Ömer Gözükızıl notu: Değerli arkadaşlar, bu ayki anlatılarımız,
“gizemli” dünyamız ile ilgili olan anlatılar. Bu anlatıların bir kısmı
memorat/hatıra olarak nitelendirebileceğimiz anlatılar. Her ne kadar bunların
“kişisel” anlatılar olduğunu söylememiz mümkün olsa da, toplumsal/psikolojik
geleneğe yaslandığını da gözden uzak tutmamakta fayda var. Bir örnekle
açıklamam gerekirse: Gece yarısı bicili tavuk görmek aslında, gören için her ne
kadar ilk olsa da, anlatı geleneği içinde, gece yarısı bu canlıyı görmek
olağandır.
Bunun
dışında yer alan bir kısım anlatılar ise doğrudan “duyma” yoluyla edinilen
anlatılardır.
Bu
ayki anlatıların arasına, aslında konu ile parçalar hâlinde de olsa bağlantılı
olan masalları, menkabeleri ve -toplumsal tepkiyi göğüslemekte zorlanabilmemiz
söz konusu olabileceğinden- peygamberler ve yaradanla ilgili “kişisel”
anlatıları dahil etmedim. Masal ve menkabeleri de işin içine katsa idik,
yayınlanan külliyat bir hayli hacimli olurdu. Oysa ki bu ay sizler için
seçtiğim anlatıların bile önemli bir kısmını değerlendirebilmemizin -süre
açısından- pek olası olduğunu düşünmemekteyim. Saygılarımla...
Eceabat- Kocadere
Köyü (10.04.2001)
Kadın, 61, Eceabat-Bigalı Köyü, ilkokul ikinci sınıf, dul, yedi çocuklu
Evel zaman içinde, kalbur saman
içinde, iki arkadaş kahvede konuşuyolāmış. Bu akşam demişlē, ava gidelim
demişlē. Olur demiş u da. O akşamı yatıyolā.
Sabah
horoz ötmeden, sesleniyolā buna, arkadaş sesinle. (Seslenirse, şeytan
sesleniyomuş.) U da -arkadaşım deye- iniyo aşağa. (İki katlımış evleri. Yanında
kuyu varmış.) Kuyunun yanına atlıyo adam, ikinci kattan. Kuyuya düşmüyor;
yanına atlıyo.
Gidiyo
on adım ilerden. Adam da geride on adım. Yetişeyim diye, hep arkasından koşuyo.
Şeytan koşuyo, o koşuyo; şeytan koşuya... Bi çalılığın içine, şeytan bunu
sokuyo.
Orda
da bi düğün, bi dernekmiş ama... (Şeytanların düğünü vāmış.) Gidiyo, oturuyo
adam. Bi gevenin üstüne oturtuyolar adamı, sandalye deye. Hepsi oynuyolarmış.
Adam fark etmiş: Ayakları gerimiş şeytanların hep. Demiş: Eyvah demiş;
şeytanların içine düştük. Çarpmasalar bali beni demiş.
E
bi atıyolāmış soğan kabukları. (Ağşam
ezanında, sarımsak - soğan kabığı atılmaz dışarı.) Unlar, şeytanların
paralarımış. Gelinin üstünden savuruyolāmış.
Undan
sonra bakmış: Gelinin arkasında, kadının bindallısı var. Benim demiş gelin -kadın- demiş, besmelesiz koymuş sandıye
bunu. Biraz yakayim sıgaralığı demiş. Sağ tarafına, biraz sıgarayı deydiriyo.
Yanıyo bindallı.
Neyse
u orda ezan, şey... Yukardan bağırıyor böyük şeytan. Diyo ki: Tamam oldu vakit
diyo. (Horoz ötmeye başlayo.) Vakit tamam, vakit tamam diyo. O anda, adam orda
uyuya kalıyo. Uyuyunca kadar... Bi bakıyo: Sabah ezanı okunuyo. Çıkamıyo
çalılıktan. Acık aydınlanıyor. Yol buluyo; geliyo eve.
Tak
tak kapıyı vuruyo. Diyo ku: Hanım, hanım diyo; kak diyo. Kapıyı aç diyo. U da
diyo ku: Aa diyo, sen diyo içerde değil midin? diyo. Ben diyo, bi uyudum; bi
yere gittim diyo. Sen de diyo, aç kapıyı da, bak sana ne anlatıcem diyo. Açıyo
kapıyı.
Ondan
sonra diyo ki: Bak bakalım senin bindallıya. Besmelesiz koydun sandıya diyo. Bi
de bakıyo: Sağ tarafından, kuş gözü gibi yanık. Bak diyo, besmelesiz koyduğun
için diyo, dallıyı ben yaktım diyo. Şeytanlā beni aldı, götürdü diyo.
Arkadaşımlan, ava deye çıktım diyo. Ben, onu şeytan anlayamadım diyo. Götürdü
şeytanların içine beni diyo. Orda düğünlerinde diyo oynarkan diyo, gördüm
gelinin dallıyı arkasında. Yaktım diyo.
Undan
sonra işte, kadın da u öyle görünce kadar: Şaşmış. Ondan sonra, hep besmeleylen
koymuş.
Unlā
çıkalım kerevidi midi, ne? Unutuveriyom
orasını da. (Kaynak kişinin bu
değerlendirmesi sonucunda, ortamda bulunanlar gülüşmektedir. Ö.G.) Unlā
ermiş muradına, biz çıkalım keremidine.
Eceabat - Alçıtepe Köyü (12.04.2001)
Erkek, 73, Romanya-Silistre-Tutrakan-Çanakçılar Köyü, ilkokul, dul, beş
çocuklu
Korkutma için vardır öyle; söylerler. İşte: Filan derede,
şeytan çıkarmış. Bilmem tavuk çıkarmış; yahut horoz çıkarmış falan diye, böyle
şeyler duyardık ama aslı astarı yani...
Eceabat - Behramlı
Köyü (15.04.2001)
Kadın, 45, İzmir, okur,
evli
Bi gelin, kaynanasından çok
korkuyomuş. Bi gün, kaynanası yokken yumurta kaynatmış. Yiyim demiş. Tam ağzına
götürürken, kaynana giriyo içeri. Gelin de onu, bütün yutayım demiş. Boğazında
kalıyo. Gelin, o anda ölüyo. Yıkamışlar, paklamışlar.
Gelinin de
böbeği varmış. Gelini gömmüşler. Yımırta eriyince, gelin canlanmış mezarda. Can
kurtaran yok mu? Can kurtaran yok mu?
O zaman da, bezirganlar geziyomuş böle.
Mezarlığın kenarından geçiyomuş: Biri sağar, biri kör. (Öyle mi Enişte?) Sağar, duyuyo sesi. Öteki arkadaşına... Gidiyolar
işte iki arkadaş: Gelini mezardan çıkarıyolar.
Demiş: Sen ne
zaman öldün? Valla ben, bugün öldüm heralde. Gömülmüşüm ama dirildim. Sebebi
ne? Kaynanamdan korkuya, yumurtayı yuttum. Boğazımda kaldı.
Gidiyolar
gelinin evine. (Böyle, porta kapılar falan.) Bezirgan girmiş içeri. Böbeği
ağlıyomuş. (Salıncak kurmuşlar; sallıyolar.) Demişler: Bu bebeğin annesi çıksa
N’aparsın? Varımı yoğumu veririm; malımı mülkümü demiş. (Kaynataya diyolar.)
Kaynata da: Varımı yoğumu veririm demiş. Demişler: Biz, gelinini getirdik.
Getirin bakalım içeri. Geliyo.
Tabii geline
öte beri, çamaşır veriyolar. Giyiniyo, geliyo. Demişler: Eğer bu, cadı falan
olduysa: Ciğer! Gidiyolar, kasaptan ciğer alıyolar. (Öyle diyelim.)
Gelin
ciğerleri kavuruyo; güzelce pişiriyo. Bezirganların önüne sofra koyuyo. Alıyo
bebeğini; emziriyo. Bakıyolar: Bunda, hani cadıya benzer bir hâl yok.
D- Cadılar ciğer yemez mi?
K- Ciğer yermiş çiğ çiğ; et.
Cadıya benzer bi hali yok diyolar bunun. (Sonra
Enişte?)
X1- Kırk gün yaşamıştı.
X2- Kırk gün izin vermişler una.
K- U, mezara girip çıktığı anda,
ödü patlamış zaten. Kırk gün yaşamış[1].
Eceabat - Behramlı
Köyü (15.04.2001)
Kadın, 11, Behramlı, 5. sınıf öğrencisi, bekâr, beş kardeş
Bir
varmış, bir yokmuş. Bir değirmenci varmış. Değirmencinin, Anşe diye bi karısı
varmış; karısı varmış. Karı hamileymiş. Adam, gece işe gidiyomuş. Değirmene
gece gidiyomuş.
O
gece de, kadının ağrısı gelmiş. Daha anasına gitmek için, daha tepeleri aşıcakmış.
Uzaktaymış anasının evi. Oraya gitmek istemiş.
Giderken,
önüne bir perii çıkmış[2]. Peri
işte. (Kocakarımış ta, periimiş.) Anşe Kadın demiş, nereye gidiyosun? demiş. O
da demiş: Anneme gidiyorum demiş; hamileydim demiş. Ağrılarım tuttu demiş.
Sonra peri onu görüyo; evine götürüyo.
Diyo
ki: Sen diyo yat oraya diyo. Ondan sonra, şey falan yapıyo onu. Nur topu gibi
bi kız oluyo. Yanına koyuyo.
Sonra,
kadının peri olduğunu anlıyo; ayakları ters olduğunu anlayınca. Diyo: Senin
canın et ister diyo. İstemez kızım diyo. İster, ister diyo. Sonra, dışarı
çıkartıyo periyi. Her şeyi mesmeleyle koyup, mesmeleyle kaldırıyo. İşte masaya
falan koyunca: Mismillahirahmanirahim diyo.
Sonra,
peri dışardan diyo ki: Süpürge diyo: Şeyi -kapıyı- bana açar mısın? diyo. Hayır
diyo. Ben mesmeleyle kondum diyo. Ondan sonra, evin içindeki bütün eşyalara
söylüyo. Hayır diyo. Yani hepsi: Mesmeleyle kondum; şey olmaz diyo.
Sonra
peri, tavan arasından iniyo. Tabutu gösteriyo. Kadın, orda ölüyo.
Eceabat - Behramlı
Köyü (15.04.2001)
Erkek, 13, Behramlı, altıncı sınıf öğrencisi, bekâr
Bir
gün, köye bi misafir gelmiş. O misafiri, hiç kimse evine almamış. O da gitmiş,
camide yatmış; camiye. Sonra caminin... Cami de o zaman, odundanmış. Taş yokmuş
o zaman. O odunların arasından, şey, cadı gibi bi şey gelmiş.
Sonra
o cadı gibi şey, o yabancının şeyine doğru gitmiş; yabancıya doğru. Sonra
yabancı onu alamıycak şekilde, kalbi duracak şekilde durmuş. Sonra, cadı onu
hiç hissetmemiş. Gene, o geldiği yerden gitmiş.
Sonra
adam -o adam- gitmiş; köylülere haber vermiş. Köylüler... Bi mektup yazmış.
Mektubu atmış. O mezara doğru gitmiş; cadının mezarına. Ordan içeriye girmiş.
Sonra köylüler, mektubun arkasından gitmiş, bakmış: Cadı yatıyomuş. Öyle ölü
gibi yapmış kendini.
Sonra
bütün odunları -hepsini- almışlar: O cadıyı yakmışlar.
Eceabat - Behramlı
Köyü (15.04.2001)
Erkek, 70, Behramlı, okur-yazar
değil, dul, yedi çocuklu
[3]Kocası
değermene gidiyo. Karıyı ağrı tutuyo. ..... bile ..... unun içinde. Bu, anasına
gidicek. Anasına gitti.
Giderke,
bi kocakarı çıkıyo önüne: Nere gidiyon kızım? diyo. Ağrım var diyo. Dur diyo;
ben seni durdururum diyo. Alıyo bunu, getiriyo eve.
Unu
duğurduruyo bu; yatırıyo. Senin diyo cânın diyo, kahve de ister diyo. İstemez
diyo nene diyo. İster ister diyo. Buna... Gidicek şimdik.
Kahve
yapıyo, içiriyo. Senin canın diyo, et de ister diyo. İstemem diyo nene diyo.
İster ister diyo. Alıyo kendini, çıkıyo kapıdan, gidiyo. Çıktıktan sonra, bu,
kapıyı mesmeleliyo, örtüyo. (Anlıyo.)
Gidiyo
bu mezarlığa. Cenazeyi çıkartıyo. Sırtına alıp geliyo: Kızım diyo, aç kapıyı
diyo. Açılmaz kapı diyo. Mesmele çektim diyor.
Çıkıyo
tavana. Böle deliyo undan. Urdan salıyo cenazeyi. Düşmüyo da ordan. Damın
yukarsında, üle baka, baka, baka ölüyo kadın; ölüyo. Korkudan ölüyo. Çocuk da:
Bağara bağara, o da ölüyo.
Değermenden
geliyo kocası sabahlan. Kapıya bakıyo: Kapı kitli; açılmıyo. Gidiyo anasına
-kaynanasına- diyo ki: Kapı diyo açılmıyo diyo. Siz mi kitlediniz? N’oldu?
‘Epci geliyo şimdi bunlā. Geliyolar; kapıyı kırıyolar.
Giriyolar;
bi de baksınlar: Kadın ölmüş. Bi de bakıyolar: Urda cenaze. He! ‘Ocaya
gidiyolar bunlar. Hocaya anladıyolar. Hoca diyo ki: Ben diyo şimdi diyo, size
bi mektup yazıcam. Bu mektubu iyi gözledin diyo. Mektup, alıp kendini gidicek.
Okuyo
hoca. Mektubu salıyolar. Hoca... (Şey!)
Mektup, doğru mezarlığa gidiyor. Düşüyolar, bi de gidiyolar. Bi de bakıyolar:
Mezarın içinde, -öyle- cadı dururmuş. Üyle bakarmış. Getirin bakalım: Kireç,
ateş... Unu urda yakıyolar.
(Bu da, bu kadar.)
**
[4]Bi
yımırta yiyo. Boğazında kalıyo. Kaynanasından korkuyo; ölüyo bu. Gömüyolā bunu.
Bi de çocuğu varmış küçük; memede.
Gece
yarısı, iki kiş geliyo; atlı. (Basma satmaktan; katırla.) Tam küyün altına
gelince -böyle köyden yukarı çıkarka-:
Can kurtaran yok mu? diye bağarırmış. Sağarmış: Arkadaş diyeri, biri bağarıyo.
İyi dur. Ya ben diyo duymuyorum; kulaklarım duymuyo. Sen sağarsın: Nası duydun
bunu? Yav dur biraz diyo. Yine yürüyolar falan. Dinle bak diyo. Bi de dinleyö:
Tamam. Bağırıyo. Dur, dur; bağıraye(?). (Bilmiyolar mezarlıkta olduğunu.) Unu
bağaran yerine iniyolar.
Bi
giriyole mezarlığın içine. (Kar var zaten yerde; kar yağmış.) İyi dinle bakalım
diyo. Yine bi bağarıyo. Tamam diyo, burda. Yürü! Gidiyolar; atı bağlıyorlar.
Başlıyolar mezarı kazmağa. Açıyolar. Açıldıktan sonra diyo: Nasılsın? Amcalar,
dayılar! Çıkarın beni. Anamdan doğduğum gibiyim. Hade arkadaş diyo. Açıyolar
temelli. Kefinini diyo, burda bırak. Benim gocuğumu giy. (Eski gocuklar vardır; eskiden.) O gocuğu atıyo oraya.
Bu,
zamanında -bu kadın- iplik işlermiş. İplik işlediğinden sonra, ‘ep arttırırmış
iplikleri. (Çalarmış yani.) Bacaklarına bağlanmış; çıkmazmış. Bacaklarım bağlı
demiş; kalkamıyom. Girdiyo arkadaş içeri. Argadaş iniyo aşşağaya. Kesiyo unu.
(Urgan olmuş yani iplikler.) U zaman boşalıyo.
Giydiriyolar
ona gocuğu. Pindiriyolar atın üstüne: Hadi yürü bakalım. Bubanın evlerini bilir
misin? diyo. Bilirim diyo. En önde gidiyo katırlan. Doğru çekiyo. Bi de geliyo:
İşde burası diyo; burası bizim evler. Tamam! İndiriyolar atı. Sen saklan diyolar
ona; görünme.
Bağırıyolar:
Amca! Bizi bu ağşam mısafır alır mısın? Alırım diyor; gelin. Atıma? Atına da
yer var, size de yer var. (Alıyolar içeri.) Çıkk! Giriyolar içeri.
Diyo:
Niye ağlıyo bu çocuk? diyo. Size ömürler diyo; gömdük onu biz diyo: Gelini. Biz
diyo... Çıksa diyo, ne yaparsın? Bütün diyo sığırlarımı, hayvanlarımı veririm
una diyo. (Kaynatası çok severmiş.) Verin elbiselerini! Getirin bakalım diyo.
Hemen elbiselerini veriyolar. Ötede -dışarda- bi giyiyo; geliyo eve.
Hemen
kaynatasının elini öpüyo, kaynanasının elini öpüyo. KOcasına haber yolluyolar.
(Kahvede.) Yörüyün! Geldi, Anşa geldi! Vay be! Bütün millet yürüyo, yürüyo.
Niyse,
gocasına diyolar: Git, ciğer al. (Bozuksa,
ciğeri kendi yirmiş.) Gidiyo, ciğeri alıyo. Güzel pişiriyo. Buyur diyo
‘epciği. ‘Epsini başlayın. ‘Epciği yiyo.
Sabālan,
getirenlere diyo ki: Dile benden ne dilersin? Ne dileyelim senden ya! Sağlığını
dileriz. Bunlar -urda- alıp kendilerini gidiyolar.
Kırk
gün yaşıyo. Kırk günden sonra ölüyo.
D- Neden ölüyor?
K- Korkmuş. (Bacakları bağlandı
ya.)
X1- Ödü patlamış.
K2- Mezarlığa girince, ızdırabı
varmış ya. Tabii ızdırabı...
Lapseki İlçe
Merkezi (26.04.2001)
Kadın, 81, Lapseki İlçe Merkezi,
ilkokul 4. sınıf
İşte uykudamışlar.
Uykudan, ağbim uyandırmış annemi. Anne demiş, bak demiş. Dovullar çalıyo; düğün
vā demiş. Düğün var deyincesine de, annem bakmış: Dovul sesi değil. Tıngırı
tıngırı... Pencereleri açmış şöyle: Kafalarında, kara tenceremiş. Hemen annem
anlamış. Bunlar, periler galiba demiş. (Dedem hocamış ya: Sakın, gece kapı
açmayın dermiş.) Kapatmış perdeyi: Oğlum demiş, Hafız Dayı’ya demiş “okuyucu”
geldi; Kolkoparanlar’ın düğünü var. Sen uyu, sen uyu demiş.
Sonra
usul yerine(?) giden bu Çanakkale eski yolundan: Önünde bi sancakmış;
kırmızılı, yeşilli. Arkasında da, ufecik ufecik tencereliler. Urdan çıkmışlā,
gitmişlē. Bütün ama Lapseki’ye, deve damlarından inmişler. U Fatine Ablalar’ın
urdan inmişler. U mahalle -herkez- görmüş unları böyle.
Undan
sonra -urdan çekip gittikten sonra- ertesi gün, bi hastalık yayılmış memlekete.
Üç ay herkez hasta olmuş korkudan.
Cinlilēmiş.
Nemişler? Cinlermiş; cinlilermiş işte. U kara tencereyi derdi annem, pencereden
şöyle baktı mı hemen... Dedem derin okumuşmuş da; ondan.
D- X Teyze, bu cinliler, kapıları çalar mıymış?
K- Çalarmış.
D- Kaç kere çalarmış?
K- İki kere! Üç kere çalmazlāmış.
Üç kere çaldığınan, bozulurmuş tılsımları; insan olurmuş. Bi tane su cadalağısı
bi kadın -böyle İmral gibi- yerde, u cinlilerden -af edersin- çocuk doğurmuş üç
tane.
Kadın
gelirdi bize. Artık dedem öldü de... Gene annemi bırakmazdı, annemi. Okurkana
şeydermiş -bulunurmuş- yanında. İşte, sonra şey demiş: Üç kere bağırmayınca,
sakın kapı açma demiş anneme.
D- Cinlilerden çocuk doğuran kadından bahseder misin biraz daha?
K- Daha düne, gene bize gelirdi
kadın ama şimdi artık beş-altı senedir gelmiyo. Ben de gidemiyom; görmüyom.
Kızın adı da... Üç tane kızmış. Dedem: N’apıyo Letafet? dermiş. İyi. Dedene
gitme sen. Dede seni hasta ediyo dermiş cinliler; çocuklar. Dedeye gitme anne,
dedeye gitme. Hasta ediyo dede seni dermiş. (Bilirlermiş; okumağa gelirmiş.)
**
Bi
eşek çıkmış. Bizim amıcamız, Çanakkale’den Lapseki’ye geliyomuş. Gündüzden
gitmiş. E araba falan yoktu eskiden. E geliyomuş; yayan geliyomuş. (Gitmesini
de zaten yayan gitmiş.)
Tam
ezan saati olmuş; geçmiş. Geçtikten sonra şeytmiş, bi eşek çıkmış önüne. Aa
çüşş çüşş demiş. Durmuş eşşek. Duruncasına, binmiş eşşeğin üstüne.
Yapıldak
Çayı’nda, bi yere gelmiş eşşeğin üstünde. Yapıldak Çayı’nda gün doğmuş. Bi
silkinmiş eşek: Amıcam yere düşmüş. (Bu Ayşe’nin bubası.)Yere düşünce, bi de
bakā: Ne eşek vā, ne bi şey vā.
Yapıldak
Çayı’na diye hep gidenlē, Yapıldak... Kara teknelerle, Yapıldak Çayı’na deye
gitmiş. Yapıldak Çayı’nda kaybolmuşlar.
**
Beybaş’a
gitti. Beybaş’ta öğretmenlik yapıyo. Ev yokmuş urda. Caminin odasına koymuşlar
bunları. Caminin odasına koyunca, gece başlarlāmış: Güm güm güm kapıya; güm
güm! Yengem korkarmış. Nese, ağbim: Korkma! Yok bi şey. (Ağbeyime duyulmazmış;
u duyarmış.)
Son
bi gecesi ..... Efendi gelmiş. Gelince, yengem: Hadi demiş, erken gidicen
demiş; katmer yapiyim demiş.
Katmeri
pişirirken, pat diye kapıyı açmışlā, kapamışlā. Kimse yok kapıda! Yengem
korkmuş. Hemen tavayı söndürmüş. Girmiş, ağbeyimi kaldırmış. Ağbim gelmiş te
katmeri pişirmiş ve yollamışlar sonra. (Sıhhiyeci(?). Camilere gidiyodu,
köylere gidiyodu.
**
D- Cinlilerin iyileri kötüleri var mıymış?
K- Varmış.
D- İyileri nerede olurmuş?
K- İyileri camide olurmuş.
D- Kötüleri?
K- Kötüler: Su yerlerinde, böyle
odun kesilen yerlerde, çaylarda; pislikli yerlerde olur.
D- Peki küllükte?
K- He! Küllü yerlerde olurmuş
işte öyle; kül ekili yerlerde falan. Pislikli yerlerde olurmuş.
Gökçeada - Şirinköy
(24.05.2001)
Erkek, 54,
Bulgaristan-Razgrad-Kalaycı Köyü, ortaokul, evli, üç çocuklu
Şeytan var denirdi. Horoz
ötünceye kadar gezdirirmişler falan. (Duyardım
dedelerimden.) Fakat, bir akşamı kendi geldi; ben uyurke derdi.
Kaldırıverirler beni dedi şeytanlar. Davul-zurna dedi; sanki düğün var dedi.
Gidiyoz
dedi. Horoz nerde öttü? dedi. Ormanın içinde mesela, kaldım dedi. Orda
bırakırlar insanı.
(Bunları, böyle duyardık ihtiyarlardan.
Şeytan diyip te, bizi korkuturlar; gençleri.)
Ayvacık - Tamış
Köyü (08.05.2001)
Kadın, 39, Tamış, ilkokul, evli,
iki çocuklu
Ayvacık’ta
bir kadın, rüyasında -rüya gibi, hayal gibi-, hacıya götürmüşler. Aynen diyo,
burdakı hacılar gibi diyo: Gittim gördüm her tarafını diyo. Peygamberimizin
falan diyo, mezarlığına ziyaret ittim diyo.
Hiç Kuran’ı
bilmezmişti. Kuran’ı rüyasında okutmuşlar. Hiç böyle gözünü yumuyo falan.
(Hastanede denk geldi. Büyükannemi götürdüktü biz de.) Ne güzel ezbere okuyo
hepsini. Hiç bilmezdim diyo. Gece diyo, rüyamda... (Hem de şeymiş: Kahvenin
-hanımlar kahvesi varmış- orda oturuyomuş. Daha sağdı; ben bunu yakında
gördüğümde. Eme ..... / ..... İşte şimdi: Eski yazıyı, Kuran’ı diyor, rüyamda
öğrettiler diyo. Hacıya gittim. Her tarafı -oraları- ziyaret ittim diyo.
Burdakılarlan karşılaştırdım diyo. Hepsi aynı diyo.
Şimdi diyo,
birisi diyo hasta olunca diyo, söylüyolar bana diyo. Bu: Şifa için okursam,
hemen diyo bire bir geliyo. Hemen diyo, benim kalbime geliyo diyo. Onu diyo:
Olucak mı, ölcek mi diyo; kim olursa diyo.
Benim bak bu
büyükanneme -bu çok rahatsızdı o zaman- söyledim. Ölmüycek; ölümlü durumu yok
dedi. Oğlan dedim okuyo dedim; nası olacak? dedim. Oğlun okuycak dedi. Didiği
gibi hepsi de böyle... Şimdi diyo ki: İşte diyo, birisi rahatsızsa diyo, şifa
için okuyunca, bire bir geliyo diyo. Ama diyo olmayacaksa, zaten galbimden
geliyo da, yüzüne diyo, hepsini söylenmiyo; dinilmiyo diyo.
Ayvacık - Tamış
Köyü (12.05.2001)
Erkek, 68, Tamış, ilkokul, dört
çocuklu
Şimdi, sene 1950’lerde, bak şimdi
olay. Bu bizim Türkiye Cumhuriyet’in bu hale geldiğinin olayını anladam. (Bunu
duydum.)
Şimdi
daha 50’lerde, yani daha 50’den eveli pardon;
çete zamanında, Yunan zamanında yani. Burları Yunanlılar basmış. Şimdi bizim bu
Ayvacık’tan gelen u çay var ya: Gemedere Çayı. Şimdi burda bizim, aşarıda
değermen var. (Bu hakikat ama; bu hakiki
bi olay. Şimdi -urda- değermende, bizim bu Cahit vā ya; Cahid’i bilirsin. .....
Cahid vardı. Cahid’in dedesinin başına geliyo bu hadise.) Tabii çetelē
olduğu için, çayın ..... urda şe yapmağa adam korkuyo. (U zaman, böyle değermenler yok, fabrikalā yok. İşte bi yel değermeni
var, bi de su değermenleri var.) Adam bi torba, bi şinik ekin oluyo ağnadın
mı: Gurp! Götürüyo oraya. Bır bır bır bır, bır bır bır bır... Bi daşdan anadın
mı, yavaşça böyle şe yapıyo. Şimdi daşın buğazında, az bi ekin varmış. (Arpa
veyaut buydey. Orasını bilmiyoruz.) Ocaklığı da, böyle déğermenin damını hatta
..... ocaklā. Külün içersine tutuyor ağnadın mı Hüseyin Ağa; bu Cahid’in
dedesi. Boğça gömüyor; hamursuz bi boğça. (Hani benim, hamursuz lokma yaptığım
gibi.) Boğçayı gömüyor. Bişicek, yiycek yani; galkıp köye gelcek; veyaht da
dağa çıkıcak yani. U şeyi -değermeni- terk edcek yani. (Çetelerden korkuyo,
Yunanlar’dan korkuyo. En fazla çetelēden gorkuyo. Bizim burda, çetelē daha çok zarar yapmış.) Velhasılı, işte
hazır... Bu da taşın başında ve taşı bağlaycakmış filan.
U
üç dene ihtiyar geliyor; böyle üç dene ehtiyar. Selamın aleyküm déğermenci!
Aleykim selam. Hemen üç dene ehtiyar oturuyu u ocaklığın şeyine. O diyo:
Değermencinin diyo poğçası da varmıştı ocakta diyo diyolar şimdi. Tabii şimdi
atdım diyo ağnadın mı. Déğermenci de şeyi bağlıyor taşlaa. Yani ekin bitiyor
ağnadın mı. Çekiyo nese işte bunu -taşını- suyunu bağlıyo. Çıkar diyo, boğçayı
yiyelim diyo şimdi ehdiyarlā. Daha şimdi godum diyo; pişmedi diyo bu yanı. Yok
yok, pişti pişti; çıkar sen onu diyolā.
Çıkarıyolā:
Yumrug gadar bi boğça. Şimdi başlıyolā ağnadın mı, boğçayı bunlā yiyular. Üç
dene ehdiyar, bi tene değermenci yiyor boğçayı ama boğçayı pitiremiyolarmış
boğçayı. Boğça pitmiyo.
Şimdi
birisi ayet okuyor -hakiki bu yani-,
Kuran’dan bi ayet okuyor. Öbürküsü -ikinci olan- unun cevabını veriyor; yani
Türkçe’leştiri; cevabını veriyor. Şimdi, ikincisi bi ayet okuyor. Üçüncüsü onun
cevabını veriyor. Üçüncüsü bi ayet okuyor. İlk okuyan, unun cevabını veriyor.
Şimdi
sonuçta şimdi, Kör Kemal isminde diyo. Değermenciye diyo: Bi adam gelcek diyor
köye diyor. (İyice garışık yani. U
Osmanlı... İngilizlē İstanbol’u, Yunanlılā İzmir’i, Fransızlā işte Gazianteb...
Bu da... Çete almış memleketi yörümüş.
Her yerde çete vā!) Bu diyo, Türkiye’yi kurtarcak diyor; “kör adam”
Türkiye’yi kurtarcak diyor. Undan sonra: Kırka kadar diyor, ışığı sürcek diyor.
Kırktan sonra diyor, sağır alıcak iktidarı diyor; reysicumhur olucak. Elliye
gadar götürücek diyor. Elliden sonra diyor ağnadın mı, bi adam gelcek diyor.
Çok iyi gitcek; atmışa gadar götürcek diyo. Atmıştan sonra diyor -yetmişe
gadar- gır-mır geçicek diyor. (Aynısı u
dedenin söylediklēni anladıyom yani. Cahid’in dedesinin sözlerini anladıyom. U
ehtiyarların dediği lafı.) Yetmişe gadar diyo, gırgırlı geçicek diyor,
unlaın içindeği ehtiyar. Yetmişten sonra ne olucak? diyor. İşte orasını ne sen
sor diyor, ne biz söyleyelim diyor.
Bi
sefer ağnadın mı, dégermen taşından un almak için, bi dönüyoru. Bi de dönüyo:
Adamlar yok! (Bize, adam öyle anladırdı;
Hüseyin Abi işte. Hakkatan aynı böyle çıktı bak yani. Daha Atatürk çıkıp felan,
bu Türkiye’yi gurtarık değildi yani. Urda üç dene işte evliya... Tabii unlar bi
evliya.)
Hızır da, böyle bi
evliya ağnadın mı.
Bozcaada İlçe Merkezi
(05.06.2001)
Erkek, 78, ilkokul, dul, iki çocuklu
Caminin yanında. Urası
‘mecid’mişti. Mecid, ‘ani okulmuştu. Urada, zatlar yaşıyomuştu yani. Urda da
yani, insanlā o şeytanlā karışıyomuş yani insana.
Urda gene, kaynatamın evi vardı. Gece “karışmışlar” buna;
kaynatama karışmışlar. (Undan duydum.) Şeytanlā çıkmış... Bazı sen uyursun
mesela; nere gittiğini bilmiyosun. Arkandan geliyo. Takur-tukur yapıyo;
gorkuyosun.
Garıştılar buna. Şeytanlar var diyu hani orda. Hakkatan
burda okulmuş eskiden. Burası tarıkat(?), topluluk: Hepsi unlar karışıyo yani.
Karıştılar hepsine böyle yani. Buraya gaflet basıyo; otdiğin mi buraya, gaflet.
Uygusu muygusu geliyo. Bi şey oluyo yani. Burası, eskiden ‘mecit’ diyolardı. U
zaman öyleymiş urası. U caminin yanındadı u zaman. Çok hani şeyini görmüş onun.
Eyiliğini görmedi yani. Da onu karışıyolardı böyle.
Bozcaada İlçe Merkezi
(07.06.2001)
Erkek, 54, Bozcaada, lise terk, evli, üç çocuklu
Çok eski zaman. (Tabii duyuyoruz
burda.) Sürü sahipleri, arkadaşlar falan. Dışarda, bizim dam dediklerimiz
yerler. Bağ evlerinde, içki muhabbeti sırasında, mezeler bitiyo, yemekler
bitiyo. Sürü sahibinin bi tanesi diyo ki: Ben demiş gidiyim; bi tane oğlak
getiriyim sürüden. Keselim. Devam edelim muhabbete.
Gidiyo,
yürüyo. Yol kenarında, bi tane -çakılmış, iple beraber- bi oğlak görüyo. Şunu
demiş ben alıyım de, yarın demiş sahibine, bi tane oğlak -diyetini- veririz.
Sırtına
alıyo bunu, oğlağı. İkişer bacağından tutuyo; sırtına alıyo. Giderken: Vay
kerata vay demiş aynı. Erkekmiş te bu demiş. (Kendi kendlne konuşuyo.)
Sırtından bi ses: Erkekim tabii diyince, adam bırakmış oğlağı. Bırakmış ve
kendi sürüsüne gidiyo. Anlamış adam. (Bu
rahat yani, bi altmış sene falan vardır; bilmiyorum ama.) (Ben çocukluğumda
gördüm. Tabii o adamları tanıyoruz şahsen.)
**
Şurda
çocuk parkı var. Orda, üç tane dübek vardı. Üç tane dübeğin arasında, gece,
yani bizim civciv dediğimiz gurk tavuğu, civcivlerinlen beraber gören çok. İşte
o zaman dedikleri yani: Şeytan tabir ettikleri (o tavuk) ve civcivleri;
(Şeytan.) Zarar vermiyo; sadece görünüyo.
D- Neden, onların şeytan olduğu düşünülür?
K- Ama çünkü orda mesela şimdi,
tavukların biliyosunuz bi zaman zarfında, onlar gurka yatar. Ve o zaman
zarfından sonra gurka yatmaz. Hele hele gece vakti bi tavuk, civcivlerinlen
beraber, zaten dışarda dolaşmaz gece vakti. Bu kesinlikle bi kere, olan bi şey
değil. (Tabii ordan dikkati çekiyo yani.)
**
Benim,
rahmetli amcam vardı. Gene o Hovardalar’ın evinden -bekârken- bi gün çıkıyo.
Şurda, köprüler vardı çok; siz bilmezsiniz, hatırlamazsınız. Şurda bi beton yol
var. Rum Mahallesi’ye, Türk Mahallesi’ni ayırır. Orda, yarım daire şeklinde
şeyler vardı, köprüler vardı eskiden. Güzeldi çok. Evet, onun üzerinde köprüler
vardı.
Bir
gün, rahmetli amcan çıkıyo evlerinden. Bacaklarının arasında, devamlı bi tane
kedi yavrusu dolaşıyo. (Bu esas; gerçek yani.) O zaman, elektrik de yok adada.
Devamlı... Fakat ayaklarına hic deymiyo.Devamlı... Rahmetli amcam, bu sefer
uyanmış işte. Bu demiş, şeytan! Zarar verirsem, beni çarpar fikriyle.
Köprünün
başına geliyo rahmetli amcam. Köprüden, öbür tarafa geçiyo. Arkasına baktığı
zaman, o kedi şey olmuş: Eşek yavrusu olmuş. Evet.
Sonra
bunu -ertesi günü geliyo buraya- müftüye soruyo. Buruya, müftüye soruyo;
müftülüğe soruyo. Müftülüğün verdiği yanıt: Onun demiş sınırı, oraya kadar. Bu
tarafa geçemez diye yanıt vermiş. (Rum tarafında kalıyo. Hayvan, Rum tarafında
kalıyo. Rahmetli amcam geçtiği zaman, arkasına bakıyo: Küçük sıpa olmuş; evet.)
Geçmemiş. Belki de, su akıyo diye geçmedi.
**
D- Adada, şeytan yada cinin olduğu düşünülen bir mekân, bir sokak, bir
harabe var mı?
K- Halen var. Şurda, Küçük
Cami’nin evi var. Orda mesela kirli gittiğiniz zaman -yani bedenen kirli,
fikren kirli-, içkili gittiğiniz zaman, orda rahat vermiyo.
D- Caminin içinde mi bu?
K- Yanı başında. Hayır dışında;
caminin dışında.
D- Neler yapıyor o ev? Örnek verir misiniz?
K- Örnek veriyim size.
(Anlatılanlar doğrudur; dediğim gibi.) Lambayı bile deviriyo, alttan vurduğu
zaman. İkaz ediyo.
D- Peki, ikazın ötesine geçtiği olaylar var mı?
K- Yok; göründüğü falan yok.
D- Bütün olaylarda, ikaz mı ediliyor? Yoksa -devam ettiği takdirde-
kişi cezalandırılıyor mu, çarpılıyor mu?
K- Öyle bi şey yok. Çarpılma
olayı yok ama ikaz ediyo, evet. (İçinde oturanlara yapıyo tabii. Evet, içinde
oturanlara yapıyo. Şu anda oturan yok içinde; boş.) İçki içmezse, efendim temiz
olursa; onlara hiç bi şey yapmıyo.
Yenice - Yukarı İnova
Köyü (22.07.2001)
Erkek, 77,
Yenice-Nevruz, okur-yazar, evli, üç çocuklu
Şimdi şu rastlantı vā bizde bi:
Bizim avlunun kapısı iki tanedi. Komşu urdan girē, arka kapıdan çıkā böyle.
(Bu, raslandı yani.) Annem rahmetli iniği bağlamış asmanın diriğine. Südü
sağıyo inekten. Ordan, bi veran elbiseli birisi geldi; orayı geliyo. Anama diyo
ku: Be kızım diyo, biraz ekmeğiniz yok mu? diyo. Gānımız acıktı diyo; doyureyim
diyo. Dur, dur! Biraz daha bekmez goyvereyim ben diyo. Hemen bakırı oreyi
asıvarıyo; çiviye. Merdimanlādan yokara çıkıyo.
Böyle
duvarda: Yüklük diriz biz. Ora bocut-mocut, desdi-mesdi bi şeylē konuyo; bekmez
burda. Seninki, acele olaraktan tabağa goyuyo; ekmek alıyo. Bi de dışarıya
çıkıyo: Adam yok! Gomşulara soruyo. Görmedik! Ah be! Veremedim diye üzülüyo
şimdi.
E
bu sefer, inek sağıyo. Bi de merdimene bakıyo: Yokardan tıp tıp, tıp tıp,
aşşağa böyle bekmez akıyomuş. Hii diye, böyle içini çekiyo. Ben diyo acele
ederken diyo, tam diyo desdi oturmadı diyo; devrildi diyo. Gidiyo bekmez diye.
Hemen
geliyo. Bi de kapağı açsa, baksa kı: Desdi, olduğu yerde oturuyo. Gaynamış
yokara böyle. Hii! İçini çekesiye gadā, hoop aşşağıya inivēmiş.
(Bunu rastladığını söylēdi rahmetli
anneceğezim bana.)
Gelibolu - Yüllüce Köyü (02.08.2001)
Kadın, Yüllüce,
ilkokul, evli, üç çocuklu
K- Evvel tabi, evvel görünürmüş
insanlara. Şimdi görünmüyo. Evvel... Bizim yaşlılarımız anlatıyodu: Falan yerde
-yok- bicili tavuk gördüm. Yok işte bi delikanlı gördüm işte. Şimdi, yok üle bi
şey. Kimseye görünmüyo.
İşte
evvel türbelerde görünüyolarmıj demek istiyom. Şimdi görünmüyo. Evvel... Şimdi,
benim ninem anlatırdı: Toplamış çocuklarını. Komşuya istemişler. Gidiyolarmış oturmağa.
Unun da çocukları varmış. Giderken, bi de baktım diyo, bi bicili tavuk diyo.
Bicili tavukları, çocuklar da: Ay! Bici falan diyerekten tutmağa kalkmışlar.
‘İc bi tane bi şey kalmamış. Uçmuş gitmiş olduğu yerde. İşte: Şeytan demek
istiyolar bunlar ama şimdi görünmüyo.
D- Bicili tavuk şeytan mıdır?
K- Şeytanmış güya.
D- Biraz önce: Delikanlı dedin.
K- Kimine tabi, kimine üyle
görünüyomuş. Delikanlı şeklinde görünüyomuş ama bilinmiyo. Ya kimisi diyo
mesela: Çok güzel, giyinik gördüm diyo mesela.
D- Nerde görmüş?
K- Ya bi kırda olsun, bi yerde
görmüş ama yane anında kaybeldi diyo. Kimisi: Yok rüyasında görmüş diye,
inanılmıyo yani şimdi.
**
Küçükmüş; üç yaşındamış. Annesi
‘amur açarkana, çocuğun tuvaleti geliyo. Git diyo tuvalete; git kendin kızım
diyo. (Ne bilicek; üç yaşında çocuk!) Gidiyo dışarı -evin bahçesine-; gidiyo
oraya, işiyo çocuk. Daha orda, eli ayağı kıvrılıyo. ‘Emen elleri ‘amurlu daha
kadının. ‘Ocaya götürdüler; iyileştirdiler. Türbe var sizin evin önünde demiş.
Unun üstüne işemiş demij.
Gelibolu - Yüllüce Köyü (02.08.2001)
Kadın, Yüllüce,
ilkokul, evli, üç çocuklu
Kadın, 21, Yüllüce, lise, evli
K1- O beşinci sı... E Ramazan’dı,
Ramazan’dı. Biz ikimizdik evde ‘eralde. Annem Gelibolu’ya gitmişti.
K2- Bubannem de vardı.
K1- Bubaannen yoktu kızım; biz
ikimizdik evde. Tabi ikimizdik. E babası demiş... Ramazan’dı. Abdes aldı.
Ordan: Ben de camiye giderim kaveden dedi; gitti. Biz, ikimiz kaldık. Ben de
una dışarda -banyo yapcek. Sabāleyin Edirne’ye götürcek öğretmenler, geziye- su
alıyom dışardan. Sen de dedim, köpeğine ekmek ver dedim. Küçük köpeği vardı.
(Tülü; o beyaz köpeklerden.) Çıkmış kuyunun üstüne. Orda ekmek doğruyo.
(Sarkıntılık ediyo diye, duvarın üstüne koymuştu.) Ekmek doğruyo. Şu camın
altında da, şu amcamların da, moturun arabası var. Küçücük bi şey diyo.
K2- Şu aralığın da “tekinsiz” olduğunu söylerler.
K1- Orda küçücük bi şey diyo:
Bacağanı çelmiş büle diyo; bana doğru hep bakıyo diyo. U da, una bakarmış.
D- Küçücük bi şey yani. İnsan
mı?
K1- İnsan şeklinde. Sonra, bu
bakıyomuş una. U bakmış. Köpek gitmiş: Buna salmış. Ben diyo vurduğunu görmedim
de diyo, nası vurursun, canı acır da diyo; büle bağararak, acı acı geldi diyo.
Bacaklarımın arasına girdi köpek. U urdan inmiş. Büle ayaklarının ucunlan diyo:
Tin tin tin yürüyerek dedi... Şu kadar boyunda; başında takkesi diyo.
D- (Derleyici, kaynak kişinin
elinle verdiği tarife göre açıklama yapıyor. Ö.G.) Boyu yaklaşık
elli-altmış santim.
K1- U kadar bi şey varmış yani.
Gelmiş iyice -u duvara da yakındı moturun arabası; şuraya dayamışlar- motorun
arabasının altına girdi diye, ‘epten yaklaşmış Saadet te. Korkmuj bu da.
Girince diyo: Ha ha ha yaptı bana diyo. Bu bir bağarıyo: Anne diye. Ama ben,
elimden kovayı bıraktığım gibi: Ne var kızım? dedim. Ay anne! Sen orda mısın?
dedi. Ben, sen yoksun deye bağardım dedi.
Bu
geldi hemen: Annecim! Çabuk su ver bana; ölüyom. Çabuk su ver. Ne oldu? Büle
büle. Unların da, ufak çocuğu vardı. Yavrum! Otur dedik, aldattık ama ben diyo,
onun kendini gördüm diyo.
D- Peki Saadet, yaşayan kişi
olarak, bir de sen, bize bu olayı anlat bakalım?
K2- İşte annem söyledi. Köpeğim
vardı benim; küçük bi köpek. Sürekli üzerime hopluyo diye, ben de çakılın
üzerinde koyardım onun tasını. Orda böyle ekmek doğruyorum ona ben; vermek
için. E yengem var. Onun da çocuğu o zamanlar küçük. Hemen hemen aynı boydaydı.
Arabanın böyle şeyi olur; kirişi olur. Oraya oturmuş, bakıyo. Ben de -ismi
Faruk-: Faruk, orda ne yapıyosun? dedim. Cevap vermedi bana. Simsiyah, yüzü
görünmüyo. Ama küçük bi şey. İnsana benziyo. Yüzü nası diyim: Simsiyah! Ya,
bildiğin esmer bi... Esmer demiyim. Zenci bi insan nası olur; öyle bi şey.
Saçları yok ama böyle cine benzer bi şey. Hani hep çizgi filmlerde görürüz,
karikatürlerde falan; öyle bi şey. Şapkası vardı. Şöyle aşşağıya doğru sarkıyo
gibi. Ya siyah sanki üzerinde bi -ferace derler- giyinmiş gibi. Öyle bi şeydi.
Küçücük ama. Ondan sonra, yere hopladı. Böyle, arabanın tekerine doğru kaydı.
Ben hâlâ bakıyorum. Aklıma çünkü bi şey gelmiyo. Çocuğum o zamanlar daha. On
yaşında veya on bir yaşında falan. Daha sonra işte Fındık havlamaya başladı.
İsmi Fındık’tı. Havlamaya başladı. Hemen indi kuyunun üzerinden. Tekerin yanına
gitti. O böyle havlıyo; geri çekiliyo. Korkuyo bi şeyden; geri çekiliyo. Ben,
ona bakıyorum. Havlıyo havlıyo, tekrar geri çekiliyo. Sanki bi şey oldu: Vurdu
gibi hayvana. Yani: Köpekler görür derler her zaman, bi şey varsa orda. Ya
köpekler hissedermiş.
D- Neyi hissedermiş?
K2- İşte cin mi, peri mi;
bilmiyorum tabi ki. Daha sonra, işte vurdu sanki. Acı hissetti. Bağırmaya
başladı. Direk geldi bacaklarımın arkasına. (Korktuğu zaman öyle yapar. Ben
köpeğimi tanıyom çünkü.) Korktu. Bacakların arkasına geldi. Fındık çık demeye
başladım. Ben, o öyle yapınca korktum. Yani Fındık öyle davranmaya başlayınca,
bi şey olduğunu anladım; korktum. Anneme seslendim; bağardım. Anneme seslenme
esnasında, işte tam böyle tekerin arasından gözüktü; güldü. O öyle deyince, ben
bi daha bağardım. Ama içeriye geldiğimde -annem hep der-: Bembeyazdı yüzün
diye. Çok korktum.
D- Yüzü, insan mıydı?
K2- İnsan, bildiğin insan ama
ürkütücü bi şey.
D- Bir de: Bizim bu aralık,
tekin değildir dedin. Neden öyle?
K2- Hep fal baktırırlar.
Fallarda, şöyle tarif edilir: Sizin evin camın altında, böyle kuyu var derler;
kuyu. (Mesela bizim evi bilmiyen insanlar tarif ediyolar.) Kuyunuz var. Kuyunun
sağ tarafı diyolar, tekinsiz diyolar. Oraya, bi kurban istiyo diyolar.
D- Siz adadınız mı kurbanı?
K2- Hayır, hiç bi zaman da
yapılmıyo.
K1- İnanmıyoz diye, yapmıyoz
işte.
K2- İnanmıyolar. Ben unu gördüm.
O yüzden hâlâ korkarım.
D- İlerde, siz adayacak mısınız
o kurbanı?
K2- Param olursa yaparım. (Kaynak
kişi ve derleyici gülüyor. Ö.G.)
Merkez İlçe - Kumkale
Beldesi (13.09.2001)
Erkek, 80, Bulgaristan-Ruscuk, okur-yazar, evli, iki
çocuklu
Şimdi bi oğraşıyeri, iki
oğraşıyeri kalaycıların piri. Oğraşiyir oğraşiyir: Kalayı tutturamıyo.
Tutturamadığı için üzülüyo. Ne yapsın şimdi?
Böyle
kendi kendine üzülerek, ailesinin yanına doğru gidēken, bu sefer şeytan, boyuna
sesleştirirmiş: Acaba ne yaptı, acaba ne yaptı, acaba ne yaptı? deye. Nası
demiş, kalayı tutturabildin mi; yaptın mı? Yaptım demiş. Nışadırı kullandın di
mi? demiş şeytan. (Ama onlar, hep Cenab-ı Allah’ın emri ilahiyesi. Çatlatıcak
onu. Söyleyecek yani; ipucu almak için.) Nişadırı kullandın diğil mi? demiş.
Evet demiş.
Andan so,
hemen dönüyo: Tu bismillahirahmanırahim! Ateşi yakıyo. Koyuyor bi nişadır.
Onların piri de: Şeytan.
D- Kalaycıların piri şeytan mı?
K- Şeytan!
D- Tam anlayamadım ben. Nasıl oldu da, şeytan kalaycıların piri oldu?
K-
Tutturamamış
kalaycı hiç. Şeytan da bakıyomuj böyle. Tutturamazmış. Kayıp gidēmiş, kayıp
gidēmiş, kayıp gidēmiş... En sonda, kalkmış ta böyle yörümüş. Eve doğru
gidēken, şimdi bu sefer, o esna üzerine, şeytan o esnada bulunmamış. Geçēken
yanından: Nası demiş kalaycıya, tutturabildin mi? demiş. Tutturdum demiş.
Nişadırı kullandın di mi? demiş. ‘Emen kavramış. ‘Emen dönüyor gerisi geriye;
atıyer nişadırı: Şapp! Kavrıyeri.
**
D- Kaynak kişimiz, Adana’dan buraya domates almaya gelen birinin,
yardımcısıyla ilgili hikâyeyi anlatacak. Bu kişi, Halileli yol çatına geliyor.
Oradan itibaren olanları dinleyelim.
K- Şimdi Mehmet şimdi yörüyo.
Arkadan dede: Yavaş yavaş, yavaş yavaş...
D- Halileli’den yola çıktı. Nereye geldi? Çeşme başına mı?
K- Çeşme başına. İşte o çeşmenin
başından buraya -köye- gelecek.
D- Çeşmenin başında ne görüyor?
K- Arkadan -baksa- birisi geliyo.
Durmuş: Yetişsin diye. O durunca, o da durmuş geriden. Hadi gel! Yörü, beraber
gidelim; şu-bu... Yok, dururmuş. O hızlanırmış, o da hızlanırmış: Ha bakalım,
ha bakalım... Böyle bu şekil, mezarlığa kadar yörüyirler.
Amma
bi sefer, Mehmed’in aklına... (Gariban
çocuk. Saf, temiz bir arkadaş. Acar, kuvvetli.) Demiş ki: Yav yürü bakam
demiş yav. Beraber gidelim filan; şu-bu... Gene yok. Andan sonra, bu mezarlığın
yanına geliyeri. Geldikten sonra, Mehmet oturmuş şimdi. Oturmuş; yetişsin diye.
O da, şöyle durmuş. Mehmet: Amıca! Gel beraber gidelim filan; şu-bu...
Hemen
şurda -mezarlığın taşlarının arasına doğru-, hemen kapının önüne(?) eğilmiş te,
yatıvarmış. Mehmet demiş: Bu, galiba yoruldu. Bi de varıyo, bakıyo: Bi şeycik
yok. Yani: O da orda, kaybolub gidiyo. (Bunu
da, bu çocuktan dinledim.)
D- Nasıl bir tipi var gördüğü şeyin?
K- Azami diyo, şöyle bir metreden
yüksek. O kadar bi adam. Sakallı. O tipte birisi.
‘İç
te korku da aklıma gelmedi dedi. Zaten korkmam dedi. (Kendisi böyle, sevimli bi çocuktu; saf şeydi.)
D- Mezarlığın taşlarının arasına mı girip kaybolmuş?
K- Mezarlığın duvarının. Duvarın
içine hemen yatıvarmış; oraya.
Merkez İlçe - Kumkale
Beldesi (13.09.2001)
Erkek, 35, Gelibolu-Bolayır, yüksekokul, evli, iki
çocuklu
Burda balıkçılık
-avcılık- yapan şahısın biri, akşamları geç vakitlerde, ordan evine dönerken...
Şantiye dediğimiz yer var belediyenin. Burayı, dört yüz metre falan uzaklığı.
Motorsikletinin önünden -işte-: Bir metre boyunda, sakallı birisinin geçtiğini
görmüş aniden, hızlıdan. Yaşlı olduğunu söylüyo. Giyimini, fazla bilemiyorum
artık. Bunu, bir-iki defa denk gelmiş. Arkasından baktığında, bir türlü yakalıyamamış
yani. Görememiş bi daha.
Ve:
Bir-iki defa, o yola -yani gördüğü yolda- bizim de iş makinaları arıza yaptı.
Yani bıçağı kırıldı. Diyelim ki: O yolu genişletmeye çalıştığımızda, işte bıçak
kırıldı yani. (Belki tesadüfen de aynı noktada olabilir.) Onun, tarif ettiği
yerlere yakın. O civar yani. Bir-iki metre civarında.
Ayvacık - Gülpınar
Beldesi (26.06.2002)
Erkek, 73, üç yıllık eğitmen mezunu, evli, üç çocuklu
D-Hüseyin Amca, gördüğü bir olayı anlatacak. Sen, bunu gördüğünde kaç
yaşındaydın?
K- Yedi yaşında falan. Tahmini
ama bu tabi; haliyle. Yedi yaşında. Ben, hayvan aramağa gidiyorum.
Hayvanlarımız tabi... Babam vefat itti. Çok yani yetim kaldım.
Annem beni
kaldırdı. U zaman saat yok, takvim yok. Kalk evladım! Ayın aydın... Mehtap
gibi. Sabah olmuş. Hayvancıklāmızı getir. Bırçak yolmağa, efendim nohut
yolmağa, bakla yolmağa gidicez; geç galmayalım. (Ayın mehtabı.) Ben hemen
fırladım. Kalktım, yörüdüm. Ormanlān arasında, tabi haliyle yol-mol yok. Suyun
başına indim. (Kaynaş(?) denilen su var urda bi; kaynar. Suyun başına indim.
Şöyle bi baktım ki: Ah! Bi kadın. Ben tabi haliyle hem korktum hem şaşırdım.
Korktum tabi. Undan so, o beni gördü. Şimdi kadın beni gördü. Görünceye gadar,
sudan çıktı. Sudan çıkıncaya gadar, böyle ayağa dikildi. Saçlarını şöyle saldı (Saçlarını,
arkaya doğru saldı. Ö.G.) ama bana tam böyle bakıyo yani. Başını da da
böyle sallıyo yani. Saçları... su dökülsün haliyle gibi felen. Ben, kendi
kendime şaşırdım tabi. Korktum da. Bu didim, ne olabilir böyle? Bu zamanda, kim
gelir bureye? Ama bura çamaşırlık. Yani çamaşır yıkanıyor devamlı. Ben herhalde
didim, çok geç oldu. Çamaşıra gelmek vā didim. Baktım: Çamaşıra falan gelik
değil. Elinde: Üst-baş hiç yok; çırılçıplak. Sadece saçları sarılı; o kadar.
Saçları, tam burulara -kalçalarına- iniyo yani. He! Kaba
kıç diyiveririz ya; urulara kadar iniyor. İninceye gadar, ben temelli gorktum.
Sarı saçları; sarı. Kendi de beyaz. Gözleri de acık sarımtırak ama gene yani
bizim gözlerimize benzer de fakat sarımtırak. Boyu senden[5]
fazla. Bizim buramızın en acar adamı kadar var yani.
D- Onu, suyun içinde gördün sen. Sana baktı; kafasını salladı.
K- Gene suya girdi. Ama ben
korkula -çocuktum tabi- dikildim. U şekilde, ‘ani asger gibi böyle dikilikim.
Undan sonra, tekrar gene çıktı bu sudan. Gene bana baktı. Hani baña laf atar
gibi bi durum var. Fagat ne ben gonuşuyom, ne o gonuşuyo. Ondan sonra bu çıktı.
Ben gene dikiliyom. Çıktı. Böyle başını -saçlarını- sallaya sallaya dağa sardı
gitti; Sarıgız Dağı’na. İşte şu dağ.
Ormanın arasında. Yalnız, giyim yok. Üst-baş yani aynen çırılçıplak. Bütün vücudunu gördüm; her tarafını
gördüm. Memeleri aşağı böyle sarkık böyle. Tabi kadın, kendi de büyük olduğu
için. Ben, gay bundan sonra şaşırdım tabi haliyle. (Gittim hayvanları,
tekrarında buldum.) Bu gitti ama. Hem bakıyo baña hem gidiyo. Mesela on
beş-yirmi adım gittikten sonra, dönüyo bakıyo. Beni de, bakar görüyo haliyle.
Undan sonra, bu kayboldu ormanlara; gaynadı gitti. Ben geldim eve.
Anneme
-Allah rahmet eylesin- didim ki: Anne didim, böyle böyle. Ah evladım; sana didi
garışırlā didi. (Tabi u zamanlā, bi garışma davası var.) Şeytan karışırmış;
hasta olurmuş.
D- Sen ne yapsaydın karışırlardı?
K- Laf atsaymışımdı una. Veyat
buna saldırsaymıştım. Mesela bi tarafını elliyeyim gibilerden falan. U zaman
mutlaka karışırmıştı. Fakat ben buna hiç... Ne u bana, ne ben una hiç laf
atmadık.
D- Karışsaydın ne olurmuş?
K- Ya bilmiyorum. Hasta olurdun;
ölürdün diyolā.
Undan
sonra ben rahatsızlandım; hastalandım. Birkaç gün yattım. Bana annem... Mesela
okumuş kadınlar olur ya. Bunlardan bir-iki kadın getirdilē: Okudulā, şe
yaptılā. Ben, undan sonra düzeldim.
Undan
sonra, gece tekrarında, rüyamda gördüm bunu. Sen bana diyo, laf niçin atmadın?
(Rüya amma; gece rüyada bu.) Ben: Korktum didim. Unun için laf atamıyom didim.
D- Kaç kere daha rüyanda gördün?
K- Üç defa rüyamda gördüm.
D- Üçünde de aynı şekilde mi söyledi?
K- Aynı. Hiç başka kelime yok.
Aynı kelimeler konuşuyo: Niçin bana -mesela- laf atmadın? diyor. Niçin beni
ellemedin? Ben didim, bilemem seni didim. U vaziyette kaldık.
D- Sen hasta yattığında baygın mıydın, kendinde miydin?
K- Kendimdeydim ama yani bi yanım
tutmuyo yani. Galkamıyom ayağa. Ayağa kalkamıyom fakat Allah razı olsun
okuyanlara da, okudulā üfledilē beni. Biz tabi haliyle: Tırıl, genciz. Galktım.
Bi daa, bu vaziyette kaldık.
D- Sen orada -o bölgede- Sarıkız’ın olduğunu, buolay başına gelmeden
önce- duymuş muydun?
K- Duydum.
D- Yani altı-yedi yaşındayken biliyordun?
K- Diyolādı ama biz gulag
vēmiyoduk; tabi çocuküz. Sarıgız vā burda diyolādı; Sarıkız. İnsanlara
görülürmüş falan diyolādı. Fagat biz emniyet vēmiyoduk biliyo musun. Urda u
vaziyette görünceye gadā, ben bunu da böyle anlattım burularda tabi
yaşlılarımıza; bizden daa yaşlılā. U zaman: İy ki sana karışmamış diyolā.
Ellememişin, laf atmamışın. Atsaydın, mutlaga karışırdı ve belki de seni de
alır giderdi bile. Öyle laflā da duydum yani, duydum.
D- Daha önce karşılaşanlar olmuş mu Sarıkız’la?
K- Olmuş ama kim bildeğem yok.
Öyle görenlē olmuş.
D- Senden sonra görenler oldu mu?
K- Hayır, olmadı.
D- En son sen gördün?
K- En son.
D- Neden çamaşırlıkta oluyor?
K- Banyoya geliyomuş uruya.
Yıkanmağa geliyomuş.
D- Gördüğün yer dere mi, göl mü?
K- Yok, yok. Orası: Çıkar bi
gaynar su var urda. Orası böyle çevrilik yani taşlarla falan. Urayı biz bile
-hani af buyur- hamamcı oldiğimiz zaman, gidip urda mesela apdes alıp, urda
cünüpliğimizi giderebiliyoduk yani. U vaziyette su urası. Yani yıkanma yeri.
D- Sadece erkekler mi gider? Bayanlar da...
K- Bayanlā da gider.
D- Çamaşırlıklarda, böyle cin gibi, peri gibi şeylerin olduğunu
söylerler miydi?
K- Söylēlē, söylēlē, söylēlē.
Cinlē, perilē gelir ureye. Yıkanır derlerdi yaşlılar tabi; bizden yaşlılar.
**
D- Sizin burada, Çavuş Deresi var.
K- Gurk çıkā derlē urda da.
Yavrula beraber, göya insanlara çıkāmış ama ben unu bilmiyorum.
D- Gurk çıkar da, ne yaparmış?
K- Şeytanmış göya. İnsana
karışırmış. Una sataşırsak yahut yavrusunu aleyim dersen, insana yani zarar
verirmiş. Öyle derlēdi.
D- Başına bir iş gelen oldu mu Çavuş Deresi’nde?
K- Herhalde olmadı. Ben, duymadım
unu.
Ayvacık - Gülpınar
Beldesi (14.03.2003)
Erkek, 73, Balıkesir-Ayvacık, üç yıllık eğitmen mezunu, evli, üç
çocuklu
D- Geçen gelişimde duydum. Şu alt tarafta, bir dere varmış herhalde?
X- Çopur’un(?) Dere.
D- O dere için, birisi dedi ki: Zamanında bir gece vakti, böyle dev
anası gibi bir kadın gördüm.
K- (O öyle olmadı.) O insanları
şeyden... Salih’in; Yeşiltepe’nin babası. Aldı, çamaşıra şeye indi, Karaağc’a
D- Karaağaç ne taraf oluyor?
K- (Derenin içinde çamaşırlık.
Becene bi yer.) Karaağc’a indi. Çünkü o zamanki zamanda şey yapıyo: Çamaşır
için su kısa. (Arif te bilir.) Su kısa. Sen koşucan erken çamaşıra, ben koşucam
erken. İlk horozda çıkıyo. Derken, ilk horozdan evvel bunlar davranmış; ay
aydınlığına. Bi de suya yakınladıydı: Ayın on beşi gibi sarı bi gız! Bi de
elinde -denizde şey var- tarağa da kara diken.
D- Kara diken ne?
K- (Denizde oluyo. Bunu yiyolar
bili min.) Saçlarını tarıyomuş kara dikenlen. Durdular; baktılar, baktılar.
Okumağa başladılar; durdular. Yıkandı, temizlendi. Sarıkız’a doğru uçtu gitti.
D- Kaz Dağı’na doğru mu, buradaki Sarıkız Tepesi’ne doğru mu?
K- Burdaki. (Direklē vā dikilik.)
Ura doğru uçtu gitti. (Bunu da unlar söyledi.)
D- kanatları var mıymış?
K- Kanat filan dimedi. Öyle uçtu
gitti. Sade yıkandığını, şeyini filen adam akıllı gördüler.
D- Giysisi var mıymış?
K- Canım giyindi ama ben -urasını
kısa yollu anlattı- adamın ağzından da duydum. Bana didi ki bi gün: Nurettin
didi, şaşırırsın didi; evlisin. Karıyı didi, erken didi Karaagc’a indirme
oğlanım didi. Ne var didim Ahmed Dayı? Suyun
sahibi var dedi ağnadın mı. (Burdan gören çok olmuş unu.) Sarı bi kız. Dağa
çekip gidiyo.
D- Çıplak mı, giyinik mi?
K- He, urasını sormadım ben.
Sahibi var. Onun zaten sahibi var. En uluda, bizim bu Sarıkız. Unu, bizim Topçu
Ali dört sefer ateşledi. (Direklerin olduğu yer.)
D- Niye dört sefer ateşledi?
K- Domuz çok; domuzdan.
Ateşleyelim de, orman yansın. Domuzlā da gitsin.
D- Ateşleyince ne oldu?
K- Yanmadı.
D- Neden yanmadı?
K- Yanmadı işte.
D- O gördükleri kız yüzünden mi yanmadığına inanıyorsunuz?
K- Unu -inancımızı- dimiy... Kendi
kendine yanmadı. Yaz günü ateşledi. Gene yanmadı; sündü. Bunun çünkü, sahibi.
Urdan dağa gidiyo. Görüyolar bi yavuz. Giderken, şavk yapıyo. Öyle bi şavk.
Parıldayarak, dağın üstüne gidiyo.
D- Epeyce insan gördü yani onu?
K- Gördü.
D- Sabaha karşı mı görülüyor bu?
K- Bu: İlk horozdan evvel; ay
aydınlığına.
D- Gündüz görünmemiş mi hiç?
K- Yok.
D- Sarıkız, konuşmaya çalışmıyor mu insanlarla?
K- Hiç; yok.
D- El işareti filan yapmıyor mu?
K- Yapmıyo. Görüyo şöyle, kalkıp
toplanıyo. Saçlānı tararken -Ahmetçik Hasan’ın anası; hem ağladı hem söyledi
kadın- gördük didi saçlarını tararken. Sapsarı didi, ayın on beşi gibi bi gız.
Gelibolu - Demirtepe Köyü (25.02.2003)
Erkek, 62, Bulgaristan-Razgrad-Kemallı Köyü, ilkokul, evli, dört çocuklu
D- Ömer Ağbi: “Su kenarı tekin değildir” sözüne, ben pek inanmam dedi.
Şimdi, babasının başından geçen bir olayı anlatacak. Bu olay nerede, ne zaman
olmuştu Ömer Ağbi?
K- Gölcüğ’ün Halıdere
Beldesi’nde.
D- İzmit-Gölcük?
K- Evet. Bizim ilk iskan yerimiz
orasıydı. Babam Değirmendere’de çalışıyodu. Akşamları eve gelirdi Halıdere’ye.
Ordan işte yolun orta yerinde, tam şeyde bi çeşme vardı. Oranın köylüleri zaten
diyodu: Bu çeşme tekin değil.
Babam
bi akşam ordan geçerken, resmen bi düğün: Davullu zurnalı düğün yapıyumuşlar.
Gelin, çeşmenin su yalağına tumuş Damat ta eğilip eğilip bakıyomuş gelinin
yüzüne böyle. Babam dua okuyarak, ordan usulcacık geçip gidiyo.
D- Giysileri nasılmış bunların?
K- Onu bilemeycem.
D- Onların cin olduklarını nereden anlamış babanız?
K- Babam... Çünkü eskiden bizim
orda çok varmış. İşte Romanya’nın Masıtlar Köyü’nde çok varmış. Ordan biliyu.
Babamın çok şeyi var. Bu, dünya harplerinden sonra, bi daa azalmış bunlar, bu
olaylar; bu cin olayları.
**
K- Bizim, Bulgaristan’da bi
evimiz vardı. O evi, sonra sattık biz. O evde, annem akşamüzeri kızgın kül
attığı zaman, ille değişik isimlerle annemi çağırıyulādı. Annem alıp gidiyo
çünkü. Ses, cevap vermiyodu.
D- Siz bu sesleri duydunuz mu?
K- Ben çok küçüktüm o zaman.
Annem anlatıyodu
Gelibolu - Demirtepe Köyü (25.02.2003)
Erkek, 62, Bulgaristan-Razgrad-Kemallı Köyü, ilkokul, evli, dört çocuklu
Erkek, 46, Demirtepe, ilkokul, evli, iki çocuklu
D- Şu anda çarşıda bulunan Mahmut Ağa’dan dinlediği bir hikâyeyi
anlatacak.
K2- Mahmut Ağbi’miz, Ahmed Aa
diye birinin yanında çıraklık yapıyo. Bu arada Ahmet Ağa’nın, Koruköy’de de
değermeni var; un değermeni. At arabasınla, oraya gidip geliyo.
Bi
akşam, geçe kalmış at arabasınlan. (Koruköy Demirtepe arası, yaklaşık altı
kilometre.) Ezan falan geçmiş. Dolma Ayazma dediğimiz bi mevki var. Köye
çıkışta, hafif yokuşu var; bayırlık. Atlar durmuş. Mahmud Amca, elinde
kırbacınla, atlara dokunuyo falan. Atlar gitmiyo. Arkasını dönüyo: Araba
içersinde, aynı anda bi keçi ve bi tokat. Bu arada: Tabi döndüğü an, ezan okumağa
başlamış Mahmud Amca; korkmuş. Önce yani dönüyo. Görünce korkuyo: Ezan okumağa
başlıyo.
Bu
arada keçi hem konuşuyor: Sen ezan okumasaydın, ben sana sorardım ama diyo, bi
tokat vuruyo. O da, başını arabanın kanatlarına nası çarptığının pek farkında
da değil. Gerisini hatırlamıyo.
Atla,
bu şekilde evin önüne geliyo; kendi bildiğine. (Boşanmış gelmiş atlar; yokuşu
çıkmıyan atlar.) Ahmed Ağa’nın kızı dışarıya çıkmış. At arabası kapının önünde.
Kapılar açık değil; giremiyo içeri. Fakat atların üzerinde -çul deriz; kıldan örtüler- var. Örtüleri örtük. Ahmed Ağa sormuş:
Mahmut gelmemiş mi kızım? falan deye. Fagat kız: Araba kapının önünde baba ama
Mahmud Ağbi’yi görmedim diyo.
Çıkıyolar,
bakıyolar: Mahmud Ağbi baygın; arabanın içersinde. Kaldırıyolar. Atları alıyolar
falan.
(Hikaye çok net de değil. Tabi Mahmud Ağbi
kadar bilmediğim. Ağızdan duyma bi şey ama yani Mahmud Ağbi daha ned biliyo bu
olayı. Böyle bi olay gelişiyo yani. Başından geçiyo.)
D- Olayın geçtiği Dolma Ayazma
Mevkii’nde ne var da, böyle bir şey oluyor?
K1- Rumlar’dan kalma
ayazma-pınar; su pınarı varmış.
D- Neden başka yerde olmuyor da
orada oluyor?
K1- İşte “tekin” diyolar orasını.
Bilmiyorum artık.
D- Ayazmanın olduğu yer mi?
K1- Ayazmanın olduğu yer.
D- Ne olmuş ta tekin diyorlar?
K1- E peri çıkıyomuş diyolar.
D- Bu köydekiler mi diyor?
K1- İşte Mahmud Ağbi falan, bi
kaç kişi görmüş yani. Öyle diyolar.
D- Mahmut Ağbi’den başka, bunu
gören kimseler var mı?
K1- Valla ben bi tek onu
biliyorum.
D- Sahiden su kenarları,
geceleri tekin değil midir?
K1- Batıl inanç. Bana göre diğil
ama bazısına göre...
D- Eskiler öyle söyler miydi?
K1- Söylüyolar.
Gelibolu - Demirtepe Köyü (25.02.2003)
Erkek, 75, Romanya-Silistre-Tutrakan-Masıtlar, ilkokul, dul, altı çocuklu
D- Cin mi diyorsunuz buna; şeytan mı, peri mi?
K- Cinler diyular, cinler.
Köyümüzde arkadaşın biri gece yatırke: Kalk, kalk filan diyolar. Alıyolar bunu.
D- Kim diyor?
K- Cinlerden. Kim olduğu belli
diği işte. (O kendi kendine gezer o bi daa. O nereye götürürse, gider o.)
D- Rüyasında gezer; yani uykusunda gezer?
K- Uyudu mu, kaldırılır. Gider;
öyle gezmeğe götürüyolar onu.
D- Nereye götürüyorlar?
K- Ora, arka çayırlığa iniyolar.
Köyün altına iniyolar. Çayırlık var. O zaman, boş buraları. Orda düğün varmış;
orda. Oynuyolar, falan filan: Davullar, zurnalar... Cinler oynuyolar.
Bu sefer iki
arkadaş, orda suç işlemiş; onların içinden. Onların başkanı: Asın bunları
demişlē. Asıyolar onları. Epiy zaman sonra, güneş -dan yeri- ağarmağa başladığı
zaman, dağlışıyolar. Bu arkadaş da eve geliyo. Sonra aklına takılıyo: Ben diyo,
gidip bakıcam diyo. Bunlar kimi asmışlar buruya filan? Varıyo oraya. Bi de
bakıyo: İki tane tarla fareleri var ya, onlardan iki tane, ipte asılıp
duruyolar. Deyecem: Bu böyle.
D- Kaç yıllarında oluyor bu olay?
K- Bu, 37 yıllarında mı ne oluyo.
**
D- Ramiz Amca! Senin başından mı geçti?
K- Evet, benim başımdan geçti.
Arkadaşın
biri dedi bana. Bolayırlı birisine, beygir gütmeğe çırak oldum oraya; aylıklan.
D- Kaç yaşındasınız o zaman?
K- On yaşlarında. Gittim oraya.
Bizim köyden de geldi bi arkadaşım. Beygiri... (Bu köprüyü geçtiniz ya burdan.
Onun hemen sağında.)
D- Bolayır’la sizin köyün arasında?
K- (Evet, derenin öbür
tarafında.) Dedi: Bu akşam, burda yatalım. Beygirleri baktıralım. Kalalım filan
dedi. Eskiden olurmuş öyle orda. O duymuş; ben duymadım.
D- Ne olurmuş?
K- Cinler çıkarmış. Dedi...
Kaldık ya; yatsı filan geçti. Argadaş dedi bana: Burda dedi, cinler çıkarmış
dedi. Şimdi o benim dediğim, aşşağda olmuş. Şimdi: Orda dedi o. Bu köprünün
başında dedi, davullāla zurnalarla, cinler çıkarmış dedi. Sonra öyle deyince,
ben de korktum; şimdi o da korktu. Biraz durduk. Dedi: Ben gidicem dedi. Ben
korkuyom dedi. Yav niye? dedim. Sen bana kal dedin. Bak! Ben Bolayır’dan
geldim. Burda çıraklık yapıcaz; hayvanlara bakıcaz bu akşam. Beni bırakıcan
burda yalnız. İyi ama ben dedi korktum dedi. Belki çıkarsalar dedi. Ee sonra,
ben yalnız kaldım. Ben de korktum bu sefer. Ben ne yabeyim şimdi burda? Ben de
aldım atları yedeğeme. Geldim, bizim dama bağladım onları. (Kaynak kişi gülüyor. Ö.G.)
Çıkmadı cin-min filan.
**
D- Kendi başından mı geçti bu olay?
K- Evet.
O
zaman, sekiz yaşlarındaydım filan. Babam beni, bu Koruköy’ün öbür tarafında bi
çiftlik vardı. Oraya ağbimi vēdi sığır gütmeğe. Beni de, yardımcı oraya
yolladılar; verdiler. Senede bi paltalonlan, bi gömlek alıcaktı bana ‘erif.
Orda çalıştık. Sığırları güdüyoz yani. Süt götürüyom Bolayır’a. Eşşeğe
binemiyom ben. Orda bindiriyolar eşşeğen üstüne beni. Ben oturuyom oraya;
gidiyom. Birazdan uyuyom ben. Bakıyorum: Gecenin bi yarısı olmuş. Nerde
olduğumu da bilmiyorum ben. Böyle gidiyoz, geliyoz. Orda sütçülerden diyolar
ki: Bunu geç kalırsa bi daa diyolar, atarız süt kazanına. Ben, gene öyle
geliyorum. Tuttulā beni. Kazana atıyolar; süt kazanına. Ben: Şaka dedim ama
korkmadım. Sonadan tuttular beni atıyolar şimdi. Yarım... (Kazan da, büyük
kazan böyle.) Süt... Ben, burdan baktım: Çok süt var dedim. Boğulurum burda
ben. Ben şimdi tepişmeğe başladım; bağarıyom filan. Yavu dediler, bırakın be
dediler. Bi daa gelcek... sen. Ordan saldılar beni. Öyle gidip geliyorum. Geç
de oldu(?). Te o zaman, geliyom sabah südüne ben. Yav diyolā, bu inlere cinlere
mi karıştı? diyolar. Anlatıyolar orda. Ben diyom: Nerde in, cin? Ben korkmuyom.
Ondan sonra: Bunu, eşşeğe bindirmiyelim dediler; yürüsün dediler. Benim
sırtıma, bir yarım kilim parçası verdiler: Üşüme dedilē.
Yolda
gidiyom ben. Epey gittim. Bilmiyom nerelerde ilerliyom. Eşşek önümde yörüyo ya.
Ben, gene uyuyom. Yolu da bırakıyom anasını sat... Tam bizim u çatırık vardı
burda. (Koruköyü’ne gidiyo giriş; çatırık. Koruköy yolu, bizim köy, orda
kavuşur.) Onun yüz metre yanı başında; sağda... O zaman, bi tane kamyon
çalışırdı. Bi ışık geldi geriden benim gözlerime. Ah! Baktım ışık geldi. Açtım;
gözlerim görüyo mu yolda? Baktım. Öte koştum, beri koştum: Benim eşşek yok.
Karanlık ta. Ben şimdi ordan, o Gavur Necati’nin ..... doğru; o balkanlıktan,
bayırlıktan, yanlama koşuyorum böyle. Böyle sakallı bi dede oturuyo orda. Uzun
sakalları vā; ak sakallı. Üstünde
elbise var. Böyle ..... benziyo. Elbiseler var üsdünde; yani alacalı. Oturuyo
orda; oturuyodu. Bağdaş kurmuş; böyle oturuyo. Boy: Kavi bir adam ama bu duvar
kadar bana. Ben şimdi...
D- Yani yaklaşık dört-beş metre.
K- Geçiyorum önünden böyle. Dede
bana baktı, ben dedeye baktım. Dede, bana bi şey demedi. Geçtim öyle. Ordan
yola çıktım. Çıkarkan, çıkıyo kamyoncu. Durdu. Bağardı bana, seslendi. Gittim:
Sen in misin, cin misin? dedi bana. Dedim: Ne ini cini be! İnsanım ben dedim;
ben. (Ee çocuk daa.) Ne arıyosun sen buralarda? dedi. Dedim: Benim eşşeğem var
dedim. Süt götürüyodum dedim. Kaybettim didim. Onu arıyom dedim. O da görmüş
onu orda; çavdarın içinde. Çavdar yiyip eşşek, bi güzel doyuruyo karnını. .....
etti adamcağaz feri. Farları çevirdi böyle. Buldum eşşeğeni! Sağol be amıca,
buldun filan dedim. Buldun filan dedim. Yok yok dedi. Git sen dedim. Yok yok
dedi; yola çık. Göreyim ben seni yolda dedi. Ondan sonra bırakıcam. Çıktım
yola. Herif, beni bıraktı gitti. Allah razı osun. Yani ben de diyorum: O dede
mi malum oldu ona, ne olduydu yani. O dede, hep aklıma gelir orda; dede.
**
[6]Bi
hoca varmış... Çiftçilik yapıyomuş anneylen ikisi; biçiyolā filan. Yoruluyolar.
Hoca da biraz cinciymiş. Bu, cinleri toplamış: Benim orağa biçicez. Tarlayı
biçtiriyo cinlere.
Bir
böyle, iki böyle, bej böyle... Cinler sıkılmağa başlamışlar. Yav demişler, hep
biçiyoz bu oğrağa. (Bakmışlā: Buğday başak yapmış ama.) Yarın demişler, sıcak
çıkar. Bu hoca, bize sıcakta biçtirir bunu. Biz (Kaynak kişi gülüyor. Ö.G.)
bunu deyirler, erkenden biçelim de havalar serinken, işi bitirelim. Hocanın
haberi yok.
Gidiyolar
tarlaya. Bi oğrak atıyolar; biçiyolar. Bağlıyolā, koyuyolar. Hoca gidiyo,
bakıyo: Buğday olmuş mu? diye. Tarlaya ..... gidiyo. Bi de varsa: Tarla yeşil
biçilmiş! Canı sıkılmış. Sormuş. Demiş: Niye yaptınız bunu böyle? Hocam, sıcak
çıktıktan zor oluyo. Serinde biçtik. Ondan böyle oldu filan diyolar.
Hoca
biçtirmemiş onlara bi daa tarlayı. Kurtulmuş cinler. (Kaynak kişi gülüyor. Ö.G.)
Gelibolu - Bolayır Beldesi (25.02.2003)
Erkek, 80, Bulgaristan-Hasköy-Harmanlı, üç yıllık eğitmen mezunu, evli,
iki çocuklu
(Şimdi bi örnek, ben sana anlatayım.) Burada Nihat Ağbi... Bunun,
türbenin kapısının önünde kahvesi vardı; bu bizim Gazi Sülüman Paşa’nın. Burda
-kahvede- yatıyor yaz günü. Kendi arabası varmış. Tekerin(?) üstüne yatmış
böyle; uyumuş.
Gece
geliyor bi tene -ayakları çıkmış arabadan dışarı-, bastırıyo ayaklarına. Bu, arkadaşları
deye aldırış etmiyo. Gene yatıyo. Gene içi geçiyor. Gene, bi daha bastırıyolā.
Bu sefer: Dini imanı toz duman hemen. İniyo arabadan aşşağa. Taş topluyo. Gelin
diyo, ananızı bilmem ne yabacam. (Şimdi eski yol burdandı ya. O bizim belediye
binasının altındandı.) U taşları...
Arabanın
üstüne yatmış. Bu yoldan asker: Gümbür gümbür; davullālan zurnalarlan geçiyolā.
Tam caminin merdivenlerene bizim çıkıyolā: İki dene kumandan geliyo. O Nihat
Ağbi’yi yakalıyolā, alıyolā. Onu da merdivenlerden yukarı -Dedebaşı’na doğru-
çıkarıyolā. Kör-topal kalmasın, kör topal kalmasın; arkadan, yani perilerden.
Geçiyolar yukarı. Tam Dedebaşı’na vāmışlā. Daha orada Nihat Ağbi’yi bırakmışlā.
Kazık diker gibi dikmişlē böyle; oraya.
X- Doğrudur. Eskiden duyuyoduk.
Görenler de oluyodu yani.
K- Asker, gelip geçiyo mezarlığa
doğru. (Ondan, kendisinden işittim bunu.) Ordan, sabahlen orda duruyo.
Götürüyolā eve. Kırk gün yattım dedi hasta. Rahmetli babası da hafızdı. Babam
düzeltti beni diyodu.
**
D- Şimdi anlatacağını duydun mu?
K- Bunu da duydum ben.
Efendim
vatandaşın birisi, gene[7]
ölümden çok gorkuyomuş. Hanımına demiş ki: Toplan demiş. Bi ölümsüz bi yer
arayalım yav. Alıyo hanımını: U yana geziyor, bu yana geziyorlar. Hep mezarsız
köy arıyorlar. Mezarlık olmeycek. Burda mezarlık var mı? Var! Giderlermiş.
Git-gel,
git-gel... Birkaç zaman zaman dolaşmışlar böyle. Bi köye rastlıyolar: Hiç mezar
yok. Diyolar: Burası bizim yerimiz. Burda ölüm yok géri. Yerleşiyolā orayı
karı-koca.
Yerleştikten
sonra, adam işe gidiyo tabi; çalışmağa. Hanımı evde kalıyor. Üç-beş gün
çalıştıktan sona, hanımı rahatsızlanıyo. O köyde yene insanları keserlē,
yirlermiş. Hanımını gelmiş gonu-gomşu kesmişler, parçalamışlar, taksim etmişler
bütün köye. Kocasına da bırakmışlar bi parça.
Geliyor
akşamüzeri: Ayşe, Fatma! Bizim.. Nerde yav komşu? Ya, böyle böyle diyor.
Hastalığında rahatsızdı. Kestik biz onu; yedik. Bi parça da sana bıraktık. Ya
anacığını diyo, burda da ölüm varmış. Kaçıp geliyor. Karıyı da orda bırakıyor.
D- Bunu ne zaman dinlemiştin Ahmet Amca?
K- Çook sene oluyor ya. Çok
zaman. Bi kere, elli sene var da, fazlasını bilemiycem.
**
Eski
insanlar -ne biliyüm- böyle çok şeyler görünürmüş insanlara. (Peri midir,
şeytan mıdır, cin midir?) Neyse, şimdi insanlar şeytan oldu.
Gelibolu - Adilhan Köyü (03.03.2003)
Erkek, 67, Adilhan, ilkokul, evli, beş çocuklu
D- Amcanın başından geçen hikâyeyi bir daha anlat.
K- Rahmetli -bu yani kırk, kırk
bir, kırk iki senelerinde falan- gece tuvalete çıkıyo dışarıya. Bi davul-zurna
sesi; bağrışma çağrışma böyle. Evimizin karşıki Çamlık’tan yukarıya doğru
gitmiş sesler deniyordu yani eskiden böyle. Bunlar şeytanlarmış, cinlermiş,
bilmem ne deniliyordu.
E
şimdi o zamankı söylentiler yok. Ne cin duyuyoz, ne davul sesi duyuyoz, ne bi
şey. Ben inanmıyom yani böyle şeylere. Tamam diyo, duydum diyo yani; öyle
çalgılar geçti.
Merkez İlçe -
Serçeler Köyü (08.09.2004)
Erkek, 80, okur-yazar, evli, altı çocuklu
Ben -şurda Yeniköy dediğim,
Yeniköy vādı- Yeniköy’e gittim. Gitme! Öñüne köpek çıkā, kedi çıkā dedilē;
şöyle olur, böyle olur. ...tir be dedim.
Ben, sabah
işçi almağa gittim uraya. Ben unlān didiği yere geldim. Bi köpek çıktı. Eşşeğe
-indim- bağladım. İki dene daş aldım. Köpeğen arkasına ekleşivēdim. Köpeğe
govaladım.
D- O köpek cin miymiş?
K- Ne biliyim? Bilmiyum ku.
Sabah
buruyı oğrak biçmeğe geldilēdi bana. Böyle böyle oldu dedim. Gara köpek kimde
vā? Yok didilē. (Ne olduğunu bilmiyom.
Cin mi, peri mi?) Bizim yanımızda ne olcak? Biz zatan cin periyiz dedim.
Gökçeada - Dereköy -
Şahinkaya Mahallesi (09.05.2005)
Erkek, 39, Trabzon-Çaykara-Şahinkaya, ortaokul, evli, üç çocuklu
(Şimdi Oflular için yani: Şeytandan daha büyük şeytandır derler.)
Şimdi bi gün şeytan -kafası bozulmuş Oflu’ya- dedi ki: Gel, bi düello yapıcaz. (Bunun türkisini de çıkarmışlar bi zaman.
Türküsü de vardı.) Gel dedi, düello yapıcaz. Tamam dedi Oflu. Dediler ki:
Patates ekecez. Şeytan dedi: Patates ekicez. Oflu da dedi ki: Alt kısmı benim
olacak, üst kısmı şeytanın olacak. Şeytan kabul etmiş onu. Ekmişler
patatesleri.
Tabi
Oflu, alttan patatesleri almış. Şeytana kaldı sapları. Bu dedi olmadı. Yeniden
yabacaz. Ne’abıcaz? Mısır ekicez. Dedi Oflu ki: Uç kısmı benim olacak. Şeytan
da kabul etmiş; tamam demiş. (Daha önce alt kısmında vardı ya patades.)
Ekmişler mısırları.
Tabi
koçanlari, Oflu gene almış. Yarışmayı gene kazanmış. Şeytana kalmış kökleri. Bu
da dedi olmadı dedi. Ne yabıcaz? Dövüşecez dedi. Aldı iki tane sopa. Bi tanesi
uzun, bi tanesi kısa. Verdi şimdi uzununu Oflu’ya. Kısasını almış kendine. (Şey!) Uzununu kendine almış; kısasını
vermiş Oflu’ya. Demiş ki Oflu ona: O zaman dedi gidecez boş bi odaya. Yani orda
dövüşeceğez. Şeytan da kabul etmiş.
Tabi
şeytan, uzun sopayla baraber, odanın içinde sallayamıyor. Oflu da küçük sopayla
beraber, şeytana istediği gibi vuruyor. Olmaz dedi. Didi: Dışarı çıkacaz didi.
Sopaları değiştiriciz didi. Tamam dedi, verdi ona. Büyüğünü aldı Oflu; küçüğünü
verdi şeytana. Bu sefer Oflu dedi ki: Dışarı çıkacaz.
Bu
sefer dışarı da çıkınca, bu sefer Oflu açıldı. Uzun sopayla baraber, uzaktan
şeytana vurdu. Şeytan dabi gene yenildi.
Ondan
sonra döndü şeytan Allah’a, yalvardı: Madem diyo Oflu vardı diyo, beni niye yarattın?
(Ortamda
bulunanlar gülüşmektedir. Ö.G.)
[1] Anlatıya gösterilen ilgi
ve katılım, anlatının bu aile içinde
sıklıkla anlatıldığını ortaya koymaktadır.
[2] Kaynak kişinin dedesi
müdahale ediyor: “Gocagarı çıkmış.”
[3] Torunu anlattıktan sonra,
derleyici, dedenin de aynı anlatıyı sunmasını istiyor.
[4] Evin gelini tarafından
sunulan anlatıyı, bir kez de kaynak kişimiz anlatıyor.
[5] Derleyicinin boyu 180
santimdir.
[6] Anlatı, ortamda kaynak
kişi ile diğer kaynak kişilerin anlattıkları cin-peri memoratlarından sonra
gelmiştir.
[7] Kaynak kişi, bir önceki
anlatıda, “yavaş yavaş gelen ölüm” anlatısını sunmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder