışmağa. Hanımı evde kalıyor. Üç-beş gün
çalıştıktan sona, hanımı rahatsızlanıyo. O köyde yene insanları keserlē,
yirlermiş. Hanımını gelmiş gonu-gomşu kesmişler, parçalamışlar, taksim etmişler
bütün köye. Kocasına da bırakmışlar bi parça.
Geliyor
akşamüzeri: Ayşe, Fatma! Bizim.. Nerde yav komşu? Ya, böyle böyle diyor.
Hastalığında rahatsızdı. Kestik biz onu; yedik. Bi parça da sana bıraktık. Ya
anacığını diyo, burda da ölüm varmış. Kaçıp geliyor. Karıyı da orda bırakıyor.
D- Bunu ne zaman dinlemiştin Ahmet Amca?
K- Çook sene oluyor ya. Çok zaman. Bi
kere, elli sene var da, fazlasını bilemiycem.
**
Eski
insanlar -ne biliyüm- böyle çok şeyler görünürmüş insanlara. (Peri midir,
şeytan mıdır, cin midir?) Neyse, şimdi insanlar şeytan oldu.
Gelibolu - Adilhan Köyü (03.03.2003)
Erkek, 67, Adilhan, ilkokul, evli, beş çocuklu
D- Amcanın başından geçen hikâyeyi bir daha anlat.
K- Rahmetli -bu yani kırk, kırk bir,
kırk iki senelerinde falan- gece tuvalete çıkıyo dışarıya. Bi davul-zurna sesi;
bağrışma çağrışma böyle. Evimizin karşıki Çamlık’tan yukarıya doğru gitmiş
sesler deniyordu yani eskiden böyle. Bunlar şeytanlarmış, cinlermiş, bilmem ne
deniliyordu.
E
şimdi o zamankı söylentiler yok. Ne cin duyuyoz, ne davul sesi duyuyoz, ne bi
şey. Ben inanmıyom yani böyle şeylere. Tamam diyo, duydum diyo yani; öyle
çalgılar geçti.
Merkez İlçe - Serçeler
Köyü (08.09.2004)
Erkek, 80, okur-yazar, evli, altı çocuklu
Ben -şurda Yeniköy dediğim, Yeniköy
vādı- Yeniköy’e gittim. Gitme! Öñüne köpek çıkā, kedi çıkā dedilē; şöyle olur,
böyle olur. ...tir be dedim.
Ben, sabah işçi almağa
gittim uraya. Ben unlān didiği yere geldim. Bi köpek çıktı. Eşşeğe -indim-
bağladım. İki dene daş aldım. Köpeğen arkasına ekleşivēdim. Köpeğe govaladım.
D- O köpek cin miymiş?
K- Ne biliyim? Bilmiyum ku.
Sabah
buruyı oğrak biçmeğe geldilēdi bana. Böyle böyle oldu dedim. Gara köpek kimde
vā? Yok didilē. (Ne olduğunu bilmiyom.
Cin mi, peri mi?) Bizim yanımızda ne olcak? Biz zatan cin periyiz dedim.
Gökçeada - Dereköy -
Şahinkaya Mahallesi (09.05.2005)
Erkek, 39, Trabzon-Çaykara-Şahinkaya, ortaokul, evli, üç çocuklu
(Şimdi Oflular için yani: Şeytandan daha büyük şeytandır derler.) Şimdi bi gün şeytan -kafası bozulmuş Oflu’ya- dedi ki: Gel, bi düello
yapıcaz. (Bunun türkisini de çıkarmışlar
bi zaman. Türküsü de vardı.) Gel dedi, düello yapıcaz. Tamam dedi Oflu.
Dediler ki: Patates ekecez. Şeytan dedi: Patates ekicez. Oflu da dedi ki: Alt
kısmı benim olacak, üst kısmı şeytanın olacak. Şeytan kabul etmiş onu. Ekmişler
patatesleri.
Tabi
Oflu, alttan patatesleri almış. Şeytana kaldı sapları. Bu dedi olmadı. Yeniden
yabacaz. Ne’abıcaz? Mısır ekicez. Dedi Oflu ki: Uç kısmı benim olacak. Şeytan
da kabul etmiş; tamam demiş. (Daha önce alt kısmında vardı ya patades.)
Ekmişler mısırları.
Tabi
koçanlari, Oflu gene almış. Yarışmayı gene kazanmış. Şeytana kalmış kökleri. Bu
da dedi olmadı dedi. Ne yabıcaz? Dövüşecez dedi. Aldı iki tane sopa. Bi tanesi
uzun, bi tanesi kısa. Verdi şimdi uzununu Oflu’ya. Kısasını almış kendine. (Şey!) Uzununu kendine almış; kısasını
vermiş Oflu’ya. Demiş ki Oflu ona: O zaman dedi gidecez boş bi odaya. Yani orda
dövüşeceğez. Şeytan da kabul etmiş.
Tabi
şeytan, uzun sopayla baraber, odanın içinde sallayamıyor. Oflu da küçük sopayla
beraber, şeytana istediği gibi vuruyor. Olmaz dedi. Didi: Dışarı çıkacaz didi.
Sopaları değiştiriciz didi. Tamam dedi, verdi ona. Büyüğünü aldı Oflu; küçüğünü
verdi şeytana. Bu sefer Oflu dedi ki: Dışarı çıkacaz.
Bu
sefer dışarı da çıkınca, bu sefer Oflu açıldı. Uzun sopayla baraber, uzaktan
şeytana vurdu. Şeytan dabi gene yenildi.
Ondan
sonra döndü şeytan Allah’a, yalvardı: Madem diyo Oflu vardı diyo, beni niye
yarattın? (Ortamda bulunanlar gülüşmektedir. Ö.G.)
3. 8. AYDAKİ TOPLANTIDA
DEĞERLENDİRİLMESİ İÇİN SUNULAN YENİ METİNLER
Biga-Karabiga
Beldesi (7 Eylül
2001)
Kadın,78,
Kastamonu-İnebolu, okuryazar değil, dul, 5 çocuklu
(Esas.) Bi şey varmış, bi tane kız
varmış. Çok zenginlermiş. Balgonda yemek yiyolā. (Olmuş şey bu yani.) Balgonda yemek yiyolāmış. (Şimdi bu şey, dinlenecek di mi? Gençler için iyi.) Balgonda balıg
yiyolāmış. Balığın kılçısını kız, atıyormuş; camdan atıyomuş. Ebileri öñüne kormuş. Böyle atıyomuş. Atarken
kız: Ba-ba-bu… Bi şiyler olmuş. Olunca bu şimdi: N’ooldu, n’ooldu, n’ooldu,
n’ooldu?
Getirmişler
bunu, hocaya baktırmışlar. Demişler ki: Şeytanın sıratına, kılçığı battı. Nere
getireceğez biz bunu? Hocaya getirecez –şeye getirecez işte-, okutturacaz.
Okuyolar-mokuyolar bunu. Şey yapmıyo; iyileşmiyo bu şimdi. İyileşmiyince, bi
hoca diye ki: Siz diye bunu diyo, mezerliyin taşına bağlıycaksız diyo. Kapıları
da açık bırâkın
diyo. Arkanızı dönmeden, eve gelin diyo.
Şimdi
taşın… Mezer taşına bağlıyolar kızı. Elini, ayağını bağlıyolar. Kız: O-bu- bu…
(Konuşamıyo adam akıllı.) Eve geliyolar. Kapıları açıyolā şeytanlar, davallar… (Önceden meydandaymış onlar.) Ordan
geçerken, bi de bakmışlar: Kız ağlıyomuş. Ağlarken, padişahları –başlarının
padişahı-: Bunu demiş, kim yaptı? demiş. Bi tanesi demiş ki –yarasını
göstēmiş-: Balgondan demiş, kılçık attı demiş. Yanağama battı demiş. Ben
yaptım: Tokat vurdum, tokatladım demiş. Çabuk demiş git demiş, özür dile ondan
demiş. İşte: Anlaş demiş. Ordan çez; gitsin evine demiş.
Hemen gidiyo –burası yara-: İşte ben
seni af ettim diyo. (Orda ne yaptıysa ona, ne söylediyse?) Çeziye ayağanı;
geliye eve. Geldikten sonra bağarıyo, ağlıyı ağlıyı geliyo. Sesini koyveriyo.
Ağlıyı ağlıyı, evde düzeliyo. (Esas ama
bu. Bunu, bizim memlekâtten duydum. Bu, olmuş şey.)
Ezine- Kumburun Köyü (27 Mart 2001)
Erkek, 64, Kumburun, üç yıllık
eğitmen mezunu, evli, çiftçi
(Yine gene
bi oduncudan bahsedelim.) Köylü amcanın birisi, devamlı eşekte odun
daşırmış eskiden. Onla rıskını temin edermiş. Bir de hanımı varmış. O gadar
çaçaronmuş ki, bildiğin gibi değil.
Hemen odunu satdı geldi mi, parayı alırmış. Adamcağızın canına geçmiş.
Bir gün gene oduna gidiyo. Bir de varıyor kına,
arazide gezerkeneli bir kuyu buluyo, kuyu. Kuyunun ağzı kapaklı. Bi de açsa
baksa kına: Dibinde sarı altın görünüyo. Hah demiş, şimdi oldu. Gene guyuyu
kapatmış, eve gelmiş: Hanım demiş, bana bir çuval vē. Ne yapacaksın? demiş. Ben
demiş, guyunun birinde demiş altın gördüm. Bunları getiriyim demiş. Ben de
gidicem demiş. (Garı aksi ya!) Sen gelme demiş. Senin ağzın biraz boşboğazdır,
söylersin demiş anadın mı. Hayır
demiş, söylemem.
Gidiyolā, varıyolā. Bi de bakıyolā: Hakkaten de
altın gızarıyo. Demiş hanım: Ben inicem! Yav sen inme. (Amacı da adamın: Hanımı
insin. Hani aksi ya; ille yerine getirecek.) Bi sefer bunu çımalan salmış
aşarı. Salıncaya gadana da, çımayı da salıvermiş aşşaa. Kapağı da kapatmış
üstüne. Gakmış eve gelmiş, yatmış. Oh be demiş; kafamı bi dinliyim demiş. Yeter
gayrı. Dır dır dır dır! Usandırdı bu garı beni.
Üç gün sonra bi de gidiyoru. Bu demiş gali, sesi
kesilmiştir bunun, ölmüştür. Bir de varıyokına: De guyunun içinde bir ses var,
bi seda geliyo: Gurtarın beni diyerekden. Allah Allah! Bu niyin nesi? Bi sefer
çımayı sarıyoru. Yakalamış: Çek demiş. Bi de çekiyo ki: Şeytan!
Şeytan bi sefer: Hay Allah razı olsun yav senden
diyo. Beni diyo – içerde bi fıravun var diyo- beni undan gurtardın sen. (Kaynak
kişinin kurduğu bu son cümleler, ortamda bulunanlar arasında gülüşmelere yol
açıyor. Ö.G.) (Orda onun,
şeytanı bile rahatsız etmiş hanımı. Bak ne kadar çaçara.) Benden demiş,
dile benden ne dilersen; şeytan. Yav demiş, ben senden ne dileyim demiş;
sağlığını. Hayır hayır! Dile benden ne dilersen. İkinci bi daha “sağlığını”
diyinciye gadan demiş: Bak demiş, ben şimdi gidicem. Geyikli köyü… (şey nahiyemiz bizim Geyikli’dir) Geyikli’ye
gidicem. Orda bi Namlı Eşref Bey vardı. Onun demiş aklını alıcam. Kafayı
üşüdüceg o. Sen de demiş, bi hoca sarığı sar da, ordan geç. Sana bi demiş, bi
nefes yaptırırlā. Yalnız demiş fiatını biç. Ben demiş çekilirken, o düzelecek
demiş.
O da ordan geçerken, anladın mı hoca da gidiyoru. Bi de
varıyo: Hakkattan Eşref Bey’in kafa üşümüş. Demişler :.…... hocaya bi nefes
yaptıralım. Hoca gelmiş. Bi de bakıyo kı, o anda şeytan da durup durur başında.
Şeytan işaret ediyo: Pazarlığı yap diyoru. Pazarlığı yapıyo: Şu gadan para
alırım; ben bunu düzeldirim diyo. Tamam. Parayı alıyor anladın mı. Şeytan çekilinceye gadar, bi sefer Eşref Bey düzelmiş.
Eyvah demişler, yav hocanın nefesi ne gadar keskin.
Şeytan, çıktıktan
sonra demiş kin: Bak demiş, ben demiş Pınarbaşı’na, Rıfgı’ya gidiyom. (O da
zengindi.)
Gitmiş, unun aklını almış. Onu da bi sefer aynı
şekilde gelmişlē; buradan almışlā, götürmüşlē. Onu da okumuş. Onlan da pazarlık
etmiş; birez de ondan almış hoca.
Şeytan demiş kin: Gelme gali demiş, tamam. Sakın
demiş bi tarafa gitme.
Eve geliyi şimdi,
oturuyo. Eh! Çan’da bi sefer, bi tene daha böyle vuku buluyo. Geliyolā
Kumburun’a: İşte hoca var. Onu getirelim. Şunu düzeltti. Gidiyolar köye: Hocam,
bizim böyle böyle bi hastamız var. Buyrun! Benim demiş… (Gelir gelmez, zaten bi
saz evi vāmıştı. Hocada para da var. Saz eve de, bi ateş çekmiş, yakmış.)
Demişlē: Hocam,
buyrun gidelim. Benim demiş, kitaplarım yandı demiş. Evim ateş aldı; kitaplarım
yandı. Ben demiş gari nefes yapamam; bitti. Hele hele! Ne olur, ille gidelim.
Hocaya israr etmişler.
Bi sefer götürmüşlē. Hoca n’apsın ki? Demiş: Orda
sizin demiş, okul var mı? Var. U talebelere bene demiş, bi müsaade eder misiniz
acaba? Eh! Varıyolā sayın müdürümüze diyolar anadın mı: Durum böyle böyle. Bi saatlağana talebelere verir misin?
Buyrun diyo; o da rıza gösteriyo, veriyo.
Hoca diyo kun: Şimdik
hastanın neresi şeysi, evi? Bu yolda! Çocuklara demiş ki: Geliyo, geliyo,
geliyo demiş; siz buraya koşun. Çocuklar: Geliyo Geliyo diyerek anadın mı, bağırarak, o caddeye
giderlermiş.
Şeytan gulak gabardıyımış: Acaba guyudan çıkdı da,
unları da mı guvalıyoru anadın mı? O
bu arada geçerken, hoca dalmış şeye, şey hoca dalmış eve; hastanın evine.
Varıyi, bi de varıyi: Şeytan orda durup duru. Ne o aretlik ya, senin işin ne
burda? Yav demiş guyudakı çıkdı demiş, bütün milleti govalıyo demiş. Sen daha
burda bekliyo musun?
O da onlarla barabar gaçmış anadın mı? O da öyle düzelmiş yanı velhasil. (Ortamda bulunanlar anlatıya
gülüşmektedirler. Ö.G.)
Ezine-Köseler Köyü (1 Nisan 2001)
Erkek, 36, Köseler, ilkokul,
evli, 2 çocuklu, çiftçilik ve hayvancılık
(E şimdi) Eski, eski
dönemde, bi evli bi çift varmış. Bu hanım çok aksimiş. Bu –gocası- bundan,
aksiliğinden yılmış. Ne dese tersine yapıyomuş. Şundan gurtuluyum demiş yani en
sonunda; rahat ediyim.
Adam şimdi: Goyunları sağma diyosa, gadın gidip
sağıyomuş. Herhangi… Yani devamlı aksilik, tersine yapıyomuş işi.
Bi bahçeleri varmış.
Gitmiş, bahçeye guyu gazmış erkek. Gadına demiş: Ben uruya guyu gazdım. Gitme,
düşersin. Aksi ya gadın; gitmiş guyuya. (Guyunun üstünü de örtmüştü biraz.)
Düşmüş guyuya gadın.
Guyuda da, şeytan su içiyomuştu. (Kaynak
kişi anlatının bu bölümünde derleyiciye gülümsemektedir. Bu gülümseme hem
anlatının güldürü unsurundan kaynaklanmakta hem de derleyiciden yana teşvik
edilme isteğinden kaynaklanmaktadır. Ö.G.) Şeytanın üstüne düşmüş.
Gulaklarını tutmuş gadın; aksi gadın. Şeytanı tutmuş, bırakmıyomuş. Erkek adam
–gocası- gelmiş, bakmış. Şeytan yalvarıyomuş gocasına: Beni diyomuş, gurtar bu
gadından. Demiş: Gurtarmam. İşte şöyle olur, böyle… Seni zengin yapcam demiş.
Burdan çıkınca, seni zengin yapıcam. Ondan sonra –zaten gadın aksimiş- e buna
gocası demiş ki: Daha sıkı tut demiş. O zaman bırakmış. Şeytan çıkmış guyudan
yukarı.
Çıkınca –tabi zengin yapcam didi ya. nası yapcak?- formül arıyo.
Diyo... Gidİyo bi padişahın gızının garnına giriyo. Ben diyo, şu padişahın
gızının garnına giricem. Gız hasta olcak, yatcak. Bunu kimse iyi edemiycek. En
sonunda sen iyi edcen; gelicen. Ben diyo, doktorum, hocayım diycen. Ama en
sonunda gelicen diyo. Padişah, seni zengin yapıcak.
Neyse padişahın gızı hasta oluyo. Bu gidiyo,
garnına giriyo. Zaman geçiyo, geçiyo. Kimse bunu iyi yapamıyo. Ülkenin bütün
şeylerini topluyolā; doktorlarını. (O
zamanki zaman, doktor yok ya! Şeyleri –ne diyorlardı o eski devirde-…)
Neyse işte onları topluyolar. Kimse bunu iyi yapamıyo. Gız, sonuçta ölücek.
En sonunda bu,
padişahın sarayının kenarlarına gidiyo. Ben diyo, işte: Hekimim, şöyleyim
böyleyim, hocayım. Bi tanesi diyo -padişaha geliyo-: Padişahım diyo, böyle
böyle bişey var; böyle diyo. Ya diyo, memleketin bütün hekimleri iyi idemedi. O
kimmiş de iyi itcek? Ya bi denemekte zarar yok, yarar var. Bi getirin.
Neyse getiriyolā onu. (Zaten anlaşık bunlā. Ben
gelem, sen çık dedi mi, şeytan çıkcakmış.) Sonuçta o, bu diyo: Ben geldim, sen
çık diyo. Tamam. Hemen çıkıyo bu urdan. Gız iyi oluyo. Padişah bunu zengin
yapıyo. Yalnız şeytan diyo: Ben diyo bi daha falan yere gidicem diyo mesela.
Başka bi ülkenin gızının garnına girecem. Oraya gelme diyo. Bu: Tamam diyo.
Anlaşıyo bunlā. Ondan sonra şeytan gidiyo.
Öbür ülkenin –yabancı
bi ülkenin- şey gıralının gızını garnına giriyo. Gene gız hasta. Sonuçta
devamlı hasta hasta… Bütün kaç tane ülkeden geliyo; kimse iyi edemiyo. Diyolar:
İşte padişahın gızını, falan yerde birisi iyi etmiş. Hemen diyolā: Gidin
getirin! Gitmemek istiyo ama tabi direnemiyo. Götürüyolā bunu.
Ben gēdim diyo, sen çık! Ben sana, gēme demedim mi?
diyo, gızın garnında. Öyle bi-iki gün uğraşıyo: Çıkmıyo.
Bu sefer o da, bi
kurnazlık düşünüyo. Gırala demiş: Bu ülkede ne gadā çalgı vāsa, sarayın
etrafına topluycen hepsini. Ben demiş, pençereden işaret ittiğim zaman,
başlıycek çalgılar çalmağa.
Bütün çalgıları topluyolā şeye, sarayın etrafına.
Ondan sonra (öyle bi formül arıyo yani, ordan çıkarmak için) bu işaretini
veriyo. Kimse yok odada; ikisi. Başlıyo çalgılar çalmağa. U zaman: Bu ne
gürültü? diye soruyo şeytan. Ne olcak diyo: Guyuda senin gulaklarından tuttuğu
aksi garı vardı ya, işte u geldi. Aman aretlik beni gurtar diyo. Ordan da
çıkıyo o. Adam tekrar servete gavuşuyo.
Bitiyo yani. Bu gadā
biliyom ben de. O gadar anlatırlardı yaşlılā.
Bayramiç- Sarıdüz Köyü (6 Mart 2001)
Erkek, 73, Sarıdüz, ilkokul
mezunu, evli, iki çocuklu
(Şimdi efendim) Bursa’da bi asker varmış, Bursa’da. Bu asker harpte
esir düşmüş, esir düşmüş. Esir düşüyo. O da, gırala bunu hizmet eri vermişler
gırala.
Gıralın gızı buna
vurulmuş. Bu asker de gözelmiş, çok gözelmiş. Eme Bursa’da okumuş zaten taha
gitmeden, taha hocasında okumuştu; hocası varmıştı. Askere ordan –okumaktan-
gitmiş; özel hocasından. Öyleyken(?) felan, gız demiş ki annesine: Ana, ben bu
askere vuruldum. Sakın …... alma; baban seni vermez dese...
Böyle böyle derkene, gız hastalığa tutulmuş.
Hastalığa tutulduktan sonra, şu askeri çağırın gelin bene demiş. Öleceğmişmiş.
Askerler çağırıyorlar: Hanım seni çağartmış. Demişkine kız: Ben ölecem, sen
…... bundan sonra, benim mezarımı takib et. Benim kıymatlı eşyalarımı
goyucaklar. Altınım …... alacaklar. Sen ordan giderkene –memleketine giderkene-
al bu eşyaları demiş.
Bundan sonra neyse hagget, mezarına gidiyo asker.
Belliyo mezarı; orda belliyo.
Ordan esirlerin vakti
gelmiş, mubadele yapmag vakti gelmiş. Bu ağşam demiş gidem, şu eşyaları alam.
Bi de mezarı açıyoru: Bu daha hocası yatıp durur mezarda. Allah Allah! Şaşırmış
kalmış adam. Hocam! (Bursa’dakı hocası; okumaya gittiği hani, gittiği hoca.)
Kapatmış mezarı, dönmüş gelmiş.
Bundan sonra bi de geliyo ki bu… Hocaya varmış:
Hocan öldü diyo ailesine, hocan öldü. Ulan ne oldu? Hocan öldü. Şunun mezarını,
kabirini ziyaret edeyim; bi göster diyo hanımına. Gösteriyo mezarını. Ziyaret
ediyo. Eh bu ondan sonra şey ediyo, mezarları ziyaret ediyo.
Tekrar gelmiş hanımına. Ya bu hoca mı be? demiş.
Ondan sonra ne halın(?) hocam demiş. Ondan sonra …... hocam demiş …... yaptık
mı? Şu su olmasa bi evde demiş, ya …... demiş. Neyse …... Bi de açmış bakmış: O
gız orda yatıp duru., mezarlıkta; eşyasınlan barabar. Hoca… Orda görmüş hocayı.
Eşyaları da almış.
D- Eyvallah, sağolasın. Bunu
kimden duydun?
K.K.- Bunu da öğretmenin
birinden duydum, lise öğretmenin birinden .
Merkez İlçe-Çıplak Köyü (18
Eylül 2001)
Erkek, 78, Çıplak, okur-yazar,
evli
(Eskiden ‘arp… ‘ani Atatürk filen. Bütün dünya yani gâvurlq bastı ya
Türkiye’yi; her tarafı. Zaptettiler İzmir’i, İstanbul’u; bilmem nereyi. Eski
yani gayet eski.)
‘arbe giriyolar.
Türk’ün biri, gâvurun –hani yani paşanın- eline esir düşüyo. Bu paşa, u Türk’ü
‘izmetçi olarak yani alıyo evine. (Bak
dinle yani, bak!) (Kaynak kişi,
derleyiciye seslenmektedir. Ö.G.) Fakat gayet yakışıklı bir
müslümanmış. İsmi de: İbrahim. Çocuğun ismi İbrahim. Paşanın da bi kızı var.
Nası biliyo musun? Sütte leke vā, onda yok. Kız, âşık olmuş İbrahim’e; Türk’e.
Türk te âşık olmuş kıza ama birbirlerinin haberleri yok. Öyle sevip; gözlen,
mözlen felan.
Bi gün kız
hastalanmış. Anlamış öleceğini kız. Buba diyo, şu bizim Türk İbrahim’i bi
çağırsanız da, yanıma gelsin. Çağırıyim kızım diyo. (Çünkü evin içinde
çalışıyo: Hizmetçi.) Kapatın kapıyı diyo. Ee İbrahim diyo kız. Ben sana âşık
oldum; kavuşamadık. Sözümü dinle diyo. Sakkın dedi bi fasul[8]
yapma. İbrahim diyo ki. Ben sana âşık oldum. Ne yapabilirim? Ben esir bir
adamım. Sen, paşanın kızısın. Ne diyim ben yani. Ben de sana âşık oldum ama söz
söylüyemem. Söylemeye gelmez. ‘Emmen bi sarılıyo. Ben, şu günde ölücem. (Günü
de şe yapıyo.) İyi dinle diyo. Öldükten sonra diyo… Ölücem diyo ama fakat diyo,
beni diyo mezarımda yani gömerkene, bir sandık altın, gümüş filan, ıvır-zıvır
koyuyolar. Bizim âdetimiz böyle. Sen de… Felen tarihte esirleri koyveriyolā
diyo. Ortalık yine düzeliyo. Sakkın dedi ihmal etme. Tamam diyo.
Kız ölüyo aynı
tarihte, aynı günde ölüyo. (Esir diğil ya çocuk. Yandan mandan geliyo: Mezarı
takib ediyo. Nerde gömüldüğünü görüyo.)
Aynı o gün gelmiş.
Terhis olmuşlar, terhis olmuşlar. Çocuk kalmamış(?) yani esirinden. Diyo:
Gidiyim diyo şu mezara. Şu gâvur kızını bi görüyim bakalım. Söylediği tamam mı?
diyo.
Bi de gidiyo Ömer Bey: Açıyo mezarı. Bu köyün –mesela oturduğu köyün- (yani hangi köyse?); Çıplak deyelim ‘ocası
yatıyo gâvur kızın mezarında. ‘Ocası yatıyo. Vay Allah diyo, bu, bizim hoca
yav; bizim köyün hocası. Nası olmuş bu iş? Kapatmış.
Terhis olmuş, gelmiş.
Fakirmiş çocuk. Annesi… Gelmiş. Gitmiş: Anne be diyo –daa oturmadan, girmeden
daa, merdivenden yukarı- anne be diyo, köyümüzde ne oldu, ne bitti; ne var, ne
yok? Diyo? Ölen mölen vā mı? (Yani öğrenecek istiyo.) Var oğlum diyo. Bir hafta
oldu, ‘ocamız öldü diyo. Peki ‘oca diyo ne talkın veriyodu? Bizi diyo, Cuma
günleri topluyodu diyo camide. Nasihat veriyodu diyo. Yalnız bi kelime
konuşuyodu diyo. Bu Müslümanlıkta diyo, yıkanmak olmasa diyo, Müslümanlık tam
iyi olur diyo. Bu lafı kullanırdı. Yıkanmak olmasa cünüpten, yıkanmak olmasa
diyo, gayet …../….. diyo. Bunu kullanırdı diyo. Hee! ‘Ocanın mezarını biliyo
musun anne? Bilmem mi! Biliriz diyo. (Karılar
Abi, eskiden gidiyolardı; bakma.) Gē bana gece(?) söyleyiver diyo hocanın
mezarı.
Bu mezar! Hadi anne,
gidelim. Eve geliyolar. Annesi yatıyo. Alıyo kazma küreğe; dooğru mezara.
Açıyo. Bi de bakıyo arkadaşım: Kız! ‘İç bi şey olmadı;
yatıp duruyo mezarda. Sandık ta orda. Sandığı alıyo; evine götürüyo. (Annesinin
haberi yok.) Gömüyo gene mezara. Zengin oluyo Abi, gayet zengin. Öyle şaka diğil.
Bi magaza açıyo.
Fakire makire, hepsini dağıdıyo böyle parasını ondan sona, böyle. (Çok zengin.)
Fakat bi şüphe kaldırıyo çocuk. Sabāle: Bismillahirahmanırahim! Mağazayı açıyo.
Bi dilenci karı geliyo: Bi ‘ayırcık! Cebinde ne varsa, veriyo eline. ‘Er sabah
erken, aynı karı geliyo. Aynı karı geliyo: Veriyo, gidiyo.
Şimdi bunlar zengin
olunca, annesi diyo ki: Oğlum diyo, bak biz zengin olduk. Ben gidiyim, bütün o
akrabaları bi dolaşıyim. Ne dersin? Git anne diyo; serbestsin. Ne kadā akraba
varsa, bak, gör. Fakirleri varsa: Al iki kese altın; ver ona, yardım et. Tamam
oğlum diyo annesi, gidiyo.
Gelelim şimdi oğlana.
Oğlan gene sabahlē: Bismillahirahmanırahim; mağazayı açıyo. Dilenci karı gene
geliyo. Gene veriyo ihtiyacını. İçinde: Ivır-zıvır yapıyo. Acıkmış. Demiş ki:
Ben gidiyim, evde ne varsa, bi yiyim yav.
Kimse yok. Bi de
açıyo evi –kendi evini açıyo Abi-:
Masa… yemekler yapılmış. Duman tütüyo yemeklerde Abi. Vay Allah! Kim girebilir benim eve yav? Soruyo komşulara. Yook
diyo İbrahim Bey; kim giricek evine? Hay Allah! Bu nedir: İn mi, cin mi? filen.
(kadın dönüyo.) Dur bakalım diyo.
Sabālen gene açıyo
mağzayı. Aynı dilenci karı geliyo. Gene veriyo. Dilenci karı kayboluyo. Hemen
–on dakika, on beş dakika bi şey- hemen kapadıyo mağazayı. Doğru eve gidiyo.
(Bakalım kim giriyo?)
Bi de geliyo böyle Ömer Bey. Eskiden musluk… Bulaşıkları böyle borudan –yıkarke, bulaşıkları
yıkarken- borudan aşşağa su iniyo böyle. Bi de bakıyo: Bi su dökülüyo. Bi
de bakıyo: Sulan beraber, bir altın yüzük görüyo. Bi de bakıyo: Gâvur kızın
altın yüssüğü!
Hemmen içeri giriyo. Neyse adını çağarıyo: Mariya,
Mariya! Neyse bi seda geliyo –kimse çıkmıyo-: Eey İbrahim diyo, sen üç gün
yaşama. Üç gün sonra ölücen. Yalnız, şu çekmeceyi çek; oturduğun çekmeceyi.
Çekiyo. Bu paraylan dedi, ‘ocanın mezarın yanından… Mezarı orda eşicen dedi. Bu
paralā diyo, senin verdiğin paraydı diyo; bana veriyodun ya mağaza açarken. U
para senin; ‘aram diğil. Bu paranın… Aynı ‘ocanın mezarı yanı başı –annene
tembih et-; orda seni gömsünler. O zaman kavuşuruz.
Geliyo annesi, geliyo annesi. Eey anne diyo, ben
yarın ölücem. Yalnız bi tembihim var sana diyo. Bunu yapman lazım diyo. Söyle
evladım diyo; şaka yapma. Ölücem ben! ‘Ocanın mezarı biliyo musun? Biliyum.
Yanı başında; mezarımı orda eşiniz. Orda gömünüz beni. Orda da bi oda yap. Bi
bekçi tutucağnız. Bekçi bizi göz-kulak olsun. Hani tilkiler, köpekler filen
eşmesin. Tamam evladım diyo.
Ertesi gün oluyo: Ölüyo. Aynı tembihleniyo, aynı
yapıyo annesi. Bina yaptırıyo, her şey yaptırıyo. Tutan bekçi kaçıyo korkudan.
Bırakıyo gidiyo. On kişi değiştiriyo kadın. Uee ağzına sıçtımını diyo. Ben
gidicem kendim yav diyo annesi; kendim gidicem yav. Kapatıyo yani apartumanı,
kapadıyo gidiyo.
O gün de cuma. Geliyo. İki tene ekmek alıyo. Şöyle
bi dolap varmış. Dolaba ekmekleri koyuyo. Bi de bakıyo böyle mezara ….. Sağ
tarafta mezar. Şöyle bi delik açılmış. Bi de dikkat çekmiş. Du bakayim diyo;
oğlum ne oldu? Yani: Bi göreyim. Oğlumu bi görüyim bakalım: Ne oldu, ne gitti?
Bi de bakıyo Ömer: Allaah! Bi bahçe
ama ne diyim… U çiçekler, o envai çiçekler. Güzel bi kızlan kol kola, u çiçekten,
u çiçekten kokuyolā. Onlā böyle geziyolar. Annesi diyo ki: Oğluum diyo, beni de
alın oraya diyo. Çok güzelmiş orası. (Cenneti görüyo orda.) O konuşmaklan,
delik kapanıyo. Simsiyah oluyo; hiç bi şey yok. Allaah diyo.
Bi de bakıyo: Aldığı ekmek, nası pamuk beyaz! O
ekmek, pamuk gibi olmuş Abi. Aynı,
pamuk haline dönmüş. Aldım ekmeğe ama, ne oldu bu ekmeğe? Felen diyo. Para
alıyo; gidiyo fırıncıya. Atıyo para: Bana, iki tene ekmek! Oo teyze diyo, bu
para, kırk senelik para. Bu, geçmez. Yapma be oğlanım! Geçmez diyo. Bak Ömer! Bir konuşmaklan, bir
görmeklen, kırk sene zaman geçmiş Abi.
(Aynısı bak şimdi.) Bak, bi konuşmaklan, bi görmeklen, kırk sene bi zaman
geçmiş.
Gidiyo yeniden mezara. (E para geçerli diğil ki.
Paralar batal oldu.) Ağlaya ağlaya… Allah, Cenab-ı Allah ta unun da ruhunu
alıyo. Aynı çocuye kavuşuyo.
Ordan geldim de ben. Ben de gitcektim bekçilik
yapmağa ama karı: Ben kendim yapacam! Söyledim: Ben fakir bi adamım dedim. Ben
bekçilik yapıyim de, sen… O: Yok dedi. Kimseye güvenmem de, kendim giderim
dedi. Bıraktım karıyı.
Ben de ordan geldim. Bi avuç para aldım orda ben.
Al dedi sen yi! Nerde Abi? Her
tarafa götürdüm. Para geçerli diğil. Kırk senelik para. Ben de, Allah’ın …..
kaldım. Fakirim. Birisi didi ki: Gel lan buraya dedi. Atıver onları. Al şu yani
on bin lirayı. Git ekmek al; karnını doyur. Allah razı olsun. O adam verdi. On
bin liraya, gittim karnımı doyurdum. Ben de ardan geldim. Bi daa gider miyim
öyle bi yere, gidw miyim Abi?
Bıraktım gitti. (Kaynak kişi, anlatıyı tamamlamanın mutluluğuyla gülüyor. Ö.G.)
D- Aga! Anlattığın masalları hep
farklı farklı bitiriyorsun. Kendini de içine katıyorsun. Yaşlılar da öyle mi
anlatırdı eskiden?
K- Aynı anlatırlardı yaşlılar., aynı… Kim anlatıyosa ihtiyarlardan,
aynı anlatıyo. Ben de aynını anlatmam lazım.
D- Eski adamlar, masalları böyle
mi bitirirlerdi?
K- Böyle bitirirler. Çünkü güzel anlatıyolardı. Ben de meraklıyım. E
bağlantı: Tabi onlar nası anlatıyolarsa, ben de aynı anlatmam lazımdır.
[1]
Anlatıya gösterilen ilgi ve katılım,
anlatının bu aile içinde sıklıkla anlatıldığını ortaya koymaktadır.
[2]
Kaynak kişinin dedesi müdahale ediyor: “Gocagarı çıkmış.”
[3]
Torunu anlattıktan sonra, derleyici, dedenin de aynı anlatıyı sunmasını
istiyor.
[4] Evin
gelini tarafından sunulan anlatıyı, bir kez de kaynak kişimiz anlatıyor.
[5]
Derleyicinin boyu 180 santimdir.
[6]
Anlatı, ortamda kaynak kişi ile diğer kaynak kişilerin anlattıkları cin-peri
memoratlarından sonra gelmiştir.
[7]
Kaynak kişi, bir önceki anlatıda, “yavaş yavaş gelen ölüm” anlatısını sunmuştu.
[8]
Falso.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder