29 Mart 2018 Perşembe

ÇKM&a Nisan 2018 etkinlikleri


ÇKM&a Nisan 2018 etkinlikleri
Devam Eden Süreli Sergi





“Kentte Saat”
“Kentte Saat” sergisinde kentin zaman ölçen mekanları muvakkithane, saat kulesi, güneş saati ve saatçi esnafının hikayesini sizlerle buluşturuyoruz. Sergi, Müze Eyüp Görgüler Süreli Sergi Salonu’nda 13 Haziran 2018 tarihine kadar açık kalacak olup Pazartesi hariç her gün 10.00 – 19.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.









Kent Sohbetleri



4 Nisan 2018 Çarşamba

Prof. Dr. Burçin Erdoğu
“Arkeoloji Sohbetleri;Uğurlu-Zeytinlik Höyük”

Yer: Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi Toplantı Salonu

Saat: 18.00 – 19.00
*Çanakkale Arkeoloji Müzesi Ortaklığı ile


11 Nisan 2018 Çarşamba

Kolaylaştırıcı Ahmet Kolkoparan
“Eski Kent Fotoğrafları Okuma VII”

Yer: Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi Toplantı Salonu

Saat: 18.00 – 19.00



18 Nisan 2018 Çarşamba
Yusuf Kartal

Kent Üzerine Tartışmalar VIII 

“Çanakkale Tarihi Alan Başkanlığı’ndaki Restorasyon Yaklaşımları ve Uygulamaları”

Yer: Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi Toplantı Salonu
Saat: 18.00 – 19.00

* ÇOMÜ Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü ortaklığı ile



25 Nisan 2018 Çarşamba

“Çanakkale’de Derlenen Masallar VIII”

Derleyen ve Kolaylaştırıcı Ömer Gözükızıl

Yer: Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi Toplantı Salonu

Saat: 18.00 – 19.00





28 Mart 2018 haber metni



Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi’nde Çanakkale’de Derlenen Masallar sohbet serisi devam ediyor.

28 Mart 2018 Çarşamba günü Ömer Gözükızıl derleyici ve kolaylaştırıcılığında serinin yedincisi gerçekleştirildi.  Bu ayki anlatıların masal olarak değerlendirilemeyeceğinin söyleyen Ömer Gözükızıl paylaşımlarını “çocuklar için uygun değildir.” uyarısı ile yaptıklarının altını çizdi. Cin, peri, şeytan gibi adlandırmalar ile genellikle yerleşim yerindeki bir mekan, bir şahıs üzerinden anlatıla anlatıla yerleşmiş olan hikayeleri paylaştı. Anlatılarda dikkat çekenin anlatıya başlandığında olağanüstü varlıkların adlandırmalarının anlatı ilerledikçe değişim gösterdiğini belirtti. Anlatıların değerlendirilmesi sırasında bu tarz anlatıların iktisadi ve siyasi sınırları belirlemek amacı ile ortaya çıkartıldığı belirtildi. İncelemeler esnasında yine toplumsal cinsiyet rollerinin anlatılarda baskın olduğu görüşü paylaşıldı. Sohbetin sonunda paylaşılan iki Sarıkız varyantının ardından bir üçüncüsünün daha olduğu belirtilirken üçüncü varyantın önümüzdeki ayın masal etkinliğinde paylaşılarak Sarıkız varyant farklılıklarının konuşulabileceği ifade edildi. Sohbet, konuşulanların çözümlemesinin blog sayfası üzerinden önümüzdeki günlerde paylaşılacağı ve yorumlara blog sayfası üzerinden devam edilebileceği duyurusu ile sona erdi. Duyurunun ardından Müze koordinatörü Cevat İnce yaz saati uygulaması ile beraber 1 Nisandan itibaren Müzenin 10.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edilebileceğini dile getirirken Çarşamba sohbeti saatlerinin de 18.00 – 19.00 olarak değiştirildiği bilgisini paylaştı.

Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi’nde 4 Nisan 2018 Çarşamba saat 18.00’da Çanakkale Arkeoloji Müzesi ortaklığında gerçekleştirilen Arkeoloji sohbetlerinde Prof. Dr. Burçin Erdoğu ile “Arkeoloji Sohbetleri; Uğurlu- Zeytinlik Höyük” isimli sohbet gerçekleştirilecektir.






22 Mart 2018 Perşembe

21 Mart 2018 haber metni


Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi’nde ÇOMÜ Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü ortaklığı ile gerçekleştirilen Kent Üzerine Tartışmalar etkinlik serisinin yedincisi gerçekleştirildi.

21 Mart 2018 tarihinde Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği Çanakkale Şubesi ile “Çanakkale’de Mültecilerin Güncel Durumu konuşuldu. Dernek adına sosyal çalışmacı Ayşe Merve Köseoğlu, dernek avukatı Dilan Pekesen ve Farsça tercümanı Hasan Akbarpour’un konuştuğu etkinlikte ilk olarak mültecilerin ülke genelindeki durumlarından bahsedildi. Derneğin ofisleri hakkında bilgi verildiği sohbette derneğin tanıtılması ve dernek kapsamındaki çalışmalardan bahsedildi. Çanakkale özelinde de göçmenler ve sığınmacılar ile ilgili gerçekleştirdikleri projelerden söz edildi. İl göç idaresinin Mart 2018 verilerine göre 2018 itibariyle Çanakkale'ye kayıtlı 4720 Suriyeli bulunduğu, 2018 yılı başından beri de Çanakkale'ye yönlendirilen mülteci sayısının 963 olduğu dile getirildi. Dernek tarafından gönüllü çalışma ve yardım konusunda da bilgilendirmeler yapıldı. Bilgilendirmelerin ve araştırma sonuçlarının paylaşımlarının ardından genel olarak mülteciler ile ilgili doğru olduğu düşünülen yanlışlara değinildi. Sohbet, konukların sorularına verilen cevapların ardından sona erdi.

Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi’nde 28 Mart 2018 Çarşamba saat 18.30’da Ömer Gözükızıl derleyici ve kolaylaştırıcılığında Çanakkale’de Derlenen Masallar Masallar VIIkent sohbeti gerçekleştirilecektir.







21 Mart 2018 Çarşamba

14 Mart 2018 Eski Kent Fotoğrafları Okuma toplantı çözümlemeleri



14 Mart 2018 "Eski Kent Fotoğrafları Okuma VI" sohbet Çözümlemesi


Ahmet Kolkoparan: Üstünde Chanak yazmasına rağmen, eşleştiremediğim görüntülerden bir tanesi.

Cevat İnce: Şahabettin bey, Çimenlik Parkının ortasında fotoğraflardan birinde bir bina var. O bina şimdiki Koruma Kurulu binasına benziyor. Bu bina da kapı girişlerine baktığımızda Çimenlik Parkı’nın içindeki fotoğraf olabilir gibi geliyor ama etrafında yeşillik olmaması ve arkasında da bir şey olmaması düşündürüyor. Ön bahçesinden çekilmiş yanında da karargah binası gözüküyor gibi geliyor ama arada bir duvar var o duvar ne duvarı onu çözemiyorum. Bu bir askeri bina fotoğrafı gibi geliyor.

Şahabettin Kalfa: En sağda bir insan silueti görülüyor.

Cevat İnce: Askeri bina olmasa bile büyüklüğü, çok kapılı olması dolayısıyla resmi bir kurum gibime geliyor.

Ahmet Kolkoparan: Fotoğrafın en büyük boyutlusu bu. Bu fotoğraftan internette başka yok. Yabancılar Chanak ibaresini emin olmadıkları fotoğrafın üzerine yazmıyorlar emin olmadıkları zaman Dardanelles yazıyorlar.

Şahabettin Kalfa: Hasan Rahmi Paşa donanma ile buraya geldiğinde on sene burada kalıyor. Kaldığı zamanlarda da bütün donanma personeli ve bütün binaların yapımına yönelik bir envantere ulaşılmış değil. Bugünkü Koruma Kurulu’nun binası, 18 Mart İlkokulu’nun olduğu bina ve asker hamamı dahil olmak üzere o alandaki yapıların hepsi onun zamanında yapılmadır. Hasan Paşa Bulvarı olarak gözüken fotoğraflara baktığınızda sıra lojmanlar var. Onların hepsini görüyorsunuz. 10 sene boyunca yapılmış bu tip askeri binalar var ama sonradan ne olduğunu bilmiyoruz.

Ahmet Kolkoparan: Fotoğrafta önde, yazının olduğu yerdeki görünenler balkon kapısı olarak gözüküyor. Bu fotoğraf binanın neredeyse yıkılmasına yakın bir dönemde çekilmiş bir fotoğraf.

Cevat İnce: İşgal döneminde çekilmiş bir fotoğraf.



Ahmet Kolkoparan: Fotoğrafın isimlendirilmesinde Chanak Nisan 1923 geçiyor. Nisan olması akıllara Cumhuriyet ile ilgili bir durum mu söz konusu sorusunu getiriyor. Bayraklar var, arkasında sanki bir din görevlisi duruyor.  
Bu fotoğrafa bazıları Montrö boğazlar sözleşmesinin kutlanması olarak bakmışlar.

Cevat İnce: Fotoğraf Cumhuriyetin ilk yıllarında çekilmiş daha şapka kanunu vs. yürürlükte değil.

Şahabettin Kalfa: Lozan’a göre boğazın 20 km sağında ve solunda asker bulundurulması yasak. Kente o nedenle asker girmemiştir. Askeriyenin biri Kirazlı’dadır, biri Ezine’dedir.

Cevat İnce: Askeriye dediğiniz zaman jandarma'yı gözden kaçırmamalı, onlarda asker ve kıyafetleri  ayrı bir kıyafet değil. Jandarma da olabilir.

Ahmet Kolkoparan: Daha önce Cumhuriyet Meydanı’ndan bir cenaze fotoğrafı paylaşmıştım. Orada da yine aynı şekilde kalpaklı askerler vardı. O da işgal döneminde çekilmişti acaba aynı kıyafetler mi?

Cevat İnce: Askeri birlik bulundurmamak ayrı bir şey ama tören için gelebilirler.



Şahabettin Kalfa: Asaf Paşa Caddesi, Kilise sokağı denmesinden belli. Bugünkü Tahta Köprü Asaf Paşa zamanında yapıldı. Oradan bu yana bu sokaktan girilerek Rum Mahallesi’ne giriliyor. Bugünkü askerlik şubesinin olduğu yerde kilise bulunuyor, onun devamında da İstiklal İlkokulu var. O zamanlar bugünkü Atatürk Caddesi yok. Bu sokak İstiklal İlkokulu’na bağlanıyor.

Yahya Baş:  Ben o mahallede 11 yıl oturduğum için fotoğrafın sağında bir giriş var askerlik şubesinin oradan baktığımızda nereye denk geliyor?

Şahabettin Kalfa: Büyük köprüden girdiniz, yürüdünüz. Askerlik şubesinin önünden geçen yola girdiniz. Orada birinci sokak Çarşı Caddesi’nden gelen sokağa giriyorsunuz. Ondan sonraki gelen diğer sokak Aynalı Çeşme sokaktır. Bugün Diyanetin olduğu yerin olduğu sokak da kesen bir sokaktır. Ondan sonra bugün Demircioğlu olarak adlandırılan sokak dar bir sokak olarak keser.

Ahmet Kolkoparan: Sokak sanki ileride sonlanıyor.

Şahabettin Kalfa: Sokak ilerde sonlanmıyor üç tane kesişen sokak var. Bugünkü şadırvan var ya şadırvandan sonraki kısım burası.

Yahya Baş: Tıflı Cami’nin orada da bir kilise var ya oradan bakışta sanki Ziraat Bankası’nın arka sokağından giden, araya çarşı caddesine sapan bir yer var, oradaki sokak görünümüne benzettim.

Ahmet Kolkoparan: Fotoğrafın tarihi 1910 öncesindeki yıllara dayanıyor.

Şahabettin Kalfa: Asaf Paşa’nın burada bulunduğu tarih 1890’lı yıllar.

Ahmet Kolkoparan: Hafızanızda fotoğraftaki binalara dair eşleşmeler var mı?

Şahabettin Kalfa: Kent, 1970’li yıllarda çok hızlı bir şekilde değişti. O nedenle bazı yerleri ancak bazı fotoğrafları gördüğüm zaman hatırlıyorum. Mesela İnönü Caddesi’nde benzin istasyonunun hemen yanında bir tane fırın vardı. Çocukluğumda okula giderken önünden geçerdim ama ancak bir fotoğrafta gördükten sonra hafızamda canlandı.


Ahmet Kolkoparan: Neredeyse 3 yıldır cevabını aradığım fotoğraf.

Şahabettin Kalfa: Bu, Şakir’in değirmeni, Ermeni Değirmeni diye de geçer. Bugünkü Balık halinin karşısına denk geliyor.  Arkadaki İşgüdenlerin yeri, İpek sinemasının olduğu yer.

Ahmet Kolkoparan: Solda çeşmeye benzetmiştik, bu konuda sizler ne dersiniz?

Şahabettin Kalfa: Çeşmenin olduğunu bilmiyorum bizim zamanımızda orada itfaiye vardı. Balıkhanenin olduğu alan itfaiyeye aitti. Arkadaşım Günvar işletirlerdi. Sarıçay kıyısı burası. Balıkhaneden büyük köprüye giden yol burası.

Ahmet Kolkoparan: Köy pazarı olarak belirtilmiş.

Şahabettin Kalfa: Yukarı Çarşı olarak belirtilmesinin nedeni o zaten, köylüler direk buraya inerler. Bu alan hareketlidir. Beyaz kapılı olan yer değirmendir. 75-80’li yıllara kadar çalıştı.


Ahmet Kolkoparan: Eylül 1922 tarihli işgal döneminden bir gemi fotoğrafı.

Çağlar Turhanlı: Fotoğraftaki yazıda “Mülteciler ile dolu Yunan yolcu gemisi Anadolu’dan Çanakkale’deki kriz esnasında” yazıyor.

Cevat İnce: Tarihte Çanakkale krizi diye bir kavram var. 

Burak Parlak: Türk orduları İzmir’e girdiği zaman bazı vatandaşlar da göç ettiler o dönemlerden kalma bir fotoğraf. Eylül 1922 yazması da pek çok şeyi açıklıyor.


Ahmet Kolkoparan: Muhteşem bir iskele fotoğrafı. 28 Aralık 1954 olarak tarihlendirilmiş.

Şahabettin Kalfa: Gemlik ve Ayvalık gemileri vardı.

Ahmet Kolkoparan: Şurada bir askeri araç var.

Şahabettin Kalfa: Gelip durmuştur orada.

Ahmet Kolkoparan: İskelenin ucundaki ne binasıydı?

Şahabettin Kalfa: Depo olarak kullanılırdı. Bu iskele yapıldığı zaman vinçle yapıldı bu o tarihlerden bir fotoğraf.

Çağlar Turhanlı: Demokrat Parti’nin ikinci seçim vaatlerinden birisi olduğu söyleniyor bu fotoğraf muhtemelen 1955 tarihlidir.

Şahabettin Kalfa: Vincin ileri geri hareket edebilmesi için ortasında iki tane ray vardır. Ancak bu vinç devrilme tehlikesi atlattı o nedenle gemiden yük alıp bindirmedi.

Ahmet Kolkoparan: Gemi yerli bir gemi gibi durmuyor.


Şahabettin Kalfa: Sağ taraftaki arabalı vapur büyük ihtimalle Derince’dir. Arkadaki ise Ayvalık gemisidir.

Cevat İnce: 80’lerden sonra Çanakkale’den İstanbul’a gemi çalıştı mı?

Şahabettin Kalfa: 70’li yıllardan sonra kaldırıldı. 
İskelenin bu tarafındaki bütün motorların hepsi Eceabat’a giderdi. İç taraftakiler Kilitbahir’e giderdi. İçerdeki motorlar ağızdan çıktıktan sonra Kilitbahir’e geçerlerdi. Gözüken İskele Gazinosudur. Daha evvelden arka tarafında Turing Kulüp olarak işletilen aslında Rus konsolosluğu olan bir yapı vardır. Önceleri orasının bahçesi gibi kullanılmıştır. Sonradan yıkılınca önü açılmıştır.


Ahmet Kolkoparan: Nispeten daha yeni bir fotoğraf. Kuruçeşme gemisini görüyoruz. İçimizi hoplatan bir gemiydi, çok sallanırdı.

Şahabettin Kalfa: Tabi siz Takunya gemisini görmediniz. Gökçeada ve Bozcaada’ya giden bir gemiydi. Hafif poyraz var, çıkamazdı, hafif lodos var, çıkamazdı. Takunyaya binmekten herkes çekinirdi. Ondan sonra Bandırma geldi. Sonra Bandırma’yı Mersin’e verdiler.


Ahmet Kolkoparan: Takunya gemisini burada görüyoruz.

Şahabettin Kalfa: Ayvalık ve Gemlik varken Ayvalık Çarşamba günü gelir burada yolcusunu indirir. Oradan Bozcaada’ya geçer, oradan yolcusunu alır. Gökçeada’ya geçer, oradan gelir, Perşembe ve Pazar günleri de İstanbul’a giderdi.
Fotoğrafta gözüken kamyonlar iskeledeki gemiye yük getiriyorlardı.

Ömer Kaplan: Bu fotoğrafın isimlendirmede yazıldığı gibi 86 tarihinden kalma ihtimali yok çünkü ben bu gemiye 1996 yılında mal veriyordum.


Şahabettin Kalfa: Kilitbahir vapurlarının kalktığı yer fotoğrafta gördüğümüz yerdi.


Ahmet Kolkoparan: 1980’li yılların ortası ya da başlarından kalma bir fotoğraf. Cemalettin Eren bildiğim kadarıyla 80’lerin ortasında geldi. Bu fotoğraftaki gemi de Kuruçeşme gemisidir. Sağdaki gazino kafamı karıştırdı. Bugün bankamatiklerin olduğu yer.


Ahmet Kolkoparan: Bu fotoğrafların üçü de Çanakkale olarak veriliyor. Alttaki ve sondaki olabilir gibi ama sağdaki daha çok İstanbul sokaklarına benziyor. Üç katlı ahşap yalılar Çanakkale’de olmayabilir.

Şahabettin Kalfa: alttaki fotoğraf Yahudi Mahallesi gibi gözüküyor. Sağ taraftaki evler İkiz evlere benziyor.

Cevat İnce: Ahşap evlerin yoğunluğu neredeydi?

Şahabettin Kalfa: Değirmenlik Sokak’taydı. Yangın nedeniyle de sürekli değişime uğramıştır.

Çağlar Turhanlı: Fotoğrafları kim çekmiş olabilir sizce?

Ahmet Kolkoparan: Şahabettin Bey’e sormak istiyorum Mösyö Kompa kendi mi geldi de çekti fotoğrafları? O zamanlar Çanakkale’de fotoğraf yaygın değil. Bombalama esnasından bir fotoğraf olabilir.

Şahabettin Kalfa: O dönemde askeri birliklerin içinde fotoğraf çeken insanlar vardır.

Cevat İnce: İngiliz kaynaklarında günü gününe fotoğrafların yer alması bir gazetecilik işi olduğunu bizlere gösteriyor.

Şahabettin Kalfa: O dönemde Levantenlerde Çanakkale’de onlar da çekmiş olabilir.

Ahmet Kolkoparan: Bu fotoğrafın altında Chanak diye yazıyor. Buna benzer manzarayı Saat Kulesi Kemalyeri Sokak’ta da görüyoruz. Arkadakiler bacalar.

Cevat İnce: Böylesi yükselti yapan bir yer kent içinde var mı?

Şahabettin Kalfa: Kent içinde böyle bir şey hatırlamıyorum.


Şahabettin Kalfa: Az önce baktığımız fotoğraf Asaf Paşa Caddesi.

Ahmet Kolkoparan: Çanakkale’de develerin özellikle toplatıldığı bir yer var mıydı?

Şahabettin Kalfa: Bu fotoğraf az önceki fotoğrafa yakın bir yerden çekilmiş. Şehrin içine pek deve sokmazlardı. Ancak odun falan varsa indirip çıkartırlardı.

Ahmet Kolkoparan: Perforjeler 18 Mart İlkokulu’nun cam süslemelerine de Fatih Cami’sinin süslemelerine de benziyor. Pencerelerin yerden yüksekliği Fatih Cami’ye uymuyor.

Cevat İnce: Sokakta yükselme olmuş olabilir.

Fatma Şanlı: Fransızca olarak Asya Türkiye’sinin Çanakkale hatırası yazıyor.



Ahmet Kolkoparan: Mecmualarda bu fotoğrafın Çanakkale olduğuna dair ibareler var.

Şahabettin Kalfa: Ben çocukluğumda böyle bir Çanakkale hatırlamıyorum. Çanakkale’nin sokakları Arnavut kaldırımıdır.

Ahmet Kolkoparan: Çanakkale merkez olduğuna emin olduklarına Chanak diye yazıyorlar demiştim bunda Dardanelles olarak isimlendirme yapılmış. Ada olabilir mi burası?

Burak Parlakbilek: Bozcaada’da Türk ve Rum mahallelerinin ayıran 1963 yılında üstü kapatılan bir dere var. Şimdiki Çınar Çarşı caddesinde yer alıyordu. Ben ilk bakışta ona benzettim. Dere yatağı yazın kuru, kışın arka tepelerden gelen yağmur suları ile akardı. Bugünkü Ada Kale market daha öncesinde Aral Şarap Fabrikasıydı. Oradan başlar ve ilkokulun arkasından ve kale arkasından denize kavuşurdu. Bu sanki bana tam tersi markete doğru gidiş gibi geldi. Bu dere, 1963- 1964 yıllarında bir düğün esnasında davulcunun birisi düşüp ölünce dönemin belediye başkanı Yahya Göztepe tarafından kapattırılıyor. Bozcaada’daki dere biraz daha derin ve üzerinde köprüler, bu kadar sıklıkla ev de yok.









15 Mart 2018 Perşembe

14 Mart 2018 Eski Kent Fotoğrafları Okuma VI haber



Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi’nde “Eski Kent Fotoğrafları” okuma serisinin altıncısı gerçekleştirildi.

14 Mart 2018 Çarşamba günü Ahmet Kolkoparan kolaylaştırıcılığında gerçekleştirilen etkinlikte bu ay tanımlanamayan fotoğraflar ve limanda gemi fotoğrafları üzerinden okumalar yapıldı. Paylaşılan ilk üç fotoğraftaki binaların etrafındaki yapılar, çevredeki kişilerin kıyafetleri, yol kaplaması, çevredeki ağaçlara kadar incelendi. Askeri bina olduğu düşünülen fotoğrafın ardından Asaf Paşa Caddesi’nin yer aldığı fotoğraf gibi örnekler paylaşıldı. Fotoğraflar üzerinde paylaşım sırasında yapılan tarihlendirmelerin ve isimlendirmelerin yanlış olabileceği, bu nedenle fotoğraf okumasının önemli olduğuna değinildi. İşgal döneminden gemi fotoğraflarının da paylaşıldığı etkinlikte fotoğraf üzerindeki Fransızca ve İngilizce yazılar sohbete katılan konuklar tarafından okunarak çıkarımlar yapıldı. Gemi fotoğraflarına geçilmesi ile beraber anılarda kalan gemi isimleri, gemi karşılama törenleri, o dönemlerde iskelenin ve yapıların durumu da konuşuldu. Konukların gemilerde yaşadıkları maceraları anlatmasının ardından sohbetin çözümlemesinin Müze blog sayfası üzerinden önümüzdeki günlerde paylaşılacağı duyurusu ile sohbet sona erdi.

Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi’nde 21 Mart 2018 Çarşamba saat18.30’da Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği Çanakkale Şubesi ile Kent Üzerine Tartışmalar VII “Çanakkale’de Mültecilerin Güncel Durumu” isimli sohbet gerçekleştirilecektir.






14 Mart 2018 Çarşamba

Çanakkale'de Derlenen Masallar VII



Ömer Gözükızıl notu: Değerli arkadaşlar, bu ayki anlatılarımız, “gizemli” dünyamız ile ilgili olan anlatılar. Bu anlatıların bir kısmı memorat/hatıra olarak nitelendirebileceğimiz anlatılar. Her ne kadar bunların “kişisel” anlatılar olduğunu söylememiz mümkün olsa da, toplumsal/psikolojik geleneğe yaslandığını da gözden uzak tutmamakta fayda var. Bir örnekle açıklamam gerekirse: Gece yarısı bicili tavuk görmek aslında, gören için her ne kadar ilk olsa da, anlatı geleneği içinde, gece yarısı bu canlıyı görmek olağandır.
            Bunun dışında yer alan bir kısım anlatılar ise doğrudan “duyma” yoluyla edinilen anlatılardır.
            Bu ayki anlatıların arasına, aslında konu ile parçalar hâlinde de olsa bağlantılı olan masalları, menkabeleri ve -toplumsal tepkiyi göğüslemekte zorlanabilmemiz söz konusu olabileceğinden- peygamberler ve yaradanla ilgili “kişisel” anlatıları dahil etmedim. Masal ve menkabeleri de işin içine katsa idik, yayınlanan külliyat bir hayli hacimli olurdu. Oysa ki bu ay sizler için seçtiğim anlatıların bile önemli bir kısmını değerlendirebilmemizin -süre açısından- pek olası olduğunu düşünmemekteyim. Saygılarımla...




Eceabat- Kocadere Köyü (10.04.2001)
Kadın, 61, Eceabat-Bigalı Köyü, ilkokul ikinci sınıf, dul, yedi çocuklu

Evel zaman içinde, kalbur saman içinde, iki arkadaş kahvede konuşuyolāmış. Bu akşam demişlē, ava gidelim demişlē. Olur demiş u da. O akşamı yatıyolā.
            Sabah horoz ötmeden, sesleniyolā buna, arkadaş sesinle. (Seslenirse, şeytan sesleniyomuş.) U da -arkadaşım deye- iniyo aşağa. (İki katlımış evleri. Yanında kuyu varmış.) Kuyunun yanına atlıyo adam, ikinci kattan. Kuyuya düşmüyor; yanına atlıyo.
            Gidiyo on adım ilerden. Adam da geride on adım. Yetişeyim diye, hep arkasından koşuyo. Şeytan koşuyo, o koşuyo; şeytan koşuya... Bi çalılığın içine, şeytan bunu sokuyo.
            Orda da bi düğün, bi dernekmiş ama... (Şeytanların düğünü vāmış.) Gidiyo, oturuyo adam. Bi gevenin üstüne oturtuyolar adamı, sandalye deye. Hepsi oynuyolarmış. Adam fark etmiş: Ayakları gerimiş şeytanların hep. Demiş: Eyvah demiş; şeytanların içine düştük. Çarpmasalar bali beni demiş.
            E bi atıyolāmış soğan kabukları. (Ağşam ezanında, sarımsak - soğan kabığı atılmaz dışarı.) Unlar, şeytanların paralarımış. Gelinin üstünden savuruyolāmış.
            Undan sonra bakmış: Gelinin arkasında, kadının bindallısı var. Benim demiş gelin       -kadın- demiş, besmelesiz koymuş sandıye bunu. Biraz yakayim sıgaralığı demiş. Sağ tarafına, biraz sıgarayı deydiriyo. Yanıyo bindallı.
            Neyse u orda ezan, şey... Yukardan bağırıyor böyük şeytan. Diyo ki: Tamam oldu vakit diyo. (Horoz ötmeye başlayo.) Vakit tamam, vakit tamam diyo. O anda, adam orda uyuya kalıyo. Uyuyunca kadar... Bi bakıyo: Sabah ezanı okunuyo. Çıkamıyo çalılıktan. Acık aydınlanıyor. Yol buluyo; geliyo eve.
            Tak tak kapıyı vuruyo. Diyo ku: Hanım, hanım diyo; kak diyo. Kapıyı aç diyo. U da diyo ku: Aa diyo, sen diyo içerde değil midin? diyo. Ben diyo, bi uyudum; bi yere gittim diyo. Sen de diyo, aç kapıyı da, bak sana ne anlatıcem diyo. Açıyo kapıyı.
            Ondan sonra diyo ki: Bak bakalım senin bindallıya. Besmelesiz koydun sandıya diyo. Bi de bakıyo: Sağ tarafından, kuş gözü gibi yanık. Bak diyo, besmelesiz koyduğun için diyo, dallıyı ben yaktım diyo. Şeytanlā beni aldı, götürdü diyo. Arkadaşımlan, ava deye çıktım diyo. Ben, onu şeytan anlayamadım diyo. Götürdü şeytanların içine beni diyo. Orda düğünlerinde diyo oynarkan diyo, gördüm gelinin dallıyı arkasında. Yaktım diyo.
            Undan sonra işte, kadın da u öyle görünce kadar: Şaşmış. Ondan sonra, hep besmeleylen koymuş.
            Unlā çıkalım kerevidi midi, ne? Unutuveriyom orasını da. (Kaynak kişinin bu değerlendirmesi sonucunda, ortamda bulunanlar gülüşmektedir. Ö.G.) Unlā ermiş muradına, biz çıkalım keremidine.

Eceabat - Alçıtepe Köyü (12.04.2001)

Erkek, 73, Romanya-Silistre-Tutrakan-Çanakçılar Köyü, ilkokul, dul, beş çocuklu

Korkutma için vardır öyle; söylerler. İşte: Filan derede, şeytan çıkarmış. Bilmem tavuk çıkarmış; yahut horoz çıkarmış falan diye, böyle şeyler duyardık ama aslı astarı yani...


Eceabat - Behramlı Köyü (15.04.2001)
Kadın, 45, İzmir, okur, evli

Bi gelin, kaynanasından çok korkuyomuş. Bi gün, kaynanası yokken yumurta kaynatmış. Yiyim demiş. Tam ağzına götürürken, kaynana giriyo içeri. Gelin de onu, bütün yutayım demiş. Boğazında kalıyo. Gelin, o anda ölüyo. Yıkamışlar, paklamışlar.
Gelinin de böbeği varmış. Gelini gömmüşler. Yımırta eriyince, gelin canlanmış mezarda. Can kurtaran yok mu? Can kurtaran yok mu?
O zaman da, bezirganlar geziyomuş böle. Mezarlığın kenarından geçiyomuş: Biri sağar, biri kör. (Öyle mi Enişte?) Sağar, duyuyo sesi. Öteki arkadaşına... Gidiyolar işte iki arkadaş: Gelini mezardan çıkarıyolar.
Demiş: Sen ne zaman öldün? Valla ben, bugün öldüm heralde. Gömülmüşüm ama dirildim. Sebebi ne? Kaynanamdan korkuya, yumurtayı yuttum. Boğazımda kaldı.
Gidiyolar gelinin evine. (Böyle, porta kapılar falan.) Bezirgan girmiş içeri. Böbeği ağlıyomuş. (Salıncak kurmuşlar; sallıyolar.) Demişler: Bu bebeğin annesi çıksa N’aparsın? Varımı yoğumu veririm; malımı mülkümü demiş. (Kaynataya diyolar.) Kaynata da: Varımı yoğumu veririm demiş. Demişler: Biz, gelinini getirdik. Getirin bakalım içeri. Geliyo.
Tabii geline öte beri, çamaşır veriyolar. Giyiniyo, geliyo. Demişler: Eğer bu, cadı falan olduysa: Ciğer! Gidiyolar, kasaptan ciğer alıyolar. (Öyle diyelim.)
Gelin ciğerleri kavuruyo; güzelce pişiriyo. Bezirganların önüne sofra koyuyo. Alıyo bebeğini; emziriyo. Bakıyolar: Bunda, hani cadıya benzer bir hâl yok.

D- Cadılar ciğer yemez mi?
K- Ciğer yermiş çiğ çiğ; et. Cadıya benzer bi hali yok diyolar bunun. (Sonra Enişte?)
X1- Kırk gün yaşamıştı.
X2- Kırk gün izin vermişler una.
K- U, mezara girip çıktığı anda, ödü patlamış zaten. Kırk gün yaşamış[1].


Eceabat - Behramlı Köyü (15.04.2001)
Kadın, 11, Behramlı, 5. sınıf öğrencisi, bekâr, beş kardeş

            Bir varmış, bir yokmuş. Bir değirmenci varmış. Değirmencinin, Anşe diye bi karısı varmış; karısı varmış. Karı hamileymiş. Adam, gece işe gidiyomuş. Değirmene gece gidiyomuş.
            O gece de, kadının ağrısı gelmiş. Daha anasına gitmek için, daha tepeleri aşıcakmış. Uzaktaymış anasının evi. Oraya gitmek istemiş.
            Giderken, önüne bir perii çıkmış[2]. Peri işte. (Kocakarımış ta, periimiş.) Anşe Kadın demiş, nereye gidiyosun? demiş. O da demiş: Anneme gidiyorum demiş; hamileydim demiş. Ağrılarım tuttu demiş. Sonra peri onu görüyo; evine götürüyo.
            Diyo ki: Sen diyo yat oraya diyo. Ondan sonra, şey falan yapıyo onu. Nur topu gibi bi kız oluyo. Yanına koyuyo.
            Sonra, kadının peri olduğunu anlıyo; ayakları ters olduğunu anlayınca. Diyo: Senin canın et ister diyo. İstemez kızım diyo. İster, ister diyo. Sonra, dışarı çıkartıyo periyi. Her şeyi mesmeleyle koyup, mesmeleyle kaldırıyo. İşte masaya falan koyunca: Mismillahirahmanirahim diyo.
            Sonra, peri dışardan diyo ki: Süpürge diyo: Şeyi -kapıyı- bana açar mısın? diyo. Hayır diyo. Ben mesmeleyle kondum diyo. Ondan sonra, evin içindeki bütün eşyalara söylüyo. Hayır diyo. Yani hepsi: Mesmeleyle kondum; şey olmaz diyo.
            Sonra peri, tavan arasından iniyo. Tabutu gösteriyo. Kadın, orda ölüyo.


Eceabat - Behramlı Köyü (15.04.2001)
Erkek, 13, Behramlı, altıncı sınıf öğrencisi, bekâr

           
            Bir gün, köye bi misafir gelmiş. O misafiri, hiç kimse evine almamış. O da gitmiş, camide yatmış; camiye. Sonra caminin... Cami de o zaman, odundanmış. Taş yokmuş o zaman. O odunların arasından, şey, cadı gibi bi şey gelmiş.
            Sonra o cadı gibi şey, o yabancının şeyine doğru gitmiş; yabancıya doğru. Sonra yabancı onu alamıycak şekilde, kalbi duracak şekilde durmuş. Sonra, cadı onu hiç hissetmemiş. Gene, o geldiği yerden gitmiş.
            Sonra adam -o adam- gitmiş; köylülere haber vermiş. Köylüler... Bi mektup yazmış. Mektubu atmış. O mezara doğru gitmiş; cadının mezarına. Ordan içeriye girmiş. Sonra köylüler, mektubun arkasından gitmiş, bakmış: Cadı yatıyomuş. Öyle ölü gibi yapmış kendini.
            Sonra bütün odunları -hepsini- almışlar: O cadıyı yakmışlar.


Eceabat - Behramlı Köyü (15.04.2001)
Erkek, 70, Behramlı, okur-yazar değil, dul, yedi çocuklu

[3]Kocası değermene gidiyo. Karıyı ağrı tutuyo. ..... bile ..... unun içinde. Bu, anasına gidicek. Anasına gitti.
            Giderke, bi kocakarı çıkıyo önüne: Nere gidiyon kızım? diyo. Ağrım var diyo. Dur diyo; ben seni durdururum diyo. Alıyo bunu, getiriyo eve.
            Unu duğurduruyo bu; yatırıyo. Senin diyo cânın diyo, kahve de ister diyo. İstemez diyo nene diyo. İster ister diyo. Buna... Gidicek şimdik.
            Kahve yapıyo, içiriyo. Senin canın diyo, et de ister diyo. İstemem diyo nene diyo. İster ister diyo. Alıyo kendini, çıkıyo kapıdan, gidiyo. Çıktıktan sonra, bu, kapıyı mesmeleliyo, örtüyo. (Anlıyo.)
            Gidiyo bu mezarlığa. Cenazeyi çıkartıyo. Sırtına alıp geliyo: Kızım diyo, aç kapıyı diyo. Açılmaz kapı diyo. Mesmele çektim diyor.
            Çıkıyo tavana. Böle deliyo undan. Urdan salıyo cenazeyi. Düşmüyo da ordan. Damın yukarsında, üle baka, baka, baka ölüyo kadın; ölüyo. Korkudan ölüyo. Çocuk da: Bağara bağara, o da ölüyo.
            Değermenden geliyo kocası sabahlan. Kapıya bakıyo: Kapı kitli; açılmıyo. Gidiyo anasına -kaynanasına- diyo ki: Kapı diyo açılmıyo diyo. Siz mi kitlediniz? N’oldu? ‘Epci geliyo şimdi bunlā. Geliyolar; kapıyı kırıyolar.
            Giriyolar; bi de baksınlar: Kadın ölmüş. Bi de bakıyolar: Urda cenaze. He! ‘Ocaya gidiyolar bunlar. Hocaya anladıyolar. Hoca diyo ki: Ben diyo şimdi diyo, size bi mektup yazıcam. Bu mektubu iyi gözledin diyo. Mektup, alıp kendini gidicek.
            Okuyo hoca. Mektubu salıyolar. Hoca... (Şey!) Mektup, doğru mezarlığa gidiyor. Düşüyolar, bi de gidiyolar. Bi de bakıyolar: Mezarın içinde, -öyle- cadı dururmuş. Üyle bakarmış. Getirin bakalım: Kireç, ateş... Unu urda yakıyolar.
            (Bu da, bu kadar.)

**
            [4]Bi yımırta yiyo. Boğazında kalıyo. Kaynanasından korkuyo; ölüyo bu. Gömüyolā bunu. Bi de çocuğu varmış küçük; memede.
            Gece yarısı, iki kiş geliyo; atlı. (Basma satmaktan; katırla.) Tam küyün altına gelince   -böyle köyden yukarı çıkarka-: Can kurtaran yok mu? diye bağarırmış. Sağarmış: Arkadaş diyeri, biri bağarıyo. İyi dur. Ya ben diyo duymuyorum; kulaklarım duymuyo. Sen sağarsın: Nası duydun bunu? Yav dur biraz diyo. Yine yürüyolar falan. Dinle bak diyo. Bi de dinleyö: Tamam. Bağırıyo. Dur, dur; bağıraye(?). (Bilmiyolar mezarlıkta olduğunu.) Unu bağaran yerine iniyolar.
            Bi giriyole mezarlığın içine. (Kar var zaten yerde; kar yağmış.) İyi dinle bakalım diyo. Yine bi bağarıyo. Tamam diyo, burda. Yürü! Gidiyolar; atı bağlıyorlar. Başlıyolar mezarı kazmağa. Açıyolar. Açıldıktan sonra diyo: Nasılsın? Amcalar, dayılar! Çıkarın beni. Anamdan doğduğum gibiyim. Hade arkadaş diyo. Açıyolar temelli. Kefinini diyo, burda bırak. Benim gocuğumu giy. (Eski gocuklar vardır; eskiden.) O gocuğu atıyo oraya.
            Bu, zamanında -bu kadın- iplik işlermiş. İplik işlediğinden sonra, ‘ep arttırırmış iplikleri. (Çalarmış yani.) Bacaklarına bağlanmış; çıkmazmış. Bacaklarım bağlı demiş; kalkamıyom. Girdiyo arkadaş içeri. Argadaş iniyo aşşağaya. Kesiyo unu. (Urgan olmuş yani iplikler.) U zaman boşalıyo.
            Giydiriyolar ona gocuğu. Pindiriyolar atın üstüne: Hadi yürü bakalım. Bubanın evlerini bilir misin? diyo. Bilirim diyo. En önde gidiyo katırlan. Doğru çekiyo. Bi de geliyo: İşde burası diyo; burası bizim evler. Tamam! İndiriyolar atı. Sen saklan diyolar ona; görünme.
            Bağırıyolar: Amca! Bizi bu ağşam mısafır alır mısın? Alırım diyor; gelin. Atıma? Atına da yer var, size de yer var. (Alıyolar içeri.) Çıkk! Giriyolar içeri.
            Diyo: Niye ağlıyo bu çocuk? diyo. Size ömürler diyo; gömdük onu biz diyo: Gelini. Biz diyo... Çıksa diyo, ne yaparsın? Bütün diyo sığırlarımı, hayvanlarımı veririm una diyo. (Kaynatası çok severmiş.) Verin elbiselerini! Getirin bakalım diyo. Hemen elbiselerini veriyolar. Ötede -dışarda- bi giyiyo; geliyo eve.
            Hemen kaynatasının elini öpüyo, kaynanasının elini öpüyo. KOcasına haber yolluyolar. (Kahvede.) Yörüyün! Geldi, Anşa geldi! Vay be! Bütün millet yürüyo, yürüyo.
            Niyse, gocasına diyolar: Git, ciğer al. (Bozuksa, ciğeri kendi yirmiş.) Gidiyo, ciğeri alıyo. Güzel pişiriyo. Buyur diyo ‘epciği. ‘Epsini başlayın. ‘Epciği yiyo.
            Sabālan, getirenlere diyo ki: Dile benden ne dilersin? Ne dileyelim senden ya! Sağlığını dileriz. Bunlar -urda- alıp kendilerini gidiyolar.
            Kırk gün yaşıyo. Kırk günden sonra ölüyo.
D- Neden ölüyor?
K- Korkmuş. (Bacakları bağlandı ya.)
X1- Ödü patlamış.
K2- Mezarlığa girince, ızdırabı varmış ya. Tabii ızdırabı...


Lapseki İlçe Merkezi  (26.04.2001)
Kadın, 81,  Lapseki İlçe Merkezi, ilkokul 4. sınıf

            İşte uykudamışlar. Uykudan, ağbim uyandırmış annemi. Anne demiş, bak demiş. Dovullar çalıyo; düğün vā demiş. Düğün var deyincesine de, annem bakmış: Dovul sesi değil. Tıngırı tıngırı... Pencereleri açmış şöyle: Kafalarında, kara tenceremiş. Hemen annem anlamış. Bunlar, periler galiba demiş. (Dedem hocamış ya: Sakın, gece kapı açmayın dermiş.) Kapatmış perdeyi: Oğlum demiş, Hafız Dayı’ya demiş “okuyucu” geldi; Kolkoparanlar’ın düğünü var. Sen uyu, sen uyu demiş.
            Sonra usul yerine(?) giden bu Çanakkale eski yolundan: Önünde bi sancakmış; kırmızılı, yeşilli. Arkasında da, ufecik ufecik tencereliler. Urdan çıkmışlā, gitmişlē. Bütün ama Lapseki’ye, deve damlarından inmişler. U Fatine Ablalar’ın urdan inmişler. U mahalle -herkez- görmüş unları böyle.
            Undan sonra -urdan çekip gittikten sonra- ertesi gün, bi hastalık yayılmış memlekete. Üç ay herkez hasta olmuş korkudan.
Cinlilēmiş. Nemişler? Cinlermiş; cinlilermiş işte. U kara tencereyi derdi annem, pencereden şöyle baktı mı hemen... Dedem derin okumuşmuş da; ondan.

D- X Teyze, bu cinliler, kapıları çalar mıymış?
K- Çalarmış.
D- Kaç kere çalarmış?
K- İki kere! Üç kere çalmazlāmış. Üç kere çaldığınan, bozulurmuş tılsımları; insan olurmuş. Bi tane su cadalağısı bi kadın -böyle İmral gibi- yerde, u cinlilerden -af edersin- çocuk doğurmuş üç tane.
            Kadın gelirdi bize. Artık dedem öldü de... Gene annemi bırakmazdı, annemi. Okurkana şeydermiş -bulunurmuş- yanında. İşte, sonra şey demiş: Üç kere bağırmayınca, sakın kapı açma demiş anneme.
D- Cinlilerden çocuk doğuran kadından bahseder misin biraz daha?
K- Daha düne, gene bize gelirdi kadın ama şimdi artık beş-altı senedir gelmiyo. Ben de gidemiyom; görmüyom. Kızın adı da... Üç tane kızmış. Dedem: N’apıyo Letafet? dermiş. İyi. Dedene gitme sen. Dede seni hasta ediyo dermiş cinliler; çocuklar. Dedeye gitme anne, dedeye gitme. Hasta ediyo dede seni dermiş. (Bilirlermiş; okumağa gelirmiş.)

**
            Bi eşek çıkmış. Bizim amıcamız, Çanakkale’den Lapseki’ye geliyomuş. Gündüzden gitmiş. E araba falan yoktu eskiden. E geliyomuş; yayan geliyomuş. (Gitmesini de zaten yayan gitmiş.)
            Tam ezan saati olmuş; geçmiş. Geçtikten sonra şeytmiş, bi eşek çıkmış önüne. Aa çüşş çüşş demiş. Durmuş eşşek. Duruncasına, binmiş eşşeğin üstüne.
            Yapıldak Çayı’nda, bi yere gelmiş eşşeğin üstünde. Yapıldak Çayı’nda gün doğmuş. Bi silkinmiş eşek: Amıcam yere düşmüş. (Bu Ayşe’nin bubası.)Yere düşünce, bi de bakā: Ne eşek vā, ne bi şey vā.
            Yapıldak Çayı’na diye hep gidenlē, Yapıldak... Kara teknelerle, Yapıldak Çayı’na deye gitmiş. Yapıldak Çayı’nda kaybolmuşlar.

**
            Beybaş’a gitti. Beybaş’ta öğretmenlik yapıyo. Ev yokmuş urda. Caminin odasına koymuşlar bunları. Caminin odasına koyunca, gece başlarlāmış: Güm güm güm kapıya; güm güm! Yengem korkarmış. Nese, ağbim: Korkma! Yok bi şey. (Ağbeyime duyulmazmış; u duyarmış.)
            Son bi gecesi ..... Efendi gelmiş. Gelince, yengem: Hadi demiş, erken gidicen demiş; katmer yapiyim demiş.
            Katmeri pişirirken, pat diye kapıyı açmışlā, kapamışlā. Kimse yok kapıda! Yengem korkmuş. Hemen tavayı söndürmüş. Girmiş, ağbeyimi kaldırmış. Ağbim gelmiş te katmeri pişirmiş ve yollamışlar sonra. (Sıhhiyeci(?). Camilere gidiyodu, köylere gidiyodu.

**
D- Cinlilerin iyileri kötüleri var mıymış?
K- Varmış.
D- İyileri nerede olurmuş?
K- İyileri camide olurmuş.
D- Kötüleri?
K- Kötüler: Su yerlerinde, böyle odun kesilen yerlerde, çaylarda; pislikli yerlerde olur.
D- Peki küllükte?
K- He! Küllü yerlerde olurmuş işte öyle; kül ekili yerlerde falan. Pislikli yerlerde olurmuş.


Gökçeada - Şirinköy (24.05.2001)
Erkek, 54, Bulgaristan-Razgrad-Kalaycı Köyü, ortaokul, evli, üç çocuklu

Şeytan var denirdi. Horoz ötünceye kadar gezdirirmişler falan. (Duyardım dedelerimden.) Fakat, bir akşamı kendi geldi; ben uyurke derdi. Kaldırıverirler beni dedi şeytanlar. Davul-zurna dedi; sanki düğün var dedi.
            Gidiyoz dedi. Horoz nerde öttü? dedi. Ormanın içinde mesela, kaldım dedi. Orda bırakırlar insanı.
            (Bunları, böyle duyardık ihtiyarlardan. Şeytan diyip te, bizi korkuturlar; gençleri.)


Ayvacık - Tamış Köyü  (08.05.2001)
Kadın, 39,  Tamış, ilkokul, evli, iki çocuklu

            Ayvacık’ta bir kadın, rüyasında -rüya gibi, hayal gibi-, hacıya götürmüşler. Aynen diyo, burdakı hacılar gibi diyo: Gittim gördüm her tarafını diyo. Peygamberimizin falan diyo, mezarlığına ziyaret ittim diyo.
Hiç Kuran’ı bilmezmişti. Kuran’ı rüyasında okutmuşlar. Hiç böyle gözünü yumuyo falan. (Hastanede denk geldi. Büyükannemi götürdüktü biz de.) Ne güzel ezbere okuyo hepsini. Hiç bilmezdim diyo. Gece diyo, rüyamda... (Hem de şeymiş: Kahvenin -hanımlar kahvesi varmış- orda oturuyomuş. Daha sağdı; ben bunu yakında gördüğümde. Eme ..... / ..... İşte şimdi: Eski yazıyı, Kuran’ı diyor, rüyamda öğrettiler diyo. Hacıya gittim. Her tarafı -oraları- ziyaret ittim diyo. Burdakılarlan karşılaştırdım diyo. Hepsi aynı diyo.
Şimdi diyo, birisi diyo hasta olunca diyo, söylüyolar bana diyo. Bu: Şifa için okursam, hemen diyo bire bir geliyo. Hemen diyo, benim kalbime geliyo diyo. Onu diyo: Olucak mı, ölcek mi diyo; kim olursa diyo.
Benim bak bu büyükanneme -bu çok rahatsızdı o zaman- söyledim. Ölmüycek; ölümlü durumu yok dedi. Oğlan dedim okuyo dedim; nası olacak? dedim. Oğlun okuycak dedi. Didiği gibi hepsi de böyle... Şimdi diyo ki: İşte diyo, birisi rahatsızsa diyo, şifa için okuyunca, bire bir geliyo diyo. Ama diyo olmayacaksa, zaten galbimden geliyo da, yüzüne diyo, hepsini söylenmiyo; dinilmiyo diyo.


Ayvacık - Tamış Köyü  (12.05.2001)
Erkek, 68,  Tamış, ilkokul, dört çocuklu

Şimdi, sene 1950’lerde, bak şimdi olay. Bu bizim Türkiye Cumhuriyet’in bu hale geldiğinin olayını anladam. (Bunu duydum.)
            Şimdi daha 50’lerde, yani daha 50’den eveli pardon; çete zamanında, Yunan zamanında yani. Burları Yunanlılar basmış. Şimdi bizim bu Ayvacık’tan gelen u çay var ya: Gemedere Çayı. Şimdi burda bizim, aşarıda değermen var. (Bu hakikat ama; bu hakiki bi olay. Şimdi -urda- değermende, bizim bu Cahit vā ya; Cahid’i bilirsin. ..... Cahid vardı. Cahid’in dedesinin başına geliyo bu hadise.) Tabii çetelē olduğu için, çayın ..... urda şe yapmağa adam korkuyo. (U zaman, böyle değermenler yok, fabrikalā yok. İşte bi yel değermeni var, bi de su değermenleri var.) Adam bi torba, bi şinik ekin oluyo ağnadın mı: Gurp! Götürüyo oraya. Bır bır bır bır, bır bır bır bır... Bi daşdan anadın mı, yavaşça böyle şe yapıyo. Şimdi daşın buğazında, az bi ekin varmış. (Arpa veyaut buydey. Orasını bilmiyoruz.) Ocaklığı da, böyle déğermenin damını hatta ..... ocaklā. Külün içersine tutuyor ağnadın mı Hüseyin Ağa; bu Cahid’in dedesi. Boğça gömüyor; hamursuz bi boğça. (Hani benim, hamursuz lokma yaptığım gibi.) Boğçayı gömüyor. Bişicek, yiycek yani; galkıp köye gelcek; veyaht da dağa çıkıcak yani. U şeyi -değermeni- terk edcek yani. (Çetelerden korkuyo, Yunanlar’dan korkuyo. En fazla çetelēden gorkuyo. Bizim burda, çetelē daha çok zarar yapmış.) Velhasılı, işte hazır... Bu da taşın başında ve taşı bağlaycakmış filan.         
            U üç dene ihtiyar geliyor; böyle üç dene ehtiyar. Selamın aleyküm déğermenci! Aleykim selam. Hemen üç dene ehtiyar oturuyu u ocaklığın şeyine. O diyo: Değermencinin diyo poğçası da varmıştı ocakta diyo diyolar şimdi. Tabii şimdi atdım diyo ağnadın mı. Déğermenci de şeyi bağlıyor taşlaa. Yani ekin bitiyor ağnadın mı. Çekiyo nese işte bunu -taşını- suyunu bağlıyo. Çıkar diyo, boğçayı yiyelim diyo şimdi ehdiyarlā. Daha şimdi godum diyo; pişmedi diyo bu yanı. Yok yok, pişti pişti; çıkar sen onu diyolā.
            Çıkarıyolā: Yumrug gadar bi boğça. Şimdi başlıyolā ağnadın mı, boğçayı bunlā yiyular. Üç dene ehdiyar, bi tene değermenci yiyor boğçayı ama boğçayı pitiremiyolarmış boğçayı. Boğça pitmiyo.
            Şimdi birisi ayet okuyor -hakiki bu yani-, Kuran’dan bi ayet okuyor. Öbürküsü -ikinci olan- unun cevabını veriyor; yani Türkçe’leştiri; cevabını veriyor. Şimdi, ikincisi bi ayet okuyor. Üçüncüsü onun cevabını veriyor. Üçüncüsü bi ayet okuyor. İlk okuyan, unun cevabını veriyor.
            Şimdi sonuçta şimdi, Kör Kemal isminde diyo. Değermenciye diyo: Bi adam gelcek diyor köye diyor. (İyice garışık yani. U Osmanlı... İngilizlē İstanbol’u, Yunanlılā İzmir’i, Fransızlā işte Gazianteb... Bu da... Çete almış memleketi yörümüş. Her yerde çete vā!) Bu diyo, Türkiye’yi kurtarcak diyor; “kör adam” Türkiye’yi kurtarcak diyor. Undan sonra: Kırka kadar diyor, ışığı sürcek diyor. Kırktan sonra diyor, sağır alıcak iktidarı diyor; reysicumhur olucak. Elliye gadar götürücek diyor. Elliden sonra diyor ağnadın mı, bi adam gelcek diyor. Çok iyi gitcek; atmışa gadar götürcek diyo. Atmıştan sonra diyor -yetmişe gadar- gır-mır geçicek diyor. (Aynısı u dedenin söylediklēni anladıyom yani. Cahid’in dedesinin sözlerini anladıyom. U ehtiyarların dediği lafı.) Yetmişe gadar diyo, gırgırlı geçicek diyor, unlaın içindeği ehtiyar. Yetmişten sonra ne olucak? diyor. İşte orasını ne sen sor diyor, ne biz söyleyelim diyor.
            Bi sefer ağnadın mı, dégermen taşından un almak için, bi dönüyoru. Bi de dönüyo: Adamlar yok! (Bize, adam öyle anladırdı; Hüseyin Abi işte. Hakkatan aynı böyle çıktı bak yani. Daha Atatürk çıkıp felan, bu Türkiye’yi gurtarık değildi yani. Urda üç dene işte evliya... Tabii unlar bi evliya.)
            Hızır da, böyle bi evliya ağnadın mı.


Bozcaada İlçe Merkezi (05.06.2001)
Erkek, 78, ilkokul, dul, iki çocuklu

Caminin yanında. Urası ‘mecid’mişti. Mecid, ‘ani okulmuştu. Urada, zatlar yaşıyomuştu yani. Urda da yani, insanlā o şeytanlā karışıyomuş yani insana.
            Urda gene, kaynatamın evi vardı. Gece “karışmışlar” buna; kaynatama karışmışlar. (Undan duydum.) Şeytanlā çıkmış... Bazı sen uyursun mesela; nere gittiğini bilmiyosun. Arkandan geliyo. Takur-tukur yapıyo; gorkuyosun.
            Garıştılar buna. Şeytanlar var diyu hani orda. Hakkatan burda okulmuş eskiden. Burası tarıkat(?), topluluk: Hepsi unlar karışıyo yani. Karıştılar hepsine böyle yani. Buraya gaflet basıyo; otdiğin mi buraya, gaflet. Uygusu muygusu geliyo. Bi şey oluyo yani. Burası, eskiden ‘mecit’ diyolardı. U zaman öyleymiş urası. U caminin yanındadı u zaman. Çok hani şeyini görmüş onun. Eyiliğini görmedi yani. Da onu karışıyolardı böyle.


Bozcaada İlçe Merkezi (07.06.2001)
Erkek, 54, Bozcaada, lise terk, evli, üç çocuklu

Çok eski zaman. (Tabii duyuyoruz burda.) Sürü sahipleri, arkadaşlar falan. Dışarda, bizim dam dediklerimiz yerler. Bağ evlerinde, içki muhabbeti sırasında, mezeler bitiyo, yemekler bitiyo. Sürü sahibinin bi tanesi diyo ki: Ben demiş gidiyim; bi tane oğlak getiriyim sürüden. Keselim. Devam edelim muhabbete.
            Gidiyo, yürüyo. Yol kenarında, bi tane -çakılmış, iple beraber- bi oğlak görüyo. Şunu demiş ben alıyım de, yarın demiş sahibine, bi tane oğlak -diyetini- veririz.
            Sırtına alıyo bunu, oğlağı. İkişer bacağından tutuyo; sırtına alıyo. Giderken: Vay kerata vay demiş aynı. Erkekmiş te bu demiş. (Kendi kendlne konuşuyo.) Sırtından bi ses: Erkekim tabii diyince, adam bırakmış oğlağı. Bırakmış ve kendi sürüsüne gidiyo. Anlamış adam. (Bu rahat yani, bi altmış sene falan vardır; bilmiyorum ama.) (Ben çocukluğumda gördüm. Tabii o adamları tanıyoruz şahsen.)

**
            Şurda çocuk parkı var. Orda, üç tane dübek vardı. Üç tane dübeğin arasında, gece, yani bizim civciv dediğimiz gurk tavuğu, civcivlerinlen beraber gören çok. İşte o zaman dedikleri yani: Şeytan tabir ettikleri (o tavuk) ve civcivleri; (Şeytan.) Zarar vermiyo; sadece görünüyo.

D- Neden, onların şeytan olduğu düşünülür?
K- Ama çünkü orda mesela şimdi, tavukların biliyosunuz bi zaman zarfında, onlar gurka yatar. Ve o zaman zarfından sonra gurka yatmaz. Hele hele gece vakti bi tavuk, civcivlerinlen beraber, zaten dışarda dolaşmaz gece vakti. Bu kesinlikle bi kere, olan bi şey değil. (Tabii ordan dikkati çekiyo yani.)

**
            Benim, rahmetli amcam vardı. Gene o Hovardalar’ın evinden -bekârken- bi gün çıkıyo. Şurda, köprüler vardı çok; siz bilmezsiniz, hatırlamazsınız. Şurda bi beton yol var. Rum Mahallesi’ye, Türk Mahallesi’ni ayırır. Orda, yarım daire şeklinde şeyler vardı, köprüler vardı eskiden. Güzeldi çok. Evet, onun üzerinde köprüler vardı.
            Bir gün, rahmetli amcan çıkıyo evlerinden. Bacaklarının arasında, devamlı bi tane kedi yavrusu dolaşıyo. (Bu esas; gerçek yani.) O zaman, elektrik de yok adada. Devamlı... Fakat ayaklarına hic deymiyo.Devamlı... Rahmetli amcam, bu sefer uyanmış işte. Bu demiş, şeytan! Zarar verirsem, beni çarpar fikriyle.
            Köprünün başına geliyo rahmetli amcam. Köprüden, öbür tarafa geçiyo. Arkasına baktığı zaman, o kedi şey olmuş: Eşek yavrusu olmuş. Evet.
            Sonra bunu -ertesi günü geliyo buraya- müftüye soruyo. Buruya, müftüye soruyo; müftülüğe soruyo. Müftülüğün verdiği yanıt: Onun demiş sınırı, oraya kadar. Bu tarafa geçemez diye yanıt vermiş. (Rum tarafında kalıyo. Hayvan, Rum tarafında kalıyo. Rahmetli amcam geçtiği zaman, arkasına bakıyo: Küçük sıpa olmuş; evet.) Geçmemiş. Belki de, su akıyo diye geçmedi.

**
D- Adada, şeytan yada cinin olduğu düşünülen bir mekân, bir sokak, bir harabe var mı?
K- Halen var. Şurda, Küçük Cami’nin evi var. Orda mesela kirli gittiğiniz zaman -yani bedenen kirli, fikren kirli-, içkili gittiğiniz zaman, orda rahat vermiyo.
D- Caminin içinde mi bu?
K- Yanı başında. Hayır dışında; caminin dışında.
D- Neler yapıyor o ev? Örnek verir misiniz?
K- Örnek veriyim size. (Anlatılanlar doğrudur; dediğim gibi.) Lambayı bile deviriyo, alttan vurduğu zaman. İkaz ediyo.
D- Peki, ikazın ötesine geçtiği olaylar var mı?
K- Yok; göründüğü falan yok.
D- Bütün olaylarda, ikaz mı ediliyor? Yoksa -devam ettiği takdirde- kişi cezalandırılıyor mu, çarpılıyor mu?
K- Öyle bi şey yok. Çarpılma olayı yok ama ikaz ediyo, evet. (İçinde oturanlara yapıyo tabii. Evet, içinde oturanlara yapıyo. Şu anda oturan yok içinde; boş.) İçki içmezse, efendim temiz olursa; onlara hiç bi şey yapmıyo.


Yenice - Yukarı İnova Köyü (22.07.2001)
Erkek, 77, Yenice-Nevruz, okur-yazar, evli, üç çocuklu

Şimdi şu rastlantı vā bizde bi: Bizim avlunun kapısı iki tanedi. Komşu urdan girē, arka kapıdan çıkā böyle. (Bu, raslandı yani.) Annem rahmetli iniği bağlamış asmanın diriğine. Südü sağıyo inekten. Ordan, bi veran elbiseli birisi geldi; orayı geliyo. Anama diyo ku: Be kızım diyo, biraz ekmeğiniz yok mu? diyo. Gānımız acıktı diyo; doyureyim diyo. Dur, dur! Biraz daha bekmez goyvereyim ben diyo. Hemen bakırı oreyi asıvarıyo; çiviye. Merdimanlādan yokara çıkıyo.
            Böyle duvarda: Yüklük diriz biz. Ora bocut-mocut, desdi-mesdi bi şeylē konuyo; bekmez burda. Seninki, acele olaraktan tabağa goyuyo; ekmek alıyo. Bi de dışarıya çıkıyo: Adam yok! Gomşulara soruyo. Görmedik! Ah be! Veremedim diye üzülüyo şimdi.
            E bu sefer, inek sağıyo. Bi de merdimene bakıyo: Yokardan tıp tıp, tıp tıp, aşşağa böyle bekmez akıyomuş. Hii diye, böyle içini çekiyo. Ben diyo acele ederken diyo, tam diyo desdi oturmadı diyo; devrildi diyo. Gidiyo bekmez diye.
            Hemen geliyo. Bi de kapağı açsa, baksa kı: Desdi, olduğu yerde oturuyo. Gaynamış yokara böyle. Hii! İçini çekesiye gadā, hoop aşşağıya inivēmiş.
            (Bunu rastladığını söylēdi rahmetli anneceğezim bana.)


Gelibolu - Yüllüce Köyü (02.08.2001)
Kadın, Yüllüce, ilkokul, evli, üç çocuklu

K- Evvel tabi, evvel görünürmüş insanlara. Şimdi görünmüyo. Evvel... Bizim yaşlılarımız anlatıyodu: Falan yerde -yok- bicili tavuk gördüm. Yok işte bi delikanlı gördüm işte. Şimdi, yok üle bi şey. Kimseye görünmüyo.
            İşte evvel türbelerde görünüyolarmıj demek istiyom. Şimdi görünmüyo. Evvel... Şimdi, benim ninem anlatırdı: Toplamış çocuklarını. Komşuya istemişler. Gidiyolarmış oturmağa. Unun da çocukları varmış. Giderken, bi de baktım diyo, bi bicili tavuk diyo. Bicili tavukları, çocuklar da: Ay! Bici falan diyerekten tutmağa kalkmışlar. ‘İc bi tane bi şey kalmamış. Uçmuş gitmiş olduğu yerde. İşte: Şeytan demek istiyolar bunlar ama şimdi görünmüyo.
D- Bicili tavuk şeytan mıdır?
K- Şeytanmış güya.
D- Biraz önce: Delikanlı dedin.
K- Kimine tabi, kimine üyle görünüyomuş. Delikanlı şeklinde görünüyomuş ama bilinmiyo. Ya kimisi diyo mesela: Çok güzel, giyinik gördüm diyo mesela.
D- Nerde görmüş?
K- Ya bi kırda olsun, bi yerde görmüş ama yane anında kaybeldi diyo. Kimisi: Yok rüyasında görmüş diye, inanılmıyo yani şimdi.

**
Küçükmüş; üç yaşındamış. Annesi ‘amur açarkana, çocuğun tuvaleti geliyo. Git diyo tuvalete; git kendin kızım diyo. (Ne bilicek; üç yaşında çocuk!) Gidiyo dışarı -evin bahçesine-; gidiyo oraya, işiyo çocuk. Daha orda, eli ayağı kıvrılıyo. ‘Emen elleri ‘amurlu daha kadının. ‘Ocaya götürdüler; iyileştirdiler. Türbe var sizin evin önünde demiş. Unun üstüne işemiş demij.


Gelibolu - Yüllüce Köyü (02.08.2001)
Kadın, Yüllüce, ilkokul, evli, üç çocuklu
Kadın, 21, Yüllüce, lise, evli

K1- O beşinci sı... E Ramazan’dı, Ramazan’dı. Biz ikimizdik evde ‘eralde. Annem Gelibolu’ya gitmişti.
K2-  Bubannem de vardı.
K1- Bubaannen yoktu kızım; biz ikimizdik evde. Tabi ikimizdik. E babası demiş... Ramazan’dı. Abdes aldı. Ordan: Ben de camiye giderim kaveden dedi; gitti. Biz, ikimiz kaldık. Ben de una dışarda -banyo yapcek. Sabāleyin Edirne’ye götürcek öğretmenler, geziye- su alıyom dışardan. Sen de dedim, köpeğine ekmek ver dedim. Küçük köpeği vardı. (Tülü; o beyaz köpeklerden.) Çıkmış kuyunun üstüne. Orda ekmek doğruyo. (Sarkıntılık ediyo diye, duvarın üstüne koymuştu.) Ekmek doğruyo. Şu camın altında da, şu amcamların da, moturun arabası var. Küçücük bi şey diyo.
K2- Şu aralığın da “tekinsiz” olduğunu söylerler.
K1- Orda küçücük bi şey diyo: Bacağanı çelmiş büle diyo; bana doğru hep bakıyo diyo. U da, una bakarmış.
D-  Küçücük bi şey yani. İnsan mı?
K1- İnsan şeklinde. Sonra, bu bakıyomuş una. U bakmış. Köpek gitmiş: Buna salmış. Ben diyo vurduğunu görmedim de diyo, nası vurursun, canı acır da diyo; büle bağararak, acı acı geldi diyo. Bacaklarımın arasına girdi köpek. U urdan inmiş. Büle ayaklarının ucunlan diyo: Tin tin tin yürüyerek dedi... Şu kadar boyunda; başında takkesi diyo.
D- (Derleyici, kaynak kişinin elinle verdiği tarife göre açıklama yapıyor. Ö.G.) Boyu yaklaşık elli-altmış santim.
K1- U kadar bi şey varmış yani. Gelmiş iyice -u duvara da yakındı moturun arabası; şuraya dayamışlar- motorun arabasının altına girdi diye, ‘epten yaklaşmış Saadet te. Korkmuj bu da. Girince diyo: Ha ha ha yaptı bana diyo. Bu bir bağarıyo: Anne diye. Ama ben, elimden kovayı bıraktığım gibi: Ne var kızım? dedim. Ay anne! Sen orda mısın? dedi. Ben, sen yoksun deye bağardım dedi.
            Bu geldi hemen: Annecim! Çabuk su ver bana; ölüyom. Çabuk su ver. Ne oldu? Büle büle. Unların da, ufak çocuğu vardı. Yavrum! Otur dedik, aldattık ama ben diyo, onun kendini gördüm diyo.
D-  Peki Saadet, yaşayan kişi olarak, bir de sen, bize bu olayı anlat bakalım?
K2- İşte annem söyledi. Köpeğim vardı benim; küçük bi köpek. Sürekli üzerime hopluyo diye, ben de çakılın üzerinde koyardım onun tasını. Orda böyle ekmek doğruyorum ona ben; vermek için. E yengem var. Onun da çocuğu o zamanlar küçük. Hemen hemen aynı boydaydı. Arabanın böyle şeyi olur; kirişi olur. Oraya oturmuş, bakıyo. Ben de -ismi Faruk-: Faruk, orda ne yapıyosun? dedim. Cevap vermedi bana. Simsiyah, yüzü görünmüyo. Ama küçük bi şey. İnsana benziyo. Yüzü nası diyim: Simsiyah! Ya, bildiğin esmer bi... Esmer demiyim. Zenci bi insan nası olur; öyle bi şey. Saçları yok ama böyle cine benzer bi şey. Hani hep çizgi filmlerde görürüz, karikatürlerde falan; öyle bi şey. Şapkası vardı. Şöyle aşşağıya doğru sarkıyo gibi. Ya siyah sanki üzerinde bi -ferace derler- giyinmiş gibi. Öyle bi şeydi. Küçücük ama. Ondan sonra, yere hopladı. Böyle, arabanın tekerine doğru kaydı. Ben hâlâ bakıyorum. Aklıma çünkü bi şey gelmiyo. Çocuğum o zamanlar daha. On yaşında veya on bir yaşında falan. Daha sonra işte Fındık havlamaya başladı. İsmi Fındık’tı. Havlamaya başladı. Hemen indi kuyunun üzerinden. Tekerin yanına gitti. O böyle havlıyo; geri çekiliyo. Korkuyo bi şeyden; geri çekiliyo. Ben, ona bakıyorum. Havlıyo havlıyo, tekrar geri çekiliyo. Sanki bi şey oldu: Vurdu gibi hayvana. Yani: Köpekler görür derler her zaman, bi şey varsa orda. Ya köpekler hissedermiş.
D-  Neyi hissedermiş?
K2- İşte cin mi, peri mi; bilmiyorum tabi ki. Daha sonra, işte vurdu sanki. Acı hissetti. Bağırmaya başladı. Direk geldi bacaklarımın arkasına. (Korktuğu zaman öyle yapar. Ben köpeğimi tanıyom çünkü.) Korktu. Bacakların arkasına geldi. Fındık çık demeye başladım. Ben, o öyle yapınca korktum. Yani Fındık öyle davranmaya başlayınca, bi şey olduğunu anladım; korktum. Anneme seslendim; bağardım. Anneme seslenme esnasında, işte tam böyle tekerin arasından gözüktü; güldü. O öyle deyince, ben bi daha bağardım. Ama içeriye geldiğimde -annem hep der-: Bembeyazdı yüzün diye. Çok korktum.
D-  Yüzü, insan mıydı?
K2- İnsan, bildiğin insan ama ürkütücü bi şey.

D-  Bir de: Bizim bu aralık, tekin değildir dedin. Neden öyle?
K2- Hep fal baktırırlar. Fallarda, şöyle tarif edilir: Sizin evin camın altında, böyle kuyu var derler; kuyu. (Mesela bizim evi bilmiyen insanlar tarif ediyolar.) Kuyunuz var. Kuyunun sağ tarafı diyolar, tekinsiz diyolar. Oraya, bi kurban istiyo diyolar.
D-  Siz adadınız mı kurbanı?
K2- Hayır, hiç bi zaman da yapılmıyo.
K1- İnanmıyoz diye, yapmıyoz işte.
K2- İnanmıyolar. Ben unu gördüm. O yüzden hâlâ korkarım.
D-  İlerde, siz adayacak mısınız o kurbanı?
K2- Param olursa yaparım. (Kaynak kişi ve derleyici gülüyor. Ö.G.)


Merkez İlçe - Kumkale Beldesi (13.09.2001) 
Erkek, 80,  Bulgaristan-Ruscuk, okur-yazar, evli, iki çocuklu

Şimdi bi oğraşıyeri, iki oğraşıyeri kalaycıların piri. Oğraşiyir oğraşiyir: Kalayı tutturamıyo. Tutturamadığı için üzülüyo. Ne yapsın şimdi?
            Böyle kendi kendine üzülerek, ailesinin yanına doğru gidēken, bu sefer şeytan, boyuna sesleştirirmiş: Acaba ne yaptı, acaba ne yaptı, acaba ne yaptı? deye. Nası demiş, kalayı tutturabildin mi; yaptın mı? Yaptım demiş. Nışadırı kullandın di mi? demiş şeytan. (Ama onlar, hep Cenab-ı Allah’ın emri ilahiyesi. Çatlatıcak onu. Söyleyecek yani; ipucu almak için.) Nişadırı kullandın diğil mi? demiş. Evet demiş.
Andan so, hemen dönüyo: Tu bismillahirahmanırahim! Ateşi yakıyo. Koyuyor bi nişadır. Onların piri de: Şeytan.

D- Kalaycıların piri şeytan mı?
K- Şeytan!
D- Tam anlayamadım ben. Nasıl oldu da, şeytan kalaycıların piri oldu?
K-
            Tutturamamış kalaycı hiç. Şeytan da bakıyomuj böyle. Tutturamazmış. Kayıp gidēmiş, kayıp gidēmiş, kayıp gidēmiş... En sonda, kalkmış ta böyle yörümüş. Eve doğru gidēken, şimdi bu sefer, o esna üzerine, şeytan o esnada bulunmamış. Geçēken yanından: Nası demiş kalaycıya, tutturabildin mi? demiş. Tutturdum demiş. Nişadırı kullandın di mi? demiş. ‘Emen kavramış. ‘Emen dönüyor gerisi geriye; atıyer nişadırı: Şapp! Kavrıyeri.


**
D- Kaynak kişimiz, Adana’dan buraya domates almaya gelen birinin, yardımcısıyla ilgili hikâyeyi anlatacak. Bu kişi, Halileli yol çatına geliyor. Oradan itibaren olanları dinleyelim.

K- Şimdi Mehmet şimdi yörüyo. Arkadan dede: Yavaş yavaş, yavaş yavaş...
D- Halileli’den yola çıktı. Nereye geldi? Çeşme başına mı?
K- Çeşme başına. İşte o çeşmenin başından buraya -köye- gelecek.
D- Çeşmenin başında ne görüyor?
K- Arkadan -baksa- birisi geliyo. Durmuş: Yetişsin diye. O durunca, o da durmuş geriden. Hadi gel! Yörü, beraber gidelim; şu-bu... Yok, dururmuş. O hızlanırmış, o da hızlanırmış: Ha bakalım, ha bakalım... Böyle bu şekil, mezarlığa kadar yörüyirler.
            Amma bi sefer, Mehmed’in aklına... (Gariban çocuk. Saf, temiz bir arkadaş. Acar, kuvvetli.) Demiş ki: Yav yürü bakam demiş yav. Beraber gidelim filan; şu-bu... Gene yok. Andan sonra, bu mezarlığın yanına geliyeri. Geldikten sonra, Mehmet oturmuş şimdi. Oturmuş; yetişsin diye. O da, şöyle durmuş. Mehmet: Amıca! Gel beraber gidelim filan; şu-bu...
            Hemen şurda -mezarlığın taşlarının arasına doğru-, hemen kapının önüne(?) eğilmiş te, yatıvarmış. Mehmet demiş: Bu, galiba yoruldu. Bi de varıyo, bakıyo: Bi şeycik yok. Yani: O da orda, kaybolub gidiyo. (Bunu da, bu çocuktan dinledim.)

D- Nasıl bir tipi var gördüğü şeyin?
K- Azami diyo, şöyle bir metreden yüksek. O kadar bi adam. Sakallı. O tipte birisi.
            ‘İç te korku da aklıma gelmedi dedi. Zaten korkmam dedi. (Kendisi böyle, sevimli bi çocuktu; saf şeydi.)
D- Mezarlığın taşlarının arasına mı girip kaybolmuş?
K- Mezarlığın duvarının. Duvarın içine hemen yatıvarmış; oraya.


Merkez İlçe - Kumkale Beldesi (13.09.2001) 
Erkek, 35,  Gelibolu-Bolayır, yüksekokul, evli, iki çocuklu

            Burda balıkçılık -avcılık- yapan şahısın biri, akşamları geç vakitlerde, ordan evine dönerken... Şantiye dediğimiz yer var belediyenin. Burayı, dört yüz metre falan uzaklığı. Motorsikletinin önünden -işte-: Bir metre boyunda, sakallı birisinin geçtiğini görmüş aniden, hızlıdan. Yaşlı olduğunu söylüyo. Giyimini, fazla bilemiyorum artık. Bunu, bir-iki defa denk gelmiş. Arkasından baktığında, bir türlü yakalıyamamış yani. Görememiş bi daha.
            Ve: Bir-iki defa, o yola -yani gördüğü yolda- bizim de iş makinaları arıza yaptı. Yani bıçağı kırıldı. Diyelim ki: O yolu genişletmeye çalıştığımızda, işte bıçak kırıldı yani. (Belki tesadüfen de aynı noktada olabilir.) Onun, tarif ettiği yerlere yakın. O civar yani. Bir-iki metre civarında.



Ayvacık - Gülpınar Beldesi (26.06.2002)
Erkek, 73, üç yıllık eğitmen mezunu, evli, üç çocuklu

D-Hüseyin Amca, gördüğü bir olayı anlatacak. Sen, bunu gördüğünde kaç yaşındaydın?
K- Yedi yaşında falan. Tahmini ama bu tabi; haliyle. Yedi yaşında. Ben, hayvan aramağa gidiyorum. Hayvanlarımız tabi... Babam vefat itti. Çok yani yetim kaldım.
Annem beni kaldırdı. U zaman saat yok, takvim yok. Kalk evladım! Ayın aydın... Mehtap gibi. Sabah olmuş. Hayvancıklāmızı getir. Bırçak yolmağa, efendim nohut yolmağa, bakla yolmağa gidicez; geç galmayalım. (Ayın mehtabı.) Ben hemen fırladım. Kalktım, yörüdüm. Ormanlān arasında, tabi haliyle yol-mol yok. Suyun başına indim. (Kaynaş(?) denilen su var urda bi; kaynar. Suyun başına indim. Şöyle bi baktım ki: Ah! Bi kadın. Ben tabi haliyle hem korktum hem şaşırdım. Korktum tabi. Undan so, o beni gördü. Şimdi kadın beni gördü. Görünceye gadar, sudan çıktı. Sudan çıkıncaya gadar, böyle ayağa dikildi. Saçlarını şöyle saldı (Saçlarını, arkaya doğru saldı. Ö.G.) ama bana tam böyle bakıyo yani. Başını da da böyle sallıyo yani. Saçları... su dökülsün haliyle gibi felen. Ben, kendi kendime şaşırdım tabi. Korktum da. Bu didim, ne olabilir böyle? Bu zamanda, kim gelir bureye? Ama bura çamaşırlık. Yani çamaşır yıkanıyor devamlı. Ben herhalde didim, çok geç oldu. Çamaşıra gelmek vā didim. Baktım: Çamaşıra falan gelik değil. Elinde: Üst-baş hiç yok; çırılçıplak. Sadece saçları sarılı; o kadar. Saçları, tam burulara -kalçalarına- iniyo yani. He! Kaba kıç diyiveririz ya; urulara kadar iniyor. İninceye gadar, ben temelli gorktum. Sarı saçları; sarı. Kendi de beyaz. Gözleri de acık sarımtırak ama gene yani bizim gözlerimize benzer de fakat sarımtırak. Boyu senden[5] fazla. Bizim buramızın en acar adamı kadar var yani.
D- Onu, suyun içinde gördün sen. Sana baktı; kafasını salladı.
K- Gene suya girdi. Ama ben korkula -çocuktum tabi- dikildim. U şekilde, ‘ani asger gibi böyle dikilikim. Undan sonra, tekrar gene çıktı bu sudan. Gene bana baktı. Hani baña laf atar gibi bi durum var. Fagat ne ben gonuşuyom, ne o gonuşuyo. Ondan sonra bu çıktı. Ben gene dikiliyom. Çıktı. Böyle başını -saçlarını- sallaya sallaya dağa sardı gitti; Sarıgız Dağı’na. İşte şu dağ. Ormanın arasında. Yalnız, giyim yok. Üst-baş yani aynen çırılçıplak. Bütün vücudunu gördüm; her tarafını gördüm. Memeleri aşağı böyle sarkık böyle. Tabi kadın, kendi de büyük olduğu için. Ben, gay bundan sonra şaşırdım tabi haliyle. (Gittim hayvanları, tekrarında buldum.) Bu gitti ama. Hem bakıyo baña hem gidiyo. Mesela on beş-yirmi adım gittikten sonra, dönüyo bakıyo. Beni de, bakar görüyo haliyle. Undan sonra, bu kayboldu ormanlara; gaynadı gitti. Ben geldim eve.
            Anneme -Allah rahmet eylesin- didim ki: Anne didim, böyle böyle. Ah evladım; sana didi garışırlā didi. (Tabi u zamanlā, bi garışma davası var.) Şeytan karışırmış; hasta olurmuş.
D- Sen ne yapsaydın karışırlardı?
K- Laf atsaymışımdı una. Veyat buna saldırsaymıştım. Mesela bi tarafını elliyeyim gibilerden falan. U zaman mutlaka karışırmıştı. Fakat ben buna hiç... Ne u bana, ne ben una hiç laf atmadık.
D- Karışsaydın ne olurmuş?
K- Ya bilmiyorum. Hasta olurdun; ölürdün diyolā.
            Undan sonra ben rahatsızlandım; hastalandım. Birkaç gün yattım. Bana annem... Mesela okumuş kadınlar olur ya. Bunlardan bir-iki kadın getirdilē: Okudulā, şe yaptılā. Ben, undan sonra düzeldim.
            Undan sonra, gece tekrarında, rüyamda gördüm bunu. Sen bana diyo, laf niçin atmadın? (Rüya amma; gece rüyada bu.) Ben: Korktum didim. Unun için laf atamıyom didim.
D- Kaç kere daha rüyanda gördün?
K- Üç defa rüyamda gördüm.
D- Üçünde de aynı şekilde mi söyledi?
K- Aynı. Hiç başka kelime yok. Aynı kelimeler konuşuyo: Niçin bana -mesela- laf atmadın? diyor. Niçin beni ellemedin? Ben didim, bilemem seni didim. U vaziyette kaldık.
D- Sen hasta yattığında baygın mıydın, kendinde miydin?
K- Kendimdeydim ama yani bi yanım tutmuyo yani. Galkamıyom ayağa. Ayağa kalkamıyom fakat Allah razı olsun okuyanlara da, okudulā üfledilē beni. Biz tabi haliyle: Tırıl, genciz. Galktım. Bi daa, bu vaziyette kaldık.
D- Sen orada -o bölgede- Sarıkız’ın olduğunu, buolay başına gelmeden önce- duymuş muydun?
K- Duydum.
D- Yani altı-yedi yaşındayken biliyordun?
K- Diyolādı ama biz gulag vēmiyoduk; tabi çocuküz. Sarıgız vā burda diyolādı; Sarıkız. İnsanlara görülürmüş falan diyolādı. Fagat biz emniyet vēmiyoduk biliyo musun. Urda u vaziyette görünceye gadā, ben bunu da böyle anlattım burularda tabi yaşlılarımıza; bizden daa yaşlılā. U zaman: İy ki sana karışmamış diyolā. Ellememişin, laf atmamışın. Atsaydın, mutlaga karışırdı ve belki de seni de alır giderdi bile. Öyle laflā da duydum yani, duydum.
D- Daha önce karşılaşanlar olmuş mu Sarıkız’la?
K- Olmuş ama kim bildeğem yok. Öyle görenlē olmuş.
D- Senden sonra görenler oldu mu?
K- Hayır, olmadı.
D- En son sen gördün?
K- En son.
D- Neden çamaşırlıkta oluyor?
K- Banyoya geliyomuş uruya. Yıkanmağa geliyomuş.
D- Gördüğün yer dere mi, göl mü?
K- Yok, yok. Orası: Çıkar bi gaynar su var urda. Orası böyle çevrilik yani taşlarla falan. Urayı biz bile -hani af buyur- hamamcı oldiğimiz zaman, gidip urda mesela apdes alıp, urda cünüpliğimizi giderebiliyoduk yani. U vaziyette su urası. Yani yıkanma yeri.
D- Sadece erkekler mi gider? Bayanlar da...
K- Bayanlā da gider.
D- Çamaşırlıklarda, böyle cin gibi, peri gibi şeylerin olduğunu söylerler miydi?
K- Söylēlē, söylēlē, söylēlē. Cinlē, perilē gelir ureye. Yıkanır derlerdi yaşlılar tabi; bizden yaşlılar.

**
D- Sizin burada, Çavuş Deresi var.
K- Gurk çıkā derlē urda da. Yavrula beraber, göya insanlara çıkāmış ama ben unu bilmiyorum.
D- Gurk çıkar da, ne yaparmış?
K- Şeytanmış göya. İnsana karışırmış. Una sataşırsak yahut yavrusunu aleyim dersen, insana yani zarar verirmiş. Öyle derlēdi.
D- Başına bir iş gelen oldu mu Çavuş Deresi’nde?
K- Herhalde olmadı. Ben, duymadım unu.


Ayvacık - Gülpınar Beldesi (14.03.2003)
Erkek, 73, Balıkesir-Ayvacık, üç yıllık eğitmen mezunu, evli, üç çocuklu

D- Geçen gelişimde duydum. Şu alt tarafta, bir dere varmış herhalde?
X- Çopur’un(?) Dere.
D- O dere için, birisi dedi ki: Zamanında bir gece vakti, böyle dev anası gibi bir kadın gördüm.
K- (O öyle olmadı.) O insanları şeyden... Salih’in; Yeşiltepe’nin babası. Aldı, çamaşıra şeye indi, Karaağc’a
D- Karaağaç ne taraf oluyor?
K- (Derenin içinde çamaşırlık. Becene bi yer.) Karaağc’a indi. Çünkü o zamanki zamanda şey yapıyo: Çamaşır için su kısa. (Arif te bilir.) Su kısa. Sen koşucan erken çamaşıra, ben koşucam erken. İlk horozda çıkıyo. Derken, ilk horozdan evvel bunlar davranmış; ay aydınlığına. Bi de suya yakınladıydı: Ayın on beşi gibi sarı bi gız! Bi de elinde -denizde şey var- tarağa da kara diken.
D- Kara diken ne?
K- (Denizde oluyo. Bunu yiyolar bili min.) Saçlarını tarıyomuş kara dikenlen. Durdular; baktılar, baktılar. Okumağa başladılar; durdular. Yıkandı, temizlendi. Sarıkız’a doğru uçtu gitti.
D- Kaz Dağı’na doğru mu, buradaki Sarıkız Tepesi’ne doğru mu?
K- Burdaki. (Direklē vā dikilik.) Ura doğru uçtu gitti. (Bunu da unlar söyledi.)
D- kanatları var mıymış?
K- Kanat filan dimedi. Öyle uçtu gitti. Sade yıkandığını, şeyini filen adam akıllı gördüler.
D- Giysisi var mıymış?
K- Canım giyindi ama ben -urasını kısa yollu anlattı- adamın ağzından da duydum. Bana didi ki bi gün: Nurettin didi, şaşırırsın didi; evlisin. Karıyı didi, erken didi Karaagc’a indirme oğlanım didi. Ne var didim Ahmed Dayı? Suyun sahibi var dedi ağnadın mı. (Burdan gören çok olmuş unu.) Sarı bi kız. Dağa çekip gidiyo.
D- Çıplak mı, giyinik mi?
K- He, urasını sormadım ben. Sahibi var. Onun zaten sahibi var. En uluda, bizim bu Sarıkız. Unu, bizim Topçu Ali dört sefer ateşledi. (Direklerin olduğu yer.)
D- Niye dört sefer ateşledi?
K- Domuz çok; domuzdan. Ateşleyelim de, orman yansın. Domuzlā da gitsin.
D- Ateşleyince ne oldu?
K- Yanmadı.
D- Neden yanmadı?
K- Yanmadı işte.
D- O gördükleri kız yüzünden mi yanmadığına inanıyorsunuz?
K- Unu -inancımızı- dimiy... Kendi kendine yanmadı. Yaz günü ateşledi. Gene yanmadı; sündü. Bunun çünkü, sahibi. Urdan dağa gidiyo. Görüyolar bi yavuz. Giderken, şavk yapıyo. Öyle bi şavk. Parıldayarak, dağın üstüne gidiyo.
D- Epeyce insan gördü yani onu?
K- Gördü.
D- Sabaha karşı mı görülüyor bu?
K- Bu: İlk horozdan evvel; ay aydınlığına.
D- Gündüz görünmemiş mi hiç?
K- Yok.
D- Sarıkız, konuşmaya çalışmıyor mu insanlarla?
K- Hiç; yok.
D- El işareti filan yapmıyor mu?
K- Yapmıyo. Görüyo şöyle, kalkıp toplanıyo. Saçlānı tararken -Ahmetçik Hasan’ın anası; hem ağladı hem söyledi kadın- gördük didi saçlarını tararken. Sapsarı didi, ayın on beşi gibi bi gız.


Gelibolu - Demirtepe Köyü (25.02.2003)
Erkek, 62, Bulgaristan-Razgrad-Kemallı Köyü, ilkokul, evli, dört çocuklu

D- Ömer Ağbi: “Su kenarı tekin değildir” sözüne, ben pek inanmam dedi. Şimdi, babasının başından geçen bir olayı anlatacak. Bu olay nerede, ne zaman olmuştu Ömer Ağbi?
K- Gölcüğ’ün Halıdere Beldesi’nde.
D- İzmit-Gölcük?
K- Evet. Bizim ilk iskan yerimiz orasıydı. Babam Değirmendere’de çalışıyodu. Akşamları eve gelirdi Halıdere’ye. Ordan işte yolun orta yerinde, tam şeyde bi çeşme vardı. Oranın köylüleri zaten diyodu: Bu çeşme tekin değil.
            Babam bi akşam ordan geçerken, resmen bi düğün: Davullu zurnalı düğün yapıyumuşlar. Gelin, çeşmenin su yalağına tumuş Damat ta eğilip eğilip bakıyomuş gelinin yüzüne böyle. Babam dua okuyarak, ordan usulcacık geçip gidiyo.
D- Giysileri nasılmış bunların?
K- Onu bilemeycem.
D- Onların cin olduklarını nereden anlamış babanız?
K- Babam... Çünkü eskiden bizim orda çok varmış. İşte Romanya’nın Masıtlar Köyü’nde çok varmış. Ordan biliyu. Babamın çok şeyi var. Bu, dünya harplerinden sonra, bi daa azalmış bunlar, bu olaylar; bu cin olayları.

**
K- Bizim, Bulgaristan’da bi evimiz vardı. O evi, sonra sattık biz. O evde, annem akşamüzeri kızgın kül attığı zaman, ille değişik isimlerle annemi çağırıyulādı. Annem alıp gidiyo çünkü. Ses, cevap vermiyodu.
D- Siz bu sesleri duydunuz mu?
K- Ben çok küçüktüm o zaman. Annem anlatıyodu


Gelibolu - Demirtepe Köyü (25.02.2003)
Erkek, 62, Bulgaristan-Razgrad-Kemallı Köyü, ilkokul, evli, dört çocuklu
Erkek, 46, Demirtepe, ilkokul, evli, iki çocuklu

D- Şu anda çarşıda bulunan Mahmut Ağa’dan dinlediği bir hikâyeyi anlatacak.
K2- Mahmut Ağbi’miz, Ahmed Aa diye birinin yanında çıraklık yapıyo. Bu arada Ahmet Ağa’nın, Koruköy’de de değermeni var; un değermeni. At arabasınla, oraya gidip geliyo.
            Bi akşam, geçe kalmış at arabasınlan. (Koruköy Demirtepe arası, yaklaşık altı kilometre.) Ezan falan geçmiş. Dolma Ayazma dediğimiz bi mevki var. Köye çıkışta, hafif yokuşu var; bayırlık. Atlar durmuş. Mahmud Amca, elinde kırbacınla, atlara dokunuyo falan. Atlar gitmiyo. Arkasını dönüyo: Araba içersinde, aynı anda bi keçi ve bi tokat. Bu arada: Tabi döndüğü an, ezan okumağa başlamış Mahmud Amca; korkmuş. Önce yani dönüyo. Görünce korkuyo: Ezan okumağa başlıyo.
            Bu arada keçi hem konuşuyor: Sen ezan okumasaydın, ben sana sorardım ama diyo, bi tokat vuruyo. O da, başını arabanın kanatlarına nası çarptığının pek farkında da değil. Gerisini hatırlamıyo.
            Atla, bu şekilde evin önüne geliyo; kendi bildiğine. (Boşanmış gelmiş atlar; yokuşu çıkmıyan atlar.) Ahmed Ağa’nın kızı dışarıya çıkmış. At arabası kapının önünde. Kapılar açık değil; giremiyo içeri. Fakat atların üzerinde -çul deriz; kıldan örtüler- var. Örtüleri örtük. Ahmed Ağa sormuş: Mahmut gelmemiş mi kızım? falan deye. Fagat kız: Araba kapının önünde baba ama Mahmud Ağbi’yi görmedim diyo.
            Çıkıyolar, bakıyolar: Mahmud Ağbi baygın; arabanın içersinde. Kaldırıyolar. Atları alıyolar falan.
            (Hikaye çok net de değil. Tabi Mahmud Ağbi kadar bilmediğim. Ağızdan duyma bi şey ama yani Mahmud Ağbi daha ned biliyo bu olayı. Böyle bi olay gelişiyo yani. Başından geçiyo.)

D-  Olayın geçtiği Dolma Ayazma Mevkii’nde ne var da, böyle bir şey oluyor?
K1- Rumlar’dan kalma ayazma-pınar; su pınarı varmış.
D-  Neden başka yerde olmuyor da orada oluyor?
K1- İşte “tekin” diyolar orasını. Bilmiyorum artık.
D-  Ayazmanın olduğu yer mi?
K1- Ayazmanın olduğu yer.
D-  Ne olmuş ta tekin diyorlar?
K1- E peri çıkıyomuş diyolar.
D-  Bu köydekiler mi diyor?
K1- İşte Mahmud Ağbi falan, bi kaç kişi görmüş yani. Öyle diyolar.
D-  Mahmut Ağbi’den başka, bunu gören kimseler var mı?
K1- Valla ben bi tek onu biliyorum.
D-  Sahiden su kenarları, geceleri tekin değil midir?
K1- Batıl inanç. Bana göre diğil ama bazısına göre...
D-  Eskiler öyle söyler miydi?
K1- Söylüyolar.


Gelibolu - Demirtepe Köyü (25.02.2003)
Erkek, 75, Romanya-Silistre-Tutrakan-Masıtlar, ilkokul, dul, altı çocuklu

D- Cin mi diyorsunuz buna; şeytan mı, peri mi?
K- Cinler diyular, cinler. Köyümüzde arkadaşın biri gece yatırke: Kalk, kalk filan diyolar. Alıyolar bunu.
D- Kim diyor?
K- Cinlerden. Kim olduğu belli diği işte. (O kendi kendine gezer o bi daa. O nereye götürürse, gider o.)
D- Rüyasında gezer; yani uykusunda gezer?
K- Uyudu mu, kaldırılır. Gider; öyle gezmeğe götürüyolar onu.
D- Nereye götürüyorlar?
K- Ora, arka çayırlığa iniyolar. Köyün altına iniyolar. Çayırlık var. O zaman, boş buraları. Orda düğün varmış; orda. Oynuyolar, falan filan: Davullar, zurnalar... Cinler oynuyolar.
Bu sefer iki arkadaş, orda suç işlemiş; onların içinden. Onların başkanı: Asın bunları demişlē. Asıyolar onları. Epiy zaman sonra, güneş -dan yeri- ağarmağa başladığı zaman, dağlışıyolar. Bu arkadaş da eve geliyo. Sonra aklına takılıyo: Ben diyo, gidip bakıcam diyo. Bunlar kimi asmışlar buruya filan? Varıyo oraya. Bi de bakıyo: İki tane tarla fareleri var ya, onlardan iki tane, ipte asılıp duruyolar. Deyecem: Bu böyle.
D- Kaç yıllarında oluyor bu olay?
K- Bu, 37 yıllarında mı ne oluyo.

**
D- Ramiz Amca! Senin başından mı geçti?
K- Evet, benim başımdan geçti.
            Arkadaşın biri dedi bana. Bolayırlı birisine, beygir gütmeğe çırak oldum oraya; aylıklan.
D- Kaç yaşındasınız o zaman?
K- On yaşlarında. Gittim oraya. Bizim köyden de geldi bi arkadaşım. Beygiri... (Bu köprüyü geçtiniz ya burdan. Onun hemen sağında.)
D- Bolayır’la sizin köyün arasında?
K- (Evet, derenin öbür tarafında.) Dedi: Bu akşam, burda yatalım. Beygirleri baktıralım. Kalalım filan dedi. Eskiden olurmuş öyle orda. O duymuş; ben duymadım.
D- Ne olurmuş?
K- Cinler çıkarmış. Dedi... Kaldık ya; yatsı filan geçti. Argadaş dedi bana: Burda dedi, cinler çıkarmış dedi. Şimdi o benim dediğim, aşşağda olmuş. Şimdi: Orda dedi o. Bu köprünün başında dedi, davullāla zurnalarla, cinler çıkarmış dedi. Sonra öyle deyince, ben de korktum; şimdi o da korktu. Biraz durduk. Dedi: Ben gidicem dedi. Ben korkuyom dedi. Yav niye? dedim. Sen bana kal dedin. Bak! Ben Bolayır’dan geldim. Burda çıraklık yapıcaz; hayvanlara bakıcaz bu akşam. Beni bırakıcan burda yalnız. İyi ama ben dedi korktum dedi. Belki çıkarsalar dedi. Ee sonra, ben yalnız kaldım. Ben de korktum bu sefer. Ben ne yabeyim şimdi burda? Ben de aldım atları yedeğeme. Geldim, bizim dama bağladım onları. (Kaynak kişi gülüyor. Ö.G.) Çıkmadı cin-min filan.

**
D- Kendi başından mı geçti bu olay?
K- Evet.
            O zaman, sekiz yaşlarındaydım filan. Babam beni, bu Koruköy’ün öbür tarafında bi çiftlik vardı. Oraya ağbimi vēdi sığır gütmeğe. Beni de, yardımcı oraya yolladılar; verdiler. Senede bi paltalonlan, bi gömlek alıcaktı bana ‘erif. Orda çalıştık. Sığırları güdüyoz yani. Süt götürüyom Bolayır’a. Eşşeğe binemiyom ben. Orda bindiriyolar eşşeğen üstüne beni. Ben oturuyom oraya; gidiyom. Birazdan uyuyom ben. Bakıyorum: Gecenin bi yarısı olmuş. Nerde olduğumu da bilmiyorum ben. Böyle gidiyoz, geliyoz. Orda sütçülerden diyolar ki: Bunu geç kalırsa bi daa diyolar, atarız süt kazanına. Ben, gene öyle geliyorum. Tuttulā beni. Kazana atıyolar; süt kazanına. Ben: Şaka dedim ama korkmadım. Sonadan tuttular beni atıyolar şimdi. Yarım... (Kazan da, büyük kazan böyle.) Süt... Ben, burdan baktım: Çok süt var dedim. Boğulurum burda ben. Ben şimdi tepişmeğe başladım; bağarıyom filan. Yavu dediler, bırakın be dediler. Bi daa gelcek... sen. Ordan saldılar beni. Öyle gidip geliyorum. Geç de oldu(?). Te o zaman, geliyom sabah südüne ben. Yav diyolā, bu inlere cinlere mi karıştı? diyolar. Anlatıyolar orda. Ben diyom: Nerde in, cin? Ben korkmuyom. Ondan sonra: Bunu, eşşeğe bindirmiyelim dediler; yürüsün dediler. Benim sırtıma, bir yarım kilim parçası verdiler: Üşüme dedilē.
            Yolda gidiyom ben. Epey gittim. Bilmiyom nerelerde ilerliyom. Eşşek önümde yörüyo ya. Ben, gene uyuyom. Yolu da bırakıyom anasını sat... Tam bizim u çatırık vardı burda. (Koruköyü’ne gidiyo giriş; çatırık. Koruköy yolu, bizim köy, orda kavuşur.) Onun yüz metre yanı başında; sağda... O zaman, bi tane kamyon çalışırdı. Bi ışık geldi geriden benim gözlerime. Ah! Baktım ışık geldi. Açtım; gözlerim görüyo mu yolda? Baktım. Öte koştum, beri koştum: Benim eşşek yok. Karanlık ta. Ben şimdi ordan, o Gavur Necati’nin ..... doğru; o balkanlıktan, bayırlıktan, yanlama koşuyorum böyle. Böyle sakallı bi dede oturuyo orda. Uzun sakalları vā; ak sakallı. Üstünde elbise var. Böyle ..... benziyo. Elbiseler var üsdünde; yani alacalı. Oturuyo orda; oturuyodu. Bağdaş kurmuş; böyle oturuyo. Boy: Kavi bir adam ama bu duvar kadar bana. Ben şimdi...
D- Yani yaklaşık dört-beş metre.
K- Geçiyorum önünden böyle. Dede bana baktı, ben dedeye baktım. Dede, bana bi şey demedi. Geçtim öyle. Ordan yola çıktım. Çıkarkan, çıkıyo kamyoncu. Durdu. Bağardı bana, seslendi. Gittim: Sen in misin, cin misin? dedi bana. Dedim: Ne ini cini be! İnsanım ben dedim; ben. (Ee çocuk daa.) Ne arıyosun sen buralarda? dedi. Dedim: Benim eşşeğem var dedim. Süt götürüyodum dedim. Kaybettim didim. Onu arıyom dedim. O da görmüş onu orda; çavdarın içinde. Çavdar yiyip eşşek, bi güzel doyuruyo karnını. ..... etti adamcağaz feri. Farları çevirdi böyle. Buldum eşşeğeni! Sağol be amıca, buldun filan dedim. Buldun filan dedim. Yok yok dedi. Git sen dedim. Yok yok dedi; yola çık. Göreyim ben seni yolda dedi. Ondan sonra bırakıcam. Çıktım yola. Herif, beni bıraktı gitti. Allah razı osun. Yani ben de diyorum: O dede mi malum oldu ona, ne olduydu yani. O dede, hep aklıma gelir orda; dede.

**
            [6]Bi hoca varmış... Çiftçilik yapıyomuş anneylen ikisi; biçiyolā filan. Yoruluyolar. Hoca da biraz cinciymiş. Bu, cinleri toplamış: Benim orağa biçicez. Tarlayı biçtiriyo cinlere.
            Bir böyle, iki böyle, bej böyle... Cinler sıkılmağa başlamışlar. Yav demişler, hep biçiyoz bu oğrağa. (Bakmışlā: Buğday başak yapmış ama.) Yarın demişler, sıcak çıkar. Bu hoca, bize sıcakta biçtirir bunu. Biz (Kaynak kişi gülüyor. Ö.G.) bunu deyirler, erkenden biçelim de havalar serinken, işi bitirelim. Hocanın haberi yok.
            Gidiyolar tarlaya. Bi oğrak atıyolar; biçiyolar. Bağlıyolā, koyuyolar. Hoca gidiyo, bakıyo: Buğday olmuş mu? diye. Tarlaya ..... gidiyo. Bi de varsa: Tarla yeşil biçilmiş! Canı sıkılmış. Sormuş. Demiş: Niye yaptınız bunu böyle? Hocam, sıcak çıktıktan zor oluyo. Serinde biçtik. Ondan böyle oldu filan diyolar.
Hoca biçtirmemiş onlara bi daa tarlayı. Kurtulmuş cinler. (Kaynak kişi gülüyor. Ö.G.)


Gelibolu - Bolayır Beldesi (25.02.2003)
Erkek, 80, Bulgaristan-Hasköy-Harmanlı, üç yıllık eğitmen mezunu, evli, iki çocuklu

(Şimdi bi örnek, ben sana anlatayım.) Burada Nihat Ağbi... Bunun, türbenin kapısının önünde kahvesi vardı; bu bizim Gazi Sülüman Paşa’nın. Burda -kahvede- yatıyor yaz günü. Kendi arabası varmış. Tekerin(?) üstüne yatmış böyle; uyumuş.
            Gece geliyor bi tene -ayakları çıkmış arabadan dışarı-, bastırıyo ayaklarına. Bu, arkadaşları deye aldırış etmiyo. Gene yatıyo. Gene içi geçiyor. Gene, bi daha bastırıyolā. Bu sefer: Dini imanı toz duman hemen. İniyo arabadan aşşağa. Taş topluyo. Gelin diyo, ananızı bilmem ne yabacam. (Şimdi eski yol burdandı ya. O bizim belediye binasının altındandı.) U taşları...
Arabanın üstüne yatmış. Bu yoldan asker: Gümbür gümbür; davullālan zurnalarlan geçiyolā. Tam caminin merdivenlerene bizim çıkıyolā: İki dene kumandan geliyo. O Nihat Ağbi’yi yakalıyolā, alıyolā. Onu da merdivenlerden yukarı -Dedebaşı’na doğru- çıkarıyolā. Kör-topal kalmasın, kör topal kalmasın; arkadan, yani perilerden. Geçiyolar yukarı. Tam Dedebaşı’na vāmışlā. Daha orada Nihat Ağbi’yi bırakmışlā. Kazık diker gibi dikmişlē böyle; oraya.
X- Doğrudur. Eskiden duyuyoduk. Görenler de oluyodu yani.
K- Asker, gelip geçiyo mezarlığa doğru. (Ondan, kendisinden işittim bunu.) Ordan, sabahlen orda duruyo. Götürüyolā eve. Kırk gün yattım dedi hasta. Rahmetli babası da hafızdı. Babam düzeltti beni diyodu.

**
D- Şimdi anlatacağını duydun mu?
K- Bunu da duydum ben.
            Efendim vatandaşın birisi, gene[7] ölümden çok gorkuyomuş. Hanımına demiş ki: Toplan demiş. Bi ölümsüz bi yer arayalım yav. Alıyo hanımını: U yana geziyor, bu yana geziyorlar. Hep mezarsız köy arıyorlar. Mezarlık olmeycek. Burda mezarlık var mı? Var! Giderlermiş.
            Git-gel, git-gel... Birkaç zaman zaman dolaşmışlar böyle. Bi köye rastlıyolar: Hiç mezar yok. Diyolar: Burası bizim yerimiz. Burda ölüm yok géri. Yerleşiyolā orayı karı-koca.
            Yerleştikten sonra, adam işe gidiyo tabi; çalışmağa. Hanımı evde kalıyor. Üç-beş gün çalıştıktan sona, hanımı rahatsızlanıyo. O köyde yene insanları keserlē, yirlermiş. Hanımını gelmiş gonu-gomşu kesmişler, parçalamışlar, taksim etmişler bütün köye. Kocasına da bırakmışlar bi parça.
            Geliyor akşamüzeri: Ayşe, Fatma! Bizim.. Nerde yav komşu? Ya, böyle böyle diyor. Hastalığında rahatsızdı. Kestik biz onu; yedik. Bi parça da sana bıraktık. Ya anacığını diyo, burda da ölüm varmış. Kaçıp geliyor. Karıyı da orda bırakıyor.

D- Bunu ne zaman dinlemiştin Ahmet Amca?
K- Çook sene oluyor ya. Çok zaman. Bi kere, elli sene var da, fazlasını bilemiycem.

**
            Eski insanlar -ne biliyüm- böyle çok şeyler görünürmüş insanlara. (Peri midir, şeytan mıdır, cin midir?) Neyse, şimdi insanlar şeytan oldu.


Gelibolu - Adilhan Köyü (03.03.2003)
Erkek, 67, Adilhan, ilkokul, evli, beş çocuklu

D- Amcanın başından geçen hikâyeyi bir daha anlat.
K- Rahmetli -bu yani kırk, kırk bir, kırk iki senelerinde falan- gece tuvalete çıkıyo dışarıya. Bi davul-zurna sesi; bağrışma çağrışma böyle. Evimizin karşıki Çamlık’tan yukarıya doğru gitmiş sesler deniyordu yani eskiden böyle. Bunlar şeytanlarmış, cinlermiş, bilmem ne deniliyordu.
            E şimdi o zamankı söylentiler yok. Ne cin duyuyoz, ne davul sesi duyuyoz, ne bi şey. Ben inanmıyom yani böyle şeylere. Tamam diyo, duydum diyo yani; öyle çalgılar geçti.


Merkez İlçe - Serçeler Köyü (08.09.2004)
Erkek, 80, okur-yazar, evli, altı çocuklu

Ben -şurda Yeniköy dediğim, Yeniköy vādı- Yeniköy’e gittim. Gitme! Öñüne köpek çıkā, kedi çıkā dedilē; şöyle olur, böyle olur. ...tir be dedim.
Ben, sabah işçi almağa gittim uraya. Ben unlān didiği yere geldim. Bi köpek çıktı. Eşşeğe -indim- bağladım. İki dene daş aldım. Köpeğen arkasına ekleşivēdim. Köpeğe govaladım.
D- O köpek cin miymiş?
K- Ne biliyim? Bilmiyum ku.
            Sabah buruyı oğrak biçmeğe geldilēdi bana. Böyle böyle oldu dedim. Gara köpek kimde vā? Yok didilē. (Ne olduğunu bilmiyom. Cin mi, peri mi?) Bizim yanımızda ne olcak? Biz zatan cin periyiz dedim.


Gökçeada - Dereköy - Şahinkaya Mahallesi (09.05.2005)
Erkek, 39, Trabzon-Çaykara-Şahinkaya, ortaokul, evli, üç çocuklu

(Şimdi Oflular için yani: Şeytandan daha büyük şeytandır derler.) Şimdi bi gün şeytan -kafası bozulmuş Oflu’ya- dedi ki: Gel, bi düello yapıcaz. (Bunun türkisini de çıkarmışlar bi zaman. Türküsü de vardı.) Gel dedi, düello yapıcaz. Tamam dedi Oflu. Dediler ki: Patates ekecez. Şeytan dedi: Patates ekicez. Oflu da dedi ki: Alt kısmı benim olacak, üst kısmı şeytanın olacak. Şeytan kabul etmiş onu. Ekmişler patatesleri.
            Tabi Oflu, alttan patatesleri almış. Şeytana kaldı sapları. Bu dedi olmadı. Yeniden yabacaz. Ne’abıcaz? Mısır ekicez. Dedi Oflu ki: Uç kısmı benim olacak. Şeytan da kabul etmiş; tamam demiş. (Daha önce alt kısmında vardı ya patades.) Ekmişler mısırları.
            Tabi koçanlari, Oflu gene almış. Yarışmayı gene kazanmış. Şeytana kalmış kökleri. Bu da dedi olmadı dedi. Ne yabıcaz? Dövüşecez dedi. Aldı iki tane sopa. Bi tanesi uzun, bi tanesi kısa. Verdi şimdi uzununu Oflu’ya. Kısasını almış kendine. (Şey!) Uzununu kendine almış; kısasını vermiş Oflu’ya. Demiş ki Oflu ona: O zaman dedi gidecez boş bi odaya. Yani orda dövüşeceğez. Şeytan da kabul etmiş.
            Tabi şeytan, uzun sopayla baraber, odanın içinde sallayamıyor. Oflu da küçük sopayla beraber, şeytana istediği gibi vuruyor. Olmaz dedi. Didi: Dışarı çıkacaz didi. Sopaları değiştiriciz didi. Tamam dedi, verdi ona. Büyüğünü aldı Oflu; küçüğünü verdi şeytana. Bu sefer Oflu dedi ki: Dışarı çıkacaz.
            Bu sefer dışarı da çıkınca, bu sefer Oflu açıldı. Uzun sopayla baraber, uzaktan şeytana vurdu. Şeytan dabi gene yenildi.
            Ondan sonra döndü şeytan Allah’a, yalvardı: Madem diyo Oflu vardı diyo, beni niye yarattın? (Ortamda bulunanlar gülüşmektedir. Ö.G.)



[1] Anlatıya gösterilen ilgi ve katılım,  anlatının bu aile içinde sıklıkla anlatıldığını ortaya koymaktadır.
[2] Kaynak kişinin dedesi müdahale ediyor: “Gocagarı çıkmış.”
[3] Torunu anlattıktan sonra, derleyici, dedenin de aynı anlatıyı sunmasını istiyor.
[4] Evin gelini tarafından sunulan anlatıyı, bir kez de kaynak kişimiz anlatıyor.
[5] Derleyicinin boyu 180 santimdir.
[6] Anlatı, ortamda kaynak kişi ile diğer kaynak kişilerin anlattıkları cin-peri memoratlarından sonra gelmiştir.
[7] Kaynak kişi, bir önceki anlatıda, “yavaş yavaş gelen ölüm” anlatısını sunmuştu.

Kentler Anlatılınca Güzeldir sloganı ile çıktığımız bu yolculukta kentimizi anlatmaya ve paylaşmaya devam ediyoruz. Eylül ayından itibare...